21 Ocak 2026
Câsiye Sûresi 1-13 (498. Sayfa)
Câsiye Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 37 âyettir. Sûre, adını 28. âyette geçen “Câsiye” kelimesinden almıştır. Câsiye, diz üstü çöken demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilmesi, dış âlemde Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetler, İsrailoğullarının kendilerine verilen nimetlere inkâr ve isyanla karşılık vermeleri konu edilmektedir.
Mekke döneminde inmiştir. 37 âyettir. Sûre, adını 28. âyette geçen “Câsiye” kelimesinden almıştır. Câsiye, diz üstü çöken demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilmesi, dış âlemde Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetler, İsrailoğullarının kendilerine verilen nimetlere inkâr ve isyanla karşılık vermeleri konu edilmektedir.

1. Kur’an’ın Allah katından geldiği.

2. Evrendeki varlıkların ve işleyiş kurallarının Allah’ın varlık, birlik, kudret ve hikmetine delil olduğu.

3. Evrendeki birçok nimetin Allah tarafından insanların istifadesine sunulmuş olduğu.

4. Kur’an’ı dinlememenin, onun talimatına uymamanın acı sonuçları.

5. İnanmayanların cezalandırılmasının Allah’a bırakılması.

6. İsrâiloğulları örneğinden hareketle Allah’ın nimetlerle ve din kurallarıyla kullarını denediği,

imtihanı kaybedenlerin dünya ve     âhirette zarara uğrayacakları.

7. İnananlar ile inanmayanların Allah nezdinde aynı değerde olmadık­ları.

8. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenleri yeniden düşünmeye sevkeden deliller.

9. Bunca nimetin ve kemalin sahibi olan Allah’a hamdü senâ.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Câsiye Sûresi 1. Ayet

حٰمٓۜ  ...


Hâ Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حم Hâ Mîm
Sûre başlarındaki bu harflere hurûf-ı mukattaa denir (bilgi için bk. Bakara 2/1).

حٰمٓۜ

 

 حٰمٓۜ  hurûf-u mukattaâ harflerindendir.

حٰمٓۜ

 


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaâ harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Mukattaâ harflerinin Allah'tan başkasının bilmediği müteşabihattan olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu kitabın gönderildiği nesil içinde gerek iman etmiş, gerek inkâr etmiş kişilerin hiç birinin bu harfler hakkında bir söz söylediğini veya nasıl anlamak gerektiği konusunda düşündüğünü duymadım. Bildiğimiz tek şey bu harflerin Kur’an-ı Kerîm'de Ankebût, Rûm, Meryem ve Kalem gibi bilinen makamlarla başlayan surelerin başında yer aldığıdır. Bu da kitabın zikri ile bu harfler arasında bir ilişki olduğunun delilidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.33)

 
Câsiye Sûresi 2. Ayet

تَنْز۪يلُ الْـكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  ...


Kitab’ın indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلُ indirilmesi ن ز ل
2 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
3 مِنَ (tarafın)dandır
4 اللَّهِ Allah
5 الْعَزِيزِ üstün ع ز ز
6 الْحَكِيمِ hüküm ve hikmet sahibi ح ك م

Müşrikler Kur’an’ın, yıllardır aralarında yaşayan Hz. Muhammed’in eseri olmadığını biliyor, fakat bunun kaynağına ulaşamadıkları ve Allah’tan olabileceğini de akılları almadığı için başka bir insan veya cin tarafından öğretilmiş olduğunu ileri sürüyorlardı. Âyette “Kitab”ın, bilhassa Allah’tan indirilmiş olduğuna vurgu yapılması işte bu anlayışı yıkmayı hedeflemektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 10

  Hakeme حكم :

  حَكَمَ  fiilinin aslı ıslah etmek/düzeltmek maksadıyla men etmek/engellemektir. Bu sebeple atın gemine de حَكَمَة denmiştir.

  İnsanlar arasında hüküm veren kişiye حاكِمٌ ve çoğuluna da حُكَّامٌ denir. حَكَمٌ ise insanlar arasında hüküm verme işinin mütehassısı olan kimse hakkında kullanılır.

  Tefâul babındaki تَحاكُمٌ formu mahkemeye başvurmak ve muhâkeme olmak anlamındadır.

  Tef'il babı olan تَحْكِيمٌ formu ise hakem tayin etmektir.

  Hikmet حِكْمَةٌ kavramına gelince; ilim ve akıl ile hakka isabet etmek/ulaşmaktır. Bu itibarla hikmet Allah'tan olduğunda eşyanın bilgisine sahip olmak ve onları en muhkem biçimde var etmek anlamında; insandan olduğunda ise mevcudatın bilgisine sahip olmak ve hayır fiillerde bulunmak anlamına gelir.

  Kur'an'ın hikmet kavramıyla vasfedilmesi onu içermesi sebebiyledir.

  Son olarak مُحْكَمٌ sözcüğü ne lâfız ne de anlam bakımından kendisiyle ilgili hiç bir şüphenin ârız olmayacağı (söz) demektir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 210 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hakem, hâkim, hâkimiyet, ahkam, hikmet, hekim, hüküm, hükümet, tahakküm, mahkum, muhkem, mahkeme, muhakeme, istihkam, müstahkem ve tahkimdir.  (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

تَنْز۪يلُ الْـكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

İsim cümlesidir.  تَنْز۪يلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْـكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

الْعَز۪يزِ  lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  الْحَك۪يمِ  ikinci sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْز۪يلُ الْـكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْحَك۪يمِ - الْعَز۪يزِ , lafza-i celâlin iki sıfatıdır. Aralarında  و  olmaması, mevsufta bu iki vasfın birden mevcudiyetine işarettir.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Önce gelen الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebut/26)

تَنْز۪يلُ  kelimesi  نزل  fiilinin  تفعيل  babında masdarıdır.

Surenin bu ikinci ayeti, kelama en güzel giriş şekillerinden biri olan konusuyla alakalı bir şeyle başlayarak berâat-i istihlâl sanatının ve güzel lafızlar kullanılıp ağır lafızlardan, tenâfürden ve ta’kîdden uzak, sahih bir mana ifade ederek muktezâ-i halin gözetilmesiyle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğini teşkil etmiştir.

Şayet  حٰمٓۜ ‘i; haberi  تَنْز۪يلُ الْـكِتَابِ (kitabın indirilmesi) olan mübteda bir isim kabul edersen, o zaman muzâfın hazf edilmiş olması kaçınılmaz olur. Anlam ise;  حٰمٓۜ ’in indirilmesi, kitabın indirilmesidir şeklinde olur.  مِنَ اللّٰهِ (Allah’tan) ifadesi de  تَنْز۪يلُ  kelimesine müteallik olur. Eğer  حٰمٓۜ ‘i harf sayımı kabul edersen, Kitabın indirilmesi mübteda,  مِنَ اللّٰهِ (Allah’tandır) ifadesi de onun haberi olur. (Keşşâf)

تَنْز۪يلُ : malum masdar indirmek veya meçhul masdar indirilmek veya ism-i mef'ûl manasına gelen masdar olup indirilme kitap manalarına gelebilir. Yani Allah'tan kitap indirme, indirilmedir. Veya bu kitap Allah'tan indirilmiş kitaptır. Veya bir kimseye kitabın indirilmesi, elçiliğin verilmesi veya bu kitabın indirilişi O, Aziz, Hakim olan Allah'tandır. Kazançla yapılmaz, çalışmakla uydurulmaz. Çünkü Allah, Aziz, emrinde galip ve tedbirinde hüküm ve hikmet sahibidir. Bundan dolayı bu kitap da aziz ve hakimdir. (Elmalılı)
Câsiye Sûresi 3. Ayet

اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ  ...


Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي
3 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
5 لَايَاتٍ ibretler vardır ا ي ي
6 لِلْمُؤْمِنِينَ inananlar için ا م ن

Evrendeki varlıklar ve bunların düzeni, işleyişi, fonksiyonları, aklını ve bilgisini kullanarak sonuç çıkaranlar ve bu sonuca inananlar için çok şey ifade etmekte, âdeta okumakla bitmez bir kâinat kitabı oluşturmaktadır. 

Canlıların rızkı olan hemen her şey ile yağmur arasındaki sebep-sonuç vb. tabii ilişkilerden dolayı âyette yağmura “rızık” denilmiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 11

اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktır.  الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lâm, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  فِي السَّمٰوَاتِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muhataplar mümin olduğu halde cümle,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Bunun sebebi, Cenab-ı Hakk'ın birliğinin bir alameti olan, kainattaki delillerden istifade etmedikleri için, münkir menziline konulmalarıdır. (Âşûr)

لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  اٰيَاتٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْاَرْضِ سَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat, yeryüzünü de kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ifadesinin, zahiriyle -yani “göklerin ve yerin yaratılmasında” anlamıyla- alınması mümkündür; çünkü sonraki ayette, sizin yaratılmanızda denmektedir. (Keşşâf)

Belâgat, 3. ayette fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ  şeklinde gelmesini gerektirir. Çünkü Allah, “gökler ve yer” diyerek bütün alemi zikretmiştir. Yaratıcı’nın kâdir, âlim ve hakîm olduğuna delalet eden âlemdeki alametlerin bilinmesi, öncelikle bu sıfatlara sahip Yaratıcı bir varlığa inanılmasına bağlıdır. Bu yüzden burada fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  şeklinde gelmesi gerekmektedir. 4. ayetteki  يُوقِنُونَ  ve 5. âyetteki  يَعْقِلُونَ  fasılaları da makama (bağlama) en uygun fasılalardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

["Hiç şüphesiz şu göklerde ve bu yerde kesin inananlar için birçok ayet vardır."]

Bu ayeti kerime, kâinattaki afaki (harici alem) ve enfüsi (insanın kendi alemi) ayetlere dikkat çekmektedir. Ayetlerin mahalli ise ya göklerin ve yerin kendileridir; çünkü gökler ile yer sayısız ayet çeşidini içermektedirler, yahut onların yaratılmasıdır. Tıpkı ["Şüphesiz şu göklerin ve bu yerin yaratılmasında..."] (Bakara: 164) ayeti gibi. (Ebüssuûd)

 
Câsiye Sûresi 4. Ayet

وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ  ...


Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve
2 خَلْقِكُمْ sizin yaratılışınızda خ ل ق
3 وَمَا ve
4 يَبُثُّ yaymakta olduğunda ب ث ث
5 مِنْ -dan
6 دَابَّةٍ canlılar- د ب ب
7 ايَاتٌ ibretler vardır ا ي ي
8 لِقَوْمٍ kavimler için ق و م
9 يُوقِنُونَ kesin olarak inanan ي ق ن

وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ

 

ف۪ي خَلْقِكُمْ  car mecruru, atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuf olup, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , atıf harfi وَ ‘la mukadder muzaf ile  خَلْقِكُمْ ‘e matuf olup mahallen mecrurdur. Takdiri, خلق ما يبثّ  (Yaydığı mahlukat) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  يَبُثُّ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَبُثُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ دَٓابَّةٍ  car mecruru  مَا ‘nın temyizi veya mukadder ait zamirin mahzuf haline mütealliktir.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰيَاتٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktır. يُوقِنُونَ  kelimesi  قَوْمٍ ‘in sıfatı olup mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2 - Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3 - Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوقِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُوقِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  يقن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Bu atıf, hususun umuma atfı cinsindendir. Çünkü bizi ve arzda bulunan bütün canlıları yaratması; semâvât ve arzda bulunan ayetlere dahildir. Bizi ve arzda bulunan canlıları yaratma ayeti, semâvât ve arzda bulunan ayetlerin yanında gerçekten çok küçük sayılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.45)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي خَلْقِكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اٰيَاتٌ  muahhar mübtedadır. 

خَلْقِكُمْ ’a matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nin sılası olan  يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَبُثُّ   Kelimesinin muzari olarak gelişinin sebebi; hareketli canlıların farklı türlerinin yayılma olayını sürekli yenilenerek, tekrarlayarak devam ettiğine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

لِقَوْمٍ  için sıfat olan  يُوقِنُونَ  cümlesi, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِقَوْمٍ ‘in nekreliği, herhangi bir anlamında nev ve tazim,  دَٓابَّةٍ ‘in nekreliği nev ve kesret ifade eder.

Şayet, وَمَا يَبُثُّ (ve yeryüzüne yaydığı) ifadesi neye atıftır? Muzâf durumundaki  خَلْقِ kelimesine mi yoksa muzâfun ileyh konumundaki  كُمْ  zamirine mi? dersen şöyle derim:  Muzâfa matuftur; çünkü muzâfun ileyh, kendisine atıf yapılması hoş görülmeyen mecrur muttasıl bir zamirdir. Araplar “Sana ve Zeyd’e uğradım.” anlamında  مَرَرْتُ بِكَ وَ ذيدٍ , denmesini; “Bu, senin ve Amr’ın babasıdır.” anlamında هذا أبُوك وَ عمرٍ  denmesini çirkin görmüşlerdir. Yine, ifadeyi pekiştirmek istediklerinde  مَرَرْتُ بِكَ أنتَ وَ زيدٍ  demeyi de çirkin görmüşlerdir. (Keşşâf)

Belâgat, 3. ayette fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ  şeklinde gelmesini gerektirir. Çünkü Allah, “gökler ve yer” diyerek bütün alemi zikretmiştir. Yaratıcı’nın kâdir, âlim ve hakîm olduğuna delâlet eden âlemdeki alametlerin bilinmesi, öncelikle bu sıfatlara sahip Yaratıcı bir varlığa inanılmasına bağlıdır. Bu yüzden burada fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  şeklinde gelmesi gerekmektedir. 4. ayetteki  يُوقِنُونَ  ve 5. âyetteki  يَعْقِلُونَ  fasılaları da makama (bağlama) en uygun fasılalardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Câsiye Sûresi 5. Ayet

وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  ...


Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخْتِلَافِ ve değişmesinde خ ل ف
2 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
3 وَالنَّهَارِ ve gündüzün ن ه ر
4 وَمَا ve
5 أَنْزَلَ indirmesinde ن ز ل
6 اللَّهُ Allah’ın
7 مِنَ -ten
8 السَّمَاءِ gök- س م و
9 مِنْ (sebebi)
10 رِزْقٍ rızık ر ز ق
11 فَأَحْيَا ve diriltmesinde ح ي ي
12 بِهِ onunla
13 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
14 بَعْدَ sonra ب ع د
15 مَوْتِهَا ölümünden م و ت
16 وَتَصْرِيفِ ve estirmesinde ص ر ف
17 الرِّيَاحِ rüzgarları ر و ح
18 ايَاتٌ ibretler vardır ا ي ي
19 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
20 يَعْقِلُونَ düşünen ع ق ل

وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  ف۪ي خَلْقِكُمْ ‘a matuf olup mahallen mecrurdur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الَّيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. النَّهَارِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مَٓا اَنْزَلَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ رِزْقٍ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir.  

اَحْيَا  atıf harfi  فَ  ile  اَنْزَلَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَحْيَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِهِ  car mecruru  اَحْيَا  fiiline mütealliktir.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

بَعْدَ  zaman zarfı olup,  اَحْيَا  fiiline mütealliktir.  مَوْتِهَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

اَحْيَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl  babındandır. Sülâsîsi  حيي ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  اخْتِلَافِ الَّيْلِ ‘e matuf olup, mahallen mecrurdur.  الرِّيَاحِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اٰيَاتٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَعْقِلُونَ  kelimesi  قَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

يَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

Ayet, وَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اخْتِلَافِ الَّيْلِ , takdir edilen ف۪ي  harfiyle birlikte mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اٰيَاتٌ  muahhar mübtedadır. 

وَالنَّهَارِ  gibi  اخْتِلَافِ ’ye matuf olan müşterek  ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رِزْقٍ ‘in nekre gelmesi teksir, nev ve tazim,  لِقَوْمٍ ‘in nekreliği, herhangi bir anlamında nev ve tazim ifade eder.

 الرِّزْقُ  Kelimesi burada mecâz-ı mürsel yoluyla yağmur manasında gelmiştir.(YAĞMUR SEBEP, RIZIK MÜSEBBEBDİR.) çünkü yağmur kuvvetlerin varlığının sebebidir.(Âşûr)


Aynı üslupla gelerek hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilen  فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا  cümlesi faide-i haber ibtaidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهِ , ihtimam için mef’ûl olan الْاَرْضَ ’ya takdim edilmiştir.

تَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ  izafeti, mahzuf habere müteallik olan  اخْتِلَافِ الَّيْلِ ’ye matuftur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْقِلُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

[Yeryüzünün ölümünden sonra hayat bulması] ifadesinde mecazî isnad vardır. Hayat bulan yeryüzü değil, yeryüzünde yaşayan bitkilerdir. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Kevnî ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu, idmâc sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  ve الَّيْلِ - النَّهَارِ  ve  اَحْيَا  -  مَوْتِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ  [Allah'ın gökten indirdiği rızıkta..] cüm­lesinde mecâz-ı mürsel vardır. Rızıktan maksat yağmurdur. Bu mecâz-ı mürselin alakası, müsebbebiyet (sonuç) tir. Çünkü gökten rızık inmez. Fa­kat gökten, bitki ve rızkın çıkmasına sebep olan yağmur iner. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Yağmur, rızık sebebidir; rızık olarak ifade edilmesi, onun kudret cihetinden de rahmet cihetinden de bir ayet olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Belâgat, 3. ayette fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ  şeklinde gelmesini gerektirir. Çünkü Allah, “gökler ve yer” diyerek bütün alemi zikretmiştir. Yaratıcı’nın kâdir, âlim ve hakîm olduğuna delalet eden âlemdeki alametlerin bilinmesi, öncelikle bu sıfatlara sahip Yaratıcı bir varlığa inanılmasına bağlıdır. Bu yüzden burada fasılanın  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  şeklinde gelmesi gerekmektedir. 4. ayetteki  يُوقِنُونَ  ve 5. âyetteki  يَعْقِلُونَ  fasılaları da makama (bağlama) en uygun fasılalardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

Rüzgârların çeşitli yönlerden estirilmesi, vücud (gerçekleşmek) olarak yağmurdan önce olduğu halde yağmurdan sonra zikredilmesi, onun da ayrı bir ayet olduğunu bildirmek içindir. Zîra eğer gerçekleşme sırasına riayet edilmiş olsa, rüzgârların estirilmesi ile yağmurun yağdırılmasının hepsinin tek bir ayet olduğu vehm edilebilirdi.

Yahut anılan sıraya riayet edilmemesi, rüzgârların estirilmesi yalnız yağmurun başlangıcı olduğu için değil fakat hem onun için hem de diğer faydaları için ve ezcümle gemilerin, denizlerde seyretmesinin faydası ayet olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, Bakara Suresinde sekiz çeşit delilden bahsetmiş, burada ise bunlardan altısına yer vermiş, gemiler ve bulutlardan bahsetmemiştir. Bunun sebebi şudur: Geminin ve bulutun hareketinin dayandığı şey, farklı farklı rüzgârlardır. Binaenaleyh, adeta bir sebep gibi olan rüzgârlardan bahsetmek, gemiyi ve bulutu zikretmeye gerek bırakmamıştır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Câsiye Sûresi 6. Ayet

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ  ...


İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ işte şunlar
2 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
3 اللَّهِ Allah’ın
4 نَتْلُوهَا onları okuyoruz ت ل و
5 عَلَيْكَ sana
6 بِالْحَقِّ gerçek ile ح ق ق
7 فَبِأَيِّ hangi
8 حَدِيثٍ söze ح د ث
9 بَعْدَ sonra ب ع د
10 اللَّهِ Allah’tan
11 وَايَاتِهِ ve O’nun ayetlerinden ا ي ي
12 يُؤْمِنُونَ inanacaklar ا م ن

Evren kitabı, okumasını bilenleri Allah’a inanmaya ve O’nun nimetlerine şükretmeye götürdüğü gibi vahyedilen kitap Kur’an-ı Kerîm de, O’na kulak verenleri, gönderene ve tebliğ edene bakarak âyetlerini ciddiye alıp üzerinde düşünenleri, ondan bir hayat rehberi olarak lâyıkıyla istifade edenleri, dünyada düzgün bir hayat sürme, Allah’ın rızasını elde etme ve ebedî hayatta sonsuza kadar mutlu olma imkânla­rına kavuşturur. Bu kitabın kıymetini bilmeyenler, mâkul bir delile dayanmadıkları halde kurulu düzenin kendilerine sağladığı itibar ve menfaatler kaybolmasın diye onu inkâra yönelenler ise dünyada refah içinde yaşasalar bile ebedî âlemde perişan olacaklar, şiddetli cezalar göreceklerdir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 12-13

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اٰيَاتُ , işaret zamirinden bedel olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَتْلُوهَا  cümlesi mübteda  تِلْكَ  ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. نَتْلُوهَا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْكَ  car mecruru  نَتْلُوهَا  fiiline mütealliktir.  بِالْحَقّ  car mecruru  نَتْلُوهَا ‘daki failin veya mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir.


فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن لم يؤمنوا بهذا الحديث فبأيّ حديث يؤمنون  (Bu söze inanmazlarsa hangi söze inanacaklar) şeklindedir. 

بِاَيِّ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  حَد۪يثٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بَعْدَ  zaman zarfı  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اٰيَاتِه۪  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la lafza-i celâl’e matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ

 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir. 

İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah’ın lütfettiği nimetlere işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)


اٰيَاتُ اللّٰهِ  izafeti  تِلْكَ ‘den bedeldir. Veciz ifade kastına matuf bu izafette Allah ismine muzâf olan  اٰيَاتُ , şan ve şeref kazanmıştır.

التِّلاوَةُ : Okumak demektir. ‘’Okunan ayetler’’in manası; okunan Kur’an’ın lafızlarında onlara delalet etmesidir. نَتْلُو   fiili mecaz-ı aklî olarak kullanılmıştır. Çünkü okunan onun delalet ettiği şeydir. (Âşûr)

التِّلاوَةِ  (okumanın) Allah’a isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Çünkü Allah okunan Kur’an’ın yaratıcısıdır ve bu ayetlere işaret etmektedir. (Âşûr)

Önceki ayetlerde sıralanan deliller  تِلْكَ ‘de cem’ edilmiştir. Son dört ayet birlikte düşünüldüğünde cem' ma’at-taksim sanatının ifadeye kattığı anlam zenginliği farkedilir.

نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ  cümlesi  تِلْكَ ‘nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz.Peygamberdir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Lafza-i celâlin zikrinden sonra  نَتْلُوهَا  fiilinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِالْحَقِّۚ  car mecruru  نَتْلُوهَا  fiilinin failinden veya mef’ûlünden mahzuf hale mütealliktir. 

بِالْحَقِّۚ  sözü başka bir görüşe göre  نَتْلُوهَا  fiiline mütealliktir. Yani, hakka yapışarak onları okuyoruz demektir. Burada gafil olunmaması gereken bir soru vardır. O da, “Rabbimizin Peygamber Efendimize hak olmayan bir şeyi okuması tasavvur edilebilir mi?” sorusudur. Yoksa bu kayıt bu ihtimali uzaklaştırmak için mi konmuştur? Buna şöyle cevap verilir: Bu ihtimal dışıdır. Çünkü Allah haktır, hakkın zıttı batıldır. Allah Teâlâ sübhandır. Mutlak kemâlat dışındaki şeylerden muaftır. Öyleyse bu kayıt ne içindir? Bize göre bu, Allah Teâlâ'nın bize ilimde hakkı aramamız, haktan ayrılmamamız gerektiğini öğretmek içindir. O yaratıcı, yaptıklarından sual olunmayan malik, bu hitapla bize bu ayetleri hak ile, haktan ayrılmaksızın okuduğunu söylemektedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.58)


فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  إن لم يؤمنوا بهذا الحديث  (Bu söze inanmazlarsa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Muzari fiil sıygasında gelen cevap cümlesi  فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki istifham ismi  بِاَيِّ حَد۪يثٍ  başındaki harf-i cerle birlikte يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, inkâr ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

فَبِأيِّ حَدِيثٍ  sözündeki istifham ümitsizliğe düşürmek ve taaccüp manası içindir. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Lafza-i celâle muzâf olan  دُونَ  manasındaki zaman zarfı  بَعْدَ , ihtimam için amili olan  يُؤْمِنُونَ  fiiline takdim edilmiştir. Bu izafet, gayrının tahkiri içindir.

Bu izafette muzâfın mahzuf olduğu görüşünde olan müfessirler de vardır. Takdiri  بعد حديث الله  şeklindedir. Bu durumda îcaz-ı hazif vardır. 

Veciz ifade kastına matuf  اٰيَاتِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.  حَد۪يثٍ ’e matuf olarak mecrurdur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَد۪يثٍ ’nin nekreliği tazim ifade eder.

Bu ayet önceki üç ayette zikredilen Allah'ın ayetlerinin müminler için, yakîn sahibi bir kavim için, akleden bir kavim için olduğu manalarını birleştirmiştir. Semavat ve arzda, insanların yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini takip ederek gelişinde, bütün bunlarda Allah'ın ayetlerinin bulunduğunu yeni baştan ifade etmek için istinafla başlamıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.61)

يُؤْمِنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Câsiye Sûresi 7. Ayet

وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ  ...


Her günahkâr yalancının vay hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيْلٌ yuh olsun
2 لِكُلِّ her ك ل ل
3 أَفَّاكٍ yalancı ا ف ك
4 أَثِيمٍ günah yüklü kimseye ا ث م

وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ

 

İsim cümlesidir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِكُلِّ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

كُلَّ  kelimesi zaman veya mekân zarflarına muzâf olduğu zaman mef’ûlun fih manasında da değerlendirilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَّاكٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَث۪يمٍ  kelimesi  اَفَّاكٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur.  لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ  bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Bakara/79)

Cümleye, halini zikretmeden önce onu uyarmak ve tehdit etmek sebebiyle acele edildiği için  وَيْلٌ  kelimesinin zikriyle başlanmıştır. (Âşûr)

اَث۪يمٍ  kelimesi  اَفَّاكٍ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden ıtnâb sanatıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اَفَّاكٍ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَفَّاكٍ  - اَث۪يمٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ  (Çok yalan söyleyen, çok günahkâr) kipleri çokluk ifade eden kiplerdir. Zira  فَعَّالٌ  ve  فَعيِلٌ  kalıpları mübalağa kiplerindendir.  اَفَّاكٍ ’deki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.

 
Câsiye Sûresi 8. Ayet

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  ...


Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir. İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْمَعُ o işitir س م ع
2 ايَاتِ ayetlerinin ا ي ي
3 اللَّهِ Allah’ın
4 تُتْلَىٰ okunduğunu ت ل و
5 عَلَيْهِ kendisine
6 ثُمَّ sonra
7 يُصِرُّ direnir ص ر ر
8 مُسْتَكْبِرًا büyüklük taslar ك ب ر
9 كَأَنْ sanki
10 لَمْ
11 يَسْمَعْهَا hiç onları işitmemiş س م ع
12 فَبَشِّرْهُ onu müjdele ب ش ر
13 بِعَذَابٍ bir azab ile ع ذ ب
14 أَلِيمٍ acı ا ل م

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ 

 

Ayet, önceki ayetteki  اَث۪يمٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  تُتْلٰى عَلَيْهِ  cümlesi  اٰيَاتِ اللّٰهِ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

يُصِرُّ  atıf harfi  ثُمَّ  ile  يَسْمَعُ ‘ya matuftur. يُصِرُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مُسْتَكْبِراً  hal olup fetha ile mansubdur. 

كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  يُصِرُّ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

كَاَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  كَاَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.  لَمْ يَسْمَعْهَاۚ  cümlesi  كَاَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَسْمَعْهَا  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُصِرُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صرر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُسْتَكْبِراً  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فبشّره (Dikkatli ol ve onu müjdele) şeklindedir. Fiil cümlesidir.  بَشِّرْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

بِعَذَابٍ  car mecruru  بَشِّرْهُ  fiiline mütealliktir.  اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَشِّرْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ 

 

Müstenefe cümlesidir. Önceki ayetteki  اَفَّاكٍ  kelimesi için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

تُتْلٰى عَلَيْهِ  cümlesi  اٰيَاتِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Önceki ayetteki cemi gaib sıygadan, bu ayette müfret gaib sıygaya iltifat edilmiştir.


 ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ 

 

Cümle terâhî ve rütbe ifade eden  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مُسْتَكْبِراً  kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  يُصِرُّ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. Tekid ve teşbih ifade eden  كَاَنْ ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

كَاَنْ , muhaffefe  كانّ ’dir. İsmi mahzuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَمْ يَسْمَعْهَا  cümlesi  كَاَنْ ’in haberidir. İsminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يُصِرُّ مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ  [Sanki onları hiç duymamış gibi, büyüklük taslayarak diretir.] cümlesinde teşbih-i mürsel vardır. Kâfir, sanki Kur'an ayet­lerini işitmemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

لَمْ يَسْمَعْهَاۚ - يَسْمَعُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

ثُمَّ  edatı, durumu uzak görmek içindir, cümle de hal yerindedir. (Beyzâvî)

Ayetlerden faydalanmama durumları, ayetleri işitmeme durumlarına benzetilmiştir. Bu benzetme, Kur’an ayetlerinin manasının açıklığından kinayedir. Kim onu duyarsa onun delalet ettiği şeyi tasdiklemiş olur. Onların ısrarı ve kibri olmasaydı mutlaka bundan faydalanırlardı. (Âşûr)


فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

Cümle, takdiri  تنبّه (Dikkatli ol) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve tahkir manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  [Onu, elem verici bir azapla müjdele!] cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü müjde sadece hayırda olur. Müjdenin şerde kul­lanılması alay ve istihza ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

‘’Azapla müjdelemek’’ ifadesinde istiare vardır. Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiş, tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de sürura kavuşmak (Birinde hakiki diğerinde hayali) olmasıdır. İnzar masdarı tebşîr masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

عَذَابٍ ‘in nekreliği, nev ve kesret ifade eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Câsiye Sûresi 9. Ayet

وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ  ...


Âyetlerimizden bir şey öğrenince onu alaya alır. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 عَلِمَ öğrendiği ع ل م
3 مِنْ -den
4 ايَاتِنَا bizim ayetlerimiz- ا ي ي
5 شَيْئًا bir şey ش ي ا
6 اتَّخَذَهَا onu edinir ا خ ذ
7 هُزُوًا alay konusu ه ز ا
8 أُولَٰئِكَ işte
9 لَهُمْ öyleleri için vardır
10 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
11 مُهِينٌ alçaltıcı ه و ن

وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلِمَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  مِنْ اٰيَاتِنَا  car mecruru  شَيْـٔاًۨ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شَيْـٔاًۨ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  اتَّخَذَهَا هُزُواً  cümlesi şartın cevabıdır.  اتَّخَذَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هُزُواًۜ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

عَلِمَ  bilme ve  اتَّخَذَهَا  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.  

اتَّخَذَهَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ  cümlesi, mübteda  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  kelimesi muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مُه۪ينٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُه۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ

 

Ayet, önceki ayete  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda olan  عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاً  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Mef’ûl olan  شَيْـٔاًۨ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ve kıllet ifade eder.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اتَّخَذَهَا  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  هُزُواًۜ ‘in nekreliği nev, kesret ve tahkir içindir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

Veciz ifade kastına matuf  اٰيَاتِنَا  izafetinde ayetler, tazim ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. 

Önceki ayette zikredilen  اٰيَاتِ اللّٰهِ ‘deki gaib zamirden bu ayette  اٰيَاتِنَا  ile azamet zamirine iltifat edilmiştir.


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder. 

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ ’daki nekrelik, tarifi imkansız bir nev olduğuna ve tahkire işaret eder. 

عَذَابٌ ‘un sıfatı olan  مُه۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

عَذَابٌ - مُه۪ينٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azap,  مُه۪ينٌ  olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Azap, alçaltan horlayan bir canlıya  benzetilmiştir.  Azap zelil ve rezil değil, azap gören zelil ve aşağılıktır. Azapla  مُه۪ينٌ (zelil ve aşağılık) arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş sonuç kastedilmiştir. Çünkü azap, zilletin sebebidir. Bu üslup, azabın ne kadar yoğun olduğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur. 

 "İşte onlar yok mu, (mezkûr cinayetlerinden dolayı) alçaltıcı bir azap onlar içindir."

Azaplarının, alçaltıcı olmakla vasıflandırılması, onların, büyüklük taslamalarının ve Allah'ın ayetleriyle alay etmelerinin hakkını tam olarak vermek içindir. (Ebüssuûd)

 
Câsiye Sûresi 10. Ayet

مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـٔاً وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ  ...


Arkalarında da cehennem vardır. Dünyada kazandıkları ve Allah’tan başka edindikleri dostlar onlara hiçbir fayda vermez. Onlar için elbette büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 وَرَائِهِمْ ötelerinden de و ر ي
3 جَهَنَّمُ cehennem
4 وَلَا ve
5 يُغْنِي bir yarar sağlamaz غ ن ي
6 عَنْهُمْ kendilerine
7 مَا
8 كَسَبُوا kazandıkları ك س ب
9 شَيْئًا şeyler ش ي ا
10 وَلَا ve (sağlamaz)
11 مَا şeyler
12 اتَّخَذُوا edindikleri ا خ ذ
13 مِنْ
14 دُونِ başka د و ن
15 اللَّهِ Allah’tan
16 أَوْلِيَاءَ veliler و ل ي
17 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
18 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
19 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ 

 

Ayet,  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  cümlesinden bedel olup mahallen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ وَرَٓائِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُۚ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.


 وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـٔاً وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  cümlesine matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُغْن۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  يُغْن۪ي  fiiline mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  يُغْن۪ي ‘nin faili olarak mahallen merfûdur.  كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. مَا اتَّخَذُوا  atıf harfi  وَ ‘la ilk masdar-ı müevvele matuftur. 

اتَّخَذُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru amili  اتَّخَذُوا ‘nün mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktır.  Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَوْلِيَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُغْن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غني ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘ la  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  ‘e matuftur. İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktır.  عَذَابٌ  kelimesi muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.

عَظ۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ 

 

Ayet,  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ  cümlesinden bedeldir. Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır.  مِنْ وَرَٓائِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جَهَنَّمُ , muahhar mübtedadır.

الوَراءِ  (arka) kelimesi yakınlık ve dikkatsizlik için temsili istiaredir. Tıpkı Kehf suresi 79. ayette  “وكانَ وراءَهم مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (Onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı.) diye geçtiği gibi. (Âşûr)


وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـٔاً وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ

 

 

وَ , atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191) 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَسَبُوا  cümlesi, masdar teviliyle  يُغْن۪ي  fiilinin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir. 

لَا يُغْن۪ي  fiilinin mef’ûlü olan  شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve herhangi bir anlamında nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

Ayetteki ikinci masdar-ı müevvel cümlesi  وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ  önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Cümleye dahil olan  لَا , olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَوْلِيَٓاءَ ’nin nekre gelişi tahkir, nev ve kesret ifade eder.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi ‘yakın, müttefik ve dostlar’ demektir. Nefy siyakında ve nekre olarak geldiği için Allah’tan başka dostun fayda sağlayamayacağını ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

كَسَبُوا - اتَّخَذُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ’a atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

عَظ۪يمٌ۟  sıfat olarak gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَذَابٌ ‘un sıfatı olan  عَظ۪يمٌۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 عَذَابٌ  - جَهَنَّمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 
Câsiye Sûresi 11. Ayet

هٰذَا هُدًىۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ۟  ...


İşte bu (Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise elem dolu çok kötü bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذَا işte budur
2 هُدًى yol gösterici ه د ي
3 وَالَّذِينَ ve kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
6 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
7 لَهُمْ onlar için vardır
8 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
9 مِنْ
10 رِجْزٍ çok çetin ر ج ز
11 أَلِيمٌ incitici ا ل م

هٰذَا هُدًىۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُدًىۚ  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  هُدًىۚ  maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ۟

 

الَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ‘la istînâfa matuftur. İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَهُمْ عَذَابٌ  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktır.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ رِجْزٍ  car mecruru  عَذَابٌ  mahzuf sıfatına mütealliktir.  اَل۪يمٌ۟  kelimesi  عَذَابٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هٰذَا هُدًىۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هٰذَا  mübteda, هُدًى  haberdir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgulamak onu en iyi şekilde temyiz etmek içindir. 

İşaret isminde tecessüm sanatı ve istiare vardır.  هٰذَا  ile Kur'an'a işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi).

هٰذَا هُدًىۚ [Bu bir hidayettir.] cümlesinde masdar zikredilerek mübalağa yapılmıştır. Delilinin açıklığı nedeniyle Kur'an, sanki hidayetin kendisi­dir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Kur'an'ın  هُدًى  şeklinde masdarla vasıflandırılması mübalağa içindir. (Âşûr)


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ۟

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Bu ayet iki cümleden oluşmuştur. Birinci cümle  هٰذَا هُدًىۚ  [Bu (Kur’an) bir hidayettir] cümlesidir. Arkadan gelen  وَ  harfi ya hal, ya da istînâf içindir. Bu harften sonra bahsedilen kişiler, bu dinden başka bir yol takip eden kişilerdir. Bu iki cümle de surede daha önce geçen manaların hepsini kapsayarak gelmiştir. O manaların başı ile ilişkilidir.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s. 83)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret ve tahkir içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  izafetinde  بِاٰيَاتِ  kelimesinin Rabb lafzına izafesi, şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

رَبِّهِمْ  izafetinde  inanmayanlara aid zamir Rabb ismine izafe edilerek, onlar ayetleri inkâr etseler de Allah’ın onların da rabbi olduğu hatırlatılmış ve inkarlarının kötülüğü vurgulanmıştır.

الَّذ۪ينَ ’nin haberi olan  لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ۟ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olarak mahallen merfû olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ ’un nekre gelişi nev, kesret ve tarifi mümkün olmayan evsafta olduğuna işaret eder.

مِنْ رِجْزٍ  car mecruru  عَذَابٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.  رِجْزٍ ‘in nekreliği; kesret, tahkir ve nev ifade eder.

الرِّجْزُ : Azabın en şiddetlisidir. (Âşûr)

مِن  harfinin beyan için olması mümkündür. Bu yüzden azap  الرِّجْزُ (pislik, ceza) olan azaptır. Ve ba'z için olması da caizdir. (Âşûr)

عَذَابٌ  için sıfat olan  اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَفَرُوا  - هُدًىۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Câsiye Sûresi 12. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ  ...


Allah, içinde gemilerin, emriyle akıp gitmesi, O’nun lütfunu aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah’tır
2 الَّذِي O ki
3 سَخَّرَ boyun eğdirdi س خ ر
4 لَكُمُ size
5 الْبَحْرَ denizi ب ح ر
6 لِتَجْرِيَ akıp gitsin diye ج ر ي
7 الْفُلْكُ gemiler ف ل ك
8 فِيهِ onun içinde
9 بِأَمْرِهِ buyruğuyla ا م ر
10 وَلِتَبْتَغُوا ve payınızı arayasınız diye ب غ ي
11 مِنْ -ndan
12 فَضْلِهِ O’nun lutfu- ف ض ل
13 وَلَعَلَّكُمْ ve umulur ki
14 تَشْكُرُونَ şükredersiniz ش ك ر

Yine kâinat kitabına dönülmekte, deniz, kara ve göklere dikkat çekilerek hem bunların yaratanı bulduran bir gözle okunmasına hem de buralardan insanlara sunulan nimetler sebebiyle Allah’a şükredilmesine yönlendirme yapılmaktadır. Araya yerleştirilen 6-11. âyetlerde Kur’an’a dikkat çekilmesi, onun öneminin ve niteliklerinin açıklanması, dolaylı olarak “doğru düşünme, nimetlerden hakkıyla yararlanma ve onları lutfeden Allah’a şükretme vazifelerini yerine getirmek için”insanların, Kur’an’ın rehberliğine muhtaç olduklarının altını çizme amacına yöneliktir. Mümin hem aklını ve duyu organlarını kullanarak kâinat kitabını okuyacak, hem de Kur’an’ı okuyarak ilâhî irşattan istifade edecektir; bu takdirde iki kanat elde edilmiş olacak, tek kanatla ulaşılması mümkün olmayan bilgi ufuklarına, aşkın hedeflere ulaşılacaktır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 13-14

اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ 

 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَخَّرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَكُمُ  car mecruru  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. الْبَحْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لِ  harfi,  تَجْرِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir.  تَجْرِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  الْفُلْكُ  fail olup lafzen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  تَجْرِيَ  fiiline mütealliktir.  بِاَمْرِه۪  car mecruru  الْفُلْكُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

لِتَبْتَغُوا  atıf harfi  وَ ‘la  لِتَجْرِيَ ‘ye matuftur.  لِ  harfi,  تَبْتَغُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. 

تَبْتَغُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  تَبْتَغُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تَبْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la mukadder istinâfa matuftur. Takdiri, لعلّكم ترزقون (Umulur ki rızıklandırılırsınız) şeklindedir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَشْكُرُونَۚ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. Hasr kasdedilerek mübteda ve haber marife olarak gelmiştir. Bu vasfa sahip olan Allah'tan başka hiçbir varlık yoktur.  اللّٰهُ  maksûr/mevsûf,  الَّـذ۪ٓي  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Ayetteki kasr, müşriklerin inancını iptal eden kasr-ı kalbdir.  لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪  cümlesi, لَكُمُ  ‘den bedel-i iştimâldir. Çünkü genel olan şeyin tafsilatlandırılmak istenmesi vardır. (Âşûr) 

Müsnedin ismi mevsûlle marife olması, kasr-ı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمُ , ihtimam için mef’ûl olan الْبَحْرَ ‘e takdim edilmiştir. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üsluptaki ikinci masdar-ı müevvel olan  وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪  cümlesi ilk masdar-ı müevvele matuftur. Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları  فَضْلِ  ve اَمْر  için tazim ve teşrif ifade eder.

الْبَحْرَ - الْفُلْكُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الْفُلْكُ  kelimesindeki elif-lâm takısı cins içindir. (Âşûr)

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Kevnî ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

طلب  ve  ابْتِغَاءَ  kelimeleri arasındaki fark,  ابْتِغَاءَ 'nın istekle alakalı olup, daha fazla merak ve enerji ile istemeyi ifade etmesidir.  لِتَبْتَغُوا (arzunuz) sözü; yemek, süs ve meta gibi şeyler için kullanılmaz. Çünkü bunlar zâtı sebebiyle istenen şeyler değildir. Bu kelimeyle kastedilen şey: istemek, ciddi olarak çalışmak, uğraşmaktır. Sanki Allah Teâlâ gemiyi insanların denizdeki hazineleri araştırması için yüzdürmüştür; tıpkı üzerinde yürümemiz için arzı boyun eğdirdiği gibi. Bunlar ve benzerleri, bizim emrimize amade kıldığı nimetlerdeki Allah'ın esrarını öğrenmek içindir. Bu sır, nimetleri bizim emrimize veren için bir anahtardır. Bu sırlardan ulaşılan miktar, Allah'ın onların içine koyduğu hayırdan bizim payımıza düşen kısımdır. Emrimize amade kılınmış bütün kâinat Allah'ın bizim için koyduğu hazinelerdir. Bunların içinden aldığımızı alırız, diğerleri bizden sonraki nesillere kalır. Bunların sonu gelmez. İyilikler tükenmez, sadece gafiller bundan ellerini çeker. Gözünü dört açan ve tetikte olan kullar ise bu konunun peşine düşer. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s. 91)

سَخَّرَ : Bir şeyi zorla hizmete koşmak, itaat ettirmek ve boyun eğdirmektir.  لَكُمُ kelimesindeki lâm, bağlaç veya sebep gösterme lamı olabilir. Bağlaç olduğuna göre ‘sizin emrinize verdi’ demek olur. Sebep gösterme lamı olduğuna göre de ‘sizin için’, yani ‘sizin menfaatiniz amacı ve hikmeti için emriyle sizin hizmetinize vermiştir’ demek olur. "Emri ile" kaydı buna bir işaret gibidir. Emriyle onda gemiler hareket etsin diye. Yani sizin menfaatiniz için ise de sizin emrinizle değil, O'nun emri ile hareket etmesi için emrinize verdi. Emri, izin ve iradesi ve ona delalet eden işlerle ilgili hükmü demektir ki hem geminin hacmi ile aynı hacimdeki su arasındaki hafiflik ve ağırlık oranını ve hem onunla harekete geçiren güç arasındaki şiddet ve karşı koymak oranını, hem de çevredeki durum ve şartların onlarla uygun bir şekilde sevk ve idare etmesi hükümlerini kapsar. Yoksa insanlar her istedikleri gibi denizde tasarruf edemezler. Allah'ın emrini tatbik etmeden sırf kendi emirleriyle gemi yürütemezler. Allah'ın emriyle gemi yürüsün ve Allah'ın lütfundan isteyip arayasınız diye ticaret, dalgıçlık, avcılık ve diğer araştırma ve kazanma şekilleriyle kara ve denizde tasarruf edip kazanasınız. Hem de umulur ki şükredersiniz. Şükür yalnız nimeti ve nimetin zevk ve neşesini sezmek değil, nimeti vereni tanımak ve O'nun nimeti karşılığında O'nu yüceltmektir. (Elmalılı)

 

 وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ

 

Ayetin fasılası, takdiri  لعلّكم ترزقون (Umulur ki rızıklandırılırsınız) olan, mukadder istînâfa matuftur. Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Recâ harfi  لَعَلَّ  isteme anlamı için istiare edilmiştir. Dikkat edilirse kendisine, -sanki talep edesiniz diye, şükredesiniz diye deniyormuşçasına- gerekçelendirme lâmının fonksiyonu icra ettirilmiştir. (Keşşâf)

Cümlede müsned olan  تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Câsiye Sûresi 13. Ayet

وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَسَخَّرَ ve boyun eğdirdi س خ ر
2 لَكُمْ size
3 مَا bulunan şeyleri
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَمَا ve bulunan şeyleri
7 فِي
8 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
9 جَمِيعًا hepsini ج م ع
10 مِنْهُ kendisinden
11 إِنَّ elbette
12 فِي vardır
13 ذَٰلِكَ bunda
14 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
15 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
16 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر

وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مِنْهُۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  سَخَّرَ ‘ya matuftur. 

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru سَخَّرَ  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

جَم۪يعاً  kelimesi müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘yı tekid eder. Manevi tekiddir.  مِنْهُ  car mecruru  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. 

Lafzi tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.

Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru,  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktır. 

لَ  tekid içindir.  اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi  قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مِنْهُۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki …سَخَّرَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Mef’ûl konumundaki müşterek  ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمُ , ihtimam için mef’ûl olan mevsûle takdim edilmiştir.

Ayetteki ikinci mevsûl, birinciye matuftur. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur فِي الْاَرْضِ , mahzuf sılaya mütealliktir.

السَّمٰوَاتِ - وَالْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.  

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِ ’nin zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

جَم۪يعاً  kelimesi  مَا ’nın hali olarak mansubdur. Manevi tekiddir.  مِنْهُ  car mecruru  جَم۪يعاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مِن  ibtidaiyyedir. (Âşûr)

جَمِيعًا  kelimesi  ما في السَّماواتِ وما في الأرْضِ ‘den hal olduğu için nasbolmuştur.  Ve  جَمِيعًا 'ın tenvini mahzuf muzâfun ileyhten avz tenvinidir. (Âşûr)

سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ  [Denizi sizin emrinize verdi…] ayetinden sonra  سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  [Göklerde ve yerde olanları sizin emrinize verdi.] ayeti getirilerek lafzın tekrarlanmasıyla ıtnâb yapılmıştır. Yüce Allah, ver­diği nimeti açıklamak için böyle yapmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Ayetin başında söylenen hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlere işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Kelimenin nekre gelişi, muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise nev, kesret ve tazim içindir.

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)
Günün Mesajı
Allah'ın ayetleri karşısında insanlar üç gruptur:
Birincisi imam nimetine erişip bu ayetlere teslim olanlar, onlardan gereken ibreti çıkaranlar. 
İkincisi; Allah'ın ayetlerini açık bir kalple dinleyip üzerinde tefekkür ettikleri halde henüz iman nimetine erişemeyen ve kalbi mutmain olmayanlar. Bu insanların kalpleri temiz olduğu için, ayetleri dinledikçe ve gördükçe, inanıp kalplerinin mutmain olması mümkündür. 
Üçüncüsü; önceden iman etmemeye karar vermiş, kalbi kapalı kimseler. Böyle kimselerin şu sebeplerle iman etmeyecekleri beyan edilir: 
* Onlar yalancıdır, iftiracıdır, işleri hep gerçekleri ters yüz etmek olup doğruluğa ve gerçeğe yanaşmak istemezler. 
* Günaha dalmışlardır; işleri güçleri kötülükle meşgul olmaktır. Kendilerini kötü amellerinden alıkoyacak diye hiçbir yüksek ahlâki kaide kabul etmezler.
* Kibirlidirler ve kendilerini beğenmişlerdir. Her şeyi kendilerinin bildiğini zannettikleri için, Allah'ın ayetleri onlara okunduğunda üzerlerinde hiç düşünmezler. Bu yüzden ayetleri dinleyip dinlememeleri arasında bir fark yoktur. 
* Allah'ın ayetleriyle alay ederler. Meselâ Kur'an'ın bir ayetini işittiklerinde, onda bir yanlış taraf ararlar ve ayeti siyak ve sibakından çıkararak yorumlarlar ve onu alay konusu yaparlar. 
Halbuki bu inkarcı gafiller, Allah Teâlâ'nın nasıl sonsuz merhametli bir Rab olduğunu bir tanıyabilseler, içinde bulundukları karanlık küfür bataklığından kurtulup imanın aydınlık dünyasına doğabilirler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Eğer bir hastalık yok ise her göz görür, her kulak işitir ve her akıl düşünür. Ancak, aynı evin içinde yaşayan ya da aynı derslere giren çocuklardan tutun aynı topraklar üzerinde yürüyen ya da aynı sudan içen insanların hepsinin; gördükleri, işittikleri ve düşündükleri arasında ciddi farklılıklar gözlemlenir. Zira; belli bir konuda işi kolaylaştıran ve süreci kısaltan kabiliyetler bir kenara bırakıldığında, bir noktaya kadar bu farkın asıl sebebi istemek ile istememek niyetinde yatar.

Kur’an-ı Kerim’i ya da alemdeki hakikat alametlerini sağlam olan; her göz sahibi okuyabilir, her kulak sahibi işitebilir ve her akıl sahibi de düşünebilir. Ancak; okuyan, işiten ve düşünen herkes, hakikate ulaşamaz. Zira; insanın, neye ne niyetle yaklaştığı çok önemlidir. Bu; iyilerin iyilik, kötülerin ise kötülük yapma fırsatlarını farkedip değerlendirmesi ya da aynı olayı dinleyen insanların bir kısmının anlatılanları kötüye, bir kısmının da iyiye yorması gibidir. İnsanın niyeti ne ise, lehine kullanabileceğini düşündüğü detayları -gerçeği yansıtsın veya yansıtmasın- görür, toplar ve kullanır. 

Peki, iyi ya da kötü niyetli olmak yeterli midir? Hayır. İnsan iyi niyetli olduğunu söylerken ya da buna gerçekten inanırken de kötü işler yapabilir. Kalbindeki niyet kötüyken de, iyi işlere sebep olabilir. Allah’ın sınırları olmadığı zaman iyilik ve kötülük anlayışı, insanın nefsani önceliklerine göre şekillenir. Bu yüzden de niyetlerin üçüncüsü vardır. O da, Allah rızasını kazanmayı ummaktır. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen kulun yürüdüğü yol dosdoğrudur. Yapması ve kaçınması gerekenler bellidir. Niyetinin, nefsani niyetleriyle bulanmaması için özen gösterir ve bu mücadelesi için daima Allah’tan yardım ister. 

Ey Kur’an-ı Kerim indiren, Azîz ve Hakîm olan Allahım! Kalbimizden, nefsani niyetleri çıkar ve dünyevi ya da uhrevi işlerimizin hepsini yalnız Senin rızan için yapmamızı nasip eyle. Böylece, Senin yardımın ve rahmetinle beraber iki cihanda da kazananlardan olalım. 

Ey göklerde, yerde ve ikisinin arasındakilerde hakikat alametlerini yaratan Allahım! Bizi, hakikati görenlerden, işitenlerden ve idrak edenlerden eyle. Böylece yalnız Senin yolunda yürüyelim ve her şeyin sonunda, ebediyetin ise başlangıcında Sana kavuşanlarla beraber Sana kavuşanlardan olalım.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji