Şûrâ Sûresi 8. Ayet

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ  ...

Allah dileseydi, onları (aynı dine mensup) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine sokar. Zalimlerin ise bir dost ve yardımcısı yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 شَاءَ dileseydi ش ي ا
3 اللَّهُ Allah
4 لَجَعَلَهُمْ onları yapardı ج ع ل
5 أُمَّةً millet ا م م
6 وَاحِدَةً bir tek و ح د
7 وَلَٰكِنْ fakat
8 يُدْخِلُ sokar د خ ل
9 مَنْ kimseyi
10 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
11 فِي
12 رَحْمَتِهِ rahmetine ر ح م
13 وَالظَّالِمُونَ zalimlere gelince ظ ل م
14 مَا yoktur
15 لَهُمْ onların
16 مِنْ hiçbir
17 وَلِيٍّ velisi و ل ي
18 وَلَا ve yoktur
19 نَصِيرٍ yardımcısı ن ص ر
 

İnkârcılıkta direnenlerin bu tutumlarının sonucuna katlanmak durumunda oldukları ve yüce Allah’ın dünya hayatını böyle bir irade sınavı için var ettiği hatırlatılmakta, müşriklerin iman etmeleri ve kurtuluşa ermeleri için gayret gösterdikleri halde tam sonuç alamayan Hz. Peygamber ve ona gönülden bağlanan müminler teselli edilmektedir.

6, 8 ve 9. âyetlerde geçen velî (çoğulu: evliyâ) kelimesi “dost, koruyucu, hâmi, destekçi, kendisine uyulan önder” gibi mânalara gelir. Kur’an’da sıkça kullanılan bu kelimeye bağlama göre bu ve benzeri mânalardan biri verilebilir (meselâ bk. A‘râf 7/3, 30; Hûd 11/20, 113; İsrâ 17/97; Ankebût 29/41. Allah’ı dost edinmenin anlamı hakkında bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/125; En‘âm 6/14).

7. âyette geçen ve “anakent, yerleşim yerlerinin merkezi” anlamlarına gelen ümmülkurâ tamlaması Kur’an’da Mekke şehrini ifade etmek için kullanılır (bk. Âl-i İmrân 3/96-97; En‘âm 6/92). Âyetin “çevresindekiler” diye çevrilen kısmını Araplar’la sınırlandırarak yorumlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 397), birçok müfessir İslâm tebliğinin evrenselliğine dikkat çekerek burada bütün insanların kastedildiğini savunur (meselâ bk. Râzî, XXVII, 147-148. Kur’an-ı Kerîm’in Arap dilinde indirilmiş olması konusunda bk. Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; Nahl 16/103; Zümer 39/28).

Kur’an-ı Kerîm’de farklı bağlamlarda, hem “insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi” anlamına hem de 8. âyette olduğu gibi “Allah dileseydi insanları (aynı inançta) tek bir ümmet kılardı” mânasına gelen ifadeler yer alır (bunların izahı için bk. Bakara 2/213; Mâide 5/48; Yûnus 10/19; Hûd 11/118; Nahl 16/93; ümmet kavramı hakkında bk. Bakara 2/128). Burada âyet kümesinin genel amacı doğrultusunda, Resûlullah’a ve müminlere, insanların bir sınavdan geçmekte olduğu, hür iradeleriyle hareket ettikleri, bu sebeple de herkesin aynı çizgi üzerinde bulunmadığı bildirilmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 730-731
 

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  جَعَلَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُمَّةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدَةً  sıfat olup mansubdur. وَلٰكِنْ يُدْخِلُ  atıf harfi وَ ‘la  شَٓاءَ اللّٰهُ ‘a matuftur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنْ  amel etmeyen istidrak harfidir. İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُدْخِلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪ي رَحْمَتِه۪  car mecruru  يُدْخِلُ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. وَالظَّالِمُونَ  mübteda olup ref alameti  و ‘dır.  مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  وَلِيٍّ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يُدْخِلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ 

 

وَ  atıf, لَوْ  gayrı cazim şart edatıdır. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … وَكَذَ ٰ⁠لِكَ أَوۡحَیۡنَاۤ إِلَیۡكَ  cümlesine atfedilmiştir. Azamet zamirinden gaib zamire iltifat vardır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnad, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  شَٓاءَ اللّٰهُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre  لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  اُمَّةً ‘deki tenvin, muayyen olmayan cinse delalet eder.

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müşterek ism-i mevsûl, يُدْخِلُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.  مَنْ ’in sılası  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474) 

Az sözle çok anlam ifade eden  رَحْمَتِه۪  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَتِ   için tazim ve teşrif ifade eder. 

شَٓاءُ  fiiline müteallik olan  ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ , ayette cennet anlamındadır. Cennetten kinayedir. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef’ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

Cümle atıf harfi وَ  ile … شَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الظَّالِمُونَ  mübtedadır. Haber olan  مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf habere mütealliktir. Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  وَلِيٍّ  muahhar mübtedadır.

وَلَا نَص۪يرٍ  car mecruruمِنْ وَلِيٍّ ’e matuftur. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.

Bahsi geçenlerin zamir yerine zalimler olarak zikredilmeleri, tahkir amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَلِيٍّ  ve نَص۪يرٍ  kelimelerindeki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Kelimelere dahil olan zaid  مِنْ  harfi “hiçbir” anlamı katmıştır. Nefy siyakında nekrelik umum ve şümule işarettir. 

نَص۪يرٍوَلِيٍّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrظَّالِمُونَ  -  وَلِيٍّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu haber cümlesinde, haber olan car mecrurun takdim edildiği ve başına da bir olumsuzluk harfinin geldiği görülür. Bu da, ihtisas ifade eder; Çünkü, dostun ve yardımcının olmaması zalimlere mahsustur, onlara tahsis edilmiştir. Mübtedanın başına zaid bir  مِنْ  harfi gelmiştir ki bu da tekidi en son raddeye ulaştırır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.73) 

Ayetin tefsîrinde Beyzâvî şu ifadeleri kullanır: Yüce Allah zalimleri hiçbir dost ve yardımcı olmaksızın azabı ile baş başa bırakır. Belki de vaidi mübalağalı göstermek için mukabeleden vazgeçilmiştir. Zira söz, inzar (korkutma) hakkındadır. Yani, nazmın zahiri, وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ  sözü yerine  يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ  sözüne mukabil olan  يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي عذابه  cümlesinin gelmesini gerektirirdi. Fakat, zulmün çirkinliğini ve zalimi kıyamet gününün sıkıntısından kurtaracak hiçbir dost ve yardımcının bulunmadığını mübalağa yoluyla ifade etmek üzere muktezâ-i zahirden dönülerek cümle ayetteki şekliyle getirilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)