16 Ocak 2026
Duhân Sûresi 1-18 (495. Sayfa)
Duhân Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 59 âyettir. Sûre, adını onuncu âyette geçen “duhân” kelimesinden almıştır. Duhan, duman demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilişi, müşriklerin ona karşı tutumu, Firavun ve halkının başlarına gelen azaplar, Kureyş’in Hz. Peygamberi yalanlaması, iyilerin ve kötülerin karşılaşacakları akıbet konu edilmektedir
Mekke’de, Zuhruf sûresinden sonra, Câsiye’den önce nâzil olmuştur.

Aynı harflerle başlayan sûrelerin konuları arasında da önemli ölçüde bir ortaklığın bulunduğu dikkat çekmektedir. Hâ-mîm harfleriyle başlayan Duhân sûresi de bundan önceki Hâmîmler gibi, ana konu olarak Kur’an’ın gerçek Allah kelâmı olduğuna ve insanlar için önemine dikkat çekmektedir. Bu münasebetle şu konulara da yer verilmiştir:

1. Kur’an’ın nâzil olduğu gecenin önemi ve değeri.

2. Kur’an’ı gönderen Allah’ın birliği ve büyüklüğü.

3. Firavun ve kavmi ile Tübba‘ gibi geçmiş kavimlerin peygamberlere karşı takındıkları tavır ve peygamberlerin tevhid mücadelesi.

4. Peygamberlere inanmayanları dünyada ve âhirette bekleyen âkıbet, kıyamet, yeniden dirilme, cennet ve cehennem.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Duhân Sûresi 1. Ayet

حٰمٓۜ  ...


Hâ Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حم Hâ Mîm

Bazı sûrelerin başında bulunan bu tür harflere “hurûf-ı mukattaa” denir (bilgi için bk. Bakara 2/1). Üzerine yemin edilen şey değerli, önemli ve bazan kutsaldır. Burada yemin eden Allah, üzerine yemin edilen de Kur’an’dır; maksat bu kitabın ne kadar önemli ve değerli olduğunu bildirmektir.

Mübarek “uğurlu, hayırlı, bereketli, değerli” demektir. Allah’ın, yarattığı mekânlar ve zamanlardan bir kısmına, bazı önemli işlerin ve ibadetlerin yapılacağı yer ve zaman olma özelliği vermesi, o yerde ve zamanda bulunan, üzerine düşeni yapan kullarına bu yüzden sevaplar, ödüller verip çeşitli lutuflarda bulunması normaldir, bunlarda yadırganacak bir taraf yoktur. Ülkemizde kandil geceleri diye bilinen geceler, ramazan günleri ve geceleri, arefe günü, Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine’deki Mescid-i Nebevî, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ, Kâbe’nin üzerinde bulunduğu toprak parçası bu zaman ve mekânların başlıca örnekleridir. Diğer kutsal kitapların da içinde indiğine dair rivayetler bulunan (Kurtubî, XVI, 124) ramazan ayında (bk. Bakara 2/185; Kadir 97/1), bazı rivayetlere göre bu ayın son on günü içinde (Kurtubî, XVI, 124) Kur’an nâzil olmaya başlamıştır. “Onu indirdik” sözünden “tamamını indirdik” mânası anlaşılabileceği gibi “indirmeye başladık” mânası da çıkar. Kur’an’ın yaklaşık yirmi üç yıl içinde parça parça geldiği tarihî bir gerçek olduğuna göre ikinci mânayı tercih etmek gerekecektir. Kur’an’ın tamamının bir Kadir gecesinde, Allah katından (levh-i mahfûzdan), Cebrâil’in de içinde bulunduğu melekût âlemine indirildiği, sonra Hz. Peygamber’e yirmi üç yılda parça parça gönderildiği şeklinde bir açıklama varsa da bunun, vahye dayalı sağlam bir dayanağı yoktur. Kur’an’ın indirildiği, bütün hikmetli işlerin icra için görevlilere tebliğ edildiği gecenin, şâban ayı ortasına rastlayan ve sonraları Berat gecesi diye anılan gece olduğuna dair rivayetler de sağlam değildir (Kurtubî, XVI, 125).

حٰمٓۜ

 

 حٰمٓ  hurûf-u mukattaâ harflerindendir.

حٰمٓۜ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaâ harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

 
Duhân Sûresi 2. Ayet

وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ  ...


2-3. Ayetler Meal  :   
Apaçık olan Kitab’a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْكِتَابِ Kitaba andolsun ki ك ت ب
2 الْمُبِينِ apaçık ب ي ن

وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ

 

 

وَ , harf-i cer olup kasem harfidir. وَالْكِتَابِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (yemin ederim) şeklindedir. الْمُب۪ينِ  kelimesi  كِتَابِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ

 

Ayet, ibtidaiyyedir. 

وَ , kasem harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  وَالْكِتَابِ , takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

الْكِتَابِ  için sıfat olan  الْمُب۪ينِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  الْكِتَابِ , Kur’an’dan kinayedir. 

الْمُب۪ينِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

وَالْكِتَابِ  ifadesinin başındaki  وَ ; eğer  حٰمٓۜ  harflerinin yahut hazf edilmiş bir mübtedanın haberi olarak merfû konumda surenin ismi kabul edersen, yemin harfi olur;  حٰمٓۜ ’i kendisiyle yemin edilen şey kabul edersen atıf harfi olur.  اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ (Biz onu indirdik’) ifadesi yeminin cevabıdır. Apaçık kitap Kur’an’dır. (Keşşâf)

الْكِتَابِ ‘deki marifelik ahd içindir. Kitaptan kastedilen Kur’andır. (Âşûr) 

Ayette geçen  الْكِتَابِ  kelimesinden önce yer alan  وَ  harfi eğer ilk ayette geçen  حٰمٓ   ayetini, mukattaâ harfler veya surenin ismi olarak kabul eder ve mahzuf olan mübtedanın haberi olarak merfû bir şekilde değerlendirirsen, bu harfi, o takdirde yemin manasınadır. Eğer  حٰمٓ  harflerini, kendisiyle yemin edilen harfler olarak değerlendirirsen, o takdirde de وَ  harfi atıf edatı olur. Yeminin cevabı da bu takdirde, bundan sonra gelen, اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ [Biz onu mübarek bir gecede indirdik.] ibaresi olur. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

الْمُب۪ينِ , beyanı güzel, ifadesi parlak, apaçık kitap bir bakıma levh-i mahfuz olabilirse de Kur'an olması zamir itibarıyla daha açık, daha uygundur. (Elmalılı)
Duhân Sûresi 3. Ayet

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَنْزَلْنَاهُ onu indirdik ن ز ل
3 فِي
4 لَيْلَةٍ bir gecede ل ي ل
5 مُبَارَكَةٍ mübarek ب ر ك
6 إِنَّا çünkü biz
7 كُنَّا biz ك و ن
8 مُنْذِرِينَ uyarıcıyız ن ذ ر

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ 

 

Ayet, kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنْزَلْنَاهُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي لَيْلَةٍ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir.  مُبَارَكَةٍ  kelimesi  لَيْلَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir. İtiraziyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كُنَّا ‘nın dahil olduğu cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ 

 

Ayet kasemin cevabıdır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

اَنْزَلْـنَٓا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

مُبَارَكَةٍ  kelimesi  لَيْلَةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَيْلَةٍ ‘deki nekrelik, tazim ifade eder. (Âşûr) 

ف۪ي لَيْلَةٍ  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır.  لَيْلَةٍ  içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat Kur’an’ın indirilişini, bu geceye has kılmak için  ف۪ي  harfi kullanılmıştır. Gece, adeta içindekini muhafaza eden bir kaba benzetilmiştir. Gece ve Kur’an arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.

Bu cümle kasemin cevabıdır ve kasem “Allah Teâlâ'nın onu indirmesi” değil, “onu mübarek bir gecede indirmesi” hakkındadır. Azamet zamiri, fiil olan müsnedin önüne geçmiş müsnedün ileyhtir ve tekid ifade eder. Görüldüğü gibi bu tekidli cümle, kasemin cevabı olarak gelmiştir. Yemin edilen şey Kitaptır, yeminin cevabı, yani yeminle anlatılmak ve ifade edilmek istenen şey de Kitab'ın şan yönlerinden biridir. Kitabın bir şanına, yine Kitap adına yemin edilmesi de Kitab'ı yüceltir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.29)

Kur’an'ın inmeye başladığı gece mübarek olarak vasıflandırılmış çünkü Kur’an'ın nüzulü, dinî ve dünyevî bütün faydaları sağlamaktadır. Yahut onun nüzulünde meleklerin, rahmetin, dua kabulünün, nimetlerin taksimatının, meselelerin hallinin, ibadetlerin faziletinin ve Resulullah'a şefaatinin tamamının nüzulü de vardır. (Ebüssuûd)

Ayette geçen  مُبَارَكَةٍ (mübarek) kelimesi bol, bereketli, çok hayırlı gibi manaları içerir. Çünkü Kur'an’ın inmesiyle birlikte birçok hayır ve bereket de inmiştir ve bu gecede aynı hayır ve bereket devam eder. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


 اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi itiraziyyedir. اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ‘nin haberi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ ’nin haberi olan  مُنْذِر۪ينَ , ism-i fail kalıbıyla gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Nakıs fiil  كَانَ , azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Duhân Sûresi 4. Ayet

ف۪يهَا يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍۜ  ...


4-7. Ayetler Meal  :   
Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِيهَا onda (o gecede)
2 يُفْرَقُ ayırdedilir ف ر ق
3 كُلُّ her ك ل ل
4 أَمْرٍ emir ا م ر
5 حَكِيمٍ hikmetli ح ك م

Bu âyetlerde “bütün işler”in o gecede ayrıldığından söz edilmiş olmakla beraber özellikle Kur’an’ın o gecede ayrıldığı açıklanmaktadır; yani “O gece bütün hikmetli işlerin ayrıldığı bir gecedir; Kur’an da işte o gecede ayrılmıştır” denilmektedir. “Ayrılma” kelimesinin öncesinde ve sonrasında “indirme” ve “gönderme” zikredildiğine göre, kelimenin buradaki mânası da açıklanmış olmaktadır. Allah’ın emriyle veya bir başka yoruma göre Allah’ın emri (işi) olarak ayrılan / gönderilen / indirilen şey Kur’an’dır. Ayırmaktan maksat indirmek, Cebrâil ve Hz. Peygamber aracılığı ile insanlara göndermektir. “İndirme ve gönderme” yanında “ayırma ve ayrılma” kelimesinin de kullanılması, ister Kur’an olsun, ister hükmü verilmiş, zamanı gelmiş diğer hikmetli işler olsun hepsinin, bir bütün içinden ayrılarak kuvveden fiile, kaderden kazâya, takdirden tekvîne, bilgi ve tasarıdan gerçekleştirme ve yaratmaya geçirildiğini anlatma amacına yöneliktir. Nitekim İsrâ sûresinde (17/106) Kur’an’ın bütününden ayrılan parçaların yeri ve zamanı geldikçe Hz. Peygamber’e gönderilmesi aynı kelime ile “ayırdık” denilerek ifade edilmiştir.

Yukarıda meâli verilen ve açıklanan altı âyette Kur’an’la ilgili olarak şu önemli nitelik ve özellikler, âdeta altları çizilerek açıklanmıştır:

1. Kur’an, Allah’ın üzerine yemin edeceği kadar önemli bir kitaptır;

2. Onu Allah göndermiştir; 3. Şerefi ve önemine lâyık bir mübarek gecede göndermeye başlamıştır; 4. Allah insanlık tarihi boyunca peygamberler ve kitaplar göndererek kullarına doğru yolu göstermiş, onları uyarmıştır. Kur’an da bu seriden bir rehber, bir irşad ve uyarı kitabıdır; 5. Bütün bu nitelikleriyle o Allah’ın bir rahmetidir; kullarına olan sevgi ve merhametinin bir eseridir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 791-792

ف۪يهَا يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍۜ

 

 يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍ  cümlesi, önceki ayetteki  لَيْلَةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru  يُفْرَقُ  fiiline mütealliktir.

يُفْرَقُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. كُـلُّ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اَمْرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

حَـك۪يمٍ  kelimesi  اَمْرٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

كُلَّ  kelimesi zaman veya mekân zarflarına muzâf olduğu zaman mef’ûlün fih manasında da değerlendirilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍۜ

 

Müstenefe cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için amili olan  يُفْرَقُ  fiiline takdim edilmiştir. 

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُفْرَقُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَمْرٍ ’deki nekrelik kesret ve tazim içindir.  حَـك۪يمٍ  kelimesi اَمْرٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

حَـك۪يمٍۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu dört cümlede leff ü neşr sanatı vardır.  إنّا أنْزَلْناهُ في لَيْلَةٍ مُبارَكَةٍ  [Biz onu mübarek bir gecede indirdik.] cümlesinde lef vardır. Kur’an’ın inzali ve mübarek gecede indirilmiş olduğu ifade edilmiştir. Sonra birinci mana  اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ [Biz uyarıcılarız] cümlesiyle, ikinci mana da  ف۪يهَا يُفْرَقُ كُـلُّ اَمْرٍ حَـك۪يمٍۜ  [onda her hikmetli iş ayrılmıştır] cümlesiyle açıklanmıştır. (Âşûr) 

Bu durumda sanki şöyle denilmektedir: Onu Biz indirdik, zira azap hususunda uyarma ve ondan sakındırma Bizim işimizdir; onu özellikle bu gecede indirdik; çünkü Kur’an’ın indirilmesi hikmetli işlerdendir ve bu gece bütün hikmetli işlerin ayrıldığı ve belirlendiği bir zamandır. (Keşşâf)

Bu kelam, Allah'ın ilâhlığıni tahkik etmekte ve ilâhlığın, ancak bu sıfatları haiz olanın hakkı olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

 
Duhân Sûresi 5. Ayet

اَمْراً مِنْ عِنْدِنَاۜ اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْرًا emir ا م ر
2 مِنْ
3 عِنْدِنَا katımızdan olan ع ن د
4 إِنَّا çünkü biz
5 كُنَّا biz ك و ن
6 مُرْسِلِينَ elçi göndericiyiz ر س ل

   Rasele رسل  :

  رَسْلٌ  sözcüğü temelde teenni ile gitmek/gönderilmektir. 

  رَسْلٌ sözcüğünde bulunan rıfk ve yumuşaklık anlamı düşünülerek nezaket ve teenni ile hareket etmesi emredildiğinde عَلَى رِسْلِك tabiri kullanılır. Kimi zamanda kökün gönderilme anlamı düşünülerek رَسُولٌ (elçi)sözcüğü türetilir.

  رَسُولٌ kelimesi bazen kişinin üstüne aldığı/yüklendiği söz ve bazen de sözü üstüne alan kimse için kullanılır.

  رَسُولٌ sözcüğü hem tekil hem çoğul için kullanılmaktadır. Bazen çoğulu رُسُلٌ şeklinde de gelir.

  رُسُل الّلهِ  ifadesinde bazen peygamberler bazen de melekler kastedilir.

  Gönderme/yollama anlamına gelen رَسُولٌ kelimesi hem insanlar hem de hoşa giden/gitmeyen şeylerle ilgili kullanılır. Bazen bu teshir yani zorla boyun eğdirilip sevk edilme şeklinde, bazen de seçme yetisine ve iradeye sahip kimselerin gönderilmesi ile ilgili kullanılır. Bazen de bırakma, serbest bırakma ve engel olmamak şeklinde olur.

  إرْسالٌ  Göndermek ise إمْساكٌ  tutmak sözcüğünün karşıtıdır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de if'al babında fiil ve dört farklı isim formunda toplam 513 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri rasul, risâle, risâlet ve irsaliyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَمْراً مِنْ عِنْدِنَاۜ

 

اَمْراً , masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, فرقاً (Ayırmak) şeklindedir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ عِنْدِنَا  car mecruru  اَمْراً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كُنَّا ‘nın dahil olduğu cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُرْسِل۪ينَ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُرْسِل۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْراً مِنْ عِنْدِنَاۜ 

 

Ayet fasılla gelmiştir.  اَمْراً  kelimesi, اَنْزَلْنَا  fiilinin failinden veya mef’ûlünden haldir. Veya mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  أمرنا أمرًا مِنْ عِنْدِنَاۜ (Katımızdan bir emir verdik) şeklindedir.  مِنْ عِنْدِنَا  car mecruru,  اَمْراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

اَمْراً  kelimesi tekrar edilmiş ve nekre gelerek bu işin yüceliğine delalet ederek tazim bildirmiştir.

عِنْدِنَاۜ  izafeti, azamet zamirine muzâf olan  عِنْدِ ‘nin tazimine işaret eder.

Aslında  عِنْد۪  yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır.  وعِنْدَهُ مَفاتِحُ الغَيْبِ  (Enâm/59) cümlesi de bunun gibidir. Bir şeyi kontrol altında tutmak manasında da mecazî olarak kullanılır.  وعِنْدَهُ عِلْمُ السّاعَةِ (Zuhruf/85) ve  وعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ  (İbrahim/46) ayetleri bu manadadır.  (Âşûr, Enam/57)

اَمْراً  kelimesiyle, nehyin zıddı olan emrin kastedilmiş olması da mümkündür. Bu durumda emir, ya  يُفْرَقُ  fiilinin masdarı olan  فرقاناً  kelimesinin yerine konacaktır -zira emr ve furkān kelimeleri, Allah’ın bir şeye hükmedip onu yazdığında onu emretmiş ve farz kılmış olması açısından aynı anlamdadır- ya da  اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki fail ve mef‘ûl zamirlerinden birinin hali olacaktır. Fail zamirinden hal olursa, bu durumda “Onu (Kur’an’ı) bir emir şeklinde emrederek indirdik. manasına gelir; ama eğer mef‘ûl zamirinden hal olursa bu durumda (Onu, yapılması gerektiği şekilde, katımızdan bir emir olduğu halde indirdik.) manasına gelir. (Keşşâf) 


اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Nakıs fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 اِنَّ ‘nin haberi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ ’nin haberi olan  مُرْسِل۪ينَ ’nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)

 
Duhân Sûresi 6. Ayet

رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَحْمَةً rahmet olarak ر ح م
2 مِنْ -nden
3 رَبِّكَ Rabbi- ر ب ب
4 إِنَّهُ doğrusu O
5 هُوَ O
6 السَّمِيعُ işitendir س م ع
7 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ

 

رَحْمَةً  mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  رَحْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  كَۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ

 

İtiraziyyedir.İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

هُوَ  fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

 Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّم۪يعُ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُۙ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُۙ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ

 

رَحْمَةً  önceki ayetteki  مُرْسِل۪ينَۚ ’nin mef’ûlüdür.  مُرْسِل۪ينَۚ ‘nin mef’ûle amil olması, ism-i fail vezni sayesindedir.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  رَحْمَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

رَحْمَةً ’in nekreliği, tazim, nev ve kesret ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki  عِنْدِنَاۜ ‘daki azamet zamirinden  bu ayette  رَبِّكَۜ ‘yle gaib zamire geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ

 

Ayetin son cümlesi itiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

اِنَّ , fasıl zamiri ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın müşriklerin taptığı putlar değil, O (cc)olduğu ifade edilmiştir. Bu iki vasıf, kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّم۪يعُ , الْعَل۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Önceki cümledeki lafza-i celâlden bu cümlede gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Ta’lil hükmündeki cümlede  السَّم۪يعُ ‘un  الْعَل۪يمُۙ ‘e takdimi, ihtimam içindir. (Âşûr)

Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu fasılada tekid edatı, fasl zamiri, iki tarafın marife oluşu ve  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ  isimlerinin zikri dolayısı ile dört tekid vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.158)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Duhân Sûresi 7. Ayet

رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbidir ر ب ب
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
4 وَمَا ve bulunanların
5 بَيْنَهُمَا ikisi arasında ب ي ن
6 إِنْ eğer
7 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
8 مُوقِنِينَ kesin olarak inanıyor ي ق ن

Müşrikler, putlara aracı olarak tapınmakla beraber hepsinin üstünde sonsuz kudret sahibi bir Allah’ın varlığına da inanıyorlardı. Bu âyetlerde onlara, kafalarını çalıştırarak gerçeğin bilgisine ulaşmaları, Allah’tan başka bir rabbin, ibadet edilecek bir tanrının bulunmadığına inanmaları telkin edilmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 792

رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ

 

رَبِّ  kelimesi  رَبِّكَ ‘den bedel olup mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

بَيْنَ  zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُوقِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فأيقنوا برسالة محمّد عليه السلام (Böylece onlar, Hz. Muhammed'in (sav) mesajından emin oldular.) şeklindedir.

مُوقِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ

 

Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayette  رَبِّ السَّمٰوَاتِ , önceki ayetteki  رَبِّكَ ’den bedeldir.

Veciz anlatım kastıyla gele,  رَبِّ السَّمٰوَاتِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  السَّمٰوَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

Ayette Allah’ın, rabbi olduğu şeylerin yeryüzü, gökyüzü ve arasındakiler olarak sayılması taksim sanatıdır. 


اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

 

Şart üslubundaki  اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ  cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Takdiri  فأيقنوا برسالة محمّد عليه السلام  (Onlar Muhammed’in sav risaletinden emin olurlar.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  مُوقِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam fade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ [Eğer kesin inananlar iseniz] cümlesinde, iman ve basiret için azimli olmaya teşvik vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

‘’Eğer yakîn edinecekler iseniz’’ sözü, şart üzere bina edilmiş ve vuku bulma ihtimali şüpheli bir fiilin başına gelmiştir. Bu uslûpta da münkir gibi inkâr etmekten ve muhalif gibi itiraz etmektense yakîn sahibi olanlardan/kesin inananlardan olmaları gerektiğine işaret vardır.  كُنْتُمْ  sözü, onların şanının yakîn ehli olmaları gerektiği manasını ifade eder. Bu mananın, vuku bulma ihtimali zayıf bir şart cümlesi şeklinde gelişi ise, şiddetli bir azar manası taşır. Çünkü burada maksat, onlarda yakînin/kesin bilginin sabit olmadığını değil, onların yakîn ehli olmadığının sabit olduğunu ifade etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.47)

 
Duhân Sûresi 8. Ayet

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yaşatır, öldürür. O, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا yoktur
2 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
3 إِلَّا başka
4 هُوَ O’ndan
5 يُحْيِي yaşatır ح ي ي
6 وَيُمِيتُ ve öldürür م و ت
7 رَبُّكُمْ sizin de Rabbinizdir ر ب ب
8 وَرَبُّ ve Rabbidir ر ب ب
9 ابَائِكُمُ atalarınızın ا ب و
10 الْأَوَّلِينَ önceki ا و ل

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ

 

لَٓا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْـي۪  fiili  ي۪  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يُم۪يتُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  يُحْـي۪  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ‘dir. 

يُم۪يتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  موت ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

 

  

İsim cümlesidir.  رَبُّكُمْ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هُوَ ‘dir. 

رَبُّ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. اٰبَٓائِكُمُ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓائِكُمُ ‘ün sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır.  هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)

Bu ayet, makabli için bir açıklama mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

 

 يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üsluptaki  وَيُم۪يتُ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir.

يُحْـي۪  cümlesiyle, وَيُم۪يتُ  cümlesi arasında mukabele ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Her iki fiilin muzari gelmesi hudus ve teceddüt ifade eder. Bu fiillerin lazım menziline konması da, diriltmenin ve öldürmenin fiilin üzerinde gerçekleştiği mef‘ûl ile ilgisiz olarak devam ettiğini beyan etmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 5, s.49)


رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır.  رَبُّكُمْ , takdiri هو  olan mukadder bir mübtedanın haberidir. 

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓائِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

رَبُّ  lafzının ayette iki kez geçmesi, muhatabın dikkatini onun üzerine çekmek ve önemini vurgulamak, manayı zihinlerde yerleştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Duhân Sûresi 9. Ayet

بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ  ...


Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ ama
2 هُمْ onlar
3 فِي içinde
4 شَكٍّ şüphe ش ك ك
5 يَلْعَبُونَ oynuyorlar ل ع ب

بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي شَكٍّ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  يَلْعَبُونَ  ikinci haber olup mahallen merfûdur. 

يَلْعَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. بَلْ  idrâb harfidir. 

بَلْ  harfi, cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي شَكٍّ  car mecruru, mahzuf habere mütealliktir. 

يَلْعَبُونَ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır.  شَكٍّ  içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. İnkârcılarla şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.  

شَكٍّ ’deki nekrelik kesret ve tahkir ifade eder.
Duhân Sûresi 10. Ayet

فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...


Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَارْتَقِبْ o halde gözetle ر ق ب
2 يَوْمَ günü ي و م
3 تَأْتِي getireceği ا ت ي
4 السَّمَاءُ göğün س م و
5 بِدُخَانٍ bir duman د خ ن
6 مُبِينٍ açık ب ي ن

Allah Teâlâ peygamberlerini mûcizelerle desteklemekte, böylece hem onların yüklerini hafifletmekte hem de insanların iman etmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu mûcizeler bazan ihtiyaçların karşılanması, bazan da âsilerin, zalimlerin, inkârcılıkta direnenlerin cezalandırılması şeklinde olmaktadır.

Duhân (duman) mûcizesi, olup bitmiş bir olay mıdır, yoksa kıyamet yaklaştığında gerçekleşecek bir alâmet midir? Bu soruya iki farklı cevap verilmiştir. “Henüz olmadı” diyenlere göre duman olayı, kıyamet yaklaştığında vuku bulacak, bu uyarıya rağmen insanlar inkârdan vazgeçmeyecekler, arkasından kıyamet kopacak ve herkes ettiğini bulacaktır. “Duman olayı Hz. Peygamber hayatta iken gerçekleşti” diyenlere göre ise “duman”dan maksat, açlık yüzünden meydana gelen görme bozukluğudur, “Amansız bir şekilde yakaladığımız” diye tercüme ettiğimiz “batşa” ise Bedir Savaşı’dır. Buhârî, bu yorumu, sahâbe rivayetlerine dayanarak şöyle açmaktadır: Müşrikler çağrısına karşı direnince Hz. Peygamber, Allah’a yalvararak, Hz. Yûsuf’un kavmine yaptığı gibi bunlara da bir kıtlık vermesini istedi. Duası kabul edildi, kıtlık geldi, yiyecek içecek bir şey kalmadı. İnsanlar derilere ve kemiklere varıncaya kadar ne buldularsa yediler. Açlıktan öylesine zayıfladılar ki sonunda görme bozukluğuna yakalandılar, baktıklarında kendilerini kuşatmış bir duman görüyorlardı. Hz. Peygamber’e başvurarak bu azabın kaldırılması için dua etmesini, artık inandıklarını söylediler. O ise “Azap kalkınca yine eski halinize dönersiniz” buyurdu. Nitekim duası üzerine azap kaldırıldı, onlar da derhal eski inkârcılıklarına döndüler. Allah bu dönekliğin, inkâr ve zulümde ısrar etmenin cezasını Bedir Savaşı’nda verdi. Kur’an’da geçen şu beş olay bu dünyada gerçekleşmiştir: Lizâm cezası (Tâhâ 20/129; Furkan 25/77), Rûm’un yenilmesi (Rûm 30/2), ayın yarılması (Kamer 54/1), bu sûrede geçen duhân ve batşa (Buhârî, “Tefsîr”, 44/1-5).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 793-794
Abdullah İbni Mes’ud ayette geçen “duman “ hakkında şunları söylemiştir:”Kureyşliler Müslüman olma konusunda ağır davranınca Resulü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem onlara beddua ederek ‘Allah‘ım , Yusuf peygamberin kavminr verdiğin yedi kıtlık yılı gibi bir kıtlığı da bunların başına vererek  bana yardım et!” buyurdu. Bunun üzerine Kureyş’in başına şiddetli bir kıtlık geldi. Bir çok kimse açlıktan kırıldı; ölü hayvanları, kemikleri ve leşleri yediler. Gözleri iyice zayıfladığı için yerle gök arasını duman şeklinde görüyorlardı. O zaman Kureş kabilesinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan Peygamber Efendimize gelerek ‘Muhammet!’ dedi. ‘Sen bize akrabayı koruyup gözetmeyi emrediyorsun, bak senin kavmin helak oldu.  Artık onlar için dua et.’  İbni Mesut bunları söyledikten sonra bu sürenin onuncu ayetinden 16. ayeti ne kadar okudu. Daha sonra sözüne şöyle devam etti:” Üzerlerinden azap kalktıktan sonra müşrikler yine şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezasını bildiren “O büyük çarpışla onları amansız bir şekilde yakaladığımız gün onlardan intikam almış oluruz” (Duhan 44 /16 ) ayetinde söz edilen intikam günü Bedir günüdür. “
( Buhari, İstiska 2,13, Tefsir 12/4,30/1,38/3,44/2-5; Müslim,Kıyamet 39; Tirmizi, Tefsir 44/1),

Bundan başka Peygamber Efendimiz kıyamet kopmadan önce on  alamet gürüleceğini söylemiş ve bu alametlerden birinin ‘duman’ olduğunu haber vermiştir. 
(Müslüm ,Fiten 39-40,128-129).

فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  rabıta için atıf harfidir.  ارْتَقِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  يَوْمَ  zaman zarfı olup, mef’ûlün fih olarak fetha ile mansubdur. تَأْتِي  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَ  hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْتِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  السَّمَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur.  بِدُخَانٍ  car mecruru  تَأْتِي  fiiline mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  دُخَانٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ارْتَقِبْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi رقب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayette  فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  تنبّه فارتقب  (Dikkatli ol ve bekle) olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mef’ûl olan  يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki  تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِدُخَانٍ  car mecruru  تَأْتِي  fiiline mütealliktir. Kelimedeki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

دُخَانٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

تَأْتِي  fiilinin semaya isnad edilmesinde mecâz-ı aklî sanatı vardır. Mecâz-ı aklî sayesinde دُخَانٍ ’ın büyüyüp genişlediği, semayı kapladığı anlamıyla azabın şiddeti artırılmıştır. 

Bu ayetteki  يَوْمَ (gün) kelimesi zarftır ve mef’ûlun fîh değil, mef’ûlun bih olarak gelmiştir. Çünkü mana, o gün içinde bekleyin değil, ‘o günü bekleyin’ şeklindedir. Zarf olan  يَوْمَ  kelimesi  ارْتَقِبْ  fiili için mef’ûlun bihdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.58)

فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ  [Göğün apaçık bir duman getireceği günü gözetle.] Açık olup şüphe duyulmayan bir dumanı, yahut o günde gelecek olan Allah'ın vaadini gözetleyip bekle. Şiddetli kuraklık olup, açlığın yaygınlaşması duman ismiyle ifade edildi. (Ruhu’l Beyan) 

Bil ki, فَارْتَقِبْ  emriyle ‘gözetle’ manası kastedilmiştir ki bu, kötü şeyler hakkında kullanılan bir ifadedir. Buna göre mana, "Ey Resulüm, onların azaplarını gözetle..." demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Duhân Sûresi 11. Ayet

يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


(O duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَغْشَى sarar غ ش و
2 النَّاسَ insanları ن و س
3 هَٰذَا bu
4 عَذَابٌ bir azabdır ع ذ ب
5 أَلِيمٌ acı ا ل م

يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

 

Ayet, önceki ayetteki  دُخَانٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَغْشَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

هٰذَا عَذَابٌ  cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, قالوا هذا عذاب (Bu azaptır dediler) şeklindedir.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَذَابٌ  haber olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ  kelimesi عَذَابٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَغْشَى النَّاسَۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  دُخَانٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَغْشَى النَّاسَۜ  sözündeki  النَّاسَ ‘den kastedilen müşriklerdir. (Âşûr)

Cümledeki  النَّاسَۜ  kelimesi bu kuşatmanın kâmil bir şekilde olduğunu gösterir. İster kıyamet, ister kuraklık gününün dumanı olsun istisnasız bütün insanları kuşattığı anlaşılır. Bunun bütün insanları tam bir şekilde kuşatması, korkunun da def edilemeyecek veya kaçmaya güç yetmeyecek kadar şiddetli olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s. 61)

Cenab-ı Hak bu dumanı, يَغْشَى النَّاسَ [insanları bürüyen] olmakla tavsif etmiştir. Bu ifade ancak, o duman onlara gelip, onlara bitişerek onları sardığında söylenebilecek olan bir ifadedir. Halbuki, sizin ileri sürdüğünüz hal ise, "insanları sarmakla" ancak mecazî anlamda vasfedilebilir. Biz, hakiki anlamdan mecazî manaya geçmenin, ancak ayrı bir delil bulunması halinde caiz olacağını söylüyoruz. (Fahreddin er-Râzî)


هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi, takdiri, قالوا  (Dediler) olan mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Bu takdirle müstenefe olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması, işaret edilene tazim ifadesiyle birlikte konuya dikkat çeker. 

عَذَابٌ  için sıfat olan  اَل۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret ismi  هٰذَا  ile azabın gösterilmesinde istiare sanatı vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dikkat edilirse bu istînaf cümlesinde yakınlığa delâlet eden işaret ismi kullanılmıştır. Çünkü onlar bu azabın kalbindedir, azap onları tamamıyla kuşatmış, tüm öfkesiyle yakalamıştır. Bu işaret, müşarun ileyhi tam manasıyla temyiz eder, ki arkadan haber gelerek bu tam olarak temyiz edilmiş müsnedün ileyhe isnad edilsin. Bu, zattan mana ile haber vermektir. Çünkü duman beş duyuyla hissedilen bir şeydir, azap ise manevîdir. Yani zat manaya dönüşmüştür ve bu mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.62)

 
Duhân Sûresi 12. Ayet

رَبَّـنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ اِنَّا مُؤْمِنُونَ  ...


İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 اكْشِفْ kaldır ك ش ف
3 عَنَّا bizden
4 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
5 إِنَّا çünkü biz
6 مُؤْمِنُونَ inanıyoruz ا م ن

رَبَّـنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ

 

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ ‘dir.   

اكْشِفْ  dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. عَنَّا  car mecruru  اكْشِفْ  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 اِنَّا مُؤْمِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مُؤْمِنُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبَّـنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.  رَبَّـنَا , münadadır.

Nidanın cevabı olan  اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda olmasına rağmen, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına gelmiştir. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna dua denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عَنَّا  car mecruru  اكْشِفْ  fiiline mütealliktir. الْعَذَابَ  kelimesi اكْشِفْ  fiilinin mef’ûludür.

Arapçada bir cümlenin, kendisinden önceki cümle ile irap yönüyle irtibatlı olmamasına istinâfiye cümlesi denilmektedir. Münâdâda aynı durum söz konusudur. Münadadan sonra gelen yeni cümle, istinâfiyye cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

Arapçada münada ve münadadan sonra gelen cümlenin ayrı cümle oluşu nahiv ve belâgat açısından dikkat çekicidir. Nahiv açısından iki yapı arasında öğe irtibatı kurulmamış; bağımsız cümleler kabul edilmiştir. Belâgat açısından ise, tek kelimeden oluşan münada, bir cümle olarak kabul edilmiştir. (Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (2015) Arap Dilinde Münada Ve İşlevleri Prof.Dr. M. Akif Özdoğan)


 اِنَّا مُؤْمِنُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُؤْمِنُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Duhân Sûresi 13. Ayet

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ  ...


Nerede onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنَّىٰ ne kadar uzak ا ن ي
2 لَهُمُ onlar için
3 الذِّكْرَىٰ öğüt almak ذ ك ر
4 وَقَدْ oysa elbette
5 جَاءَهُمْ kendilerine gelmişti ج ي ا
6 رَسُولٌ bir elçi ر س ل
7 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ

 

اَنّٰى  istifham ismi  كَيْفَ  manasında olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

لَهُمُ  car mecruru  الذِّكْرٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. الذِّكْرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muahhar mübtedadır. 

الذِّكْرٰى  maksur isimlerdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌ  cümlesi  لَهُمُ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.  

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَسُولٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi  رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir vardır.  كَيْفَ  manasındaki istifham harfi  اَنّٰى ,  mukaddem haber olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمُ  car mecruru, muahhar mübteda olan  الذِّكْرٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Buharî'nin dediğine göre;  الذِّكْرٰى (düşünüp, ibret almak) ve zikir aynı anlamdadır. (Kurtubî)

İşte görüldüğü üzere bu da onların kelamını, azabın kaldırılması taleplerini reddetmekte ve onların, azap kalktığı takdirde başlarına gelen musibetten öğüt ve ibret almak anlamında olan iman etmek vaadini tekzip etmektedir. Yani onlar nasıl veya nerede bundan öğüt alıp da azap kendilerinden kaldırıldığı takdirde verdikleri vaadi yerine getirirler? (Ebüssuûd)


 وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ

 

 

Ayetin sonunda hal و ’ıyla gelen bu cümle, tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

رَسُولٌ  kelimesindeki nekrelik ve tazim içindir. رَسُولٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

مُب۪ينٌۙ , mübalağa için  بانَ  anlamında  gelen  أبانَ  fiilinin, ism-i faildir. (Âşûr, Yasin/60)

İsm-i failler genellikle müteaddi fiilden, sıfat-ı müşebbeheler ise lâzım fiilden yapılır. Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.

(Arapçada Sıfat-ı Müşebbehe Ve İsm-i Fail İle İlişkisi Sibel DOKUYUCU, Kahramanmaraş Sütçü İmam Ün., Sosyal Bil. Enst., ORCID: 0000-0002-9416-4764)

 
Duhân Sûresi 14. Ayet

ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ  ...


Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Bu bir öğretilmiş, bu bir deli!” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 تَوَلَّوْا yüz çevirdiler و ل ي
3 عَنْهُ ondan
4 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
5 مُعَلَّمٌ öğretilmiştir ع ل م
6 مَجْنُونٌ cinlenmiştir ج ن ن

ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ

 

Ayet,  ثُمَّ  atıf harfi ile önceki ayetteki  جَٓاءَهُمْ ‘a matuf olup, mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. 

Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُ  car mecruru  تَوَلَّوْا  fiiline mütealliktir. قَالُوا  fiili atıf harfi ile  جَٓاءَهُمْ ‘a matuftur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ ‘dur. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مُعَلَّمٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. مَجْنُونٌۢ  ikinci haber olup lafzen merfudur.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

مُعَلَّمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

مَجْنُونٌۢ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ 

 

Bu cümle, hükümde ortaklık nedeniyle  وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ  cümlesine, atfedilmiştir.

ثُمَّ  atıf harfidir. Rütbe ve terakki açısından terahî ifade eder. Zaman açısından terahî ifade etmez. (Âşûr)

Bu  ثُمَّ , tertip değil ‘imkânsızlık’ manasındadır. Arkadan bahsedilen şeyler öncekilerin üzerine tertip edilmemiştir, aksine öncesindekiler bu sözlerden sonra gerçekleşmiş olaylardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.67)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

عَنْهُ  car mecruru  تَوَلَّوْا  fiiline mütealliktir.


 وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ

 

Cümle, önceki ayetteki  وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌ  cümlesine atfedilmiştir. Veya  قَدْ  takdiriyle, تَوَلَّوْا fiilinin failinden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ  cümlesinde icâz-ı hazif sanatı vardır.  مُعَلَّمٌ , takdiri هو  olan mukadder bir mübtedanın haberidir. مَجْنُونٌ , ikinci haber konumundadır.
Duhân Sûresi 15. Ayet

اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ  ...


Biz bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 كَاشِفُو kaldırırız ك ش ف
3 الْعَذَابِ azabı ع ذ ب
4 قَلِيلًا birazcık ق ل ل
5 إِنَّكُمْ ama siz
6 عَائِدُونَ dönersiniz ع و د

اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً

 

Ayet onların dualarının cevabıdır. İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَاشِفُوا  kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

كَاشِفُوا  muzaf olup izafetten dolayı ن  hazf olmuştur. الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَل۪يلاً  mukadder zarftan naib mansub isimdir. Takdiri, زمناً قليلاً  (Az bir zaman) şeklindedir.

 

اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir.İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَٓائِدُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

عَٓائِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  عود  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً

 

Ayet, onların duasına cevap niteliğinde, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey anlatma amacına matuftur. قَل۪يلاً , mukadder zaman zarfından naibdir. Takdiri; زمناً قليلاً (Az bir zaman) dir. Veya  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. 

Bu kelam, onların mezkûr: اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً [Ey Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır…] dualarına doğrudan doğruya Allah tarafından verilen cevap olup onlar için takbih ve tehdit ifade etmektedir. 

Yani Biz, bu malum azabı sizden birazını veya az bir zaman kaldıracağız; ama siz ondan sonra yine eski azgınlığınıza, küfürdeki ısrarınıza muhakkak döneceksiniz ve bu hali unutacaksınız. (Ebüssuûd)


اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  عَٓائِدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

اِنَّكُمْ  -  تَوَلَّوْا  kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

عَٓائِدُونَۢ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe/120-121, s . 80)

Bu cümlenin  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilmesi haberin garip olması sebebiyledir. Onların gelecekteki davranışlarını haber vermektedir ve bu davranış, biz kesinlikle müminleriz şeklindeki davalarını çürüten, onun hilafına olan bir şeydir ve bu da îcâzdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.70)
Duhân Sûresi 16. Ayet

يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ اِنَّا مُنْتَقِمُونَ  ...


Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 نَبْطِشُ vururuz ب ط ش
3 الْبَطْشَةَ vuruşla ب ط ش
4 الْكُبْرَىٰ büyük ك ب ر
5 إِنَّا zira biz
6 مُنْتَقِمُونَ öc alıcıyız ن ق م

يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ

 

يَوْمَ  zaman zarfı  عَٓائِدُونَ ‘ye mütealliktir. نَبْطِشُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَبْطِشُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  الْبَطْشَةَ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكُبْرٰى  kelimesi  الْبَطْشَةَ  kelimesinin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّا مُنْتَقِمُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir.İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُنْتَقِمُونَ  kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُنْتَقِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ

 

Zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  عَٓائِدُونَۢ ’ye mütealliktir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰى  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

الْبَطْشَةَ  mef’ûlu mutlaktır.  الْكُبْرٰىۚ  kelimesi  الْبَطْشَةَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

نَبْطِشُ  -  الْبَطْشَةَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 Zaman zarfı  يَوْمَ ‘nin amiline takdim edilmesi, ihtimam ve korkutmak içindir. (Âşûr) 

 

اِنَّا مُنْتَقِمُونَ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُنْتَقِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe/120-121, s. 80)

Allah'ın intikam alıcı olması tabirinde lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. 

“Allah ondan intikam aldı", onu cezalandırdı demektir. Bunun ismi  نقمة  (intikam) şeklindedir.  نقمة  ile  عقوبة (intikam ve ceza) arasında fark olduğu da söylenmiştir. عقوبة , masiyetten sonra gelir, çünkü akıbet  عاقبة  kökünden gelmektedir. نقمة  ise ondan önce de olabilir. Bu açıklamayı da İbn Abbâs yapmıştır.  عقوبة 'in ceza olarak miktarının tespit edildiği, intikamın ise miktarının sınırlandırılmadığı da söylenmiştir. (Kurtubî)  
Duhân Sûresi 17. Ayet

وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ  ...


Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 فَتَنَّا sınadık ف ت ن
3 قَبْلَهُمْ onlardan önce ق ب ل
4 قَوْمَ toplumunu ق و م
5 فِرْعَوْنَ Fir’avn
6 وَجَاءَهُمْ ve onlara geldi ج ي ا
7 رَسُولٌ bir elçi ر س ل
8 كَرِيمٌ değerli ك ر م

Hz. Peygamber ve müminlerin karşısında Arap müşrikler olduğu gibi burada zikredilen tarihî örnekte de Hz. Mûsâ ve ona iman eden İsrâil-oğulları karşısında Firavun ve adamları vardı. Onlar inkârda direnip yapılacak başka bir şey de kalmayınca Allah, İsrâiloğulları’na vaad ettiği mûcizelerden birini lutfetti, Hz. Mûsâ’ya, inananları alıp gece yolculuğa çıkmasını emretti. Ken‘ân diyarına gitmek için Kızıldeniz’i geçmek gerekiyordu. Allah onlara denizden bir yol açtı, selâmetle geçtiler, arkadan gelen Firavun ve askerleri ise denizde açılan o yolun yeniden su ile dolması sebebiyle boğuldular. Mısır’da büyük bir refah, sayısız nimetler içinde yaşıyorlardı, bâtıl bir dâva uğruna bütün bu nimetleri, daha da önemlisi canlarını kaybettiler (denizin yarılması, geçiş için yol açılması ile ilgili olarak bk. Bakara 2/50). Dün köle olarak kullandıkları ve durmadan aşağılayıp işkence ettikleri İsrâiloğulları’na bu gibi nimetler bahşedildi. Tabii bu lutuflar da şartlı idi, İsrâiloğulları Hz. Musâ’ya iman ettikleri için bu nimetler, aynı çağda ve çevrede yaşayan başka topluluklara değil, kendilerine verilmişti; şart ise Allah’a itaat etmek, peygamberin yolundan gitmekti.

29. âyette geçen “Ne gök ağladı ne de yer” ifadesi mecazidir; kendilerini bir şey zanneden, başkalarını aşağılayan, kendilerinin içinde bulunmadığı bir dünya tasavvur edemeyen Firavun ve yandaşlarının hiç de önemli kimseler olmadığı anlatılmaktadır.

 

 

وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

فَتَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. قَبْلَهُمْ  zaman zarfı olup  فَتَنَّا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْمَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. 

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَسُولٌ  fail olup lafzen merfûdur. كَر۪يمٌ  kelimesi  رَسُولٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ

 

وَ , istinâfiyye, لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  قَبْلَهُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌ  cümlesi kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)                                          

Müsnedün ileyh olan  رَسُولٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ifade eder.

كَر۪يمٌ  kelimesi  رَسُولٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

كَر۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

Musa aleyhisselam'ı göndermekle onları denedik ya da süre tanımak ve bol rızık vermekle onları fitneye düşürdük. Tekit için yahut kavmin kalabalığını göstermek için şedde ile  فَتَّنَّا  da okunmuştur. (Beyzâvî)

Buradaki  فَتَنَّا (denedik) ayetinin onları suda boğmakla azaplandırdık, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu durumda ifadede takdim ve tehir vardır ki, ifadenin takdiri şöyledir: ولقد جاء آل فرعون رسول كريم وفتناهم (Yemin olsun Firavun hanedanına şerefli ve yüce bir resul gelmişti. Biz de onları fitneye düşürdük.) Yani onları suda boğduk. Çünkü fitne resullerin gelişinden sonra olur. Aradaki وَ  harfi ise tertibi (sırayı) ifade etmez. (Kurtubî)

 
Duhân Sûresi 18. Ayet

اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ  ...


O, şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ diye
2 أَدُّوا teslim edin ا د ي
3 إِلَيَّ bana
4 عِبَادَ kullarını ع ب د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 إِنِّي çünkü ben
7 لَكُمْ sizin için
8 رَسُولٌ bir elçiyim ر س ل
9 أَمِينٌ güvenilir ا م ن

اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ 

 

اَنْ  tefsir harfidir. اَدُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَيَّ  car mecruru  اَدُّٓوا  fiiline mütealliktir

عِبَادَ  münada olup fetha ile mansubdur. Nida harfi ve mahzuf cevabı  اَدُّٓوا ‘nün mef’ûlun bihi  mahzufdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya ‘ey, hey’ anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur.

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir.İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  رَسُولٌ ‘ün mahzuf haline mütealliktir. رَسُولٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfudur.

اَم۪ينٌ  kelimesi  رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ 

 

Cümlesine dahil olan  اَنِ  tefsir harfidir.  اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِ  cümlesi tefsiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

عِبَادَ اللّٰهِ  Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin ve itiraziyye konumundaki cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

عِبَادَ اللّٰهِ  izafeti İsrailoğullarından kinayedir. Veciz ifade kastına matuf bu izafette, kulların Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması tazim ve teşrif içindir.

اَنْ اَدُّٓوا  ifadesindeki  اَنْ  müfessiredir; çünkü elçinin, kendilerine gönderildiği kimselere gelişi, “onlara bir şey söyleme” manasını ihtiva etmektedir. Zira elçi onlara başka bir şey için değil, müjdeleyici, uyarıcı ve Allah’a çağırıcı olarak gelir.  اَنْ  şeddeli  اَنّٰ ‘nin hafifletilmişi de olabilir. Bu durumda mana şöyle olur: Elçi vaziyet itibariyle onlara “Allah’ın kullarını bana verin!” dercesine gelmişti.  عِبَادَ اللّٰهِ  mef‘ûlün bih olup bu kimseler İsrâiloğullarıdır. Hz. Musa “Onları bana verin ve benimle gönderin.” demiştir. Tıpkı [“O halde İsrailoğullarını bizimle gönder; onlara işkence etme!”] (TāHâ 20/47) sözündeki gibi.  عِبَادَ اللّٰهِۜ  ifadesinin, İsrailoğullarına sesleniş olması da mümkündür. Bu durumda mana; “Ey Allah’ın kulları! Bana iman etmek, davetimi kabul etmek ve yoluma uymak gibi bana yönelik vazifelerinizi yerine getirin!” şeklinde olur. Ve akabinde Musa (as), bu isteğini kendisinin vahiy ve peygamberlik konusunda Allah’ın güvendiği, itham edilmemiş “güvenilir bir elçi” olmasıyla gerekçelendirmiş olur. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

 

 

Önce geçen emir için ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. رَسُولٌ ‘nün mahzuf haline müteallik olan car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için zü’l hale takdim edilmiştir. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  اَم۪ينٌ  kelimesi  رَسُولٌ  için sıfattır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَسُولٌ ‘deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

لَكم  car mecrurunun  رَسُولٌ ‘e takdim edilmesi, ihtimam içindir. (Âşûr)
Günün Mesajı
Kur'an'da bu geceden başka hiçbir gece mübarek olmakla vasıflanmamıştır. Gecenin mübarek olması; bereket, çokluk, hayır, bol ihsan, bol merhamet, duaları çokça kabul etme ve çok mağfiret demektir.
Kur'an da 4 ayette mübarek olarak vasıflanmıştır. Bunlar En'âm/92, 55, Enbiyâ/50 ve Sâd/29 ayetleridir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Nefsinin kölesi olanın kafası genellikle karışıktır. Zira, onun istediği tek şey nefsini mutlu etmektir. Böylece kendisi de mutlu olacaktır. Bu yüzden de dünyalık meselelere öncelik verir. Hakikat karşısında açık ve net bir şekilde dururken bile aklı batıl yollardadır. Ne yapması gerektiği belliyken bile karar veremediğini söyler ve kendi haline çok üzülür. Halbuki derdi başkadır: kaybedeceği dünyalıkların hesabını yapmakta ve onları kaybetmemek için çeşitli sebeplere tutunmaktadır. Hali gerçekten acıklıdır çünkü hakikati tanıyan ya da hatırlatan kalbini devamlı susturmaya çalışır.

Günaha yaklaşmak ve sonra yaklaştığı günahı işlemeye başlamak da buna benzer. Bir bakar ki o günahın bağımlısı olmuştur. Sanki bir bataklığın içine düşmüştür. Ancak ve ancak Allah’ın ipine sarılmak kendisini kurtaracaktır. Çoğunlukla o bataklıktan bir anda kurtulmak mümkün değildir. Sabretmesi gerekir çünkü nefsi, onu devamlı isteklerine teslimiyete çağırarak aşağıdan çekmektedir. Karşı koymak çok yorucudur çünkü nefsi ile savaşmak zor gelir. Yalnız dünya için yaşayan nefis, ne yalancıdır. Allah rızası için yapılan salih amellere bağımlı olanı var mıdır? 

Her şeyi işiten ve bilen Allahım! Senden başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren Sensin. Bizim ve geçmiştekilerin rabbi Sensin. İndirdiğin Kur’an-ı Kerim için hamd olsun. Bizi; hakikat karşısında kararsız kalanlara, boşa zaman kaybedenlere, dünyada sadece eğlenerek oyalananlara ve hakikati kabulde, Sana itaatte geç kalanlara benzemekten muhafaza buyur. Yalnız Senden ister, yalnız Sana itaat ederiz. Hayatımızı ve ölümümüzü, bereketli ve hayırlı kıl.

Amin.

***

Bileklerinin etrafına dolanırken kaybolan dumanları seyrediyordu. Gözlerinin yanması ve nefesinin tıkanması rahatsız edici bir boyuta ulaşınca yer değiştirdi. Eski yerine bakarken dansına devam eden dumanın ne kadar dünya nimetlerine benzediğini düşündü. 

Kimi dünyalıklar gibi hırsızdı. Kişinin zamanından, aklından, kalbinden ve hatta sağlığından çalardı. Kimi dünyalıklar gibi yanıltıcıydı. Üşüyen için ateşin habercisi, susayan için yağmurun sisi ve tiryaki için de kavuşmanın resmi olarak algılanıp bekleyeni sevindirebilirdi. Yaklaştıkça ve sadece onun için yaşadıkça işlerin akışı çok hızlı bir şekilde yön değiştirirdi. Öyle ki nimet gibi görünen bu halin arkasında taşıdığı sonra da sahibine yansıttığı zararların boyutu oldukça tehlikeliydi. Bu zehirli ilişkiye rağmen dünyayı seven yönüyle beraber ondan kopmak istemezdi ya da vakti gelince kopabileceğine inanırdı. Belki de onunla beraber yok olup gidene dek inatlaşırdı. 

Kimi dünyalıklar gibi sahteydi. Hakiki manada elle tutulur ve ısrarla onu istemenin mantıkla kavranır hiçbir yanı yoktu. Yine de kişiyi hiç gitmeyecekmişcesine kendisine bağlardı. Kimi dünyalıklar gibi geçiciydi. Sevindirmesi anlıktı ama belki hasreti belki de hayal kırıklığı bitmek bilmezdi. Kula asıl yaşam amacını ve ahiret hayatını geçici ya da kalıcı süreyle unuttururdu. Doldurduğu boşluktan daha büyüğünü açarak çekip giderdi. Bu yüzden de kişi onun benzerini ya da benzerlerini arar dururdu. Belki de asla aynısını bulamayacağı düşüncesiyle geçmişteki anılarına sarılır ve kendisini gereksiz bir eziyetin içine sokardı. Öyle ki dışarıdan şahit olan birisi yoluna neden devam edemediğini anlamazdı.

Halbuki nihai hedefini şaşıran herkesin soluduğu bir dumanı vardı. Dikkat etmezse gözleri kapanır, hakkı ayırt edemezdi. Nefesi yorulur, başka hiçbir şeye gücünün kalmadığını söylerdi. Aklen, kalben ve bedenen dünyalıkla meşgul olmanın getirdiği kibirle ya da öfke gibi nefsani bir kıvılcımla Allah’ın yolundan uzaklaşırdı. Uyanmadan uyandırıldığında duman gibi kaybolup gitmeyi umardı.

Ey Allahım! Bizi ve bizim için neyin en iyisi olduğunu bilen Sensin. Bizi hakiki manada Sana güvenen ve samimiyet ile Sana teslim olan kullarından eyle. Geçmişimizi, şimdimizi ve geleceğimizi bilen Sensin. Anlık heveslere kapılarak hakkımızda şer olabilecek dünyalıkları ısrarla istemekten muhafaza buyur. Anlık vesveselere kapılarak bulunduğumuz anı ve sonra da ömrümüzü boşa harcamaktan muhafaza buyur. Senin rızan için bulunduğu anı en güzel şekilde değerlendirmek için çabalayanlardan eyle. Yaşadığımız her geçen gün, bizi Sana daha da yaklaşan ve rızan için elinden geleni yapan hikmet sahiplerinden eyle. Gönüllerimizi iki cihandaki halimize hayırlı olacak ve bize ferahlık getirecek hayırlarla doldur. Bizi affet ve bizden razı ol.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji