19 Ocak 2026
Duhân Sûresi 19-39 (496. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Duhân Sûresi 19. Ayet

وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ  ...


“Allah’a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْ ve diye
2 لَا
3 تَعْلُوا ululanmayın ع ل و
4 عَلَى karşı
5 اللَّهِ Allah’a
6 إِنِّي elbette ben
7 اتِيكُمْ size getiriyorum ا ت ي
8 بِسُلْطَانٍ bir delil س ل ط
9 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tefsir harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْلُوا fiili نَ  ‘ un hazfıyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru تَعْلُوا  fiiline mütealliktir. 


اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اٰت۪يكُمْ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اٰت۪يكُمْ  fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِسُلْطَانٍ  car mecruru   اٰت۪يكُمْ  fiiline mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur. 

مُب۪ينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ

 

Ayet atıf harfi وَ  ile önceki tefsir cümlesine atfedilmiştir. 

اَنْ , tefsiriyyedir. Akabindeki  لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَعْلُوا  filine mütealliktir.

تَعْلُوا ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

Birincisi: O’na iftira etmeyin, bunu İbn Abbâs, demiştir.

İkincisi: O’na inat etmeyin, bunu Katâde, demiştir.

Üçüncüsü: O’na karşı büyüklenmeyin, bunu da Zeccâc demiştir. (Zâdu’l Mesîr)

Musa (as), Firavun ve kavmini imana davet edip şöyle demiştir: «Allah'a karşı kabarıp şımarmayın. O'na iman edip ibadet edin, yeryüzünde fesad çıkarmayın. Doğrusu peygamber olduğuma dair ben size en açık burhanları ve delilleri getirdim.» Onlar Musa (as)'nın peygamber olduğuna dair mucizeleri gördükleri halde, davetini kabul etmeyerek, onu öldürmeyi planlamışlardır. (Semerkandî)


 اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ  cümlesi  اِنّ۪ٓ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi,  بِسُلْطَانٍ  için sıfattır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

بِسُلْطَانٍ  kelimesindeki nekrelik muayyen olmayan cinse işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

Musa (as) ile Firavun’un, Hak ile batılın mücadelesinin anlatıldığı bu ayette Allah’ın peygamberi, Firavun ve avanesini Allah’a karşı büyüklük taslamamaları konusunda uyardıktan sonra onlara bir takım mucizeler getirdiğini  سُلْطَانٍ  kelimesiyle ifade ediyor. Kelimenin yakın anlamındaki güç, kuvvet, hakimiyet, otorite vb. anlamları da içinde barındıran bir tarzda, uzak anlamıyla bu kelimenin kullanılması müthiş bir tevriye örneğidir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 
Duhân Sûresi 20. Ayet

وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ  ...


“Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنِّي ve elbette ben
2 عُذْتُ sığındım ع و ذ
3 بِرَبِّي benim Rabbim ر ب ب
4 وَرَبِّكُمْ ve sizin Rabbiniz olana ر ب ب
5 أَنْ
6 تَرْجُمُونِ beni taşla(yıp öldür)menizden ر ج م

وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عُذْتُ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

عُذْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  بِرَبّ۪ي  car mecruru  عُذْتُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  رَبِّكُمْ atıf harfi وَ'la makabline matuftur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  mahzuf harf-i cerle birlikte  عُذْتُ  fiiline mütealliktir.  تَرْجُمُونِ  fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبّ۪ي  izafeti, Hz Musa’yı tazim ve teşrif ifade eder.  رَبِّكُمْ  izafeti ise az sözle çok mana ifade etmek için gelmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَرْجُمُونِ  cümlesi mahzuf  من  harf-i ceri ile birlikte  عُذْتُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَرْجُمُونِ  fiilinin sonundaki  ن  vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Zamir fasılaya riayet gözetilerek hazf edilmiştir. 

Ayette  رَبِّ  isminin tekrarı Firavun’un iddiasına mukabildir. Gerçek  رَبِّ ‘i vurgulamak için gelmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette zikredilen  تَرْجُمُونِ (Taşlama)‘den maksat, Abdullah b. Abbas ve Ebû Salih'e göre dil uzatmak yani Hz Musa'ya Sen sihirbazsın vb. sözler söylemektir. Katâde'ye göre, fiilen taşlar atarak taşlamaktır. Diğer bir kısım alimlere göre ise, canına kasdetmektir. Taberi, ayet-i kerimenin genel ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığını zikretmektedir. (Taberî)

 
Duhân Sûresi 21. Ayet

وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ  ...


“Bana inanmadınızsa benden uzak durun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 لَمْ
3 تُؤْمِنُوا inanmadınızsa ا م ن
4 لِي bana
5 فَاعْتَزِلُونِ benden uzaklaşın ع ز ل

وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ

 

وَ  haliyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla  meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ل۪ي  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اعْتَزِلُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

تُؤْمِنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اعْتَزِلُونِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  عزل ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ

 

وَ , atıftır. Cümle önceki ayete matuftur. 

Şart cümlesi olan  لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ل۪ي  car mecruru, amili olan  تُؤْمِنُوا  fiiline, tazmin yoluyla  تقرّوا  manası kazandırmıştır. (Mahmud Sâfî, https://tafsir.app/aljadwal/2/168)

فَ  karinesiyle cevap olarak gelen  فَاعْتَزِلُونِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي  [Eğer bana iman etmezseniz] cümlesinde, şart harfi olarak vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle birlikte kullanılan  اِنْ  harfi vardır. Buradaki şart, ‘’bana iman etmezseniz’’ cümlesidir. İman kelimesi  لِ  harfiyle müteaddi olarak kullanılmıştır, çünkü ‘meyletmek ve eğilmek’ manasını da taşır. Sanki o bu sözüyle “eğer reddederseniz” veya “karşı koyarsanız” demek istemiştir ve onlar kesinlikle karşı koymuşlardır. Dolayısıyla burada  اِنْ , harfi kesin olarak gerçekleşecek bir fiilin başına gelmiştir ki bu fiil de O'na iman etmemeleridir. Burada olduğu gibi olacağı kesin bir fiilin başına gelen  اِنْ  şart harfi aslında fiilin gerçekleşmeyeceğini ve bu sözün sadece farz-ı muhal kabilinden olduğunu ifade eder. Makam, alimlerimizin dediği gibi aslından farklı olma makamıdır. Yani, ona iman etmeleri farzı muhal kabilindendir. Bu iman etmenin gerçekleşmesinin zayıf bir ihtimal oluşu da, iman etmeyecekleri manasını tekid eder. İşte bu da  اِنْ  şart harfinin kullanım inceliklerinin güzellerinden biridir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 5, s.86)

Firavun ve kavmi, Musa (as)'nın davetini kabul etmeyerek onu taşla öldürmek istemişlerdir. O, bunun üzerine onlara şöyle der: «Beni taşlamanızdan ötürü benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım. Bana iman etmezseniz başımdan çekilin. Şayet iman ederseniz iki cihan saadetini kazanırsınız.» Onlar Mûsâ (as)'nın bütün davetlerini reddederek onu öldürmeye kastetmişlerdir.  (Semerkandî)

فَاعْتَزِلُونِ  şeklinde gelen fiil; terkedip uzaklaşmaktan kinayedir. Yoksa bundan bedenle ayrılmak kastedilmemiştir. (Ruhu’l Beyân)

 
Duhân Sûresi 22. Ayet

فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ  ...


Sonra Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَدَعَا sonra du’a etti د ع و
2 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
3 أَنَّ ki gerçekten
4 هَٰؤُلَاءِ bunlar
5 قَوْمٌ bir toplumdur ق و م
6 مُجْرِمُونَ suç işleyen ج ر م

فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cümle, mukadder isti’naf cümlesine matuftur. Takdiri, فلم يتركوه فدعا  (Musa’yı terketmediler ve Musa da onlar için dua etti) şeklindedir.  دَعَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  بِ  harf-i ceriyle  birlikte  دَعَا  fiiline mütealliktir. 

İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قَوْمٌ  kelimesi,  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مُجْرِمُونَ  kelimesi  قَوْمٌ ’un sıfatı olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ

 

 

Takdiri  فلم يتركوه (Musa’yı terk etmediler) olan, mukadder istînâfa matuf ayetle, önceki ayet arasında meskutun anh mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

رَبَّهُٓ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ‘nin dahil olduğu  اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ  cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen  بِ  harf-i ceriyle mecrur mahalde,  دَعَا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel; sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede mütekellim Musa a.s., muhatab Allah Teâlâdır. Muktezây-ı zahirin hilafına durum arz eden cümlede Musa (as)’ın asıl amacının kendi halini zikretmek olması sebebiyle terkip, muktezâ-i hale uygundur. Cümlede mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

مُجْرِمُونَ  kelimesi  قَوْمٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edileni muhataba tariz ve birçok cümleyle anlatılacak bir şeyi kısaca anlatmak içindir.

Buradaki tekid harfi olan  اَنَّ  ve işaret ismi muşârun ileyhi kâmil bir şekilde temyiz eder. Bu üslup sadece haberin çok önemli olduğu yerlerde kullanılır. Ayrıca Musa (as) burada, اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مُجْرِمُونَ  dememiş, işaret ismine  قَوْمٌ  kelimesini izafe etmiştir ki bu, suçun kavmin her tabakasına yayıldığını, onların hüviyeti haline geldiğini ve onların bununla ayakta durduklarını ve tabiatlarına işlediğini ifade eder

Bunlar hakikaten mücrimler güruhudur sözü Nihayet Rabbine dua etti sözünün beyanıdır. İbhamdan sonra beyan şeklinde gelmesi, manayı tekid eder.

Musa'nın (as) O'na üzüntüsünü bildirmesine gerek yoktur, zira O Musa'nın (as) durumunu Musa'dan (as) daha iyi bilir. Bu sadece üzüntüsünü bildirmek ve çalışmasının başarısızlığa uğradığını ilan etmek maksadıyla söylenmiştir. Buna lüzumiyet alakasıyla mecazı mürsel mürekkeb denir. Meâni ilminin konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.86)

Hz. Musa, bu sözlerinde, onların azabı gerektiren hallerini zikretmekle tarizi olarak bedduada bulunmuş oluyor. Tefsir alimleri derler ki, Hz Musa'nın, onlara yaptığı beddua şöyle idi: "Allah'ım! Cürümleriyle hak ettiklerini biran önce onlara ver!" Diğer bir görüşe göre ise, o beddua şu idi: "Ey Rabbimiz! Bizi zalim bir kavme imtihan konusu yapma!" (Ebüssuûd)

 
Duhân Sûresi 23. Ayet

فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ  ...


Allah da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَسْرِ o halde yürüt س ر ي
2 بِعِبَادِي kullarımı ع ب د
3 لَيْلًا geceleyin ل ي ل
4 إِنَّكُمْ çünkü
5 مُتَّبَعُونَ takibedileceksiniz ت ب ع

فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ

 

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن أردت النجاة فأسر (Kurtulmak istiyorsan geceleyin yürü…)şeklindedir.

Şart cümlesi ise mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri, قال الله تعالى لموسى (Allah Teâlâ Musa’ya …. dedi. şeklindedir. 

اَسْرِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

بِعِبَاد۪ي  car mecruru  اَسْرِ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَيْلاً  zaman zarfı َسْرِ  fiiline mütealliktir.  اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ  ta’liliyye cümlesidir. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مُتَّبَعُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

مُتَّبَعُونَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûlüdür.

فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً 

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن أردت النجاة (Kurtarmak istersen..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

عِبَاد۪ٓي ’nin Allah’a ait zamire muzâf olması kulların şanı içindir.

لَيْلاً , zaman zarfı olarak اَسْرِ  fiiline mütealliktir.

فَاَسْرِ  ifadesi hem اَسْري  fiilinden hemze-i katı‘ ile, hem de سرِيْ  fiilinden hemze-i vasıl ile  فَاسرِ /fe’sri şeklinde okunmuştur. Anlamı iki şekilde açıklanabilir.  فَ ’den sonra gizli bir  قال  fiilinin olması. Bu durumda ifade “Dedi ki: Kullarımı geceleyin yola çıkar.” şeklinde olur. İfadenin mahzuf bir şartın cevabı olması. Adeta şöyle denmektedir: “Dedi ki: Eğer vaziyet dediğin gibiyse, o zaman kullarımı geceleyin yola çıkar. (Keşşâf)

فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي  (Kullarımı, geceleyin yürüt) ayetinde, kelamın bir kısmı hazf edilmek suretiyle îcâz yapılmıştır. Takdiri şöyledir: فقلنا له بأن اسر (Ona, "yürüt" diye söyledik.) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Yüce Allah Musa (as)'a geceleyin yola çıkmasını emretmiştir. Geceleyin yolculuk yapmak da çoğunlukla korku sebebiyle olur. Korku da iki sebepten dolayı olur. Ya düşmandan korkulur, bu durumda gece örtülerini indiren bir örtü edinilmiş olur, bu da yüce Allah'ın örtülerinden birisidir.

Yahutta bineklere ve yolculuk yapanlara sıcaklık yahut kuraklık sebebiyle zorluk olur korkusu ile gece yolculuk yapılır. Bu durumda gece yolculuk yapılarak maslahat gerçekleştirilmiş olur. (Kurtubî)

 

اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ

 

Ayetin ikinci cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُتَّبَعُونَ , sülasisi  تبع  olan fiilin  افتعال  babındaki ism-i mef’ûlüdür.
Duhân Sûresi 24. Ayet

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ  ...


“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتْرُكِ ve bırak ت ر ك
2 الْبَحْرَ denizi ب ح ر
3 رَهْوًا açık ر ه و
4 إِنَّهُمْ çünkü onlar
5 جُنْدٌ bir ordudur ج ن د
6 مُغْرَقُونَ boğulacak غ ر ق

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اتْرُكِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الْبَحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَهْواً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جُنْدٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

مُغْرَقُونَ  kelimesi  جُنْدٌ ‘un sıfat  olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

رَهْواً  kelimesi hal olarak mansubtur. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

رَهْواً  kelimesi, Kur’an-ı Kerîm'de buradan başka bir yerde geçmemiştir. Râğıb, bu ayetle alakalı olarak, “Bu kelime ‘sakin’ demektir, yolun genişliğini ifade ettiği de söylenmiştir” demiştir, ki bu doğrudur. Bu kelimede kurtuluş ve engebesiz olma manaları vardır. رَهْواً  kelimesinin, ‘geniş bir boşluk’ manasında olduğu da söylenmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.93)

Rehven  رَهْواً  kelimesi kişi iki ayağını açtığı zaman mastar olarak  الفَجْوَةُ رَهْوًا  şekilde kullanılır. Deniz için kullanılmasında teşbih-i beliğ vardır. (Âşûr)

 

اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

مُغْرَقُونَ  kelimesi  جُنْدٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُغْرَقُونَ - الْبَحْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Firavun, nehirlerin köşkünün altından akmasıyla ve bahçelerinin ağaçlarıyla övündüğünden, cezası da yaptığı işin cinsinden başına geldi. İşte bunun için Allah Teâlâ Musa'ya (as) kara tarafına değil de deniz tarafına yürümesini emretmişti. Yoksa bütün noksanlıklardan münezzeh olan Allah (cc) düşmanı karada da, kıptîlerden önce gelmiş birçok kâfirlere yaptığı gibi, yok etmeye kādirdir. (Rûhu’l-Beyân)

 
Duhân Sûresi 25. Ayet

كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ  ...


Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَمْ nice şeyler
2 تَرَكُوا onlar geride bıraktılar ت ر ك
3 مِنْ -den
4 جَنَّاتٍ bahçeler- ج ن ن
5 وَعُيُونٍ ve çeşmeler(den) ع ي ن

   Ayene عين :

  عَيْنٌ göz organının adıdır.

  عَيْنٌ sözcüğü müstear olarak çeşitli anlamlarda kullanılır ki bunlar farklı bakış açılarına göre bu organda mevcut olan anlamlardır. Örneğin içinde su olması bakımından göze benzetilerek su kaynağı , bu organın organların en üstünü olması sebebiyle altın, yine bu noktadan hareketle kavmin en üst kişileri bunlardan bazılarıdır.  (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 65 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ayan, aynı, muayyen, tâyin, muâyene, müteayyin, teayyun ve aynendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

 

كَمْ  haberiyye olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  تَرَكُوا  damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

كَمْ ‘i haberiyye: Herhangi bir kavramın çok miktarda olduğunu belirtmek için kullanılan  كَمْ ’dir. ‘Nice, ne, ne kadar çok’ gibi anlamlara gelir. Çokluktan kinaye için kullanılır.

كَمْ ’i haberiyyenin temyizi 2 şekilde gelebilir: 

1. Müfred mecrur veya cemi mecrur olarak gelir. 

2. مِنْ  harf-i ceri ile müfred mecrur veya cemi mecrur gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ جَنَّاتٍ  car mecruru  كَمْ ‘in temyizi olup mecrurdur.  عُيُونٍ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Teksir ifade eden haberiyye  كَمْ , mukaddem mef’ûl olarak amilinin önüne geçmiştir.

مِنْ جَنَّاتٍ  car mecruru  كَمْ ’in temyizidir. Temyiz, anlamı güçlendirip tamamlamak için yapılan ıtnâbdır.

Buradaki  كَمْ , haberiyye olup çokluğa delâlet eder. Onun yeri kelamın başıdır, çünkü aslı soru harfi olmasıdır. Bunun için öncesindeki şeyler onda amel etmez. Burada  تَرَكُوا   fiilinin mef‘ûlü olarak gelmiştir. 

مِنْ  harfi beyan içindir.  كَمْ  kelimesinin ifade ettiği manayı açıklar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.98)

تَرَكُو  mecaz olarak kullanılmıştır. Çünkü terk etmek, hakikatte isteyerek bir yerden  ayrılmak demektir. Burada istemeden  ayrılmak söz konusudur. (Âşûr)

جَنَّاتٍ - عُيُونٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin tazim ve kesret içindir.

 
Duhân Sûresi 26. Ayet

وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ  ...


Nice ekinler, nice güzel konaklar!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَزُرُوعٍ ve ekinler(den) ز ر ع
2 وَمَقَامٍ ve makamlar(dan) ق و م
3 كَرِيمٍ güzel ك ر م

وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

 

زُرُوعٍ  ve  مَقَامٍ  kelimeleri  جَنَّاتٍ ‘e matuftur.  كَر۪يمٍ  sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir.  كَر۪يمٍ  kelimesi,  مَقَامٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَقَامٍ كَر۪يمٍۙ  ifadesi insanların yaşadıkları mekandan kinayedir.

مَقَامٍ ‘in  كَر۪يمٍۙ ‘le sıfatlanması mecazî isnaddır. Mekan, cömert insana benzetilmiştir. 

زُرُوعٍ - مَقَامٍ  kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

25 ve 26. ayetler, acı çekmeyi ve üzüntü ve hasret belirtmeyi ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

 
Duhân Sûresi 27. Ayet

وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ  ...


Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَعْمَةٍ ve ni’metler(den) ن ع م
2 كَانُوا onlar ك و ن
3 فِيهَا orada
4 فَاكِهِينَ zevkü sefa sürüyorlardı ف ك ه

وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ

 

نَعْمَةٍ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَ  cümlesi  نَعْمَةٍ ‘nin sıfat olarak mahallen mecrurdur. 

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ‘nun ismi cemi müzekker olan  وا , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  فَاكِه۪ينَ ‘a mütealliktir. فَاكِه۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ‘nun haberi olup nasb alameti   ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

فَاكِه۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فكه  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir.  نَعْمَةٍ  kelimesinin  مَقَامٍ ’ye atıf sebebi tezâyüftür.

كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ  cümlesi  نَعْمَةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا  önemine binaen amili olan  كَانُ ’nin haberine takdim edilmiştir.

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَانَ  fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Râgıb el-İsfahânî)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail Ve İşlevleri)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Geride bıraktıkları nimetlerin pınarlar, bahçeler, ekinler, konaklar, refah içinde yaşadıkları nimetler şeklinde sayılması taksim sanatıdır. 

Birçok nimet sayıldıktan sonra sayılanları da kapsayan “içinde sefa sürdükleri nimetler” lafzı, umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır. 

نَعْمَةٍ ’in nekre gelmesi kesret ve tazim ifade eder.

نَعْمَةٍ  için dil alimleri şöyle demişlerdir: "Nûnun fethasıyla  لنَّعْمَةُ  deyimi ‘yaşantının güzel ve hoş olması’ manasını; "Allah'ın ihsan ve bağışını ifade eder. Keşşâf sahibi de, "Bu kelime, nûnun fethasıyla, refah içinde olma; nûnun kesresiyle, "in'âm etme, lütufta bulunma" anlamını ifade eder" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

el-Maverdî dedi ki: Bu  lafız iki türlü açıklanmıştır. Birincisine göre nun kesreli olursa  , sahip olunan mülk hakkında kullanılır. Üstün olarak kullanılırsa beden ve din anlamında kullanılır. Bu açıklamalan en-Nadr b. Şumeyl yapmıştır. İkinci açıklamaya göre nun harfi kesreli olursa, minnet ve ihsan ve bağış demektir. Üstün ile okunursa, geniş yaşayış ve rahatlık anlamındadır. Bu açıklamayı da İbn Ziyad yapmıştır. (Kurtubî)

فَاكِه۪ينَۙ  lafzı ism-i fail olarak ‘oyuncu ve şakacı’ anlamında ve  فَكِهِين  şeklinde de sıfat-ı müşebbehe olarak okunmuştur. (Âşûr)

 
Duhân Sûresi 28. Ayet

كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ  ...


İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ işte böyle oldu
2 وَأَوْرَثْنَاهَا ve biz onları miras verdik و ر ث
3 قَوْمًا bir topluma ق و م
4 اخَرِينَ başka ا خ ر

كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. Mukadder mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri,  الأمر كذلك (Durum bunun gibidir) şeklindedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mahzuf mef’ûlun   mutlakın sıfatına mütealliktir. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

وَ  istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اَوْرَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

قَوْماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَوْماً ‘in sıfat olup nasb alameti  ى 'dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْرَثْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ورث ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen ayetinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, irabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbtır. 

Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ  kelimesi, takdiri  الأمر كذلك (Durum bunun gibidir) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin başındaki  كذلك  sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101) 

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur.  Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile  ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)

وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle atıf harfi  وَ ‘la  كَمْ تَرَكُوا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Azamet zamirine isnad edilen fiil tazim ifade eder.

قَوْماً  kelimesi,  اَوْرَثْنَا  fiilinin ikinci mef’ûlüdür.  اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَوْماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَوْماً ‘deki tenvin tazim ifade eder.

كَذٰلِكَ۠ , îrab açısından  والامر كذلك (Durum buna benzer) şeklinde mahzuf bir mübtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Bu ifadedeki  ك  harfi  مثل manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile   ك  harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize “arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır” der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.177-176)

وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ  sözündeki varis olmaktan murad insanlara ihsan olarak verilen ve geri alınmayan nimetlerdir. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır.

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

 اَوْرَثْنَا’ da teşbihi beliğ vardır. (Âşûr)

 
Duhân Sûresi 29. Ayet

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟  ...


Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا
2 بَكَتْ ağlamadı ب ك ي
3 عَلَيْهِمُ onlara
4 السَّمَاءُ gök س م و
5 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
6 وَمَا ve
7 كَانُوا olmadılar ك و ن
8 مُنْظَرِينَ fırsat verilenlerden ن ظ ر
Firavun ile ordusu için “Gök ve yer onlara ağladı”  buyrulması, başkaları için her ikisinin de ağlayabileceğini  hatıra gelmektedir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:” Her bir mü’min için gökte iki kapı vardır. Bunların ben rinden yaptığı işler yükselir, diğerinden de onun rızkı iner. O mü’min öldüğünde ikisi de onun arkasından ağlar,” Peygamberimiz bunu söyledikten sonra yukardaki ayet okunmuştur. 
(Tirmizi ,tefsir 44/2)

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

بَكَتْ  mahzuf  ى  üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  بَكَتْ  fiiline mütealliktir.  السَّمَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur. الْاَرْضُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُنْظَر۪ينَ۟  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُنْظَر۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki … اَوْرَثْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan  السَّمَٓاءُ ‘ya takdim edilmiştir.

Ağlamanın, yer ve göğe isnadı mecaz-ı aklîdir. Yer ve gök, üzüntü duyan canlıya benzetilmiş, Firavun ve yandaşlarının hiç de önemli kimseler olmadığı ifade edilmiştir.

السَّمَٓاءُ,  الْاَرْضُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ  [Onlara gök ve yer ağlamadı] sözü, Arap âdetleriyle alakalıdır. Onlardan önemli ve şanı olan birisi öldüğü vakit; “Yer gök ağladı, güneş onun için tutuldu” der veya tutulmadığı için güneşi, yapraklarını dökmediği için ağacı azarlarlardı, ki şiirde bunun örnekleri çoktur. Bu mananın aslı; güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların vs. bu kerîm şahsa acıdığı, onu sevdiği, onu kâle aldığını ifade etmektir. Dolayısıyla onun başına hoşa gitmeyen bir şey isabet ettiği vakit bütün bu varlıklar ağlar. Bu ifadeler temsil ve hayal ettirme kabilindendir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.106-107)

Bu ayette mecaz-ı mürsel ve temsili istiâre içerisine yerleştirilen Arapların güneşin ve ayın tutulmasına, yağmurun yağmasına ayette ifade edilen türden anlamlar yüklemeleri şeklinde başlarına gelen felaketin büyüklüğünü ifade ettikleri bir mübalağa söz konusudur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette de kâfirlerle ve onların haliyle eğlenip hafife alma ifadesi vardır. Çünkü onların bu halleri, kaybı çok büyük ve ağır olup da ardından gök ve yer ağladı denilen kişilerin hallerine aykırı düşmektedir.

Bazıları da şöyle dedi: ”Bu söz; -gök ve yerin ağlaması- gerçektir. Bunu Peygamberimizden rivayet edilen şu hadis desteklemektedir. ”Her mü'min için gökte iki kapı vardır. Bir kapıdan rızık çıkar, bir kapıdan da onun ameli girer. Mümin öldüğünde ise onu kaybetmekten ardından ağlar." Sonra şu ayeti okudu: ”Gök ve yer onların ardından ağlamadı." Diğer bir hadiste de: ”Müminin ardından, yeryüzünde namaz kıldığı yer, ibadet ettiği yer ve amelinin çıktığı göğe yükseldiği yer ağlar."

Rivayet olundu ki: ”Kâfir öldüğünde, bundan gök ve yer ehli, ülkeler ve kullar rahatlık duyar, ardından da yer ve gök ağlamaz."

Bazıları şöyle dedi: ”Gökler ve yer âsilerin, dalalette olanların ve egoistlerin ardından ağlamazlar. Gök kendisinden oraya hiçbir itaati, güzel ameli çıkmamış olan kimsenin ardından, yer de kendisi üzerinde Allah'a isyan eden kimsenin ardından nasıl ağlasınlar? Onlar ancak itaat eden kimselerin arkasından ağlarlar." (Ruhu’l Beyân, Âşûr)


 وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟

 

مَا كَانُوا  cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

كان ’nin haberi olan  مُنْظَر۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onlara helak vakitleri geldiğinde mühlet de verilmedi. Ek bir zaman verilmedi, veya ahirete kadar ertelenmedi. Aksine azapları dünyada hemen verildi. Birincisinin yani onlara ek bir zamanın verilmemesinin sebebi; çünkü insanın ömrü sayılı nefeslerden ibarettir. Bu nefesler tükendiğinde ertelemeye imkân kalmamış olur. İkincisinin yani âhirete kadar ertelenmemesinin sebebi ise; çünkü onlar dünya ve ahiret azabının her ikisine de müstehaktırlar. Dünya azabına müstehak olmaları, açık olarak dış görünüşleriyle davetçiye eziyet edip azabı hemen arzu etmekle meşgul olduklarından; ahiret azabına müstehak olmaları ise, iç halleriyle yalanlayarak Allah'a karşı harp ettiklerinden dolayıdır.

Müminlerin asilerinin durumu ise bunun aksinedir. Çünkü onlar herhangi bir günah işlediklerinde, onlara tövbe etmeleri için mühlet verilir, amel defterlerine hemen yazılmaz ve acele olarak da dünyada cezalandırılmazlar. Çünkü Allah(cc) günahların çoğunu affeder, bazı felaketleri de günahlara kefaret kılar. Cezayı ahirete de ertelemez, onlara, geniş rahmet vardır. (Ruhu’l Beyân)

 
Duhân Sûresi 30. Ayet

وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ  ...


30-31. Ayetler Meal  :   
Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 نَجَّيْنَا biz kurtardık ن ج و
3 بَنِي oğullarını ب ن ي
4 إِسْرَائِيلَ İsrail
5 مِنَ -dan
6 الْعَذَابِ azab- ع ذ ب
7 الْمُهِينِ küçültücü ه و ن

وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

نَجَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ي ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.  اِسْرَٓائ۪لَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline mütealliktir.  الْمُه۪ينِ  kelimesi  الْعَذَابِ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجَّيْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجى ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْمُه۪ينِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ

 

وَ , istinâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi  لَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

مِنَ الْعَذَابِ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline mütealliktir. الْمُه۪ينِ  kelimesi  الْعَذَابِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Azabın  الْمُه۪ينِ ‘le sıfatlanması mecazî isnaddır. Azap, alçaltan horlayan bir canlıya  benzetilmiştir. Azap horlanmanın, aşağılanmanın sebebidir. Burada sebep zikredilmiş ve sonuç kastedilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

اَنْجَيَ  fiili  اِفعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

Allah Teâlâ, Firavun ve kavmini nasıl imha ettiğini beyân buyurunca, Hz Musa (as) ve kavmine nasıl ihsanda bulunduğunu da beyan etmiştir. Zararı def etme, fayda ulaştırmaktan daha önce ve daha önemlidir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak söze, Hz Musa (as) ile kavminden zararı def edişinden bahsederek başlamış ve ["Andolsun ki biz, İsrailoğullarını o zillet verici azaptan, yani "erkek çocuklarının öldürülüp, kız çocuklarının sağ bırakılıp, hizmetçi olarak çalıştırılması ve hepsinin zor işlere koşmak suretiyle olan zilletten kurtardık"] buyurmuştur. Daha sonra, "Firavun'dan kurtardık" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Duhân Sûresi 31. Ayet

مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ -dan
2 فِرْعَوْنَ Fir’avn-
3 إِنَّهُ çünkü o
4 كَانَ idi ك و ن
5 عَالِيًا ululanan ع ل و
6 مِنَ -dan
7 الْمُسْرِفِينَ sınırı aşanlar- س ر ف

مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ

 

مِنْ فِرْعَوْنَ  car mecruru  الْعَذَابِ ‘den bedeldir. فِرْعَوْنَ  gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrurdur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ عَالِياً  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  

عَالِياً  kelimesi, كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf ikinci haberine mütealliktir. الْمُسْرِف۪ينَ ‘nin cer alamet  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

الْمُسْرِف۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ

 

Önceki ayetin devamı olan cümledeki  مِنْ فِرْعَوْنَ  kelimesi  مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ ‘den bedeldir. Yani Firavun bu alçaltıcı azabın ta kendisidir. Zayıf olan daha kuvvetli olandan bedel olarak gelince zayıf olan kuvvetliden kuvvet kazanır.

Ayet-i kerîme’de geçen  مِنْ فِرْعَوْنَۜ  lafzı, bir görüşe göre;  الْعَذَابِ  gibi bir muzâf takdiriyle veya  الْعَذَابِ 'den haldir. (Celâleyn Tefsiri)

اِنَّهُ كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ  cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir.

كَانَ ‘ nin haberi  عَالِياً’dir. مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf ikinci haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

كَانَ , haberin, ismin mahiyetinden bir cüz olduğuna işaret eder. Yani büyüklenme,

Firavun’un adeta bir parçası haline gelmiştir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124) 

عَالِياً ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْو  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Firavun’un büyüklenmesindeki mübalağaya işaret eder.

İbni Abbas (ra)  مِنْ فِرْعَوْنَۜ  ifadesindeki  م  harfini fetha ile okumuştur. Bu okunuşa göre  من , istifham edatı olup  فِرْعَوْنَۜ  kelimesinin haberidir. Bu istifham da hakiki manası üzere olmayıp mecazen tehvîl manasını almıştır. Dolayısıyla, İsrailoğullarının, kendisinden kurtulmuş oldukları azabın şiddetini açıklamak ve Firavun’un azabını korkunç göstermek istifhamdan kastolunmuş manadır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

"Firavun" kelimesi,  الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ  [zillet verici azap] ‘tan bedel tutulup, sanki Firavun’un bizzat kendisinin, onlara işkence etmekte ve zillet içine düşürmekte çok ileri derecede olduğu için, bizzat kendisi   الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ  kabul edilmiştir. İbn Abbas (ra) da ayeti (Firavun kim?) şeklinde okumuştur. Buna göre istifham (soru edatı) olur, peşisıra gelen كَانَ عَالِياً مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ  "Hakikaten o, haddi aşanlardan bir mütekebbir idi" ifadesi, bu sorunun cevabı olur. Takdiri de şöyle olur: "Bu isyan içinde ve şeytanlığı içinde olan kimdir biliyor musunuz?" diye sorulmuş, daha sonra da onun durumu, "Hakikaten o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdir" yani "Müsrifler tabakasında derecesi ileri olanlardandır" ifadesiyle anlatılmıştır. Buradaki, "Hakikaten o haddi aşanlardan bir mütekebbir idi" ifadesiyle, ["Firavun yeryüzünde büyüklenmeye kalkıştı"] (Kasas, 4) ayetinde anlatılmak istenen şeyin kastedilmiş olması da mümkündür. Firavun gerçekte bir müsrif idi. Adiliğine ve basitliğine rağmen, uluhiyet (tanrılık) iddiasında bulunuşu da onun müsrif (haddi aşan) birisi oluşunun delilidir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Duhân Sûresi 32. Ayet

وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ  ...


Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدِ ve andolsun
2 اخْتَرْنَاهُمْ biz onları üstün kıldık خ ي ر
3 عَلَىٰ göre
4 عِلْمٍ bir bilgiye ع ل م
5 عَلَى üzerine
6 الْعَالَمِينَ alemler ع ل م

وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اخْتَرْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَى الْعَالَم۪ينَ  car mecruru  اخْتَرْنَا  fiiline mütealliktir. الْعَالَم۪ينَ  kelimesinin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

اخْتَرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خير ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ

 

Ayet hükümde ortaklık nedeniyle önceki kasem cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  لَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

[Onları tercih etmiştik] ifadesinde zamir İsrâiloğullarına râcidir.  عَلٰى عِلْمٍ (bilerek) ifadesi hal konumundadır; “tercih sebebini de, onların tercih edilmeye layık olduklarını da bilerek” demektir. “Onların yoldan çıktığını ve bazılarının kimi durumlarda aşırıya kaçtığını biliyor olmakla birlikte” anlamında olması da mümkündür. الْعَالَم۪ينَ  ifadesi kendi devirlerindeki insanlara demektir; ama içlerinden çok peygamber çıkmış olması sebebiyle bütün insanlara anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf,  Âşûr)

Yemin olsun ki, Biz onları, İsrailoğullarını bilerek, onların seçilmeye layık olduklarını bilerek, onların suçlarını ve işlemiş oldukları muhalefetlerini bildiğimiz halde, onları imtiyazlı kıldık. Bu halleri bizim ezelî ilmimize tesir etmedi. Çünkü işlenen günahlar korumayı, gözetlemeyi etkilemez. İşte Ya'kub (as)'un oğullarının durumu bu kabildendir. Çünkü Yusuf (as)'a yaptıkları, kuyuya atmak ve benzeri suçlarıyla beraber, Allah (cc) onları bir kavle göre peygamberlikle görevlendirdi. ”Bilerek" ifadesinin anlamının onların bilgisinden ve üstünlüklerinden dolayı, şeklinde olması da mümkündür. Alemler üzerinde imtiyazlı kıldık. Zamanlarındaki milletlere üstün kıldık. (Ruhu’l Beyân)

 
Duhân Sûresi 33. Ayet

وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ  ...


Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَيْنَاهُمْ ve onlara verdik ا ت ي
2 مِنَ -den
3 الْايَاتِ ayetler- ا ي ي
4 مَا bulunan
5 فِيهِ içinde
6 بَلَاءٌ bir sınav ب ل و
7 مُبِينٌ açık ب ي ن

وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اٰتَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاٰيَاتِ  car mecruru  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ف۪يهِ  car mecruru  بَلٰٓؤٌا ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  بَلٰٓؤٌا  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  بَلٰٓؤٌا ‘un sıfat olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰتَيْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اٰتَيْنَاهُمْ  fiiline müteallik olan  مِنَ الْاٰيَاتِ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek  ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  ف۪يهِ  mahzuf mukaddem habere müteallik, بَلٰٓؤٌا  ise muahhar mübtedadır.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  بَلٰٓؤٌا  için sıfattır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

Burada  بَلٰٓؤٌا ‘nın sıfatı olarak  مُب۪ينٍ  gelmiştir, bu da “sizin üzerinizde bulunan hakikatleri açıkça gösterir” demektir. Ayet bununla yetinmiş, Musa (as) ve kavmi hakkındaki kelam burada sona ermiştir. بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ (açık birer imtihan) ibaresi, onların başına gelecek hayır ve şer kapısını açık bırakmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.116)

بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ (Apaçık bir imtihan) ayeti ile ilgili dört çeşit açıklama yapılmıştır:

1- Bundan kasıt, açık bir nimettir. Bu açıklamayı el-Hasen ve Katade yapmıştır. Nitekim yüce Allah:

"Kendi nezdinden güzel bir imtihan ile denemek için" (el-Enfal, 8/17) diye buyurmaktadır. 2- Çetin azap demektir. Bu açıklamayı el-Ferrâ'' yapmıştır.

3- Mümin ile kâfirin kendisi ile ayırt edileceği bir imtihandır. Bu açıklamayı da Abdu'r-Rahmân b. Zeyd yapmıştır.

4- Yine ondan nakledildiğine göre; onların imtihan edilmeleri bolluk ve sıkıntılar ile denenmeleridir. (Âşûr) 

Nice ayetler yani denizin yarılması, bulutun gölgelemesi, bıldırcın eti ve kudret helvası gönderilmesi gibi Allah’ın İsrailoğullarından başkasına benzerini nasip etmediği büyük mucizelerdir. Apaçık sınama, aşikar nimet demektir; çünkü Allah musibetle olduğu gibi nimetle de sınar. Yahut nasıl davranacağınızı görelim diye apaçık bir sınama anlamına da gelebilir. (Keşşâf)

Ayetlerden murad, Allah Teâlâ'nın İsrailoğullarına yaptığı iyiliklerdir.

 
Duhân Sûresi 34. Ayet

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ  ...


34-35. Ayetler Meal  :   
Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ gerçekten
2 هَٰؤُلَاءِ şunlar
3 لَيَقُولُونَ diyorlar ki ق و ل

Kur’an burada, tarihe bir atıf yaptıktan sonra Hz. Peygamber’in inkârcı muhataplarına yöneliyor, dünya hayatını kötü etkileme bakımından en önemli inkâr konusu olan “öldükten sonra yeniden dirilme” inancını ele alıyor, bu inancın ispatı için iki önemli delil kullanıyor: 1. Yine tarihten, kendilerine Tübba‘ denilen Yemen’in güçlü hükümdarlarından ve bunlara tâbi olan halktan söz ederek onca güçlerine, şevket ve şanlarına rağmen nasıl bunlar helâk olup gittilerse Arap müşriklerinin de öyle helâk olacakları, bu dünyada ebedî kalamayacakları; 2. Yere, göklere ve bunların arasında/içinde bulunanlara bakıldığında bunların bir yaratıcısının bulunmasının zaruri olduğu sonucuna varılacağı, bu yaratıcının hayatı, yalnızca geçici dünya hayatından ibaret kılmış olmasının anlamsız olacağı, bu takdirde birçok olay ve olgunun yerine oturmayacağı, düşünüldüğünde birçok şeyin bambaşka bir âleme ve hayata bırakılmış olduğunun anlaşılacağı.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 778-779

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  لَيَقُولُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi  olarak mahallen merfûdur. 

يَقُولُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı olmak üzere dört tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ’nin isminin işaret ismiyle gelmesi, tahkir amacına matuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ (Bunlar); müşrikler yani Kureyş kâfirleridir. Çünkü konu onlar hakkındadır. Firavun ve kavminin kıssası ise, sadece onların dalalette ısrarla devam ettiklerine delil olması ve müşriklerin başına da, Firavun ve kavminin başına geldiği gibi azabın inmesinden sakındırmak içindir. (Ruhu’l Beyân, Âşûr)

 
Duhân Sûresi 35. Ayet

اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ değildir
2 هِيَ o
3 إِلَّا başkası
4 مَوْتَتُنَا ölümümüzden م و ت
5 الْأُولَىٰ ilk ا و ل
6 وَمَا ve değiliz
7 نَحْنُ biz
8 بِمُنْشَرِينَ diriltilecek ن ش ر

اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ

 

Cümle önceki ayetteki  يَقُولُونَ ‘nin mekulü’l-kavlidir. يَقُولُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَوْتَتُنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاُو۫لٰى  kelimesi  مَوْتَتُنَا ‘nin sıfatı olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وً  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  نَحْنُ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  بِمُنْشَر۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُنْشَر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى

 

Ayet önceki ayetteki  يَقُولُونَ ‘nin mekulü’l-kavlidir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هِيَ  maksûr/mevsûf, haber olan  مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى  maksûrun aleyh/sıfattır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاُو۫لٰى  haber olan  مَوْتَتُنَا  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu sözle ölümden sonraki hayatı nefyetmişlerdir ve bu cümle zımnî olarak ahireti inkar demektir. Yani, “yokluktan sonraki hayat olan şu hayatımızdan başka, ölümü takip eden bir hayat yoktur” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.122)

Onlar diyorlar ki; akıbet ve işin sonu, bu dünya hayatına son veren ölümden ibarettir.

Diğer bir görüşe göre ise, o müşriklere: "Siz öldükten sonra, ölümden önce yaşadığınız hayat gibi bir hayatınız olacak" denilince, onlar da: "Kendisinden sonra hayat olan ölüm (vücud bulmadan önceki yokluk), ilk ölümden ibarettir" dediler.

Bir diğer görüşe göre ise, mana şöyledir: Ölüm, bu ölümden ibarettir; yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi, kabir hayatından sonraki ölüm değildir.

Eğer kıyametin kopması ve ölülerin tekrar diriltilmesi iddianızda doğru söylüyorsanız, haydi atalarımızı getirin ki, bunun gerçek olduğu anlaşılsın.

Diğer bir görüşe göre ise Kureyş müşrikleri, Peygamberimizden, kendisine danışmaları için büyük ataları Kusayy b. Kilâb'ın dirilmesi için dua etmesini istiyorlardı. Zira Kusayy, Kureyş'in en büyük atası kabul ediliyordu ve zor ve önemli işler karşısında onun ruhaniyetine başvuruyorlardı. (Ebüssuûd, Âşûr)

 

وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ

 

Ayetin makabline matuf son cümlesi olan  وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ , menfi isim cümlesi formundadır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

مَا ‘nın haberi  بِمُنْشَر۪ينَ ’ye dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

مَوْتَتُنَا - مُنْشَر۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

‘’Biz yeniden diriltilip kaldırılacak değiliz’’ sözü, önceki cümlenin delaletinin lâzımını tekid eder. Çünkü ilk hayatın takip ettiği ölümün ruh üfürülmeden önceki ilk ölüme kasredilmesi, ikinci ölümden sonra hayatın olmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.123)

 
Duhân Sûresi 36. Ayet

فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


“Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأْتُوا getirin ا ت ي
2 بِابَائِنَا babalarımızı ا ب و
3 إِنْ eğer
4 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
5 صَادِقِينَ doğrulardan ص د ق

فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم تقولون صدقا  (Doğru sözlü iseniz) şeklindedir. 

أْتُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰبَٓائِنَٓا  car mecruru  أْتُوا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. صَادِقٖينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

صَادِقٖينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Ayette, önceki ayette olduğu gibi mütekellim inkârcılardır.

Takdiri, إن كنتم تقولون صدقا (Doğru sözlü iseniz) olan şartın cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi îcâzı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

Ayetin şart üslubundaki ikinci cümlesi olan  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.  Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Bu cümlede aciz bırakma üslubu vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Buradaki  كُنْتُمْ  kelimesi, kelam ile alakalı olan manasının dışında ba‘si de kapsar. Dolayısıyla “din ile alakalı iddia ettiğiniz her konuda” demektir. Çünkü  كَان 'nin haberi ismin mahiyetinden bir cüz olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.124)

Ayette, kendisine duyguların hakim olduğu kimsenin ancak görme duyusu organlarıyla inanabileceğine işaret vardır. Bunun için de onlar, diriltilmeyi ve kabirlerden çıkartılmayı gözleriyle görmediklerinden inkâr ettiler.

Ve; atalarımızı diriltmek suretiyle geri getirin' de onları gözlerimizle görelim ve ölümden sonraki olaylar hakkında onlardan bilgi alalım, dediler. (Ruhu’l Beyân)

 
Duhân Sûresi 37. Ayet

اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ  ...


Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba’ kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَهُمْ onlar mı
2 خَيْرٌ hayırlı خ ي ر
3 أَمْ yoksa
4 قَوْمُ kavmi ق و م
5 تُبَّعٍ Tubba’
6 وَالَّذِينَ ve
7 مِنْ
8 قَبْلِهِمْ onlardan öncekiler (mi?) ق ب ل
9 أَهْلَكْنَاهُمْ biz onları helak ettik ه ل ك
10 إِنَّهُمْ çünkü onlar
11 كَانُوا idiler ك و ن
12 مُجْرِمِينَ suç işliyorlar ج ر م

اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ 

 

Hemze istifham harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

اَمْ  munkatı’dır. بل  ve hemze manasındadır.  اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir.  Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ .  Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)  

قَوْمُ  kelimesi munfasıl zamir  هُمْ ‘e matuf olup lafzen merfûdur.  تُبَّعٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَهْلَكْنَاهُمْ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَهْلَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَكْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  مُجْرِم۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze istifham harfi,  هُمْ  mübtedadır. خَيْرٌ ‘un haber olduğu isim cümlesi, İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve kınama anlamlarına geldiği için, mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

خَيْرٌ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

قَوْمُ تُبَّعٍۙ , atıf harfi  اَمْ  ile mübtedaya atfedilmiştir.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-imevsûlu,  قَوْمُ ‘ye matuftur.  الَّذ۪ينَ ‘nin îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَهْلَكْنَاهُمْۘ  cümlesi  مِنْ قَبْلِهِمْۜ ‘deki zamirden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Tubba', Yemen krallarına verilen unvandır. Bu unvan krala ancak, Yemen'de Hımyer ve Hadramevt bölgelerine hakim olduğunda verilirdi. Hımyer, Yemen'de Sana'nın batısında bir bölgedir. Hadramevt de Yemen'de bir bölge ve kabile adıdır. Tubba' cahiliye devrinde, İslamdaki halife mevkiinde sayılıyordu. (Ruhu’l Beyân)


 اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir.  مُجْرِم۪ينَ , nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)

Bu, o müşrikleri reddetmek ve tehdit anlamındadır. Yani helaki önlemek için başvurulan kuvvet ve savunma imkânlarında onlar mı daha üstün, yoksa Tübba' el-Himyerî kavmi mi daha üstün idi? O Tübba’ ki, ordusuyla litre (Kufe yakınında tarihi bir kent) üzerine yürüyüp onları perişan etmiş ve Semerkant şehrini bina etmişti; yahut yıkmıştı.

Anılan Tübba’ kendisi mümin idi; kavmi ise kâfir idi. İşte bundan dolayıdır ki, Allah, kendisini değil, onun kavmini zemmetmiştir. Tübba’, yazılarının başında باسم الله الذي ملك بحرا و بحرا  (Sayısız denizlerin mâliki ilâhının ismiyle!) diye yazardı.

Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Tübba'ya kötü söz söylemeyin; o, gerçekten müslüman olmuştu. (20 Ahmed b. Hanbel: 5/340)

Yine Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Ben kesin olarak bilmiyorum; tübba' peygamber miydi, değil miydi?"

İbn Abbâs'tan (ra) rivayet olunduğuna göre Tübba', peygamberdi.

Tübba' kavminden öncekilerden murad; Ad, Semûd ve çetin güç sahibi, her inatçı zorbadır.

Bu kelâm, onların akıbetini ve helak edilmelerinin sebebini beyan ediyor ki, şu hakikat bilinsin: onlar, o kadar kuvvet ve imkân sahibi oldukları halde cürümleri sebebiyle helak edildiklerine göre, onlardan kuvvet ve imkân bakımından daha zayıf olup aynı cürümü işleyen Kureyş müşriklerinin helaki haydi haydi olur. (Ebüssuûd, Âşûr)

 
Duhân Sûresi 38. Ayet

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ  ...


Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 خَلَقْنَا biz yaratmadık خ ل ق
3 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve bulunanları
6 بَيْنَهُمَا bunlar arasında ب ي ن
7 لَاعِبِينَ eğlenmek için ل ع ب

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.  الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , atıf  harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. Mekân zarfı  بَيْنَ , mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَاعِب۪ينَ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَاعِب۪ينَ   kelimesi sülâsî mücerret olan  لعب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayet, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle azamet zamiriyle tazim edilmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

السَّمَٓاءَ ’ye temâsül nedeniyle atfedilen, müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde  السَّمٰوَاتِ 'den sonra onların tekrar söylenmesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır. 

Ayetteki ilk  مَا  nefy harfi, ikinci  مَا  ise ism-i mevsûldür. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsm-i fail kalıbındaki  لَاعِب۪ينَ  kelimesi  خَلَقْنَا  fiilinin failinin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Yüce Allah, Enbiya Suresinde [Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri, eğlence olsun diye yaratmadık], Duhan Suresi 38. ayette [Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri, eğlence olsun diye yaratmadık] buyurmaktadır. Bu tabirlerde teşâbüh ve ihtilaf söz konusudur. Bu da  السَّمَٓاءَ /gök kelimesinin Enbiya ayetinde tekil; Duhan ayetinde ise  ألسماوات /gökler şeklinde çoğul gelmesidir. Bunun nedenlerinden biri de  السَّمَٓاءَ / gök kelimesi ile bu kelimenin yer aldığı Enbiya Suresinin başı arasındaki uyumdur. Nitekim surenin baş kısmında Yüce Allah [Elçimiz dedi ki: Gökte ve yerde ne söylenirse Rabbim bilir. Çünkü O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir.] buyurmaktadır. Duhan Suresinde çoğul gelen  ألسماوات /gökler kelimesi de içinde bulunduğu surenin baş kısmındaki [kesin inanıyorsanız O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.] ayetiyle uygunluk arz etmektedir. Dolayısıyla her ayet, ait olduğu surenin başıyla uyum arzetmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Allah Teâlâ, ba'sin (dirilişin) ve kıyametin kesin delilini getirmek üzere ["Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri eğlence olsun diye yaratmadık"] buyurmuş ve adeta şöyle demek istemiştir: "Eğer öldükten sonra diriliş olmasaydı, bu yaratmamız bir eğlence, boş ve abes olurdu." Bu delil yolu, Yunus Sûresi'nin başında ve Mü'minûn Suresi'nin sonunda iyice anlatılmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak Mü'min Suresi'nde, [Sizi, boş (abes) olarak yarattığımızı mı zannettiniz?] (Mü'minûn, 115) buyurmuştur. Bu husus Sâd Suresi'nin sonunda da ele alınmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak burada da, [Göğü, yeri ve ikisi arasında olan şeyleri batıl olarak (boşu boşuna) yaratmadık] (Sâd. 27) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Duhân Sûresi 39. Ayet

مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 خَلَقْنَاهُمَا onları yaratmadık خ ل ق
3 إِلَّا dışında bir sebeple
4 بِالْحَقِّ hikmetli bir gaye ح ق ق
5 وَلَٰكِنَّ fakat
6 أَكْثَرَهُمْ onların çoğu ك ث ر
7 لَا
8 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م

مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَلَقْنَا   sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِالْحَقِّ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ   istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.

İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرَهُمْ  kelimesi  لٰكِنْ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا يَعْلَمُونَ  fiili  لٰكِنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. 

Kasr, fiille hal arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen hale tahsis edilmiştir. Ya da faille hal arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, bu durumda fail, o hal üzere gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir 

Cümle azamet zamiriyle tazim edilmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlenin anlamı ‘Biz bunları hakkın ikamesine sebep olmaktan başka (bir hikmetle) yaratmadık’ şeklindedir. Cümle fasıl ile gelmiştir, çünkü öncesindeki cümleyle yakından ilişkilidir. Tekidli bir kasr üslubuyla gelmiştir, öncesindeki cümledeki olumsuzluğu tekid eder. Oradaki  لَاعِب۪ينَ  kelimesinin mukabili olarak  الْحَقِّ  gelmiştir. Burada geçen oyuncunun oyununun ciddi'nin mukabili olan hezl manasında olmadığına işaret eder. O oyun, hakkın mukabili olan batıldır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.133)

 

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ‘nin ismi olan  اَكْثَرَهُمْ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağaya işaret etmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Bu ayette gözüme çarpan şey, çoğunluktan ilmin nefyedilmesinin, müsnedün ileyhin fiil şeklinde gelen habere takdimiyle tekid edilmesi ve fiilin lâzım menziline konulmasıdır. Bu tekidde ilim için yeterli olmadıklarına işaret vardır. Malumdan sarfı nazar etmelerinden dolayı onlarda ilim olmaz. Buradaki muzari sıygası bu ba‘s delilinin ancak tekrarlanarak, yenilenerek, üzerinde tekrar tekrar düşünerek bilinebileceğine işaret eder. Bu fasılayla suredeki münakaşa, diyalog ve tehdit sona erer. Kelam bundan sonra fasıl gününe geçer, ki o gün kıyametin başlangıcıdır ve ondan sonra da cennet ve nar (ateş) vardır. Bunun için bu fasılada suredeki manaların çoğunun olduğu ve mananın çok kapsamlı olduğu görülür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.136)

Biz onları ancak hak olmak üzere yarattık. Yahut, Biz onları herhangi bir sebepten dolayı değil ancak iman, itaat, öldükten sonra diriltmek ve amellerin karşılığı olan bir hak, gerçek sebebiyle yarattık.

Fakat onların çoğu, Mekke kâfirleri, gafletlerinden ve düşünmemelerinden dolayı işin bu şekilde olduğunu bilmiyorlar. Dolayısıyla öldükten sonra diriltilmeyi, amellerin karşılığının verileceğini inkâr ediyorlar.

Ayet, haşrin varlığına delildir. Eğer diriltilme olmayıp, amellerin karşılığı verilmemiş olsaydı, bu yaratılanların hepsi boşuna olurdu. Çünkü Allah Teâlâ onları ve hayatlarını düzenleyecek sebepleri yaratmış, sonra da onları iman ve taatlerle mükellef kılmıştı ki, itaat eden ile isyan eden ayrılıp seçilsin. Birincisi yani itaat erenler Allah'ın lütfuna ve ihsanına mazhar olsun, ikincisi yani isyan edenler de O'nun adaleti gereği cezasına ve azabına çarptırılsın. Dünyada ise bunlar olmaz. Zira dünyada yaşama müddeti kısadır. Faydalarına da çeşitli zorluklar ve zararlar karıştığından gerekli önem verilmez. Bunun için öldükten sonra diriltme ve amellerin karşılığının verilmesi, herkesin yaptığını bulması için gereklidir.

Âlemin, yaratılmasının hikmeti, yapılanların karşılığının verilmesidir. Eğer, amellerin karşılığı kâfirlerin söylediği gibi verilmemiş olsaydı, o takdirde, Allah katında mümin ile kâfirin durumları bir olurdu ki, bu da imkânsızdır.(Ruhu’l Beyân)

 
Günün Mesajı
Allahu Teala insanların hayrını ve onlara verdiği kabiliyetlerin ortaya çıkmasını ister. Bu dünya hayatı çeşitli yönleri ile insanın her bakımdan yetişmesine ve bu kabiliyetlerini ortaya çıkarmasına hizmet eder eder. Sabır ve şükür, ceza ve mükafat bu imtihan ve eğitimin olmazsa olmaz parçasıdır.
Ahirette inanmayan insanların günaha dalma ihtimalleri çoktur. Çünkü bu insanları günah işlemekten ve kötülüklerden uzak tutacak manevi bir koruyucu yoktur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bir yere yetişmeye çalışırken, biriyle çarpıştı. Özür dilemeye çalışırken bir soru sorduğunu işitti ama ne demek istediğini idrak etmeye çalışırken çekip gittiğini farketti. Her şey o kadar çabuk olup bitti ki, çarptığı kişinin yaşlı mı, genç mi ya da erkek mi, kadın mı olduğunu bile anlayamadı. Kendisine geldikten sonra yolda ilerleyen adımlarını takip ederken düşündü. Sorunun kime yöneltildiğinden de emin değildi ama ona düşünceler diyarından bambaşka bir kapı açtığı kesindi. ‘Nefsini mi yoksa kalbini mi besleyenlerdensin?’

Sanki nefsiyle kalbi arasında kalmış ama tavizlerinin çoğunu da kalbinden yana yapıyor gibiydi. Dünyalık keyiflerden vazgeçmek zor geliyordu. Nefsi, sinir krizleri geçiren ve ağlayarak istediğini yaptırmak için elinden geleni yapan mızmız bir çocuk gibiydi. Her seferinde, ilk onu sakinleştirmesi gerektiğini sonra kalbinin haliyle ilgileneceğini söylüyordu ama hırçın çocuğun ihtiyaçları tükenmek bilmiyordu. Soruyla beraber sanki bir şimşek çaktı ve anladı ki; kalbinin haline öncelik verdiğinde, hırçın çocuk da sakinleşmeyi öğrenecekti.

Kalbine yaklaştıkça, hakikat hatırlatıcılarının da uyandığını gördü ve seslerini işitti: Allah rızasını kazanmak için yaşadığın bu alemde; zorlanacağını düşündüğün için emre itaatten kaçma, yap, Allah yardım edecektir. Şartlar zorlaştığı için ya da insanlar zorlaştırdığı için ya da dünyadan zenginlik-makam, insanlardan sevgi-saygı kazanmak için Allah’ın sınırlarına uyma hususunda taviz verme, seni yaratan Allah’a sığın ve O’nun yolunda koş. Zira; uğruna taviz verdiğin her şey seni terk edecek ve sen itaatsizlik ettiğin rabbine döneceksin. 

Rabbim! Bizi döndürülmeden dönenlerden yani kalbi ve yüzü Sana dönük bir halde iken ölenlerden ve dirilenlerden eyle. Gerektiğinde; ahiretinden değil, dünyasından taviz verenlerden eyle. Nefsimizi şaşırtacak hallerden muhafaza buyur. Hedefi ve isteği, rızanı kazanmış şekilde Sana kavuşmak olanlardan eyle. Helallerle nefsini ihtiyacı kadar, hayırlarla kalbini aldığı kadar besleyenlerden eyle.  

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji