Zuhruf Sûresi 33. Ayet

وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ  ...

Eğer bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا (sözkonusu) olmasaydı
2 أَنْ
3 يَكُونَ olması ك و ن
4 النَّاسُ insanların ن و س
5 أُمَّةً ümmet ا م م
6 وَاحِدَةً bir tek و ح د
7 لَجَعَلْنَا yapardık ج ع ل
8 لِمَنْ kimseler için
9 يَكْفُرُ inkar eden ك ف ر
10 بِالرَّحْمَٰنِ Rahman’ı ر ح م
11 لِبُيُوتِهِمْ evlerine ب ي ت
12 سُقُفًا tavanlar س ق ف
13 مِنْ -ten
14 فِضَّةٍ gümüş- ف ض ض
15 وَمَعَارِجَ ve merdivenler ع ر ج
16 عَلَيْهَا üzerine
17 يَظْهَرُونَ binip çıkacakları ظ ه ر
 
Allah Teâlâ insanlar için yaratıp düzenlediği dünya hayatında kabiliyet, servet, düşünce ve inanç bakımından hepsi birbirine benzeyen, aynı özellikleri taşıyan insanların olmasını değil, toplu hayatı oluşturmak ve devam ettirmek, hür irade ile seçim yapmaya imkân vermek ve böylece imtihan maksadını gerçekleştirmek için gerekli bulunan farklılığı dilemiştir. O’nun katında geçici dünya nimetlerinin değeri yoktur, bunlara sahip olmak da Allah sevgisinin kanıtı değildir; pek çok hikmet çerçevesinde Allah sevdiklerini ve sevmediklerini zengin de eder yoksul da; kimi zaman birilerini iktidara getirir, kimi zaman diğerlerini. O’nun sevdiklerine tahsis ettiği nimetler burada değil, ebedî âlemdedir. Müşrikler büyüklüğü, Allah’ın rahmetine mazhar olma şansını asalet ve servete bağlamakla yanılıyorlar. Eğer Allah’ın yukarıda özetlenen “dünya düzeni” muradı olmasaydı, inansın inanmasın bütün insanları servette ve refahta eşit kılardı; bu takdirde kâfirlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar küfrü, müminlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar imanı seçmeye yönelirlerdi.
 

وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır.Tahdid için  هلا  yani ‘değil mi?’ manasındadır.(Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, لولا كراهة كون الناس أمّة واحدة على الكفر (İnsanların küfürde tek ümmet olması kerih olmasaydı) şeklindedir. Mübtedanın haberi mahzuftur.

يَكُونَ  nakıs fetha ile mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  النَّاس  kelimesi  يَكُونَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. 

اُمَّةً  kelimesi  يَكُونَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَكْفُرُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَكْفُرُ  damme ile merfû muzari fiildir.  بِالرَّحْمٰنِ  car mecruru يَكْفُرُ  fiiline mütealliktir.  لِبُيُوتِهِمْ  car mecruru ism-i mevsûlden bedel-i iştimâldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سُقُفاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ فِضَّةٍ  car mecruru  سُقُفاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مَعَارِجَ  atıf harfi  وَ ‘la  سُقُفاً ‘e matuf olup fetha ile mansubdur.  مَعَارِجَ  müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.

Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir. (Dr.Mustafa Meral Çörtü, Arapça Dilbilgisi Nahiv) 

عَلَيْهَا  car mecruru  يَظْهَرُونَ  fiiline mütealliktir. يَظْهَرُونَ  fiili  مَعَارِجَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

يَظْهَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda haberî isnaddır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً   cümlesi, masdar tevili ile muzâfı hazf edilmiş mübteda konumundadır. Muzâfun ileyh konumunda olan cümle, müspet muzari sıygadaki nakıs fiil  كاَنَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.

Muzâfın ve haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri, لولا كراهة كون الناس أمّة واحدة على الكفر (İnsanların küfürde tek ümmet olması kerih olmasaydı) şeklindedir. Bu takdire göre şart cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde  النَّاسُ  kelimesi  كان ’nin ismidir.  اُمَّةً  haberidir. 

وَاحِدَةً  kelimesi  اُمَّةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ   cümlesi, şartın cevabıdır. لَ , şartın cevabının başına gelen harftir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

جَعَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu, başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir. Sılası olan … يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفاً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِالرَّحْمٰنِ  car mecruru, يَكْفُرُ  fiiline mütealliktir. Cer harfinin tekrarıyla gelen  لِبُيُوتِهِمْ  car mecruru ise ism-i mevsûl  مَنْ ’den bedel-i iştimâldir.

مِنْ فِضَّةٍ  car mecruru, mef’ûl olan  سُقُفاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahmân isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَعَارِجَ  kelimesi  سُقُفاً ‘e matuftur. 

عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ cümlesi  مَعَارِجَ  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهَا , ihtimam için amili olan يَظْهَرُونَۙ ‘ye takdim edilmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لِبُيُوتِهِمْ (evlerinin) ifadesi, لِمَنْ يَكْفُرُ (inkâr edenlerin) ifadesinden bedel-i iştimâldir. Her iki ifadedeki  لِ ’lar, وهبْتُ سوباً قَمِيصه (Ona gömleği için; yani gömleklik kumaş verdim.) cümlesindeki  لِ  konumundadır. (Keşşâf)

Bu ayet, din için kullanılmayan dünyalığın Allah katında bir değer taşımadığını beyan etmektedir. Yani kâfirlerin dünyalıkları o kadar değersizdir ki, eğer dünyalıkları seven insanların, kâfirlerin dünyalıklarını gördüklerinde, onlara imrenip de hepsinin küfürde birleşmelerine teşvik gibi anlaşılma tehlikesi olmasaydı, kafirin dünyalığının hiçbir önemi olmadığını göstermek için, onu bütün şatafatıyla mahlukların en kötüsü ve adisi olan kâfirlere verirdik; evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri bile gümüşten yapardık. (Ebüssuûd)