20 Ocak 2026
Duhân Sûresi 40-59 (497. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Duhân Sûresi 40. Ayet

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 يَوْمَ günü ي و م
3 الْفَصْلِ hüküm ف ص ل
4 مِيقَاتُهُمْ varacağı gündür و ق ت
5 أَجْمَعِينَ hepsinin ج م ع

Dünyanın fâni, insanların ölümlü oldukları açıklanınca yeniden dirilişi takip edecek zaman içinde nelerin olacağı, insanların dünyada yapıp ettiklerine göre ebedî hayatta nelerle karşılaşacakları, kötüleri bekleyen cehennemin nasıl bir yer olduğu, oraya girenlerin çekecekleri ceza; iyiler için hazırlanmış olan cennetin tasviri, buraya girme bahtiyarlığına erecek olanların nâil olacakları çeşitli nimetler, insanların dünyadaki idrakleri, hayalleri, arzuları ve korkularından yola çıkılarak, bu kavramlarla anlatılmaktadır.

“Yargı günü”nden maksat kıyameti takip edecek olan sorgulama ve yargılamanın yapılacağı zamandır. Bu muhâkeme sonunda iyiler ve kötüler, suçlular ve mâsumlar, zalimler ve mazlumlar, cennetlikler ve cehennemlikler birbirinden ayrılacak, herkes dünyada yaptıklarının karşılığını elde edecektir.

43. âyetteki “zakkum ağacı” cehennemde bulunan ve azap için kulla­nılan bir ağaçtır (bk. Sâffât 37/62).

49. âyette geçen “Sen güçlü ve değerlisin” sözü, dünyada güçlerine güvenen, kendilerini değerli ve önemli bilen, böyle kabul ettiren, bu sayede kendilerine kimsenin dokunamayacağını zanneden kimselerin âhiretteki âcizlik ve çaresizliklerini, alaycı bir üslûpla dile getirmektedir.

56. âyette “İlk ölümlerinden başka bir ölüm tatmayacaklar” buyuruluyor. Mü’min (Gāfir) sûresinde (40/11) ise iki kere öldürme ve iki kere diriltme olacağı ifade edilmişti. “İlk ölümleri” ifadesinden, her ikisi de gelip geçtiği ve “önceki” niteliğini aldığı için “dünyada ve berzahta vuku bulan iki ölüm” kastedilmiş olabilir. Bu ihtimali de geçerli görmekle beraber bize daha güçlü gelen ihtimal, dünya hayatının sonundaki ölümün kastedilmiş olmasıdır. Çünkü burada dünya ile âhiret, geçici ile ebedî, sonunda ölüm bulunan hayat ile bulunmayan hayat karşılaştırılmaktadır. Hangi ihtimal geçerli olursa olsun insanların defalarca ölüp dirileceklerini değil, dünya hayatı sonunda bir kere öleceklerini ifade eden âyet, reenkarnasyon inancını da reddetmiş olmaktadır (bk. Bakara 2/28).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 799-800

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  يَوْمَ  zaman zarfı  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. الْفَصْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

م۪يقَاتُهُمْ  izafeti  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  م۪يقَاتُهُمْ ‘deki zamirin tekidi olup mahallen mecrurdur. Manevi tekiddir.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

Lafzi tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.

Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ م۪يقَاتُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi dolayısıyla muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Manevi tekid olan  اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  م۪يقَاتُهُمْ ‘daki zamiri tekid etmiştir.

Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması tazim ifade eder. 

Müsned manayı zenginleştirmek amacıyla izafetle gelmiştir.

يَوْمَ الْفَصْلِ  kıyamet gününün isimlerindendir. يَوْمَ الْفَصْلِ ; (Ayırt etme günü) herkes için tayin edilmiş olan vakittir. (Kurtubî - Âşûr) 

Kıyamet günü Kur’an-ı Kerîm’de surenin siyakına uygun olarak çeşitli şekillerde isimlendirilmiştir. فَصْلِ  kelimesi ‘hüküm’ manasındadır. Bu mananın makama uygunluğu lafız mana uyumu babında teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Burada fasıl gününün zikredilmesinin siyak ile olan münasebeti; kelamın bu fasıl gününü inkâr eden, karşı çıkan, direnen ve yüz çeviren bir gruptan bahsediyor olmasıdır.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.145)

Bu mana bu makama uygun olduğu gibi, surenin başında geçen, [(O, bir gecedir ki) her hikmetli iş, onda tefrik edilir] (Duhân/4) ayetindeki fasıl ve buluşma vakti manalarına da uygundur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.139)

 
Duhân Sûresi 41. Ayet

يَوْمَ لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۙ  ...


O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 لَا
3 يُغْنِي savamaz غ ن ي
4 مَوْلًى dost و ل ي
5 عَنْ -ndan
6 مَوْلًى dostu- و ل ي
7 شَيْئًا bir şey ش ي ا
8 وَلَا ve olmaz
9 هُمْ onlar
10 يُنْصَرُونَ yardım edilenlerden ن ص ر

يَوْمَ لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۙ

 

Ayet, önceki ayetteki  يَوْمَ ‘den bedel olup mansubdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُغْن۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مَوْلًى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdendir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَنْ مَوْلًى  car mecruru  يُغْن۪ي  fiiline mütealliktir.  شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْصَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُنْصَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

يُغْن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غني ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يَوْمَ لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً 

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  يَوْمَ الْفَصْ ’den bedeldir.  يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki  لَا يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Nefy siyakında nekre gelen  مَوْلًى  umum ifade eder. (Âşûr)   

Herhangi bir ve nev ifadesi için tekrar edilen  مَوْلًى ‘da ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Mef’ûl olan  شَيْـٔاً ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْ مَوْلًى , ihtimam için mef’ûl olan  شَيْـٔاً ‘e takdim edilmiştir.

مَوْلًى  kelimesi ‘yakın, müttefik ve dost’ demektir. Nefy siyakında ve nekre olarak geldiği için hiçbir dostun hiçbir dosta fayda sağlayamayacağını ifade eder. Aynı şekilde  شَيْـٔاً  kelimesindeki nekrelik de bunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.140 - Ruhu’l Beyan - Âşûr)


وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۙ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la  يُغْن۪ي مَوْلًى عَنْ مَوْلًى شَيْـٔاً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir.

Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yardım görmeyecekleri ifadesindeki zamir dostlara aittir; çünkü  مَوْلًى (dost) kelime olarak tekil ise de lafzen belirsiz ve dost cinsinin bütün fertlerini kapsayacak özellikte olması sebebiyle mana bakımından çokluk ifade eder. (Keşşâf)

مَوْلًى -  يُنْصَرُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُنْصَرُونَۙ  fiilinin meçhul bina edilmesi, ibarenin îcâzıyla birlikte bu kişilere hiç bir yardımcı, kurtarıcı olmadığını ifade etmek içindir. (Âşûr)  

Abdulkâhir bu ibarenin ihtisas ifade ettiğini söylemiştir. Dolayısıyla bu ayet başkalarının hilafına bu kişilerin zafere ulaşmadığını ifade eder, başkaları ise zafere ulaşmış demektir. Bu ise ayete uygun değildir. Zira, mümin olarak Allah'a kavuşanların meleklerden, salihlerden ve peygamberlerden yardımcısı ve şefaatçisi vardır. Yine şefaat hadisinde Resulullah’a (sav) hitaben şöyle denilmiştir: “İste verilecek, şefaat et kabul edilecek.” Bazı alimlerimize göre ise bu terkip her durumda ihtisas ifade etmez, ama tekid ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.142)

 
Duhân Sûresi 42. Ayet

اِلَّا مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟  ...


Yalnız, Allah’ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariçtir
2 مَنْ kimseler
3 رَحِمَ acıdığı ر ح م
4 اللَّهُ Allah’ın
5 إِنَّهُ şüphesiz O
6 هُوَ O
7 الْعَزِيزُ üstündür ع ز ز
8 الرَّحِيمُ esirgeyendir ر ح م

اِلَّا مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ

 

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  müstesna olarak mahallen mansub veya önceki ayetteki  مَنْ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  رَحِمَ اللّٰهُۜ ‘ dür. Îrabdan mahalli yoktur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَحِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.


اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَز۪يزُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ۟  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

الْعَز۪يزُ -  الرَّح۪يمُ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sıla cümlesi  رَحِمَ اللّٰهُۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

مَنْ رَحِمَ اللّٰهُۜ  ifadesi,  يُنْصَرُونَۙ ’daki  و ’dan bedel olmak üzere mahallen merfûdur; yani Allah’ın rahmet ettiğinden başkasına yardım edilmez. İfadenin istisna olmak üzere mansūb sayılması da mümkündür. (Keşşâf) 


اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. هُوَ , fasıl zamiridir. Muttasıl zamiri tekid eder.

Fasl zamiri çoğu zaman kasr ifade etmekle birlikte; kasr ifade etmeyip kelamın mazmununu tekid için de gelebilir. Bu durumda isim olur ve îrabı ikinci mübteda olarak yapılır. Yani, fasl zamiri her zaman ihtisas ifade etmez.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri, müsnedin marife gelmesi sebebiyle çok sayıda tekid ve tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir. Ayrıca  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu, bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ -  الرَّح۪يمُ۟  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu iki sıfatın ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Burada  عَز۪يزُ  isminin önce gelmesi, surede gazap manasının baskın olmasındandır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.143)

 
Duhân Sûresi 43. Ayet

اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِۙ  ...


43-44. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 شَجَرَتَ ağacı ش ج ر
3 الزَّقُّومِ Zakkum ز ق م

اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  شَجَرَتَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  الزَّقُّومِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنَّ شَجَرَتَ الزَّقُّومِۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  اِنَّ ‘nin ismi olan  شَجَرَتَ  kelimesi izafetle marife olmuştur. Bu izafet, faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur. اِنَّ ’nin haberi sonraki ayette gelmiştir.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الزَّقُّومِ  kelimesine, cahiliye şiirlerinde de rastlamadım. Bazı tefsir kitaplarında da onların bu ağacı tanımadıklarına işaret edilmiştir. Bununla beraber “zakkum ağacı” tabiri izafetle marife olarak gelmiştir. Yani, ağaç kelimesi marife bir kelimeye muzâf olmuştur, bu da bu ayet nazil olduğu vakit onların bu ağacı biliyor olduklarına işaret eder. Zira zakkum ağacı Kur’an-ı Kerîm'de 3 surede; Sâffât, Vâkıa ve Duhân Suresi'nde geçmiştir. Bunlardan Duhân Suresi nüzûl açısından sonuncu, Vâkıa ise ilkidir. Bu da buradaki izafetin sebebidir, daha önce adı geçtiği için artık marife haline gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.149)
Duhân Sûresi 44. Ayet

طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 طَعَامُ yemeğidir ط ع م
2 الْأَثِيمِ günahkarların ا ث م

طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ

 

Ayet, önceki ayetteki  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْاَث۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ

 

Cümle, önceki ayetteki  اِنَّ ’nin haberidir. Cümlede müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir. Müsnedin tahkir ifade eden bir kelimeye muzâf olması müsnedün ileyhin de tahkirini ifade eder.

الْاَث۪يمِۚۛ  kelimesi çok günahkar demektir. فَعِيلٍ  veznindedir. Bundan murad, إنَّ هَؤُلاءِ لَيَقُولُونَ  [Duhan:34] ifadesinde bahsedilen müşriklerdir. (Âşûr) 

Muzâfun ileyh olan  الْاَث۪يمِۚۛ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

 
Duhân Sûresi 45. Ayet

كَالْمُهْلِۚۛ يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ  ...


45-46. Ayetler Meal  :   
O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَالْمُهْلِ erimiş maden gibi م ه ل
2 يَغْلِي kaynar غ ل ي
3 فِي
4 الْبُطُونِ karınlarda ب ط ن

  Ğaleve غلو :

  غُلُوٌّ Sınırı/haddi aşmaktır. Eğer bu fiyatla ilgiliyse غَلاء sözcüğü, derece ve mertebeyle ilgiliyse غُلُوٌّ sözcüğü ve eğer atılan okla ilgiliyse de غَلْوٌ sözcüğü kullanılır. Bütün bu farklı formların fiili ise غَلَى - يَغْلُوا şeklinde gelir.

  غَلْيٌ - غَلَيانٌ tencerenin kaynama neticesinde dolup taşmasıdır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim olarak 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri galeyan ve kalyondur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

كَالْمُهْلِۚۛ يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ

 

كَالْمُهْلِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf ikinci haberine mütealliktir. يَغْل۪ي فِي الْبُطُون  cümlesi  مُهْلِ  ‘den hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَغْل۪ي  kelimesi  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي الْبُطُون  car mecruru يَغْل۪ي  fiiline mütealliktir.

كَالْمُهْلِۚۛ يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette  كَالْمُهْلِۚۛ  car mecruru, 43.ayetteki  اِنَّ ’nin mahzuf ikinci haberine mütealliktir. 

Teşbih harfi  كَ  ile yapılan benzetme 43. ayetteki  طَعَامُ ‘la ilgilidir. Müşebbeh olan  زَّقُّومِۙ , erimiş madene benzetilerek cehennem yemeğinin korkunçluğu mübalağalı olarak anlatılmıştır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ  cümlesi,  مُهْلِۚۛ ’nin veya  طَعَامُ الْاَث۪يمِۚۛ ’in müekked hali olarak ıtnâbdır. 

Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 273)

كَالْمُهْلِۚۛ  ve  يَغْل۪ي فِي الْبُطُونِۙ  [Karınlarda kaynayan erimiş bakır gibi.] terkibinde mürsel mücmel teşbih vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Karınlarında kaynar su gibi kaynayan şey  زَّقُّومِۙ ‘dur. Yağın posası gibi olan erimiş maden değildir, çünkü o müşebbehün bihtir, kelam ise müşebbeh ile alakalıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.153)
Duhân Sûresi 46. Ayet

كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَغَلْيِ kaynaması gibi غ ل ي
2 الْحَمِيمِ sıcak suyun ح م م

كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ

 

كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ  mahzuf mukaddem mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, غليا كغلي الحميم (Kaynar suyun kaynaması gibi kaynar) şeklindedir. الْحَم۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ

 

İzafet terkibindeki ayette  كَ  harf-i ceri  مثل  manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir. Takdiri, يَغْل۪ي غِلياَنًا مثل غِليانِ الحميم  (Kaynar suyun kaynaması gibi kaynar) şeklindedir. Bu takdire göre cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. الْحَم۪يمِ  ve  غَلْيِ , muzâfun ileyhtir.

يَغْل۪ي - غَلْيِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh  طَعَامُ , müşebbehün bih  غَلْيِ الْحَم۪يمِ ‘dır.

كَغَلْيِ الْحَم۪يمِ [Kaynayan suyun kaynaması gibi.] terkibinde mürsel mücmel teşbih vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Ayette, günahkârın heva putuna kulluk edip, hırs ağacını diken, sonra da dünyada nefsin arzu ettiği şekilde tatlı nefsanî şehvet meyvelerini yetiştiren kimse olduğuna ve bunun ahiretteki yiyeceğinin, vasıfları yukarıda belirtilen zakkum olduğuna işaret vardır. (Ruhu’l Beyân)

 
Duhân Sûresi 47. Ayet

خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ  ...


(Allah, görevli meleklere şöyle der:) “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذُوهُ tutun onu ا خ ذ
2 فَاعْتِلُوهُ sürükleyin ع ت ل
3 إِلَىٰ
4 سَوَاءِ ortasına س و ي
5 الْجَحِيمِ cehennemin ج ح م

خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ

 

Ayet, mukadder bir söz için mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله للزبانية (Allah zebanilere şöyle der) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir.  خُذُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَاعْتِلُوهُ  atıf harfi  فَ  ile mukadder mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اعْتِلُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اِلٰى سَوَٓاءِ  car mecruru  اعْتِلُوهُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ

 

Mukadder bir sözün mekulü’l-kavli olan ayet fasılla gelmiştir. Takdiri, يقول الله للزبانية  (Allah zebanilere şöyle der) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi olan  خُذُوهُ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Aynı üslupta gelen فَاعْتِلُوهُ اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِلٰى سَوَٓاءِ  car mecruru اعْتِلُو  fiiline mütealliktir.  جَح۪يمِ  muzâfun ileyhtir.

فَاعْتِلُوهُ  -  خُذُوهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاعْتِلُوهُ  sıygası Kur’an-ı Kerîm'de bu ayetten başka bir yerde gelmemiştir. Bu kelimenin sülâsî şekli Kalem Suresinde  عُتُلٍّ (kaba ve haşin) şeklinde gelmiştir. Râğıb'ın dediği gibi: “Malı kendisine doğru çeken obur ve malı başkasından men eden cimri kişi” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.159)

اِلٰى سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ [Cahîm'in ortasına] sözü, cahîm'in ortasında tutuşan ateşin daha kuvvetli ve daha şiddetli olması dolayısıyladır. Burada,  سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِۚ  sözü tercih edilmiştir, bunda o kişinin farklılığına işaret vardır. O, nâr (ateş) ehlinin çoğunluğu gibi değildir, onların arasından özel biridir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.160)

 
Duhân Sûresi 48. Ayet

ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِه۪ مِنْ عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ  ...


“Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 صُبُّوا dökün ص ب ب
3 فَوْقَ üstüne ف و ق
4 رَأْسِهِ başının ر ا س
5 مِنْ -ndan
6 عَذَابِ azabı- ع ذ ب
7 الْحَمِيمِ kaynar su ح م م

ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِه۪ مِنْ عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ

 

Ayet,  ثُمَّ  atıf harfi ile  اعْتِلُوهُ  cümlesine matuftur.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

Fiil cümlesidir. صُبُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  فَوْقَ  zarfı mekân olup  صُبُّوا  fiiline mütealliktir.

رَأْسِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.

عَذَابِ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَم۪يمِۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِه۪ مِنْ عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ

 

Cümle terâhî ve rütbe ifade eden (Âşûr)  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

ثُمَّ  atıf harfidir. Asıl manası ‘tertip ve mühlet’ olmasına rağmen burada ‘başa dökülen azap’ şeklindeki ‘hakir görmek’ manasındaki değişikliğe dikkat çekmek için gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.161)

الصَّبُّ : Bir şeyin bir mazrufa dökülmesi demektir.  صَّبُّ  fiili azaba müteaddi olmaz. Çünkü azap manevi bir emir olup dökülmez.  صَّبُّ  azabı hızlandırmak ve kuvvetlendirmek için müstear lafız olup, bunu duyan günahkârın korkutulmasını sağlayan bir temsil içindir. (Âşûr) 

فَوْقَ  zaman zarfı  صُبُّوا  fiiline mütealliktir. 

مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.  عَذَابِ الْحَم۪يمِ  lafzen mecrurdur. Mef’ûl olarak mahallen mansubdur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı  فَوْقَ رَأْسِه۪ , durumun önemini vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

عَذَابِ الْحَم۪يمِۜ  ifadesinde mecazî isnad vardır.  الْحَم۪يمِۜ ‘kaynama derecesine ulaşmış su’ demektir ve dökülen azap değil kaynar sudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.161)
Duhân Sûresi 49. Ayet

ذُقْۙ ۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  ...


(Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذُقْ tad ذ و ق
2 إِنَّكَ zira sen
3 أَنْتَ kendince
4 الْعَزِيزُ üstündün ع ز ز
5 الْكَرِيمُ şerefliydin ك ر م

ذُقْۙ ۚ 

 

Ayet, mukadder bir sözün mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول له الزبانية (Zebaniler ona der ki…) şeklindedir.


اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْتَ  fasıl zamiridir. الْعَز۪يزُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi,  الْكَر۪يمُ  ise ikinci haberi olup lafzen merfûdurlar.

الْعَز۪يزُ - الْكَر۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذُقْۙ ۚ 

 

Mukadder bir sözün mekulü’l-kavli olan ayet fasılla gelmiştir. Takdiri, تقول له الزبانية (Zebaniler ona der ki) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mekulü’l-kavl cümlesi  ذُقْۙ , emir üslubunda talebi inşa isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehekküm ve alay anlamına gelmesi sebebiyle cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ذُقْۙ (Tat!) emrinde istiare vardır. Zahiren zikredilmemiş mef’ûl olan azabı hissetmek yemekten zevk almaya benzetilmiştir. 

Zevk almak, tadılan şeyin künhünü anlamak bakımından hissetmenin en son noktasıdır. Azabı tatmak şeklinde Kur’an'da çok kullanılmıştır. Aslında Kur’an'da  ذُقْۙ ۚ  ذُقُوا , فذُوقُوا  ُkelimeleri sadece azap kastedildiğinde kullanılmıştır. Kur’an'da müfred olarak  ذُقْۙ  sözü ise sadece bu ayette gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.162)

Önceki gaib sıygadan  ذُقْۙ  kelimesinde muhatap sıygaya iltifat vardır.

Ayet, Ebû Cehil ve onun gibilerine tehdit olarak inmiştir. Ayetteki  ذُقْۙ (tat!) sözcüğünde, onun dünyada da azap gördüğünü ancak gaflet uykusundan, perdenin yoğunluğundan, azabın acısını tadamadığına işaret vardır. Ama öldüğünde uyanacak, kendi nefsine yaptığı zulmün acısını tadacaktır. (Ruhu’l Beyân)


 اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. 

Munfasıl zamir  اَنْتَ , muttasıl  كَ  zamirini tekid için gelmiştir. (Âşûr) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve zamirin tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir.  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ -  الْكَر۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  sözü, zıddiyet alakası ile tehekküm maksadıyla gelmiş bir haberdir. Maksat söylenenin tersidir. Yani, ‘sen zelil ve hakarete uğrayansın’ demektir. Tehekküm manasını tekid eder. (Âşûr) 

Ayette, mübalağa yollarından olan tehekküm sanatı vardır.

Terim olarak tehekküm, “kibirli kimselere karşı hakaret anlamında yüceltme, korkutma/uyarma anlamında müjde, tehdit anlamında vaad, alay anlamında övgü lafzı getirmek suretiyle onlarla alay etmedir.” (Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatlari Dr. Mustafa Aydin)

Bu ayette  ذُقْۙ  emri söyleniş amacı açısından hakiki anlamda emir ve talep ifade etmemektedir. Bunu kendisinden sonra gelen  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  ifadesinden anlamaktayız. Başına  اِنَّ  edatının gelmesinden dolayı görünüşte talebî kelam olan  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  sözünün îrad ediliş amacı, muhatabı cehennemde olan kişi olduğu için şüphesi olan bir muhatabı ikna etmek değildir. Bu ayette, azaba müstehak olup cehenneme girmiş kimseyle alay etme vardır. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)

Bu ayetin Ebû Cehil’e hitap ettiği rivayet edilmiştir. Zira o, Resulullah’a (sav), “Bu iki dağ arasında ( Mekke’de) benden daha aziz ve daha kerim bir kimse yoktur. Yemin olsun ki, sen ve Rabbin bana karşı bir şey yapamazsınız!” demişti. Bunun üzerine ayet, ona karşı övgü lafzıyla istihza (alay) ve tehekküm olarak gelmiştir. (Taberî)

48-49

Burada ilk bakışta hakikat gibi görünmekle beraber burada maksat alay ve tehekkümdür. Kastedilen mana; direk olarak söylenmesinden daha kuvvetli olarak ifade edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Duhân Sûresi 50. Ayet

اِنَّ هٰذَا مَا كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ  ...


“İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰذَا o
3 مَا şeydir
4 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
5 بِهِ ondan
6 تَمْتَرُونَ kuşkulanmış م ر ي

اِنَّ هٰذَا مَا كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذَا  işaret ismi  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  تَمْتَرُونَ  fiiline mütealliktir.

تَمْتَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَمْتَرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  مري ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ هٰذَا مَا كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması, müsnedin mevsûlle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir içindir. 

Müsned olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ بِه۪ تَمْتَرُونَ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıla cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için amili olan  تَمْتَرُونَ ’ye takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafat, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Burada dikkat edilirse henüz bu olay olmamıştır. Çünkü fasıl günü henüz gelmemiştir. Dolayısıyla bu sadece uyarı, korkutma ve ikazdır ki aklı olan bu davranışından geri dönsün. Bu da rahmet şekillerinden biridir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.166)

Önceki ayetlerdeki müfret zamirden, bu ayetteki  تَمْتَرُونَ  kelimesinde cemi zamire güzel bir iltifat sanatı vardır.
Duhân Sûresi 51. Ayet

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ  ...


Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الْمُتَّقِينَ muttakiler و ق ي
3 فِي
4 مَقَامٍ bir makamdadır ق و م
5 أَمِينٍ güvenli ا م ن

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

ف۪ي مَقَامٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  اَم۪ينٍ  kelimesi  مَقَامٍ ‘ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي مَقَامٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

اِنَّ ’nin ismi olan  الْمُتَّق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَقَامٍ  için sıfat olan  اَم۪ينٍ  kelimesi, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mekanın  اَم۪ينٍ ‘le sıfatlanması mecazî isnaddır. Mekan, koruyan himaye eden bir canlıya benzetilmiştir. Aslında emin olan mekan değil mekanda bulunandır. Bu üslup, o yerde bulunanların emniyetini etkili bir şekilde anlatmak için kullanılmıştır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ  sözündeki makam kelimesinden maksat mekândır. Yani husus ve umum alakası ile mecazdır. (Âşûr) 

اَم۪ينٍ  kelimesi,  أمِنَ الرَجلُ أماَنةً (Adam tam bir emniyete kavuştu) sözünden gelir ve bu da hainin zıddıdır. Mekanın emniyetle vasıflanması istiaredir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.173)
Duhân Sûresi 52. Ayet

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ  ...


Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي
2 جَنَّاتٍ bahçelerde ج ن ن
3 وَعُيُونٍ ve çeşme başlarında ع ي ن

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ

 

  

ف۪ي جَنَّاتٍ  car mecruru, önceki ayetteki  ف۪ي مَقَامٍ ‘den bedel olup mecrurdur. عُيُونٍ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.   

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ

 

Önceki ayetteki  ف۪ي مَقَامٍ ’den bedeldir.  جَنَّاتٍ - عُيُونٍۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin kesret ve tazim içindir.

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla bahçe ve pınar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü pınar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu nimetlerin güzelliklerini etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Duhân Sûresi 53. Ayet

يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ  ...


İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَلْبَسُونَ giysiler giyerler ل ب س
2 مِنْ -ten
3 سُنْدُسٍ ince ipek-
4 وَإِسْتَبْرَقٍ ve parlak atlastan
5 مُتَقَابِلِينَ karşılıklı otururlar ق ب ل

يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ

 

يَلْبَسُونَ  fiili önceki ayetteki  اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir. يَلْبَسُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ سُنْدُسٍ  car mecruru  يَلْبَسُونَ  fiiline mütealliktir. 

اِسْتَبْرَقٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مُتَقَابِل۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَقَابِل۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ سُنْدُسٍ ‘deki  مِنْ  harfi beyan içindir.  يَلْبَسُونَ  fiilinin delaletiyle المُبَيَّنُ kelimesi mahzuftur. Takdiri,  ثِيابًا مِن سُنْدُسٍ وإسْتَبْرَقٍ (ipek ve atlastan elbise) şeklindedir. (Âşûr) 

مِنْ سُنْدُسٍ  car mecruru ve ona matuf olan  وَاِسْتَبْرَقٍ  ifadesi fiile mütealliktir. 

تفاعل  babının ism-i fail vezninde gelerek sübut ve süreklilik anlamı ifade eden  مُتَقَابِل۪ينَ  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

سُنْدُسٍ  -  اِسْتَبْرَقٍ  -  يَلْبَسُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr

sanatı vardır.


Duhân Sûresi 54. Ayet

كَذٰلِكَ۠ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ  ...


İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ ayrıca
2 وَزَوَّجْنَاهُمْ onları evlendirmişizdir ز و ج
3 بِحُورٍ hurilerle ح و ر
4 عِينٍ iri gözlü ع ي ن

كَذٰلِكَ۠ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ

 

كَ  harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare,mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, الأمر كذلك (Durum işte böyledir.) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

زَوَّجْنَا  atıf harfi وَ ‘la  يَلْبَسُونَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَوَّجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِحُورٍ  car mecruru  زَوَّجْنَا  fiiline mütealliktir. ع۪ينٍ  kelimesi حُورٍ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حُورٍ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. 

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

زَوَّجْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زوج ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

كَذٰلِكَ۠

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İtiraz cümlesi bu ayette tenzih ve tazim gayesiyle gelmiştir. İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbtır. 

Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , takdiri الأمر (Durum) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin başındaki  كذلك  sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101) 

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile  ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)


 وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ

 

وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile … يَلْبَسُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. Atfedilen cümleler arasında muzariden maziye iltifat sanatı vardır.

Kıyamet günüyle ilgili olaylar anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

ع۪ينٍ  kelimesi حُورٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

حُورٍ  kelimesinin nekreliği nev, tazim ve kesret içindir. 

حُورٍ  kelimesi  حوراء 'nın çoğuludur.  حوراء , beyaz tenli kadın demektir.  ع۪ينٍۜ de  عيناء' nın çoğuludur. عيناء', iri gözlü kadın demektir. (Ebüssuûd) 

Alimlerimiz burada geçen tabirin, “bir arada bulunmak, yakınlık” manasında olduğunu söylemişlerdir. Zira bilinen manada evlenmek,  بِ  harfi olmaksızın kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.177)
Duhân Sûresi 55. Ayet

يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ  ...


Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَدْعُونَ isterler د ع و
2 فِيهَا orada
3 بِكُلِّ her ك ل ل
4 فَاكِهَةٍ meyveyi ف ك ه
5 امِنِينَ güven içinde ا م ن

يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ

 

Ayet, önceki ayetteki  زَوَّجْنَاهُمْ ‘deki gaib zamirin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَدْعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline mütealliktir. 

بِكُلِّ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  فَاكِهَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمِن۪ينَ  kelimesi  يَدْعُونَ ‘deki failin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اٰمِن۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi أمن  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ

 

Cümle, önceki ayetteki  زَوَّجْنَاهُمْ  filinin mef’ûlünden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَدْعُونَ  fiili,  بِ  harf-i ceriyle  يرغبون  fiilinin manasını tazmin etmiştir. (Mahmud Safî https://tafsir.app/)

اٰمِن۪ينَ , fiilin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

 فَاكِهَةٍ  kelimesindeki tenvin nev, tazim ve kesret içindir.
Duhân Sûresi 56. Ayet

لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ  ...


Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından korumuştur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَذُوقُونَ tadmazlar ذ و ق
3 فِيهَا orada
4 الْمَوْتَ ölüm م و ت
5 إِلَّا başka
6 الْمَوْتَةَ ölümden م و ت
7 الْأُولَىٰ ilk ا و ل
8 وَوَقَاهُمْ ve onları korur و ق ي
9 عَذَابَ azabından ع ذ ب
10 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م

لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ 

 

Ayet,  يَدْعُونَ ‘deki failin veya  اٰمِن۪ينَ ‘deki zamirden hal olup mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَذُوقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  يَذُوقُونَ  fiiline mütealliktir. 

الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِلَّا  istisnâ edatıdır.  الْمَوْتَةَ  müstesnâ olup, istisna-i munkatıadır. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاُو۫لٰى  kelimesi  الْمَوْتَةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  زَوَّجْنَاهُمْ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir.  وَقٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  جَح۪يمِۙ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ

 

Ayet  يَدْعُونَ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan  الْمَوْتَ ‘e takdim edilmiştir. 

ف۪يهَا  car mecruru  لَا يَذُوقُونَ  fiiline mütealliktir. الْمَوْتَ  mef’ûlun bihdir. اِلَّا  istisna edatı, الْمَوْتَةَ müstesnadır.

الْاُو۫لٰى  kelimesi  الْمَوْتَةَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَوْتَ  -  مَوْتَةَ  kelimeleri cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayette övgü menfi bir fiille yapılmıştır. Orada ölüm acısının olmayacağının ifade edilmesi bir övgü iken ‘yaşadıkları ilk ölümden başkası yoktur’ anlamıyla birlikte övgü pekiştirilmiş olmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Şayet “Cennet’e girmeden önce tadılacak olan ilk ölüm, nasıl orada tadılmayacağı belirtilen ölümden istisna edilmiştir?” dersen, şöyle derim: Bu ifadeyle cennetliklerin orada asla ölümü tatmayacakları söylenmek istenmiş, ilk ölüm hariç sözü de bu söylenmek istenenin yerine söylenmiştir. Çünkü geçmişte gerçekleşip gitmiş bir ölümün gelecekte tadılması mümkün değildir. Bu, meseleyi imkânsıza bağlama kabilinden bir ifadedir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: Şayet dünyadaki ölümün gelecekte (cennette) tadılması mümkün olursa, işte o zaman onu tadarlar ama böyle bir şey muhaldir. (Keşşâf) 

Ölüm, tadına bakılmayan bir arazdır fakat tadı hoşlanılmayan bir yemek gibi değerlendirilmiştir. Bundan dolayı istiare yoluyla ölüm için "tatmak" vasfı kullanılmıştır. (Kurtubî) 


 وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  54.ayetteki … زَوَّجْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Kıyamet günüyle ilgili olaylar anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

جَح۪يمِۙ - عَذَابَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Birbirine atfedilen cümleler arasında, azamet zamirinden gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Muttakiler Allah'ın gazabı ile kendileri arasına bir kalkan koymuşlardır ve şimdi de Rabbi onlarla  جَح۪يمِۙ  azabı arasına koruyucu bir kalkan koymuştur. Böylece onları, kendi amelleri cinsinden mükâfatlandırmıştır. Bu ayet onların Allah'tan istedikleri şeyin kabulüdür. Onlar Allah'ın azabından korunmak istemişler, Allah da onları azabından korumuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.184)

Allah’ın koruyarak cennetine aldığı kişiler için tekrar “onları cehennem azabından korumuştur” ifadesinin zikri cümlenin önce manasının, daha sonra da lafzının gelmesi kabilindendir. Ayrıca bu cümlede gaib zamire iltifat vardır. Alimler iltifatın olduğu yerde önemli işaretler olduğunu söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.186)

 
Duhân Sûresi 57. Ayet

فَضْلاً مِنْ رَبِّكَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...


Bunlar, Rabbinden bir lütuf olarak verilmiştir. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَضْلًا bir lutuf olarak ف ض ل
2 مِنْ -nden
3 رَبِّكَ Rabbi- ر ب ب
4 ذَٰلِكَ işte budur
5 هُوَ o
6 الْفَوْزُ başarı ف و ز
7 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
Riyazus Salihin, 87 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler ki:
- Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
- “(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!
(Müslim, Münâfikîn 76, 78. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19).

فَضْلاً مِنْ رَبِّكَۜ 

 

فَضْلاً  masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  تفضّلا فضلاً  (Bir üstünlükle üstün kıldı) şeklindedir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  فَضْلاً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. İşaret zamiri  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  kelimesi الْفَوْزُ ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

 Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَظ۪يمُ۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَضْلاً مِنْ رَبِّكَۜ 

 

Fasılla gelen ayette  فَضْلاً ,  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, تفضَّل (Üstün kıldı) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Muktezâ-i zâhiri,  فَضْلًا مِنهُ أوْ مِنّا  şeklinde denilmesini gerektirirken,  رَبِّ  lafzı izmar makamında  açık olarak zikredilmiştir. Bu izhardaki nükte, Peygamber Efendimiz'in makamını şereflendirmek ve bunun O’na iman etmeleri için ikram olduğuna imadır. (Âşûr)   

Burada Rabb isminin muhatap zamirine izafetindeki delaletlerden biri Peygamber Efendimiz'in Rabbi’nin yanındaki menzilinin, ümmetinden mü’minlere olan fazilet için bir basamak olduğu ve bu ümmetin Allah katında Peygamber Efendimiz'in kerametinin büyük bir cüzü olduğudur. Ayrıca bu izafetle Resulullah'ın (sav), Rabbinin huzurunda olduğu gözümüzün önünde canlanır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.188)

فَضْلاً مِنْ رَبِّكَۜ  [Rabbi’nden bir fazl olarak] sözü, 56. ayetteki, (Allah) onları cahîmin azabından korumuştur sözünden haldir ve onu takip eder ya da emin makam üzerine tertip edilmiştir ve îrab açısından da önceki ayetten bir cüzdür. Sonraki ayete de dahildir ve araları vakf ile açılmasın diye gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.187)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda konumundaki işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin derecesinin yüksekliğini belirtmek ve dikkat çekmek içindir.

Müminlerin mükâfatına işaret edilen  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ , mübtedanın haberidir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. (Âşûr) 

Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْفَوْزُ  -  فَضْلاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ , bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, Maide/32)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ [Ve işte büyük necât budur] sözü, gerçekten mükemmel bir fasıladır. Uzaklık için kullanılan işaret ismi bu kurtuluşun yüceliğine işaret eder. Haberin marife gelişi ve fasıl zamiri sebebiyle kasr vardır. Yani bu yüce kurtuluş, kötülüklerden korunan bu kişilere tahsis edilmiştir. Bundan daha yüce bir kurtuluş yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 93 - Âşûr)

Fasıl zamiri de kasr manasını tekid eder. Çünkü  فَوْزُ الْعَظ۪يمُ , emin makamı ve cahîm azabından kurtuluşu özetleyen bu  ذٰلِكَ  üzerine kasredilmiştir. Mana şöyledir: “Bu işaret isminin delalet ettiği fevz'den daha büyük bir fevz yoktur.”  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.190)
Duhân Sûresi 58. Ayet

فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  ...


(Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنَّمَا kesinlikle
2 يَسَّرْنَاهُ biz o’nu kolaylaştırdık ي س ر
3 بِلِسَانِكَ senin diline ل س ن
4 لَعَلَّهُمْ umulur ki
5 يَتَذَكَّرُونَ düşünüp öğüt alırlar ذ ك ر

Sûre, Kur’an’ın önemine dikkat çekerek başlamış, yeri geldikçe onun müstesna niteliklerine temas etmişti. Son âyetlerinde yine aynı temayı işlemekte, insanların anlamak ve üzerinde düşünmek için Kur’an’a yönelmelerini tavsiye etmektedir. Onu anlamak kolaydır, Hz. Peygamber’in kavmiyle konuşup anlaştığı dilde vahyedilmiştir, içinde hedef kitlenin anlamakta güçlük çekecekleri çetrefil ifade ve kavramlar yoktur.

Kur’an tebliğ edildikten sonra ona inananlar da inanmayanlar da bekleyecekler, bildirdiği şeylerin dünyada ve âhirette bir bir gerçekleştiğini göreceklerdir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 800

فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ

 

فَ  istînâfiyyedir. اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfedir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org   

يَسَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِ  muhasebe içindir.  بِلِسَانِكَ  car mecruru  يَسَّرْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَسَّرْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  يسر ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ

 

فَ , istînâfiyyedir. Cümle kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrûr arasındadır.  يَسَّرْنَاهُ sıfat/maksûr,  بِلِسَانِكَ  mevsûf/maksurun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  بِلِسَانِكَ  izafetinde Hz.Peygambere ait zamire muzâf olan  لِسَانِ , şan ve şeref kazanmıştır.

بِلِسَانِكَ  car mecrurundaki  بِ  sebebiyyedir. Yani, ‘senin lisanın sebebi ile’ demektir. (Âşûr)  

Bu ayetin manası, “onu senin lisanınla kolaylaştırdık” şeklindeki lafzî mana değildir. Çünkü maksat böyle olsaydı, اِنَّمَا (sadece) kelimesi olmazdı. Ayette, “Biz bu lisandan başkasını kolaylaştırmadık” vurgusu vardır. Görüldüğü gibi kolaylaştırmak fiili, azamet zamirine isnad edilmiştir, bu da bu kolaylığın ilâhi bir iş olduğunu ifade eder. Çünkü bu isnad sadece Allah Teâlâ'nın yaptığı fiillerde gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.197)


لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin son cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. 

لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَتَذَكَّرُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür .

Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. 

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)

لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  [tezekkür etsinler diye] sözündeki  لَعَلَّ ’nin manası ta‘lildir, yani “tezekkür etsinler diye onu senin lisanınla kolaylaştırdık” demektir. Ama bunun yerine burada ümit ifade eden bir lafız gelmiştir. Halbuki Allah bundan münezzehtir, çünkü O bizim gibi değildir. Allahu a‘lem burada murad tezekkür etmeye teşviktir. Allah Teâlâ, Kendisinden bir şey bekleyenin dileğini kabul eder. O sadece kullarına kullarının kendi aralarında konuştuğu gibi hitap eder. Bu üslup, “Kulum Bana yürüyerek geldiğinde Ben ona koşarak giderim” şeklindeki kudsî hadise benzer. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.198)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilahlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken,  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Surenin son bölümde sözün bittiğine dair bir işaret mahiyetinde olan bu ayet berâat-i intihâ sanatına güzel bir örnektir.

 
Duhân Sûresi 59. Ayet

فَارْتَقِبْ اِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ  ...


Artık sen (onların başına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَارْتَقِبْ biraz bekle ر ق ب
2 إِنَّهُمْ onlar da
3 مُرْتَقِبُونَ beklemektedirler ر ق ب

فَارْتَقِبْ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كفروا فارتقب هلاكهم (İnkar ederlerse onların helakını bekle) şeklindedir.

ارْتَقِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  ارْتَقِبْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  رقب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

 اِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مُرْتَقِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُرْتَقِبُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَارْتَقِبْ

 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَارْتَقِبْ  cümlesi, takdiri  إن كفروا (İnkâr ederlerse) olan mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâzı hazif sanatıdır.

Cümledeki emir gerçek manada değildir. Asıl maksat tehaddi ve muhatabın acziyetini bildirmektir. Vaz edildiği üslubun dışında mana yüklendiği için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَارْتَقِبْ  lafzında irsâd sanatı vardır. Buradaki  فَ  harfi teferruat içindir, arkadan gelenlerin öncekilerin bir teferruatı olduğuna işaret eder. Çünkü  فَ  harfinden sonra gelenler surenin fezlekesi, yani özetidir. Böylece geçen tafsilatlardan sonra bu amaçlar tekrar canlandırılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.193)

İnatçıların hali için  ارْتَقِبْ  kelimesinin kullanılması istiare-i tehekkümiyedir. Çünkü muhakkak ki onlar bununla karşılaşacaktır. Karşılaşmamaları imkansızdır. Böylece  ارْتَقِبْ  ve  مُرْتَقِبُونَ  arasındaki müşâkele güzelleşmiştir. (Âşûr) 


اِنَّهُمْ مُرْتَقِبُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُرْتَقِبُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.  

مُرْتَقِبُونَ  -  ارْتَقِبْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Surenin son ayetlerinin fasılalarındaki  و- نَ , ي - نَۙ  ile oluşan ses uyumu lafzî güzelliklerden seci sanatının güzel bir örneğidir.

Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı söz konusudur, bu sanat sayesinde surenin iki ucu birleşmiştir. Başlangıç ve bitiş arasındaki alaka her ikisinin de konusunun kitap oluşudur. Başlangıçta onun apaçık bir Kitap olduğu, Allah'ın onu mübarek bir gecede indirdiği söylenirken, sonunda Allah Teâlâ'nın onu apaçık Arap diliyle kolaylaştırdığı zikredilmiştir.(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.193)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Günün Mesajı
86. Ayet-i kerime şefaat konusunda şu hususlara dikkat çeker: 
- Dünyada mabud edinilen varlıkların çoğu şefaat etmeye layık değillerdir. Çünkü onların sapkınlık içinde yaşamış olanları, bizzat Allah'ın huzurunda suçlu olarak hazır bulunacaklardır. Fakat içlerinden doğru bilgilere dayanıp şuurlu bir şekilde ilâhi gerçekleri kabullenen ve bunlar doğrultusunda mükemmel bir kulluk sergileyenler, Allah'ın izniyle şefaat edebilmeye hak kazanacaklardır. 
- Şefaat izni olanlar, ancak şuurlu olarak Hakka iman edenlere şefaat edebileceklerdir. Yoksa şuursuzca yaşayan ve Allah'tan başkalarına kulluk edenlere, hiç kimse şefaat etmeyecektir. 
- Bu ayetten bir hususta nasıl şahit olunabileceğinin usulü de çıkmaktadır. Yani bir kimsenin bir hususla ilgili şahitlik yapabilmesi için şehadet ettiği olayı görmesi ve bilmesi gerekir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Zamanın her döneminin, her sürüsünde bazı kuşlar bulunurdu. Bunlar, kanatlarını güçlendiren kuş yakınlarına ve arkadaşlarına bakar, kendi kanatlarını güçlendirme çabası göstermeden eğlenirlerdi. Kendileri için yuva yapmaz, yumurtlama zamanı gelince de, sahipleri yokken başka yuvalara bırakma planı yaparlardı. 

Yapılan uyarılara kulak asmaz, hallerinden memnun beklerlerdi. “Nasılsa çalışan ve yapan var, neden yorulayım.” diyerek tembelliklerini savunurlardı. “Sıkıntı çıkmayacak, bak görürsünüz.” diyerek rahatlık mesajı verir, başka gençleri özendirirlerdi. Gerçekten de, yumurtlama zamanı gelince, yumurtalarını seçtikleri yuvalara bırakır. Göç zamanı gelince de, ikna ettikleri yakınlarının ayaklarına tutunurlardı. 

İlk başta, her şey onların lehine işler gibi görünürdü. Zira, ne olursa olsun, yeryüzünde onların da sevenleri ve onlara kıyamayanları vardı. Ta ki herkesin kendi derdine düştüğü an gelene dek! Yolculuk esnasında yorgunluğa dayanamayan kuşlar daha da ağırlaşan ağırlıklarından kurtulmak zorunda kalırlardı. Kıtlık zamanı ya da taşınma zamanı gelince de, ilk yuvadaki yabancı yumurtadan vazgeçilirdi.

Her şeyin sonunda, bu kuşlar düştükleri hale ağlarken bile, kendilerinden çok başkalarını suçlamaya devam ederlerdi. “Halbuki, çalışanları görünce, benim için de çalış bile demiştik.” derlerdi. Hiçbir çaba göstermemelerine rağmen, sırf kalplerindeki saf niyetten dolayı iyiliği hakkettiklerine dair kendilerini kandırmışlardı. “Kendin için çalışmalısın!” hatırlatmalarını duymazdan gelmişlerdi.

Ey Allahım! Bizi, hesap günü yalnız bırakma. Sırtımızı, Senden başkasına dayandırma. Hesabımızı, kendi elimizle zorlaştırmamıza izin verme. Bedenimizi, cehenneme sürüklenenlerden eyleme.

Ey Azîz ve Rahîm olan Allahım! Hesap gününün her türlü zorluğunun, rahmetin ile kolaylaşması umuduyla Sana sığınırız. O gün, bizim, dostumuz ve yardımcımız ol. O gün, bizi, rahmetine mazhar olanlardan eyle. 

Ey Allahım! Bizi, Sana itaatsizlikten kaçınanlardan eyle ve cehennem azabından koru. Cennet kıyafetleri içinde, cennet bahçelerinde dolaşanlardan, cennetteki dostlarıyla beraber cennet nimetlerine sevinenlerden eyle.

Amin.

***

Yeryüzünde insan bazen kendi deneyimleriyle, bazen de sadece gördükleriyle ya da işittikleriyle  yaşamdaki bir kısım güzelliklerin ve çirkinliklerin, iyiliklerin ve kötülüklerin iki ucuna şahit olur. 

Nefsani hevesler penceresinden bakıldığında hiçbir şey için tamamen iyi ya da kötü demek mümkün değildir. Zira birinin iyi bulduğunu bir başkası kötü, öbürünün güzel algıladığını diğeri çirkin bulur. Bazı kalıplarla da tüketimi arttırmak isteyen şirketler oynar. Bugünün saçı ve kaşı, yarının demodesi olur. Dünün akıl hastalıkları, bugünün tercihlerine dönüşür. Çoğunluğun karşı çıktığı sapkınlıklar, zorla dayatılır ve belki umutsuzluktan, belki eziklikten doğan bir sessizlik yayılır. Allah’a itaat eden bir kul için ise kategoriler ve kalıplar bellidir. Bu yüzden de o, doğru mekanlarda bulunmaya ve doğru insanlarla görüşmeye çalışır.

Bir de kişinin içinde bulunduğu halet-i ruhiyesine göre manası değişen, bir uçtan diğerine kayan dünya nimetleri vardır. Sevdikleriyle her bir araya geliş iyi hissettirmez, düğünlerle cenazeler bir değildir. Yediği her vakit lezzet almaz, sağlıkta ve hastalıkta yemek aynı değildir. Sıkılmak bile eldeki nimetin bütün güzelliğini ya da iyiliğini tüketir de geçen süreyi bir çeşit ızdıraba dönüştürür. Ancak dünya hayatında, zaman ve çaba sonucu gelişen değişim ile kişinin rahatlaması ya da başka bir şeye odaklanması mümkündür. İnanan bir mü’min için Allah’a sığınmak ve O’nu anmak ve O’na amellerle yaklaşmak yani özünde Allah’a iyi bir kul olmaya çalışmak seçimlerin en hayırlısıdır.

Hesabın sonunda varılan cehennem ve cennete basit bir akılla bakıldığında bile şu anlaşılır: onların sıfatları nettir yani değişmez, ebedidir. Cehennem hayatından kaçış yoktur. Korku bile anlamsızdır, salt çaresizlik vardır. Cennette de umuda gerek yoktur. Zira zaten her zerre Allah’ın rahmetinden, muhabbetinden ve nurundan ibarettir. Allah’a ve O’nun sevdiklerine kavuşmak ile tükenmez bir huzur ile doludur. 

Ey Allahım! Verdiğin ve vermediğin nimetler için hamd olsun. Muhabbetin ile gönüllerimizi razı eyle. İstediğimiz ve istemeyi akıl edemediğimiz nimetler için hamd olsun. Nurun ile imanımızı tamam eyle. Şükrünü edemediğimiz ve kıymetini bilemediğimiz nimetler için hamd olsun. Rahmetin ile kusurlarımızı af eyle. 

Ey Allahım! Dünyadan ahirete ulaştıransın. Senin adın ile nefes alıp verenlerden eyle. Yaşatan, öldüren ve diriltensin. Sana olan imanımızı ve teslimiyetimizi sağlam eyle. İyileri mükafatlandıransın, kötüleri cezalandıransın. Rahmetin ile kuşattıklarından, iki cihanda da sevindirdiklerinden eyle. Cennet ve cehennemi yaratansın. Bizi rızan ile cennet ehline dahil eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji