وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَۜ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلاًۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
2 | أَالِهَتُنَا | bizim tanrılarımız mı? |
|
3 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
4 | أَمْ | yoksa |
|
5 | هُوَ | o mu? |
|
6 | مَا |
|
|
7 | ضَرَبُوهُ | bunu misal vermediler |
|
8 | لَكَ | sana |
|
9 | إِلَّا | dışında bir sebeple |
|
10 | جَدَلًا | tartışmak |
|
11 | بَلْ | doğrusu |
|
12 | هُمْ | onlar |
|
13 | قَوْمٌ | bir toplumdur |
|
14 | خَصِمُونَ | kavgacı |
|
Sûrenin 45. âyetinde peygamberler tarihine atıf yapılarak hiçbir devirde Allah’ın, putlara tapılmasına izin vermediği ifade edilmişti. Yine Mekke’de nâzil olan Meryem sûresinde (19/16 vd.) Hz. Meryem ve oğlu Îsâ’dan bahsedilmişti. Çevrelerindeki hıristiyanların inanç ve ibadetlerinden haberdar olan müşrikler, tevhid inancına peygamberlerden şahit ve kanıt getirildiğini işitince, kendilerine göre iyi bir açık yakaladıklarını zannederek gürültü kopardılar; Kur’an’ın açıklamalarına bakarak kendi yanlışlarını düzeltecek yerde, hıristiyanların yanlışını alarak Kur’an’a karşı çıktılar; “Onlar Îsâ’ya tapıyorlardı, biz de putlarımıza tapıyoruz, hem bizimkiler ondan daha iyi” dediler.
58. âyetteki “o mu” sorusunda geçen zamirin Hz. Peygamber’e ait olduğunu, müşriklerin mukayeseyi tanrıları ile Hz. Îsâ arasında değil, Peygamberimiz arasında yaptıklarını söyleyen tefsirciler de vardır. Hangi yorum alınırsa alınsın tartışmada karşı tarafın delilleri çürük öncüllere dayanmakta, farklı şeyler birbirine benzetilmekte, sırf tartışmayı kazanabilmek için mantık hileleri yapılmaktadır. Hâsılı laf anlamaz, inatçı müşriklerden oluşan bir muhalefet söz konusudur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 781
وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. Fiil cümlesidir.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. اٰلِهَتُنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ munfasıl zamir اَمْ atıf harfi ile mübtedaya matuftur.
مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلاًۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ضَرَبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَكَ car mecruru ضَرَبُوهُ fiiline mütealliktir. اِلَّا hasr edatıdır. جَدَلاً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ haber olup lafzen merfûdur. خَصِمُونَ fiili قَوْمٌ ‘ün sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَصِمُونَ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَۜ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَ cümlesi, isim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اٰلِهَتُنَا mübteda خَيْرٌ haberdir.
Buradaki hemze inkârî manadadır. اَمْ kendisinden önceki cümle ile bağlantısı olduğu için muttasıldır. هُوَ munfasıl zamiri اٰلِهَتُنَا ’ya matuftur.
مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلاًۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Kasrla tekid edilen cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
اِلَّا جَدَلاًۜ ‘deki istisna, mef’ûlun lieclih veya hal için müferrağ istisnadır. Mef’ûlun lieclihden dolayı nasb olması caizdir. Yani, Bunu sana ancak cidal için örnek gösterdiler anlamındadır. Mücadele edenler olarak hal olup nasb olması da caizdir. (Âşûr)
لَكَ car mecruru ضَرَبُوهُ ’ya mütealliktir. Mef’ûlun lieclih olan جَدَلاً ‘in nekreliği kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكَ , ihtimam için mef’ûl olan جَدَلاًۜ ‘e takdim edilmiştir.
مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلاًۜ [Bunu sana ancak tartışmak üzere örnek gösterdiler] ayetindeki: " Tartışmak üzere" ifadesi haldir, yani tartışanlar olarak demektir. Bu da şu anlama gelir: Onlar bu örneği ancak tartışmak maksadını güttükleri için sana verdiler, çünkü onlar cehennemin yakıtı olacağı belirtilenler ile kastedilenlerin ilâh diye edindikleri cansız varlıklar olduğunu biliyorlardı. (Kurtubî)
جَدَلاًۜ /Tartışmak; hasmı maksadından, kendi sözünün doğruluğunu ispat, başkasınınkini iptal ederek vazgeçirmektir. Bu, insafla hakkı ortaya koymak için yapılırsa, ittifakla caizdir. Onlar bu misali sana sadece tartışmak, münakaşa etmek için vermişlerdir. Yoksa hakkı aramak, açıklaman ile de ortaya çıktıktan sonra ona boyun eğmek için vermemişlerdir. (Rûhu-l Beyân)
بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Burada بَلْ , intikal için gelmiş idrâb harfidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَصِمُونَ kelimesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَصِمُونَ sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
خَصِمُونَ kelimesi خَصِمُ kelimesinin çoğuludur. Mübalağa sıygasıdır, yani düşmanlık sahnelerinde galip gelmeleri ve cedele güçlerinin yettiği mübalağalı olarak ifade edilmiştir ki bu da düşmanlıkta acımasız, sert olmak demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.270)