اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Hz. Peygamber ve müminlerin karşısında Arap müşrikler olduğu gibi burada zikredilen tarihî örnekte de Hz. Mûsâ ve ona iman eden İsrâil-oğulları karşısında Firavun ve adamları vardı. Onlar inkârda direnip yapılacak başka bir şey de kalmayınca Allah, İsrâiloğulları’na vaad ettiği mûcizelerden birini lutfetti, Hz. Mûsâ’ya, inananları alıp gece yolculuğa çıkmasını emretti. Ken‘ân diyarına gitmek için Kızıldeniz’i geçmek gerekiyordu. Allah onlara denizden bir yol açtı, selâmetle geçtiler, arkadan gelen Firavun ve askerleri ise denizde açılan o yolun yeniden su ile dolması sebebiyle boğuldular. Mısır’da büyük bir refah, sayısız nimetler içinde yaşıyorlardı, bâtıl bir dâva uğruna bütün bu nimetleri, daha da önemlisi canlarını kaybettiler (denizin yarılması, geçiş için yol açılması ile ilgili olarak bk. Bakara 2/50). Dün köle olarak kullandıkları ve durmadan aşağılayıp işkence ettikleri İsrâiloğulları’na bu gibi nimetler bahşedildi. Tabii bu lutuflar da şartlı idi, İsrâiloğulları Hz. Musâ’ya iman ettikleri için bu nimetler, aynı çağda ve çevrede yaşayan başka topluluklara değil, kendilerine verilmişti; şart ise Allah’a itaat etmek, peygamberin yolundan gitmekti.
29. âyette geçen “Ne gök ağladı ne de yer” ifadesi mecazidir; kendilerini bir şey zanneden, başkalarını aşağılayan, kendilerinin içinde bulunmadığı bir dünya tasavvur edemeyen Firavun ve yandaşlarının hiç de önemli kimseler olmadığı anlatılmaktadır.
اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ
اَنْ tefsir harfidir. اَدُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَيَّ car mecruru اَدُّٓوا fiiline mütealliktir.
عِبَادَ münada olup fetha ile mansubdur. Nida harfi ve mahzuf cevabı اَدُّٓوا ‘nün mef’ûlun bihi mahzufdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya ‘ey, hey’ anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir.İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَكُمْ car mecruru رَسُولٌ ‘ün mahzuf haline mütealliktir. رَسُولٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfudur.
اَم۪ينٌ kelimesi رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ
Cümlesine dahil olan اَنِ tefsir harfidir. اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِ cümlesi tefsiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عِبَادَ اللّٰهِ Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin ve itiraziyye konumundaki cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِبَادَ اللّٰهِ izafeti İsrailoğullarından kinayedir. Veciz ifade kastına matuf bu izafette, kulların Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması tazim ve teşrif içindir.
اَنْ اَدُّٓوا ifadesindeki اَنْ müfessiredir; çünkü elçinin, kendilerine gönderildiği kimselere gelişi, “onlara bir şey söyleme” manasını ihtiva etmektedir. Zira elçi onlara başka bir şey için değil, müjdeleyici, uyarıcı ve Allah’a çağırıcı olarak gelir. اَنْ şeddeli اَنّٰ ‘nin hafifletilmişi de olabilir. Bu durumda mana şöyle olur: Elçi vaziyet itibariyle onlara “Allah’ın kullarını bana verin!” dercesine gelmişti. عِبَادَ اللّٰهِ mef‘ûlün bih olup bu kimseler İsrâiloğullarıdır. Hz. Musa “Onları bana verin ve benimle gönderin.” demiştir. Tıpkı [“O halde İsrailoğullarını bizimle gönder; onlara işkence etme!”] (TāHâ 20/47) sözündeki gibi. عِبَادَ اللّٰهِۜ ifadesinin, İsrailoğullarına sesleniş olması da mümkündür. Bu durumda mana; “Ey Allah’ın kulları! Bana iman etmek, davetimi kabul etmek ve yoluma uymak gibi bana yönelik vazifelerinizi yerine getirin!” şeklinde olur. Ve akabinde Musa (as), bu isteğini kendisinin vahiy ve peygamberlik konusunda Allah’ın güvendiği, itham edilmemiş “güvenilir bir elçi” olmasıyla gerekçelendirmiş olur. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Önce geçen emir için ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. رَسُولٌ ‘nün mahzuf haline müteallik olan car mecrur لَكُمْ , ihtimam için zü’l hale takdim edilmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden اَم۪ينٌ kelimesi رَسُولٌ için sıfattır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
رَسُولٌ ‘deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
لَكم car mecrurunun رَسُولٌ ‘e takdim edilmesi, ihtimam içindir. (Âşûr)