بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْماً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | söyle |
|
2 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
3 | امَنُوا | inanan(lara) |
|
4 | يَغْفِرُوا | affetsinler |
|
5 | لِلَّذِينَ | kimseleri |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يَرْجُونَ | ummayan(ları) |
|
8 | أَيَّامَ | günlerini |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | لِيَجْزِيَ | cezalandırması için |
|
11 | قَوْمًا | bir toplumu |
|
12 | بِمَا | sebebiyle |
|
13 | كَانُوا | oldukları |
|
14 | يَكْسِبُونَ | yapıyorlar |
|
Âyetin nüzûl sebebi ile ilgili olarak birkaç rivayet vardır, bunların ortak noktası, Kur’an’ın, kendisine inanmayanlarla ilgili açıklamalarını kabul etmeyen, dolayısıyla âhirette çekecekleri cezayı da inkâr eden kâfirlerin çeşitli vesilelerle Hz. Peygamber’e ve müslümanlara yaptıkları hakaretlere sahâbenin fiilen cevap verme ve cezalandırma teşebbüsleridir (Kurtubî, XVI, 157 vd.). Asıl mücadele konusu daha önemli olduğu için müminler, böyle önemsiz şeylerle meşgul olmaktan, güçlerini bunlar için harcamaktan menedilmişler, teselli olarak da “Kimsenin yaptığının yanına kalmayacağı, Allah’ın hak edenleri gerektiği gibi cezalandıracağı” bildirilmiştir.
“Cezalandıracaktır” kısmını “günler”e bağlayarak âyete, “... Allah’ın, bir topluluğu yaptıkları yüzünden cezalandırmak için tahsis ettiği günlerine inanmayanları bağışlasınlar” şeklinde meâl vermek de mümkündür. Bu takdirde din özgürlüğü vurgulanmış, dünyada inanmayanlara baskı yapılamayacağı, onların cezalarının âhirette Allah tarafından verileceği ifade edilmiş olmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 14-15
Cezeye جزي :
جَزاءٌ sözcüğü yetmek ve kâfi gelmek ya da yeterlilik ve kifâyet demektir. Hayırsa hayırla, şerse şerle mukabele anlamında yeterliliğe sahip mukabele/karşılıktır.
جِزْيَةٌ ise zimmet ehlinden alınan vergidir. Böyle adlandırılması canlarının ve mallarının korunması karşılığında alınan vergi olmasındandır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı türevlerde 118 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ceza, cizye, mücâzat ve tecziyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْماً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri, أنت ’dir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte قُلْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يَغْفِرُوا cümlesi فَ karinesi olmaksızın mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تقل لهم اغفروا (Onlara affedin dersen) şeklindedir.
يَغْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl mahzuftur. Takdiri, اغفروا (affedin) şeklindedir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte يَغْفِرُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَيَّامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, اغفروا şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَجْزِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. قَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ماً müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte يَجْزِيَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَكْسِبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَ۟ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَكْسِبُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْماً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
İstinâfiye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiiline müteallik ism-i mevsûlun sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قُلْ fiilinin takdiri إن تقل لهم اغفروا (Onlara affedin dersen) olan mekulü’l-kavli mahzuftur. Bu takdire göre cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Mahzuf şartın ve emrin cevabı olan يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûl, يَغْفِرُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Az sözle çok anlam ifadesi için gelen اَيَّامَ اللّٰهِ izafeti, اَيَّامَ için tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ [Allah’ın günlerinin başlarına gelip çatacağını ummayanlar] sözü, “Allah'ın düşmanlarının başına belâlar getireceği günleri inkâr edenlerden” kinayedir.
اَيَّامِ اللّٰهِ ifadesi istiaredir. Allahu a’lem, bu ayetten maksat, Allah’ın kendi düşmanlarından ve ‘Âd, Semud ve benzerleri gibi O’nun cezasına müstehak olmuş kavimlerden oluşan geçmiş toplumların başlarına getirdiği felaket günlerinin hatırlatılmasıdır. Bu tabir, ‘’eyyâmu’l Arap’’ (Arapların günleri) sözümüz gibidir. Biz bu terkiple sadece Arapların, aralarında meydana gelmiş meşhur olayları ve büyük savaşları kastederiz. Ayrıca buradaki ‘’eyyâm’’ın ,- belirttiğimiz üzere- onların ceza ve felaket günleri anlamına geldiği gibi ’’nimet ve ihsan günleri’’ olması da mümkündür. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: ‘’Allah’ın kendilerine ve geçmiş atalarına, düşmanlarını püskürtmek, geçim sıkıntılarını gidermek, bol nimet ve ihsanlarda bulunmak suretiyle lütfettiği günleri onlara hatırlat.’’ Bilirsin ki ’’Arapların gaza ve savaşları’’ demek olan ‘’eyyamu’l Arap’’ da, bazı Araplara üstünlük ve galibiyet nasip edilmiş olup, bu ise onlara ihsan edilen nimetler kabilindendir. Bazıları için de afet ve felaket gerçekleşmiş olup, bu da onlar için ceza günleri demektir. Sonuç olarak buradaki ’’eyyam’’, İlâhi ihsan ve cezanın hatırlatılmasını kastetmiş olanlar için ‘’hatırlatma’’ (التذكرة) demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
[Allah'ın günleri(nin geleceği)ni ümit etmeyenleri(n ezalarına)... ] ibaresi, Kur’an'da sadece bu ayette geçmiştir. Bu ibaredeki يَغْفِرُوا fiili, mekulü'l-kavl değildir. Çünkü Rabbimiz, Resulullah'ın bize يَغْفِرُوا demesini değil, إِغْفِرُوا demesini emretmiştir. Dolayısıyla bu mef’ûl hazfolmuş, cevabı zikredilmiştir.
اَيَّامَ اللّٰهِ [Allah'ın günleri] ibaresi, ‘Allah'ın olayları’ demektir. اَيَّامَ العرب, yani ‘Arap olayları’, yevm-i Temîm, Temîm günü/olayı gibi kullanılır. O günde olan olayların eyyâm şeklinde isimlendirilmesinin sırrı, ilk olarak olayların zamanı olması sebebiyledir. Hal yerine mahallin kullanılması gibi, olaylar yerine de zaman kelimesi kullanılmıştır. Bu, açıkça bilinen bir şeydir. Bunun altında yatan mana o olayların bilinen, meşhur olaylar olduğudur. O günlerde bunlardan daha önemli başka bir şey vuku bulmamıştır. Ve o olaylar, اَيَّامَ (günler) kelimesi ile bilinmiştir. Böylece şöhreti ve tesiri dolayısıyla o günler için zaman ifade eden اَيَّامَ kelimesi alem, yani özel isim olmuştur. Bu çok yüce bir mecazdır. اَيَّامَ اللّٰهِ ibaresi, Allah'ın, kendisine yardım edenlere yardım ettiği günün olaylarını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.109)
لِلَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ iman edenlere Peygamber’in (sav) söyleyeceği sözü (makûlü’l-kavl) hazf etmiştir; çünkü emrin cevabı buna delalet etmektedir. Buna göre ifade “Onlara ‘affedin’ de ki, affediversinler.” anlamındadır. (Keşşâf)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَجْزِيَ قَوْماً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, قُلْ fiiline mütealliktir. Takdiri, اغفروا (Affedin.) olan mahzuf fiile müteallik olmasına da cevaz vardır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , harf-i cerle birlikte يَجْزِيَ fiiline mütealliktir. Sılası olan كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُ ’nin haberi olan يَكْسِبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
Zamir makamında zahir isimle gelen قَوْماً , övgü maksadıyla yapılan, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.
قَوْماً ‘ deki tenkir tazim içindir. (Âşûr)
Zamir yerine zahir isim gelerek قَوْماً kelimesi zikredilmiştir. Zamir yerine açık isim gelmesi, قَوْماً kelimesinin delaletleri sebebiyle olmuştur. Bu kelime nekre oluşu dolayısıyla herhangi bir kavme delalet eder. Mağfiret, müsamaha ve ateşkes onların normal tabiatı, yaratılışları gereğidir. Öyle ki onların adeti halini almış, mahiyetlerinin bir cüzü olmuştur. كَانُوا kelimesi de bu manayı destekler. Bu makamda haberin, isminin mahiyeti haline dönüştüğüne delalet eder. Yani, mağfiret ve müsamaha, onların mahiyetinin bir cüzüdür. Ayrıca يَكْسِبُونَ fiilinin muzari olarak gelişi, bu kerîm fiilin yaratılışın yenilendiğine delalet eder. Yani, fiil ya da olaylar yenilendikçe onların mağfireti de yenilenir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.111-112)
Cezanın (yapılana göre muamelenin) mutlak olması, bağışlama emrine illet (sebep) olamaz; çünkü anılan bağışlama olsun veya olmasın, yapılana göre muamele tahakkuk edecek. (Ebüssuûd)
İbn Abbas (ra) لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ ifadesine, ‘Allah'ın mükâfatlarını ummayan, ikâbından korkmayan ve geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden çekinmeyenler’ manasını vermiştir.
Bu ayetin doğruya en yakın olan manası şöyledir: " Önemsiz konularda ve hususlarda, onlarla çekişmemeye; onlardan kaynaklanan eziyet verici sözlere ve işlere aldırmamaktır." (Fahreddin er-Râzî)
الرَّجاءُ kelimesi, murakabe etmek ve sevilen, arzu edilen bir şeyin olmasını beklemek demektir. Bu en meşhur manasıdır ve bu ayette de bu manasıyla gelmiştir. الأيّامُ kelimesi اليَوْمَ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime çoğul veya tekil olarak bir kişinin, bir kavmin veya bir kabilenin ismine eklenir muzâf olursa, bu eklenen kişinin düşmanlarına karşı kazandığı galibiyetin olduğu gün anlamına gelir. (Âşûr)مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | عَمِلَ | yaparsa |
|
3 | صَالِحًا | iyi bir iş |
|
4 | فَلِنَفْسِهِ | yararı kendisinedir |
|
5 | وَمَنْ | ve kim |
|
6 | أَسَاءَ | kötülük yaparsa |
|
7 | فَعَلَيْهَا | zararı kendisinedir |
|
8 | ثُمَّ | sonunda |
|
9 | إِلَىٰ |
|
|
10 | رَبِّكُمْ | Rabbinize |
|
11 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. عَمِلَ صَالِحاً mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
عَمِلَ şart fiili, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لِنَفْسِه۪ car mecruru takdiri عمله (Onun ameli) olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
صَالِحاً kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَسَٓاءَ cümlesi مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَسَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir, mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْهَا car mecruru takdiri إساءته (Onun kötülüğü) olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
اَسَٓاءَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سوأ ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى رَبِّكُمْ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir. تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen ayette şart cümlesi مَنْ عَمِلَ صَالِحاً , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, عَمِلَ صَالِحاً cümlesi haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Mef’ûl olan صَالِحاً ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
Burada عَمِلَ صَالِحاً ibaresinin aslı عَمِلَ العَملَ الصَالِح şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَلِنَفْسِه۪ cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri عمله (Onun ameli) olan mübteda, mahzuftur. Car mecrur لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)
Cevap cümlesinde ihtibâk sanatı vardır. مَنْ عَمِلَ صَالِحاً dedikten sonra sadece فَلِنَفْسِه۪ lafzıyla yetinilmiş عمله sözü, hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ
مَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَا cümlesi atıf harfi وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupla gelen cümlenin atıf sebebi tezattır. Şart cümlesi olan مَنْ اَسَٓاءَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, اَسَٓاءَ cümlesi, haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَعَلَيْهَا cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümlede takdiri إساءته olan mübteda mahzuftur. Car mecrur لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu şart cümlesinde de ihtibâk sanatı vardır.
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ cümlesiyle وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
صَالِحاً - اَسَٓاءَ , kelimeleri ve لِ - عَلَيْ harfleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَغْفِرُوا sözündeki çoğul üsluptan, مَنْ عَمِلَ ifadesinde tekil üsluba iltifat edilmiştir.
مَنْ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى رَبِّكُمْ ’un amiline takdimi edilmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تُرْجَعُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
رَبِّكُمْ izafetinde hem müminlere hem de inkârcılara ait zamirin Rabb ismine muzâf olması, Allah’ın dünya hayatında inansın inanmasın farketmeden, onlar üzerindeki rububiyet sıfatını hatırlatma vardır.
رَبِّكُمْ ‘deki كُمْ zamiriyle gaib sıygadan muhatap sıygaya dönülmüştür.
“Rabbinize döndürüleceksiniz” sözünde, “döndürüldüğünüzde hak ettiğiniz cezayı bulacaksınız” manası kastedilmiştir. lazım melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümle tertip ve terâhî ifade eden ثُمَّ kelimesiyle, مَنْ اَسَٓاءَ (Kim de kötülük ederse) cümlesine değil, مَنْ عَمِلَ صَالِحاً (Kim iyi amel (ve hareket) ederse) cümlesine atfedilmiştir. Çünkü bu cümle hem salih amel işleyenleri, hem de kötülük yapanları kapsar. Terâhî manası, muhsinlerin ihsanlarını arttırması için, kötülük yapanların da geri dönmesi için mühlet verdiği manasını kazandırır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.118)
تُرْجَعُونَ fiili meçhul gelerek bu konuda kulların bir dahli olmadığını ve failin Allah'tan başkasının olamayacağını ifade etmiştir. Bu konuda iman edenlerle küfredenler aynı durumdadır. İman edenler de kendi güçleriyle Allah'a dönmezler. Kimsenin buna engel olmaya gücü yetmez. Bu sıygada en önemli maksat, fiilin mef’ûl üzerinde failiyle alakasız olarak vuku bulmasıdır. Sizin Allah'a geri dönüşünüz sabit bir hükümdür. Bu konuda hiç kimsenin faili öğrenme ihtiyacı yoktur. Zira bu işin faili Allah'tan başkası olamaz. İşte bu meçhul şekilde gelen yapının manasıdır.
تُرْجَعُونَ kelimesinin, ‘başlangıç noktasına geri dönmek’ manasında kullanılmasına gelince, Âşûr bunu temsîlî istiare olarak görmüştür. Onların hallerinin kötülüğünü, efendisinden uzak olan kişinin haline benzetmiştir. Kişi dilediğini yapar, sonra efendisinin yanına döner ve yaptığının karşılığını bulur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.120)وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
3 | بَنِي | oğullarına |
|
4 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
5 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
6 | وَالْحُكْمَ | ve hüküm |
|
7 | وَالنُّبُوَّةَ | ve peygamberlik |
|
8 | وَرَزَقْنَاهُمْ | ve onları besledik |
|
9 | مِنَ |
|
|
10 | الطَّيِّبَاتِ | güzel rızıklarla |
|
11 | وَفَضَّلْنَاهُمْ | ve onları üstün kıldık |
|
12 | عَلَى | üzerine |
|
13 | الْعَالَمِينَ | alemler |
|
Asıl konu Hz. Peygamber’e vahyedilen İslâm dininin önemini, hem onun hem de ümmetinin dine uygun yaşamalarının gerekliliğini açıklamaktır. Ancak konuyu canlandırmak ve geçmiş tecrübelerden ibret alınmasını sağlamak üzere İsrâiloğulları’na bir atıf yapılması uygun görülmüştür.
Allah İsrâiloğulları’na verdiği üç büyük nimeti hatırlatıyor. Bu nimetler kitap (Tevrat), peygamberlik (bu kavimden gelen birçok peygamber) ve hükümdür. Hüküm kelimesi Kur’an’da, “hikmet, yargı ve yönetim gücü” mânalarında kullanılmaktadır. İsrâiloğulları parlak dönemlerinde bu güçlere sahip olmuşlar, hâkim oldukları bölgenin avantajlarından yararlanarak her çeşit dünya nimetinden de istifade etmişlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 16
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بَن۪ٓي kelimesi mef’ûlün bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ي ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. اِسْرَٓائ۪ـلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكِتَابَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
الْحُكْمَ ve النُّبُوَّةَ kelimeleri atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ
رَزَقْنَا cümlesi atıf harfi وَ ’la اٰتَيْنَا ’ya matuftur. رَزَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الطَّيِّبَاتِ car mecruru رَزَقْنَا ’ya mütealliktir. فَضَّلْنَا cümlesi atıf harfi وَ ’la رَزَقْنَا ’ya matuftur.
فَضَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْعَالَم۪ينَ car mecruru فَضَّلْنَا fiiline mütealliktir. الْعَالَم۪ينَ kelimesinin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
فَضَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الْكِتَابَ kelimesi ile kastedilen şey, Allah' ın İsrailoğulları peygamberlerine indirdiği Tevrat, İncil ve Zebûr gibi kitaplardır. Tekil olarak gelen الْكِتَابَ kelimesi, çoğul olan كتب kelimesinden daha umumidir. Çünkü bir kitabı ifade ettiği gibi, daha çoğunu da ifade eder. Halbuki çoğul olarak gelen كتب kelimesi sadece üç kitabı ve daha fazlasını ifade eder. Kur’an-ı Kerîm'de çoğunlukla الْكِتَابَ kelimesi gelmiştir ve ondan kastedilen şey de kitaplardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.128)
الْكِتَابَ - الْحُكْمَ - النُّبُوَّةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetin zikretmedeki maksadı, Hazret-i Muhammed (sav)'in kavminin yolunun, geçmiş kavimlerin yolu gibi olduğunu beyan etmektir. Bil ki nimetler, dinî ve dünyevî olarak ikiye ayrılır. Dinî nimetler, dünyevî nimetlerden daha üstündür. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak işe, dinî nimetleri zikrederek başlamış ve ["Andolsun ki biz İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik vermiştik"] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, hudûs, temekkün ve istikrar, azamet amirine isnadı tazim ifade etmiştir.
İsrailoğullarına verilen nimetler, kitap, hüküm, nübüvvet, rızık ve alemlere üstün tutulmak şeklinde sıralanmıştır. Bu üslup taksim sanatıdır.
Buradaki مِن harfi zarfiye olan في manasındadır. (Âşûr)
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتَيْنَاهُمْ | ve onlara verdik |
|
2 | بَيِّنَاتٍ | açık deliller |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الْأَمْرِ | bu işde |
|
5 | فَمَا |
|
|
6 | اخْتَلَفُوا | onlar ayrılığa düşmediler |
|
7 | إِلَّا | sadece (yüzünden) |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | بَعْدِ | sonra |
|
10 | مَا |
|
|
11 | جَاءَهُمُ | kendilerine geldikten |
|
12 | الْعِلْمُ | bilgi |
|
13 | بَغْيًا | çekememezlik |
|
14 | بَيْنَهُمْ | aralarındaki |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
17 | يَقْضِي | hüküm verecektir |
|
18 | بَيْنَهُمْ | onlar arasında |
|
19 | يَوْمَ | günü |
|
20 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
21 | فِيمَا | şeylerde |
|
22 | كَانُوا | oldukları |
|
23 | فِيهِ | onda |
|
24 | يَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşüyor(lar) |
|
Din gelmeden, ilâhî irşada mazhar olamadan insanlar arasında görüş ayrılığı yalnızca haksız taleplere, hak tecavüzlerine değil, hakkın ne olduğu konusundaki bilgisizliğe de dayanır. Din geldikten ve bununla ilgili birçok açıklama yapılıp deliller ortaya konduktan sonra görüş ayrılıkları artık bilgisizliğe değil amelsizliğe, yani nefsânî arzulara uyarak haktan sapmaya dayanmaktadır. Sözde dindarlar, ilâhî emirleri açıkça çiğnemekte zorlanacakları için meşrulaştırma mekanizmasına başvurur, dolambaçlı yollardan haksızlıklarını haklı göstermeye çalışır, hatta giderek buna kendileri de inanırlar. Bu taktik dünyada işe yararsa da âhirette iş görmeyecek, orada Allah yanılmaz hâkim olarak hakkı ve haklıyı açıklayacak, herkes hak ettiğini elde edecektir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 16-17
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَيِّنَاتٍ ikinci mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru بَيِّنَاتٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَاٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اخْتَلَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ car mecruru اخْتَلَفُٓوا fiiline mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعِلْمُ fail olup lafzen merfûdur. بَغْياً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, بَغْياً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اخْتَلَفُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَقْضٖي fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَقْضٖي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بَيْنَ mekân zarfı, يَقْضٖي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, يَقْضٖي fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında اَنْ bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûlü فِي harf-i ceriyle birlikte يَقْضٖي fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانُوا nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan و , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
فٖيهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَ fiiline mütealliktir. يَخْتَلِفُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dır.
İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
يِّبَيِّنَاتٍ kelimesindeki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.
مِنَ الْاَمْرِۚ car mecruru, بَيِّنَاتٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Alimlerimiz burada geçen بَيِّنَاتٍ şeklindeki sıfatın, mevsufun yerini aldığını ve maksadın “apaçık ayetler” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Burada mevsufun hazfı, zikredilmesinden daha faziletlidir. Çünkü bu hazf bize en önemli şeyin, ayetlerin apaçık olması olduğunu söyler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.132)
فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ
Cümle atıf harfi فَ ile اٰتَيْنَا cümlesine atfedilmiştir. Mazi fiil sıygasındaki cümle kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, fiil ve car mecrur arasındadır. اخْتَلَفُٓوا sıfat/maksûr, مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ mevsûf/maksûrun aleyh olduğu için kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi مَا ‘nın sılası olan جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَغْياً , mef’ûlun lieclihtir. Kelimedeki nekrelik nev, tahkir ve kesret ifade eder.
جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ (İlmin gelmesi) ibaresinde الْعِلْمُ ‘in جَٓاءَ fiiline isnadı, sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı ya da istiare vardır.
اخْتَلَفُٓوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Bu ihtilaf, ihtilafın nefyi üzerine tertip edilmiştir. Kasr üslubuyla ifade edilen bu mana bu acayip hakikate dikkat çeker, sonra da nefy harfi ve istisna ile kurulmuş kasr cümlesi gelir, ki bu bina, dinleyen kişinin konuyu bilmediği ya da inkâr ettiği durumlarda manayı tekid için kullanılır. Böylece bu acayip şeye çekilen dikkat artar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğ-gî Tefsiri, C. 6, s.133)
Bu cümle tefri’ olarak gelmiştir. Kelamın takdiri şöyledir: فَما اخْتَلَفُوا إلّا مِن بَعْدِ ما جاءَهُمُ العِلْمُ (Sadece kendilerine ilim geldikten sonra ihtilafa düştüler.) İlim geldikten sonra ihtilafa düştüklerini veciz bir şekilde ifade maksadıyla müferrağ hazf edilmiştir. Çünkü ilim geldikten sonra ihtilaf etmek şaşılacak bir şeydir. (Âşûr)
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına, Rabb isminin zikri de Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir.
اِنَّ ’in haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
مَا masdar harfi, ف۪ي harfiyle birlikte يَقْض۪ي fiiline mütealliktir. مَا ’nın sılası olan كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi كَانُوا ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
Carbmecrur فٖيهِ , önemine binaen amili olan يَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.
اخْتَلَفُوا - يَخْتَلِفُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
يَخْتَلِفُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اٰتَيْنَاهُمْ - اِنَّ رَبَّكَ arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Burada zamir yerine zahir isim gelmesi, رَبَّ lafzının riayet, koruma ve muhafaza etme manalarına olan delaleti ve Peygamberimize ait muhatap zamirine isnad edilmesinde –ki bu da onun tekrîmini ifade eder– dakik ve yüce bir şekilde, daha önceki peygamberlerin uğradığı sıkıntılara uğrayacak olan Peygamberimizi ve onunla beraber olanları, kavimlerinden gelecek bu gibi durumlara karşı Rabbimizin koruyup gözeteceğine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.135)ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | جَعَلْنَاكَ | seni koyduk |
|
3 | عَلَىٰ | üzerine |
|
4 | شَرِيعَةٍ | bir şeriat |
|
5 | مِنَ | -den |
|
6 | الْأَمْرِ | emrimiz- |
|
7 | فَاتَّبِعْهَا | sen ona uy |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | تَتَّبِعْ | uyma |
|
10 | أَهْوَاءَ | keyiflerine |
|
11 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يَعْلَمُونَ | bilmeyen(lerin) |
|
Din ve şeriat ilk defa Hz. Muhammed’e gelmiş değildir, daha önce gelip geçmiş binlerce peygamber vasıtasıyla Allah özü aynı, detayları farklı dinler göndermiş, bir yoruma göre aynı olan öze din (hatta İslâm), farklı olan detaylara, amelî hükümlere, kulluk şekillerine sosyal ve hukukî düzenlemelere de şeriat denilmiştir. Son peygambere ve ondan sonra gelecek olan bütün insanlara gönderilen İslâm dini ve şeriatı, bütün diğer dinleri vahyeden Allah’tan gelmiştir. Ona yalnızca diğer insanlar değil peygamber de uymak zorundadır. Günlük dilde şeriat kelimesi, yalnızca vahyedilen dini değil, bundan ictihad yoluyla çıkarılmış hükümleri ve âlimler tarafından yapılan yorumları da ifade etmektedir. Peygamber gibi mâsum olmayan, ictihad ve yorumlarının isabetsiz olma ihtimali de bulunan âlimlerin ictihadları, hükmü kesin olan vahiy gibi bağlayıcı değildir; bunlar başka âlimler tarafından reddedilebilir, yerlerine yenileri konabilir.
Dinine uygun yaşayanların dostu ve koruyucusu Allah’tır. Hak dinden sapanlar da aralarında dostluk ve dayanışma birlikleri kurarlar; ancak hak dine uyulmaması halinde elde edilecek hiçbir menfaat, kazanç veya edinilecek dostlar kişiyi, Allah’ın cezasından kurtarmaya yetmez.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 17
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
جَعَلْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰى شَر۪يعَةٍ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَر۪يعَةٍ ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. اتَّبِعْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِـعْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَعْلَمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّبِـعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا
Ayet, rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Eğer cümlede rütbeten terahi kastedilmeseydi cümlenin başında atıf وَ ’ı olurdu.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Car mecrur عَلٰى شَر۪يعَةٍ mahzuf ikinci mef’ûle, مِنَ الْاَمْرِ car mecruru ise شَر۪يعَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Mef’ûlün ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَر۪يعَةٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
اتَّبِعْهَا cümlesinde فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Mahzuf istînâfın takdiri تنبّه (Dikkat et!) şeklindedir. اتَّبِعْهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
شَر۪يعَةٍ kelimesinin asıl manası su yoludur. Bir canlının susuz yaşaması düşünülemediği gibi, bir ümmetin de şeriatsız yaşaması düşünülemez. Burada şeriat kelimesi, ‘hayata azık, iyilik, adalet, rahmet’ manasında gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.332)
مِنَ الْاَمْرِ (emirden) sözü, vahiyden manasındadır. Şeriat diye isimlendirilen vahiydir. Vahiy tefsir edilir, buna kıyas yapılır ve hüküm çıkarılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.141)
Rağıb: شَر۪يعَةٍ aslında masdardır demiştir. (Rağıb el-İsfehani, a.g.e., 258.) Sonra açık ve geniş yola isim yapılmıştır. Bu da dinde Allah’ın yolu anlamına istiare yoluyla kullanılmıştır. Bazıları şeriata, şeriat denilmesi, su içmek için kullanılan yola şu yönüyle benzetildiğini söylemişlerdir: Çünkü hakikat ve doğruluk üzere onda yürüyen hem kanar hem temizlenir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Buradaki عَلى harfi temekkün ve sebat ifade eden mecazî isti’la içindir. (Âşûr)
وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَهْوَٓاءَ için muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اتَّبِعْ - لَا تَتَّبِـعْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اتَّبِعْهَا cümlesiyle لَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ (Hevaya tabi olmak) ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
2 | لَنْ | asla |
|
3 | يُغْنُوا | savamazlar |
|
4 | عَنْكَ | senden |
|
5 | مِنَ | -tan |
|
6 | اللَّهِ | Allah- |
|
7 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
8 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
9 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
10 | بَعْضُهُمْ | bir kısmı |
|
11 | أَوْلِيَاءُ | velisidirler |
|
12 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
13 | وَاللَّهُ | Allah ise |
|
14 | وَلِيُّ | velisidir |
|
15 | الْمُتَّقِينَ | muttakilerin |
|
اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَنْ يُغْنُوا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يُغْنُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْكَ car mecruru يُغْنُوا fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـٔاً ‘in mahzuf haline mütealliktir. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُغْنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غنى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلِيَٓاءُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. وَلِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْمُتَّق۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَنْ يُغْنُوا cümlesi اِنَّ ‘nin haberidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır. لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muzafı mahzuf olan مِنَ اللّٰهِ car mecruru, شَيْـٔاً ‘in mahzuf haline mütealliktir. Takdiri عذاب olan muzafın ve halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَيْـٔاً , mef’ûlü mutlaktan naibdir. Yani: إغناء قليلا أو كثيرا (Az veya çok fayda)
Önceki ayetteki lafza-i celalin zikrinden sonra bu ayette azamet zamirine, güzel bir iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen cümlede و atıf harfidir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Önceki cümlede zamirle gelen müsnedün ileyhin bu cümlede zahir isimle zikredilmesi ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde bahsi geçenlerin zalim oldukları vugulanmıştır.
الظَّالِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la ta’liliyye cümlesi olan اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ ‘e atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهُ müsnedün ileyh, وَلِيُّ müsneddir. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey anlatma amacına matuftur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Muzâfun ileyh olan الْمُتَّق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe/120-121, s. 80)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle, Allah’ın, muttakilerin ilki olan Hz. Peygambere veli olduğunu bildiren tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ cümlesiyle وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ cümlesi arasında mukabele vardır.
الْمُتَّق۪ينَ - الظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَوْلِيَٓاءُ - وَلِيُّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Özü ve esası Allah’ın vahyi olan din bütün insanlar için bir ışıktır, onları akıllarını doğru kullanarak imana, ibadete ve güzel ahlâka yönelmeye davet eder. Peşin hükümleri bırakıp vahyin ana konuları üzerinde yeniden düşünerek, kitabın sunduğu delilleri aklın önünde bir ışık gibi kullanarak iman edenler için ise o bir doğru yol kılavuzu ve bir rahmet (ferahlık, mutluluk, bereket ve şefkat) kaynağıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 17هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. بَصَٓائِرُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لِلنَّاسِ car mecruru بَصَٓائِرُ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
هُدًى ve رَحْمَةٌ kelimeleri atıf harfi و ‘la بَصَٓائِرُ kelimesine matuftur. لِقَوْمٍ car mecruru رَحْمَةٌ kelimesine mütealliktir. يُوقِنُونَ fiil cümlesi قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوقِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُوقِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi يقن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَا mübteda, بَصَٓائِرُ haberdir. Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
هُدًى ve رَحْمَةٌ , tezâyüf nedeniyle müsned olan بَصَٓائِرُ ‘ya atfedilmiştir.
لِلنَّاسِ car mecruru, بَصَٓائِرُ ‘nun mahzuf sıfatına, لِقَوْمٍ ise رَحْمَةٌ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلنَّاسِ , ihtimam için هُدًى ve رَحْمَةٌ kelimelerine takdim edilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوقِنُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هُدًى ve رَحْمَةٌ kelimelerindeki nekrelik ise tazim ve kesret ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
هُدًى kelimesi masdardır ve hidayete erdirir yani ism-i fail manasındadır. Hidayet Manası çok yoğun olduğu için masdarla ifade edilmiştir. Böylece adeta hidayetin kaynağı olmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 6, S. 197)
بَصائِرُ kelimesi ‘bir şeyi aklen, hakikatıyla idrak etmek’ demektir. بَصِيرَةٍ kelimesinin çoğuludur. Bu idrak gözle görmeye benzetilmiştir. (Âşûr)
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | حَسِبَ | sandılar (mı ki?) |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | اجْتَرَحُوا | işleyen |
|
5 | السَّيِّئَاتِ | kötülükleri |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | نَجْعَلَهُمْ | onları yapacağımızı |
|
8 | كَالَّذِينَ | kimseler gibi |
|
9 | امَنُوا | inanan |
|
10 | وَعَمِلُوا | ve yapan |
|
11 | الصَّالِحَاتِ | iyi ameller |
|
12 | سَوَاءً | bir olacak (öyle mi?) |
|
13 | مَحْيَاهُمْ | yaşamaları |
|
14 | وَمَمَاتُهُمْ | ve ölümleri |
|
15 | سَاءَ | ne kötü |
|
16 | مَا |
|
|
17 | يَحْكُمُونَ | hüküm veriyorlar |
|
Din ve şeriat vahyetmekten maksat insanların buna uyması, dünyada Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmesi, ebedî hayatta da bunun meyvesini derip mutlu olmasıdır. Din, sınanacak kişinin eline verilmiş bir testi gibidir; onu dolduran ile yolda kıran veya boş getirenin aynı sonucu alması abestir, adalet ve hakkaniyete aykırıdır. Dünya hayatında iman ve itaat edenlerle etmeyenlerin birbirine benzemeyen dünya görüşleri ve hayat tarzlarına sahip oldukları açıkça görülmektedir. İslâmî bir topluluk içinde inkârcılar ile amelsizler, birçok bakımdan iman, güzel ahlâk ve davranış sahiplerinden farklı bir değerlendirmeye tâbi tutulmaktadırlar. Âhirette de herkes dünyadaki inanç, kanaat, beklenti ve çabasına göre karşılık görecek, ebedî nimetleri inkâr edenler ondan mahrum kalacak, ilâhî uyarı ve tehditleri umursamayanlar bunların gerçekleştiğine şahit olacak, inanç ve amel yokluğunun sonucuna katlanacaklardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 19
Ceraha جرح :
جُرْحٌ kelimesi deride meydana gelmiş kanayan yarık/zedelenmedir.
Avcı köpekler, parslar ve leoparlar da جارِحَةٌ diye adlandırılır ve çoğulu جَوارِحٌ şeklinde gelir. Böyle adlandırılmaları ya onların yaralamalarından ya da sahipleri için kazanmalarındandır. Yine bu iki nedenden biri sebebiyle vücut organları da جَوارِحٌ olarak adlandırılmıştır.
İftial formundaki إجْتِراحٌ sözcüğü günah kazanma demektir ki aslen iyileşmesi üzerine kabuğunun kalkması anlamına gelmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri cerrah, cerahat, ceriha ve mecruhtur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ
اَمْ , munkatıdır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَسِبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اجْتَرَحُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اجْتَرَحُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَسِبَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَجْعَلَهُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte نَجْعَلَ ’nün mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ fiil cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ cümlesi mukadder ikinci mef’ûlün bihten bedeldir. Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَٓاءً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. مَحْيَاهُمْ kelimesi سَوَٓاءً ‘in faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَمَاتُهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اجْتَرَحُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi جرح ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا harfi سَٓاءَ fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir. سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, حكمهم (Onların hükmü) şeklindedir.
سَاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı İsme Muzâf Olarak Gelmesi 2. سَاءَ ’nin Temyiz Alması
3. سَاءَ Fiilinin مَا Harfi ile Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْكُمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَحْكُمُونَ cümlesi مَا ‘nın sıfatıdır.
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki اَمْ , hemze ve بل manasında munkatıadır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkârî manadadır.
Mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
حَسِبَ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife olması, bu kişileri vurgulamak ve tahkir ifadesi içindir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ cümlesi, masdar tevili ile حَسِبَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَجْعَلَهُمْ fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Teşbih harfinin dahil olduğu كَالَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu ise نَجْعَلَهُمْ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh birinci ism-i mevsûl, müşebbehün bih ikinci ism-i mevsûldür.
الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ cümlesiyle, كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
السَّيِّـَٔاتِ - الصَّالِحَاتِۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, عَمِلُوا - نَجْعَلَهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Bu ifadenin başındaki اَمْ edatı, bir başka şeye atfedilmesi halinde, bir şey sormak için kullanılmakta olan kelimedir. Bu atfedilen şeyin, mezkûr olup olmadığı farketmez. Buna göre buradaki ifadenin takdiri, "Müşrikler bunu biliyorlar mı, yoksa bizim, kendilerini, tıpkı müttakileri dost edindiğimiz gibi dost edineceğimizi mi sanıyorlar?" şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ
Fasılla gelen سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ cümlesi, mahzuf ikinci mef’ûlün halidir سَوَٓاءً mukaddem haber, مَحْيَاهُمْ muahhar mübtedadır. Faidei haber ibtidai kelamdır.
Dirim ve ölümleri bir mi olacak cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuştur ve bu cümle نَجْعَلَهُمْ (Onları yapacağız) fiilinin ikinci mefulünden bedeldir. سَوَٓاءٌ şeklinde ötre olarak okunduğu gibi, سَوَٓاءً şeklinde ك harfinin bedeli olarak veya eşit manasında hal olarak üstünlü de okunmuştur. مَحْيَاهُمْ ve وَمَمَاتُهُمْۜ kelimeleri de سَوَٓاءً kelimesinin faili olmuştur. مَحْيَاهُمْ ve وَمَمَاتُهُمْ kelimeleri; سَوَٓاءً için zarf olarak da nasb şeklinde okunmuştur. Yani “yaşadıkları ve öldükleri zamanda eşittir” manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.165)
Bu cümle ك harfinden bedeldir; çünkü ikinci mef‘ûl konumundadır. Bu sebeple, müfred hükmündedir. Mesela: اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ (onları hayatları da, ölümleri de eşit yapacağımızı) deseydin de isabetli olurdu. Tıpkı ظننت زبدا أبوه منطلق (Zeyd’i babası gidiyor sandım) dediğin gibi. سَواءً şeklinde mansūb okuyan, kelimeyi مستويا (eşit olarak) anlamında kabul ediyor demektir. مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ kelimeleri fail olmaları hasebiyle merfû olur ve bu durumda bir cümle değil müfred kelimeler söz konusu olur. ومماتَهم şeklinde mansub okuyan, iki kelimeyi de zarf kabul ediyor demektir. (Keşşaf)
مَحْيَا - وَمَمَاتُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Zem fiili سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.
سَٓاءَ fiilinin, takdiri حكمهم (Onların hükmü) olan mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Zem fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfe olan مَا , fail konumundadır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi مَا ‘nın sıfatı olarak merfû konumdadır. Muzari fiil, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayet-i kerîmede geçen سَٓاءَ lâfzı, بأس manasında zem fiili, مَا da الَّذ۪ي manasında mevsûledir. Aid ise يَحْكُمُونَ fiilinin mef'ûlu olmak üzere mahzûf olan ه zamiridir. (Celâleyn Tefsiri)
السَّيِّـَٔاتِ - سَٓاءَ arasında cinas-ı iştikak, سَٓاءَ - سَوَٓاءً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَخَلَقَ | ve yaratmıştır |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
4 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
5 | بِالْحَقِّ | gerçek olarak |
|
6 | وَلِتُجْزَىٰ | cezalandırılsın diye |
|
7 | كُلُّ | her |
|
8 | نَفْسٍ | can |
|
9 | بِمَا | şey ile |
|
10 | كَسَبَتْ | kazandığı |
|
11 | وَهُمْ | ve olnara |
|
12 | لَا | asla |
|
13 | يُظْلَمُونَ | haksızlık edilmesin |
|
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir.
لِ harfi تُجْزٰى fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte خَلَقَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجْزٰى fiili ى üzere mukadder fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. هُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُظْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا , nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ
وَ , istînâfiyyedir. Âşûr ise itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ - بِالْحَقِّۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
حَقِّۜ : hak olarak kalan, batıla dönüşmeyen, sahih, doğru demektir. Bugün sahih, hak olan yarın batıl ve dalalet olmaz. Hak kelimesinde istikrar, lüzum ve sebat manası vardır. (Hâlidi, Vakafât, s. 143)
بِالْحَقِّۜ ifadesindeki بِ harfi sebebiyye veya mülâbese içindir. Yani hak bir sebeple veya hak ile sarılmış olarak demektir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ cümlesi, masdar tevilinde, takdiri لتدلّ على قدرته (Onun kudretine delalet etmek için) olan, ta’lil hükmündeki mahzufa وَ ’la atfedilmiştir. خَلَقَ fiiline müteallik olan masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
تُجْزٰى fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.
نَفْسٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِمَا كَسَبَتْۜ ifadesinde muzâf hazf edilmiştir. Yani بِمِثْلِ ما كَسَبَتْهُ (Kazandığı şey gibi) demektir.
بِمَا كَسَبَتْۜ sözü, ‘ne artırılır ne de eksiltilir, tam olarak karşılığı verilir’ demektir. Bu söz nefse aittir, çünkü nefis yaptığı şeyi tercih ederek yapmıştır. Bunda nefsin kazandığı şeylerle cezalandırılacağı manası da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 115)
بِمَا كَسَبَتْ sözü ile kastedilen şey, yapılan şeylere ceza vermektir. Burada adaleti tamamlamaya işaret olması için ceza yerine كَسَبَتْ kelimesi kullanılmıştır. Yani ceza, yapılan şeyden fazla olmaz. Ama yapılan şey sevap gerektiriyorsa, onda artış hem de çok artış yapılabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.179)
Bu ayet önceki hükme bir delil mahiyetindedir. Çünkü hak ile yaratış zalimden mazlumun (zulme uğrayan kimsenin) hakkını hemen almak ve iyi ile kötüyü eşit tutmayıp iyiye, iyiliğinin, kötüye de kötülüğünün cezasını vermek demek olan adaleti gerektirir. Şu halde bu husus, bugün şu dünyada olmuyorsa yarın ahirette olması lazım gelir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Ayetin son cümlesine dahil olan وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin menfî muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُظْلَمُونَ fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
يُظْلَمُونَ ve بِالْحَقِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle birçok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314) Dolayısıyla bu cümlede tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
‘Zaman yok.’ diye koşturuyordum. Dediler ki: ‘zaman var ama belki tercihlerin yanlıştır. Belki değerlendirmeyi seçtiklerinin arasında zaman kaybına sebep olanlar vardır. Yeryüzünde her işin orta yolunu tutturmaya çalışan ve başaran mümin, zamanını değerlendirirken de orta yolu tutturur.’
Herkesin her işin peşinden koşturması ya da her alanın ilmini öğrenmesi ya da her kitabı okuması mümkün değildir. Ancak artık her şeye ulaşmanın kolaylığı ile gözü doymayan nefislerimizin heyecanı coşuyor. Aynı anda hem bir şeyler başarmak, hem de eğlenmek istiyor. Ne yazık ki, birçok iş yarıda bırakılıyor ya da yapılanların içi yeterli bilinçle doldurulmuyor.
Zira; insan hep bir şeylere yetişmeye çalışıyor ya da aklı bir yerlerde takılı kalıyor. Sosyal medyayı bıraktığında, televizyonu kapattığında ya da rüyadan uyandığında da akıp giden zamana hayal kırıklığı ile bakıyor. İşte burada devreye şu öğreti giriyor: mümin olarak - özellikle de vaktini alan işlerde - neyi neden yaptığımız sorusunu kendimize sormalıyız.
Nefsimle kavgaya tutuştuğumuz esnada araya girdiler ve dediler ki: ‘Kendini yerden yere vurarak ikna etmeye çalışmak yerine, neler yapabileceğini değerlendir. Faydasız gördüğün işlerin süresini nasıl kısaltabilir ya da vazgeçebileceklerinin yerine ne koyabilirsin sorularının cevabını ara. Önce Allah’tan iste.’
Ey Allahım! Bizi, zamanını hayırlara vesile olacak, iki cihanda da gönüllerimizi sevindirecek-ferahlatacak-aydınlatacak ve Senin rızanı kazandıracak şekilde değerlendirenlerden eyle. Nefsimizi ve kalbimizi; faydasız işlere, düşüncelere ve duygulara takılıp kalmasından koru. Benliğimizi, bu boş hallerden arındır ve bize bu konuda yol göster. Bize, hakkımızda hayırlara sebep olacak işleri sevdir ve onları tatmin olmuş huzurlu bir kalbin azmi ile yapmamızı nasip et. Zamanımızı değerlendirme ve daha iyi bir kul olma yönündeki niyetlerimizi samimileştir, kuvvetlendir, kolaylaştır ve kabul buyur.
Amin.
***
Sabah uyandıktan hemen sonra eline telefonunu aldı. Gereksiz resimlerle ve hakaret içerikli yorumlarla karşılaştığı zaman canı sıkıldı. Hatta biraz morali de bozuldu. Halbuki sağlıklı ve huzurlu bir yaşam için birçok uzman belli bir vakitten önce telefona bakılmasını tavsiye etmiyordu. Kimisi mavi ışığa maruz kalmakla ilgili bilimsel gerekçeler öne sürerken, kimisi daha günün başındayken kendimizi gereksiz yere strese maruz bıraktığımızı söylüyordu.
Teknoloji çağından önce hayatlar daha sadeydi. Günlerin belli bir düzeni, düşünce ve duyguların belli bir akışı vardı. Bir insanın içindeki ahlaksızlığı, hasedi ve kini saçtığına şahit olmak için belli ortamlarda bulunmak gerekiyordu. Herkesin evine, aklına ve kalbine musallat olmak öyle kolay değildi. Elini kolunu sallayarak kimse kimseye anlamsız yere meydan okuyamıyordu. Özgürlük adı altında edep sınırları aşılmıyordu. Sessiz kalmanın bir kıymeti vardı.
Allah’a nankörlük edenlerin ya da ahiret hayatına inanmayanların boş fikirlerinin aklını ve kalbini meşgul etmesinin tehlikeleri vardı. Ayrıca herkese cevap yetiştirmesi de mümkün değildi. Yine de sosyal medya doğru değerlendirildiğinde faydaları çoktu. O zaman yeryüzünde neden yaşadığını düşünerek adım attığı gibi bu mecradaki konumunu da sorgulayacaktı. Baktıklarına ve süresine sınırlama getirecekti. Burada da Allah’ın kulu olduğunu hatırlayacaktı.
Ey sır diye sakladıklarımızdan ve en sessiz hallerimizden haberdar olan Allahım! Sana itaatsizlik etmelerine ve yaptıkları kötülüklere rağmen iyiler gibi olacaklarını zannedenler gibi gaflete düşmekten ve onlarla bir arada olmaktan muhafaza buyur. Bizi yaptığımız her işte ve bulunduğumuz her ortamda; daima Senin kulun olduğumuzu ve Senin bizim her halimizi gördüğünü hatırlayanlardan eyle. Elimizdeki nimetleri, yaşadığımız günleri ve kalan zamanımızı Senin rızan için doğru şekilde değerlendirmemiz için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Allahım, bizi affet ve bizi razı olduğun kulların arasına kat.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji