23 Ocak 2026
Câsiye Sûresi 23-32 (500. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Câsiye Sûresi 23. Ayet

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ  ...


Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتَ gördün mü? ر ا ي
2 مَنِ kimseyi
3 اتَّخَذَ edinen ا خ ذ
4 إِلَٰهَهُ tanrı ا ل ه
5 هَوَاهُ keyfini ه و ي
6 وَأَضَلَّهُ ve saptırdığı ض ل ل
7 اللَّهُ Allah’ın
8 عَلَىٰ -ye göre
9 عِلْمٍ bir bilgi- ع ل م
10 وَخَتَمَ ve mühürlediği خ ت م
11 عَلَىٰ üzerini
12 سَمْعِهِ kulağının س م ع
13 وَقَلْبِهِ ve kalbini ق ل ب
14 وَجَعَلَ ve çektiği ج ع ل
15 عَلَىٰ üstüne
16 بَصَرِهِ gözünün ب ص ر
17 غِشَاوَةً perde غ ش و
18 فَمَنْ şimdi kim?
19 يَهْدِيهِ ona doğru yolu gösterecek ه د ي
20 مِنْ
21 بَعْدِ sonra ب ع د
22 اللَّهِ Allah’tan
23 أَفَلَا
24 تَذَكَّرُونَ düşünmüyor musunuz? ذ ك ر

Âyet “tanrısını arzusundan ibaret kılan” diye başlamakta, bundan sonra Allah’ın yaptıkları kişinin bu tercihine bina edilmektedir. Yani Allah iyi olmak isteyeni zorla inkâra ve kötülüğe itmemekte, kul bunu tercih ettiği için O da kural ve imtihan gereği belirtilen olumsuz durumları yapmakta, yaratmakta, olmasına izin ve imkân vermektedir.

“Bilgisine rağmen” kaydı, hayatını dinî kayıt ve sınırların dışında yaşayan, Allah’ın rızasına değil, nefsinin arzusuna uyan birçok kimsenin yaptıklarını, Allah rızasına aykırı olduğunu bile bile yaptıklarını ifade etmektedir. Doğruyu ve iyiyi bilmek ona uygun davranmak için yeterli olmamakta, sağlam imana ve uygun eğitime ihtiyaç bulunmaktadır. Bu imandan ve eğitimden yoksun bulunan, zevklerine saplanıp gününü gün eden kimseleri yola getirmek zordur. Âyet bu zorluğa işaret etmekte, ancak kapıyı da açık tutmaktadır. Kul ister ve yönelirse, geçmişte ne yapmış olursa olsun Allah onu bağışlar ve doğru yola iletir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 19-20

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلٰهَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اتَّخَذَ  değiştirme anlamında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَوٰيهُ  ikinci mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَضَلَّهُ  atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur. 

اَضَلَّهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

عَلٰى عِلْمٍ  car mecruru  اَضَلَّ  fiilinin failine veya mef’ûlunun mahzuf haline mütealliktir. 

خَتَمَ  atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur.  خَتَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلٰى سَمْعِه۪  car mecruru  خَتَمَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَلْبِه۪  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَعَلَ  atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur. جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلٰى بَصَرِه۪ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  غِشَاوَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ‘dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَضَلَّهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   


فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ 

 

فَمَنْ يَهْد۪يهِ  cümlesi  رَاَيْتَ ‘nin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

فَ  kelamın uzunluğundan dolayı birbirine bağlamak için zaid olan harftir.  مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَهْد۪يهِ  fiili mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَهْد۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَهْد۪يهِ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfi olup mukadder istînâfiyyeye matuftur. Takdiri,  أغفلتم  (Gafil oldunuz.) şeklindedir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze talep ifade eden (Mahmut Sâfî) istifham harfi,  فَ  istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

Muhatap Hz. Peygamber ve beraberindeki müminler veya muayyen olmayan kişilerdir. Bahsedilen kişilerin durumlarının görünür hale geldiğini belirtmek için soru görmek fiiliyle sorulmuştur. (Âşûr)

Ayetin ilk cümlesi …  اَفَرَاَيْتَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنِ ’nın sılası olan  اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette teşbih-i maklûb sanatı vardır. Abidin mabuduna boyun eğmesi gibi hevasına tabi olup boyun eğdiği için  اتَّخَذَ هَوٰيهُ اِلٰهَهُ  yerine,  اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ  ifadesi kullanılmıştır. (Mahmûd Sâfî,  https://tafsir.app/)

اِلٰهَهُ  izafeti  اتَّخَذَ  fiilinin birinci,  هَوٰيهُ  ise ikinci mef’ûlüdür.

Aynı üslupta gelen  وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle mevsûlün sılasına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması haşyet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Car mecrur  عَلٰى عِلْمٍ , mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

عِلْمٍ ’deki nekrelik tazim ve kesret içindir. 

وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪  cümlesi atıf harfi  وَ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلٰى سَمْعِه۪  car mecruru ve ona matuf olan  قَلْبِه۪  izafeti,  خَتَمَ  fiiline mütealliktir.

Aynı üslupla gelen  وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile sılaya atfedilmiştir. Her iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  عَلٰى بَصَرِه۪  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  غِشَاوَةً  mef’ûlun bihtir. Kelimenin nekreliği, nev ve tazim ifade eder. 

سَمْعِه۪  -  قَلْبِه۪  -  بَصَرِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ  cümlesi  رَاَيْتَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Cümleye dahil olan  فَ  kelamın uzunluğundan dolayı unsurları birbirine bağlamak için gelen zaid harftir. (https://tafsir.app/aljadwal/45/23, Mahmut Sâfî)

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَنْ  istifham harfi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِ  cümlesi haberdir. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, takrir ve inkâr manası taşıması  sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.  

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  بَعْدِ اللّٰهِۜ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

يَهْد۪ي - اَضَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayeti kerime, hidayeti bırakıp da insanın nefsinin isteklerine boyun eğmesinin ne kadar şaşılacak ve hayret edilecek bir şey olduğunu ifade etmektedir. Nefsinin isteklerine uyan kimse, sanki onun kulu ve kölesi gibi olmuştur. (Ruhu’l Beyan) 


 اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri  أغفلتم (Gafil mi oldunuz?) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve azarlama anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

تَتَذَكَّرُون  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

تَتَذَكَّرُون  fiili,  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 
Câsiye Sûresi 24. Ayet

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ  ...


Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 مَا yoktur
3 هِيَ
4 إِلَّا başka bir şey
5 حَيَاتُنَا hayatımızdan ح ي ي
6 الدُّنْيَا dünya د ن و
7 نَمُوتُ ölürüz م و ت
8 وَنَحْيَا ve yaşarız ح ي ي
9 وَمَا ve
10 يُهْلِكُنَا bizi helak etmiyor ه ل ك
11 إِلَّا başkası
12 الدَّهْرُ zamandan د ه ر
13 وَمَا fakat yoktur
14 لَهُمْ onların
15 بِذَٰلِكَ bu hususta
16 مِنْ hiçbir
17 عِلْمٍ bilgileri ع ل م
18 إِنْ (hayır)
19 هُمْ onlar
20 إِلَّا sadece
21 يَظُنُّونَ zannediyorlar ظ ن ن

“Ölürüz, yaşarız” cümlesinde önce ölüm sonra dirilme, hayata gelme zikredildiği için bazı tefsirciler bununla, Câhiliye Arapları’nın tenâsüh (ruh göçü, reenkarnasyon) inancına işaret edildiğini ileri sürmüşlerdir. İlk bakışta bu mâna ihtimal dışı görülmemekle beraber Araplar’ın böyle bir inanca sahip oldukları yönünde tarihî bir bilgi bulunmamaktadır. Şu halde bu âyette maksat, putperestlerin âhirete, öldükten sonra başka bir âlemde dirilmeye inanmadıklarını, onların bir kısım olumsuz davranışlarına bu inançsızlığın kaynaklık ettiğini açıklamaktır. Başka âyetlerde “ölür diriliriz” sözlerinden sonra, “öldükten sonra diriltilecek değiliz” demeleri, maksatlarının tenâsühe inandıklarını göstermek değil, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (En‘âm 6/29; Mü’minûn 23/37; reenkarnasyon için bk. Bakara 2/28). 


  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 20

 Peygamber Efendimiz bir kûdsi hadisde Allah Teâlâ’nın şöyle buyurdugunu haber vermiştir:

” İnsan zamana (dehre) söverek Beni üzer.  Halbuki zamanı yaratan Benim.  Her şey Benim elimdedir. Geceyi, gündüzü Ben idare ederim “

(Buhari ,Tefsir 45/1;Tevhit 35;Müslim Elfâz 1).

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا ‘dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  حَيَاتُنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  حَيَاتُنَا ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

نَمُوتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  نَحْيَا  atıf harfi وَ ‘la  نَمُوتُ ‘ye matuftur. نَحْيَا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. مَا يُهْلِكُنَٓا  atıf harfi وَ ‘la  نَمُوتُ ‘ya matuftur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُهْلِكُنَٓا  damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا  hasr edatıdır. الدَّهْرُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُهْلِكُنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ 

 

مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ  cümlesi  قَالُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بِذٰلِكَ  car mecruru  عِلْمٍ ‘e mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  عِلْمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.


اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

 

 

Cümle, وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ  cümlesinden bedel olup mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.

يَظُنُّونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَظُنُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا   fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هِيَ  maksûr, haber olan  حَيَاتُنَا الدُّنْيَا  maksûrun aleyhtir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الدُّنْيَا , haber olan  حَيَاتُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

[Bu (hayat) dünya hayatımızdan başka bir şey değildir] sözündeki zamir ile dünya hayatı kastedilmiştir, çünkü bu cümleden maksat ikinci hayatı inkârdır. Onlar bu dünya hayatından başka bir hayatları olmadığını söylemektedirler. Bazı alimler bu zamirin şan zamiri olduğu görüşündedir. Mana da şöyledir: Hal, şan ve konu, bu dünya hayatından başka bir hayatın olmadığıdır. Bu şan zamiri, mütekellimin manaya verdiği önemin kuvvetine delalet eder. İşte bu şan zamirinin tefsiridir. Çünkü şan zamiri, kişiyi bu zamir ile arzu edilen şeyi kabul etmeye ve bakışlarını buraya çevirmeye hazırlar. Bunlar bu sözleri söyleyen kavmin yakîninin kuvvetine veya söyledikleri şeyin propagandasını yapmak için duydukları isteğin kuvvetine işaret eder. Bu şan zamirini kasr takip etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/24, s. 204)


 نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müşriklerin sözlerine dahil olan  نَمُوتُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَنَحْيَا  cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, iki cümle arasında mukabele sanatı vardır. 

Muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْيَا  -  حَيَاتُنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile … نَمُوتُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Fiille fail arasındadır.

نَحْيَا /yaşarız ifadesinin  نَمُوتُ /ölürüz ifadesinden daha sonra getirilmesinin sebebi, ses uyumu bakımından bir nevi fasıla gözetilmiş olmasındandır. Bir diğer sebebi de Arapça'da  وَ  harfinin mutlak cem’ yani çoğul ifade etmesi, tertip şartının olmamasıdır. Buna göre ”ölürüz ve yaşarız” ifadesi, bu tertipde anlaşılmayacak, dünyadaki gerçek duruma uygun olarak yaşarız ve ölürüz şeklinde anlaşılacaktır. Müşriklerin ”ölürüz ve yaşarız" ifadesi ile tenasühü de kastetmiş olmaları mümkündür. Çünkü puta tapanların ekserisinin inancı tenasühtür.

Ta'rifât'ta şöyle söylenir: ”Tenasüh araya herhangi bir zaman dilimi girmeksizin ruhun bir cesetten ayrıldıktan sonra aralarındaki kopmaz bağ sebebi ile hemen başka bir cesede girmesinden ibarettir. (Ruhu’l Beyan)


 وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ 

 

 

Cümle  قَالُوا ‘daki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Zaid harfle tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  عِلْمٍ , muahhar mübtedadır. 

Bazı alimlerimize göre bu takdim ihtisas ifade eder. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın dilediği şeylerin tafsilatını, kainatta gerçekleşen arzusunu bilmezler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)

بِذٰلِكَ  car mecruru  عِلْمٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

عِلْمٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir ilim’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile müşriklerin inancına işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

 

Fasılla gelen cümle,  وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ  cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Tevabîden birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir ifadenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundaki terkip kasrla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Câsiye Sûresi 25. Ayet

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin” demek oldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 تُتْلَىٰ okunduğu ت ل و
3 عَلَيْهِمْ onlara
4 ايَاتُنَا ayetlerimiz ا ي ي
5 بَيِّنَاتٍ açık açık ب ي ن
6 مَا
7 كَانَ olmamıştır ك و ن
8 حُجَّتَهُمْ bir delilleri ح ج ج
9 إِلَّا başka
10 أَنْ
11 قَالُوا demelerinden ق و ل
12 ائْتُوا getirin ا ت ي
13 بِابَائِنَا babalarımızı ا ب و
14 إِنْ eğer
15 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
16 صَادِقِينَ doğrular(dan) ص د ق

İnsanlara verilmiş bulunan bilgi vasıtaları ile fizik ötesi âlemi bilmek mümkün değildir; öldükten sonra dirilme ve âhiret de bu âleme dahildir. İnkârcıların bu konudaki iddiaları, bilmedikleri ve bilemeyecekleri bir konuda tahmin yürütmekten ibarettir. Bu sebeple mantık dışı önermelere başvurmakta, olmayacak taleplerde bulunmaktadırlar. “Atalarımızı geri getirin” teklifi de bu kabildendir; çünkü dinin iddiası onları geri getirmek değil, diğer âlemde diriltmek ve bir araya getirmektir, bu da olacaktır. Bu dünyadan gidenlerin geri getirilmesi ilâhî programa uygun bulunmamaktadır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 20

  Dehera دهر :

 Dehrin asıl anlamı, ilk vücuda geldiğinden, son bulacağı ana kadar olan alemin suresine denir. Daha sonra bu kelime uzun olan her müddet için kullanılır olmuştur.

  Dehr, zamandan farklıdır. Çünkü zaman, hem kısa hem uzun müddet anlamına gelir.

  Dehr ile Müddet arasındaki fark: Dehr birbirinden farklı olsun yada olmasın ardı ardına gelen vakitlerin toplamıdır. Bu nedenle kış bir müddettir denilir, çünkü havanın soğukluğu vs. nitelikleri konusunda bütün vakitleri birbirine denktir ancak bu anlamda dehr kelimesi kullanılmazken sıcaklık, soğukluk ve bunun gibi durumlarda birbirinden farklı durumları kapsadığından dolayı yıllar için dehr kelimesi kullanılır.

  Yine müddet, dehrden daha uzun olabilir. Müddet ve ecel ise birbirlerine yakındır.

  Dehir aslında âlemin kalma (devam etme) müddeti demektir. Sonra çok bir müddete de denilir. Zaman kavramı ise az bir müddete denilmesi itibarıyla bundan farklıdır. Falancanın dehri, onun hayat müddeti demek olur.

  (Müfredat-Furuq-Elmalılı)  Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli Dehriye (mezhebi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُتْلٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir. 

اٰيَاتُنَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيِّنَاتٍ  kelimesi  اٰيَاتُنَا ‘nın hali olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.


 مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  حُجَّتَهُمْ  izafeti  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

ائْتُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِاٰبَٓائِنَٓا  car mecruru  ائْتُوا  fiiline mütealliktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم صادقين في الحديث عن البعث فأتوا بآبائنا (Eğer ba’s hakkındaki sözünüz doğruysa babalarımızı getirin) şeklindedir.

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

اٰيَاتُنَا  ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 397)

Böylece bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manası ifade edilmiştir.

بَيِّنَاتٍ , naib-i fail olan  اٰيَاتُنَا ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Burada  اِنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  اِنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder.  تُتْلٰى  fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا , cevap cümlesidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu, kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.  حُجَّتَهُمْ  izafeti,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda geldiği halde tehekküm manası taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Cümlede mecâz-ı mürsel sanatı vardır. İnkârcıların sözleri, zıddiyet alakasıyla hüccete benzetilmiştir. (Âşûr)

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr,  كَانَ ’nin ismiyle haberi arasındadır.

Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  حُجَّتَهُمْ  mevsuf/maksûr,  اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

Şayet “Onların sözleri bir delil olmadığı halde bunları niçin delil diye isimlendirdi?” dersen şöyle derim: Çünkü bu iddialarını, bir delil ortaya koyan kişi gibi dile getiriyor, iddialarını hüccete benzetiyorlardı. Ayette de onlarla alay etmek için iddiaları delil diye isimlendirildi. Yahut iddiaları onların hesap ve değerlendirmelerine göre bir hüccet olduğu için böyle isimlendirildi. (Keşşâf)

Onların söylediklerine hüccet denilmesi, onu hüccet konusunda ileri sürdüklerine binaendir. Bu da, onlarla istihza anlamını taşımaktadır. (Ebüssuûd) 


 اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.  Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  sözünde cevap zikredilmemiştir. Öncesindeki [Babalarımızı geri getirin] sözü bunun cevabıdır. Ama önce gelerek bunun delili olmuştur. Buradaki  اِنْ  harfi vuku bulma ihtimali zayıf bir fiilin başına gelir. Aslında bununla kastedilen babalarının geri dönmesinin imkansızlığıdır. 

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
Câsiye Sûresi 26. Ayet

قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟  ...


De ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلِ de ki ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 يُحْيِيكُمْ sizi yaşatıyor ح ي ي
4 ثُمَّ sonra
5 يُمِيتُكُمْ sizi öldürüyor م و ت
6 ثُمَّ sonra
7 يَجْمَعُكُمْ sizi toplayıp getirecektir ج م ع
8 إِلَىٰ
9 يَوْمِ gününe ي و م
10 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
11 لَا asla
12 رَيْبَ şüphe yoktur ر ي ب
13 فِيهِ bunda
14 وَلَٰكِنَّ ama
15 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
16 النَّاسِ insanların ن و س
17 لَا
18 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ 

 

Fiil cümlesidir. قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  Mekulü’l-kavli  اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ‘dir. قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  يُحْي۪يكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحْي۪يكُمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.     

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُم۪يتُكُمْ  fiili  ثُمَّ  atıf harfi ile makabline matuftur.  يَجْمَعُكُمْ  fiili  ثُمَّ  atıf harfi ile makabline matuftur.  اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  يَجْمَعُكُمْ  fiiline mütealliktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesi  يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. رَيْبَ  kelimesi  لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهِ  car mecruru  لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.

يُحْي۪يكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ’dir. 

يُم۪يتُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  موت ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. 

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.Bazı müfessirlere göre  de gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَكْثَرَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ۟  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl müsnedün ileyh,  يُحْي۪يكُمْ  cümlesi müsneddir. Cümle kasrla tekid edilmiştir. Kasr, haberle mübteda arasındadır. Bu fiillerin hepsi Allah’a kasredilmiştir.  اللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsuf,  يُحْي۪يكُمْ  ve sonraki fiiller maksûr/sıfattır. Sıfatlar, mevsufa kasredilmiştir. Hakiki kasrdır. Yani, müsnedin, bu müsnedün ileyhe has olduğunu ifade eder.

Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet  ve müsnedin fiil olması halinde bu terkîb; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre tahsis ifade eder. Bu cümlelerin hepsinde tahsis açıktır. Çünkü bu zikredilen fiillerin tamamı Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başkası bu fiilleri yapamaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ  cümlesi, tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle müsned olan  يُحْي۪يكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Müsned konumundaki bu iki cümlede de Allah isminin takdimi kasır ifade etmiştir. (Âşûr) Aynı üslupta gelen  يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ   cümlesi,  يُم۪يتُكُمْ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru,  يَجْمَعُكُمْ ’e mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyhtir.  

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesi  يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesindeki  لَا  cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasb eder. Bu cümlede  لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ف۪يهِ  car mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.

يُم۪يتُكُمْ  -  يُحْي۪يكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟

 

Ayetin son cümlesi,  لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesine atfedilmiştir. İstidrak ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir. لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Ayetin son cümlesi, başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314) 

لَا يَعْلَمُونَ  ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Bu cümle, ya söylenmesi emredilen kelamın tamamına dahildir; yahut doğrudan doğruya Allah tarafından varid olmuş bir cümle olup hakkı, tahkik etmekte ve o müşriklerin, bu konudaki şüphelerinin cehaletlerinden ve kusurlu bakış ve tefekkürlerinden kaynaklandığına, yoksa bu konuda bir şüphe şaibesi bile olmadığına dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)

 
Câsiye Sûresi 27. Ayet

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ  ...


Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’ındır
2 مُلْكُ mülkü م ل ك
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَيَوْمَ ve gün ي و م
6 تَقُومُ başladığı ق و م
7 السَّاعَةُ sa’at س و ع
8 يَوْمَئِذٍ işte o gün
9 يَخْسَرُ hüsrana uğrayacaktır خ س ر
10 الْمُبْطِلُونَ iptalciler ب ط ل

Öldükten sonra dirilmeyi, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyi inkâr eden, bu konuları anlatan âyetleri alaya alan müşriklere, yanlış yollarında devam ettikleri takdirde nelerle karşılaşacakları daha detaylı olarak açıklanmak suretiyle imana gelmeleri teşvik edilmektedir.

Dünyada topluluklar (kavimler, kabileler, ümmetler, milletler...) sosyal gruplar olarak ayrılmış, her grup da kendi içinde alt bölünmelere tâbi tutulmuş, insanlık tarihinde birçok yer ve zamanda bu gruplar ayrı defterlere kaydedilmiş, burada grubun her ferdi için de bir hâne açılmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre âhiret hesabı bakımından da hem gruplara birer defter tahsis edilmiş, hem de her bir ferdin yapıp ettikleri kayda geçirilmiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 22-23

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesdir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

  

 وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı olup يَخْسَرُ  fiiline mütealliktir.  تَقُومُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir.  السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı ilk  يَوْمَ ‘den bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  إذ  için muzâftır. يَخْسَرُ  fiiline mütealliktir.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

يَخْسَرُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُبْطِلُونَ  fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُبْطِلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ  atıftır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Car mecrurun takdimi, kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.   لِلّٰهِ maksurun aleyh/sıfat,  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

وَالْاَرْضِ  kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


 وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ

 

وَ ,  istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , ihtimam için müteallakı olan يَخْسَرُ  fiiline takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki  تَقُومُ السَّاعَةُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَوْمَئِذٍ , zaman zarfı  يَوْمَ ‘yi tekid için gelmiştir. 

‘Gün’ manasındaki  يَوْمَ  kelimesinin tekrar edilmesi kıyamet gününün korkunçluğunu zihinlere yerleştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّاعَةُ  kelimesi  تَقُومُ  fiilinin failidir. Kıyamet gününden kinayedir. 

تَقُومُ السَّاعَةُ  ifadesinde saat,  تَقُومُ  fiiline isnad edilmiştir. Aslında gelen gün değil o vakittir.  Bu üslup, o günün önemini vurgulamak için yapılan mecazî isnad sanatıdır.

يَوْمَ - السَّاعَةُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمُبْطِلُونَ  ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme ifade etmiştir.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki zarfı tekid için gelen  يَوْمَ ’nin muzâf olduğu  ئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

تَقُومُ السَّاعَةُ  ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların: قد قامت السوق  (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete,  القيامة  adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada  يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6)  buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki  وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, O’nun buyruğu ile ayakta durması da O’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا  (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Ayetteki ”batıla sapmak", batılı işlemek, gerçeği olmayan söz söylemek demektir. Burada bundan maksat, hakkı gerçek olarak kabul etmeyenler, öldükten sonra dirilmeyi asılsız kabul edenlerdir. Batıla sapanların hüsrana uğramalarından maksat, hüsranlarının o gün ortaya çıkması demektir. (Ruhu’l Beyan)

 
Câsiye Sûresi 28. Ayet

وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara şöyle denilir:) “Bugün (yalnızca) yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَىٰ ve görürsün ر ا ي
2 كُلَّ her ك ل ل
3 أُمَّةٍ ümmeti ا م م
4 جَاثِيَةً toplanmış ج ث و
5 كُلُّ her ك ل ل
6 أُمَّةٍ ümmet ا م م
7 تُدْعَىٰ çağırılır د ع و
8 إِلَىٰ
9 كِتَابِهَا kendi Kitabına ك ت ب
10 الْيَوْمَ bugün ي و م
11 تُجْزَوْنَ cezalandırılacaksınız ج ز ي
12 مَا şeylerle
13 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
14 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir. تَرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.    

كُلَّ  kelimesi zaman veya mekân zarflarına muzâf olduğu zaman mef’ûlün fih manasında da değerlendirilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَاثِيَةً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تُدْعٰٓى  fiili mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur.

تُدْعٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى 'dir. اِلٰى كِتَابِهَا  car mecruru تُدْعٰٓى  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

  

 اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı  تُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. تُجْزَوْنَ  mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. 

تُجْزَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠

 

وَ , atıftır. Ayetin ilk cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُمَّةٍ ‘in nekre gelişi kesret, nev ve cins ifade eder.

جَاثِيَةً  kelimesi haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette geçen  جَاثِيَةً۠  kelimesi, dizleri üzerinde çökmek manasındadır. Nitekim bir kimsenin diz çökmesi durumunda,  جثا فلان  cümlesi kullanılır ki bu, ‘dizleri üzerinde çöküp oturdu’ demektir. Ayrıca, toparlanmak, toplanmak manasında da kullanılmıştır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)


كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ اُمَّةٍ ‘in izafet formunda gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.

Haber olan  تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

تُدْعٰٓى  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اُمَّةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve cins içindir.

كُلُّ  ve  اُمَّةٍ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kitabın meleklerin onların aleyhine yazdıkları kitap, amel defteri olduğu söylendiği gibi, gereğince amel edip etmediklerinin görülmesi için kendilerine indirilen kitap olduğu da söylenmiştir. Bir başka görüşe göre burada kitap, Levh-i Mahfuz'dur. (Kurtubî)

كُلَّ اُمَّةٍ (Her ümmet) ifadesinin bir daha tekrar edilmesi, ayetin bu noktasının tehdit ve sert ifadeleri gerektiren yer olmasındandır.

تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَا (Kendi kitabına çağrılır) Yani her ümmet kendi amel defterine çağrılır. ”Ümmetin kitabı" ifadesi, ümmetle kitap arasındaki ilişki dolayısıyla mecazî bir ifadedir. Çünkü onların amelleri bu kitaplarda yazılıdır.

Bu ifadede, kulların aciz olduklarına Allah'ın ezelde kendi haklarında yazmış olduğu hususlarda herhangi bir güç ve kuvvetlerinin olmadığına, dünyada ve ahirette insanlara ancak durumlarına göre Allah'ın takdir edip yazmış olduğu şeylerin isabet edeceğine, başlarına geleceğine işaret vardır. Şu halde onların yaptıkları fiiller ancak Allah'ın takdirine göredir. (Ruhu’l Beyan)


اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Fasılla gelen cümlede  اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , mukadder bir sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri,  يقول لهم (Onlara der ki) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan mekulü’l-kavl cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  اَلْيَوْمَ , ihtimam için amili olan  تُجْزَوْنَ  fiiline takdim edilmiştir.  تُجْزٰى  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.

Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

 
Câsiye Sûresi 29. Ayet

هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


İşte kitabımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذَا işte
2 كِتَابُنَا Kitabımız ك ت ب
3 يَنْطِقُ söylüyor ن ط ق
4 عَلَيْكُمْ aleyhinize
5 بِالْحَقِّ gerçeği ح ق ق
6 إِنَّا çünkü biz
7 كُنَّا idik ك و ن
8 نَسْتَنْسِخُ yazıyor ن س خ
9 مَا şeyleri
10 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
11 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

  Neseha نسخ :

  نَسْخٌ Nesh kavramı bir şeyi kendisinden sonra gelen bir şeyle bertaraf edip ortadan kaldırmaktır. Örneğin güneşin gölgeyi ve gölgenin güneşi, yine saçtaki ağarmanın gençliği izale edip ortadan kaldırması gibi.

  Buna göre nesih kimi zaman izâle etmek ve ortadan kaldırmak kimi zaman da sâbit ve pâyidar kılmak anlamlarına gelmektedir.

  Neshu-l kitab نَسْخُ الْكِتابِ yani kitabın neshi, bir hükmün kendisinden sonra gelen bir hükümle ortadan kaldırılmasıdır. Bakara, 2/106 ayetindeki manası hakkında iki görüş vardır. Birincisi bunun anlamı kendisiyle amel edilmesini kaldırdığımız veya insanların kalplerinden/hafızalarından sildiğimiz; diğer görüş ise var edip indirdiğimiz demektir.

  إسْتِنْساخٌ  kavramı ise bir şeyi kopya etmek ya da kopya etmeye ehil olmaktır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri nâsih, mensuh, tenâsüh, neshetmek, nüsha ve muskadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابُنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَنْطِقُ  cümlesi  كِتَابُنَا ‘nın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَنْطِقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلَيْكُم  car mecruru  يَنْطِقُ  fiiline mütealliktir.  بِالْحَقّ  car mecruru  يَنْطِقُ ‘deki failinin mahzuf haline mütealliktir.


 اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merf’ûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir.İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

نَسْتَنْسِخُ  cümlesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.  نَسْتَنْسِخُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

نَسْتَنْسِخُ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  نسخ ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰذَا  müsnedün ileyh,  كِتَابُنَا  müsneddir. Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا  ile marife olması, tazim ve medih ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  كِتَابُنَا  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  كِتَابُ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ  cümlesi, كِتَابُنَا ‘dan müekked hal olarak ıtnâbtır. 

Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)

Kitabın şahitliğinden, hakkı konuşur şeklinde bahsedilmesi, “karşılık vermek” manasını te’kid eder.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 246)

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَنْطِقُ  fiiline mütealliktir.  بِالْحَقّ , mahzuf hale mütealliktir. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.

نطق  fiilinin isti’la harfi ile müteaddi olarak gelişi bu kelimeye şahitlik manasını da kazandırmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 249 ve Âşûr) 

Bu ayette istiâre-i tasrîhiyye vardır. Aleyhinizde şahitlik ediyor demektir. Burada istiare, hakikatten daha beliğdir. Çünkü kitabın, beyanda bulunarak yaptığı şahitliği; insanın, diliyle yaptığı şahitlikten daha kuvvetlidir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Konuşmanın kitaba isnad edilmesi mecaz-ı aklî veya ‘’Hali konuştu’’ sözümüzdeki gibi istiaredir. Konuşan kitap değil hesap melekleridir ki onlar da Kitapta olanı konuşur. (Âşûr)

Bu kelam da, o gün her ümmete söylenecek olanlara dahildir. Her ümmetin kitabı, Allah'ın emri ile yazıldığı için  هٰذَا كِتَابُنَا (İşte bu Kitabımız) denilerek şânını tazim ve muhtevasını korkunç göstermek için kitap, Allah'a izafe edilmiştir. (Ebüssuûd)

Her ümmetin kitabı, Yüce Allah'ın emriyle yazıldığı için kitap kelimesi isim tamlaması yapılarak Yüce Allah'a izafe edilmiş ”kitabımızdır," denilmiş, böylece kitabın ne kadar büyük bir kitap olduğu ve ne kadar korkunç olduğu vurgulanmıştır. Eğer bu nükteler gözetilmemiş olsaydı, daha önce olduğu gibi kitap kelimesi ümmet kelimesine izafe edilir ”bu ümmetin kitabıdır" denilirdi. (Ruhu’l Beyan)


اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekit unsuru taşıyan bu tip cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden  كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan,  نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُون  cümlesi ise  كان ‘nin haberidir. 

كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

نَسْتَنْسِخُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.

Hükmü takviye demek: hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كُنْتُمْ - كُنَّا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كِتَابُنَا  -  يَنْطِقُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 
Câsiye Sûresi 30. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ  ...


İnanıp salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte bu apaçık başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا gelince
2 الَّذِينَ kimselere
3 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlara ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 فَيُدْخِلُهُمْ onları sokar د خ ل
7 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
8 فِي
9 رَحْمَتِهِ rahmetine ر ح م
10 ذَٰلِكَ işte
11 هُوَ budur
12 الْفَوْزُ başarı ف و ز
13 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن
Riyazus Salihin, 616 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:
- Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet:
- Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle halletti:
- Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim.
Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”
(Müslim, Cennet 34; Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhid, 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّا  tafsil ve şart harfidir. اَمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اَمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıtadır.  يُدْخِلُهُمْ , fiili mübteda olan  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُدْخِلُهُمْ  damme üzere merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

ف۪ي رَحْمَتِه۪  car mecruru  يُدْخِلُهُمْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُدْخِلُهُمْ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir. İtiraziyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi الْفَوْزُ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ

 

فَ , atıf harfidir. Ayet 28. ayetteki  وتَرى كُلَّ أُمَّةٍ جاثِيَةً  cümlesine atfedilmiştir. Aradaki cümleler itiraziyye hükmündedir. (Âşûr)

Ayet şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen  فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪  cümlesi  اَمَّا ’nın cevabı, aynı zamanda mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

اَمَّا  tafsil harfi tekid ifade eder. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ve teşvik ifade eder. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi sılaya hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّهُمْ  izafetinde, inananlara ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması o kişilere tazim ve teşrif içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَحْمَتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması rahmet için tazim ve teşrif ifade eder.

ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ   ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla rahmet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rahmet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın, iman edip salih amel işleyenlere verdiği nimetleri mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.  

Haber, fiil cümlesi olursa teceddüt (yenilenmek) ifade eder. Muzari fiil hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüt (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder. Fiil cümlesi aynı zamanda istimrârî teceddüd ifade edebilir. Teceddüt, olayın ortaya çıkışının yenilenmesi/tekrarlanması yani; azar azar gerçekleşmesidir. Ancak fiil cümlesinin teceddüdî istimrar (devamlı olarak yenilenme) ifade etmesi için bazı karîneler olması gerekir. Aksi halde istimrarî teceddüt ifade etmez. Bu da medh ve övünme gibi özel bazı makamlara mahsustur. İsim cümlesinde haber, fiil olarak geldiği zaman hükmü takviye eder. Hükmü takviye demek; hükmü tekîd etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah’ın rahmetinin tenezzül yeri cennet olduğu için rahmetten kasıt cennettir. Alakası hâliyettir. Hâliyet alakasının, bir yerde bulunan bir şeyi zikredip mahallini kasdetmek; bir şeyin kendisi dışında bir varlık içerisinde bulunması gibi tarifleri vardır. Buna zikr-i hâl irâde-i mahâl de denir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meal Problemleri)

يُدْخِلُهُمْ  duhûl-girme fiili, rahmet çeşitleri arasında cennete girmede hakiki manada kullanılır. ”Rahmetine sokma", bir şeye bulunduğu halin ismini verme kabilinden mecazdır. Buna göre cennet rahmet mahalli olduğu için cennete rahmet denmiş olmaktadır. (Ruhu’l Beyan)

Burada Allah'ın rahmetinden murad, Cennettir.

Bundan önce, ceza ve mükâfat vaatlerini içeren kelam ile kendilerine yapılacak hitap, beyan edildikten sonra burada da ümmetler hakkında yapılacak olanlar açıklanmaktadır. (Ebüssuûd)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ

 

Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْفَوْزُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

الْفَوْزُ  için sıfat olan الْمُب۪ينُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olarak gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, Maide/32)

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

29-30. ayetlerde  رَبُّهُمْ - نَسْتَنْسِخُ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Câsiye Sûresi 31. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْـبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ  ...


İnkâr edenlere gelince, onlara şöyle denir: “Âyetlerim size okunmuştu da sizler büyüklük taslamış ve günahkâr bir kavim olmuş değil miydiniz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ama gelince
2 الَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
4 أَفَلَمْ
5 تَكُنْ değil mi? ك و ن
6 ايَاتِي ayetlerim ا ي ي
7 تُتْلَىٰ okunurdu ت ل و
8 عَلَيْكُمْ size
9 فَاسْتَكْبَرْتُمْ fakat siz büyüklük tasladınız ك ب ر
10 وَكُنْتُمْ ve oldunuz ك و ن
11 قَوْمًا bir toplum ق و م
12 مُجْرِمِينَ suçlulardan ج ر م

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْـبَرْتُمْ

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil ve şart harfidir.  اَمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اَمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۠ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا۠  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, يقول الله لهم (Onlara der ki) şeklindedir.

اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, ألم تأتكم رسلي فلم تكن آياتي تتلى عليكم  (Resullerimiz size geldi ve ayetlerimi okumadı mı?) şeklindedir.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَكُنْ ‘ün ismi  اٰيَات۪ي ‘dir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى dir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru تُتْلٰى  fiiline mütealliktir. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıtadır.  اسْتَكْـبَرْتُمْ  atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

اسْتَكْـبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَكْـبَرْتُمْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi كبر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

قَوْماً  kelimesi  كان ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  مُجْرِم۪ينَ  kelimesi  قَوْماً ‘in sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْـبَرْتُمْ

 

Atıfla gelen ayet, tezat nedeniyle önceki ayetteki  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَمَّا  tafsil harfi, bu cümlede şart ve tekid ifade eder. 

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ifade eder. 

Sılası  كَفَرُوا۠ , müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ  cümlesine dahil olan  فَ , şart harfi  اَمَّا ‘nın cevabına gelen harftir. Bu cümle takdiri  يقول الله لهم (Allah onlara der ki) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cevap cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi aynı zamanda mübtedanın haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil terkip sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye etmiştir.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkarî istifham harfi,  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını menfi maziye çeviren edattır. Menfî muzari sıygadaki nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الآياتِ  ile kastedilen Kur’an’dır. (Âşûr)

كَانَ ’nin haberi olan  تُتْلٰى عَلَيْكُمْ  cümlesinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَات۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَات۪  tazim edilmiştir.

Önceki ayetteki  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ  cümlesiyle,  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْـبَرْتُمْ  cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

فَاسْتَكْـبَرْتُمْ  cümlesi  فَ  ile  لَمْ تَكُنْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil  استفعال  babında gelerek teksir ifade etmiştir.

Kâfirlere gelince: Size ayetlerim okunmuyor muydu? yani onlara: Size elçilerim gelmedi mi, size ayetlerim okunmuyor muydu? denilir. Böylece kavl maddesi ve ona atfedilen şey hazf edilmiş, maksatla yetinilmiş, karine diğerlerine ihtiyaç bırakmamıştır. (Beyzâvî) 

Başındaki  اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. Burada haber mahzuftur. Kelamın aslı  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ فَيقول لهم  şeklindedir. Çünkü  اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ [Karşınızda ayetlerim okunurken büyüklük taslayanlar siz değil miydiniz?] sözü haber olamaz. Bu söz, inşâdır ve inşâ cümlesi de haber olarak gelmez. Haberde aslolan, konuşulmadan önce mefhumların biliniyor olmasıdır. Kelam, mefhumların varlığına değil, isnada delalet etmek için gelmiştir. زيد منطلق  sözünde Zeyd de, gitmek fiili de bu söz söylenmeden önce bilinen şeylerdir. Cümle gitmeyi ifade etmek için değil, Zeyd'e isnadına işaret etmek için gelmiştir. İşte haber cümlesinde aslolan şey budur. İnşada ise mevzu isnadın hariçteki duruma uyumu ya da uyumsuzluğu değildir. Kelamda onlar hakkındaki haber inşâ olarak gelmiştir. Bu da dilin mantığıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)


 وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ

 

وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ  ile  فَاسْتَكْـبَرْتُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

مُجْرِم۪ينَ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

قَوْماً ’deki tenvin tahkir ifade eder.

 
Câsiye Sûresi 32. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ  ...


“Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir, kıyamet hakkında hiçbir şüphe yoktur” dendiği zaman ise; “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz” demiştiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 إِنَّ şüphesiz
4 وَعْدَ va’di و ع د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 حَقٌّ gerçektir ح ق ق
7 وَالسَّاعَةُ ve sa’atte س و ع
8 لَا yoktur
9 رَيْبَ şüphe ر ي ب
10 فِيهَا onda
11 قُلْتُمْ demiştiniz ق و ل
12 مَا
13 نَدْرِي bilmiyoruz د ر ي
14 مَا nedir
15 السَّاعَةُ Sa’at س و ع
16 إِنْ (hayır)
17 نَظُنُّ sanıyoruz ki ظ ن ن
18 إِلَّا sadece
19 ظَنًّا bir kuruntudur ظ ن ن
20 وَمَا ve değiliz
21 نَحْنُ biz
22 بِمُسْتَيْقِنِينَ inananlardan ي ق ن

Öldükten sonra dirilmeyi, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyi inkâr eden, bu konuları anlatan âyetleri alaya alan müşriklere, yanlış yollarında devam ettikleri takdirde nelerle karşılaşacakları daha detaylı olarak açıklanmak suretiyle imana gelmeleri teşvik edilmektedir.

Dünyada topluluklar (kavimler, kabileler, ümmetler, milletler...) sosyal gruplar olarak ayrılmış, her grup da kendi içinde alt bölünmelere tâbi tutulmuş, insanlık tarihinde birçok yer ve zamanda bu gruplar ayrı defterlere kaydedilmiş, burada grubun her ferdi için de bir hâne açılmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre âhiret hesabı bakımından da hem gruplara birer defter tahsis edilmiş, hem de her bir ferdin yapıp ettikleri kayda geçirilmiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 22-23

وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ق۪يلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ  aslen mekulü’l-kavl olup naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  وَعْدَ اللّٰهِ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حَقٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  السَّاعَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا رَيْبَ ف۪يهَا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  ف۪يهَا  car mecruru  لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.


 قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak  mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُ ‘dir.  قُلْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَدْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

مَا السَّاعَةُ  cümlesi  نَدْر۪ي  fiilinin mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. نَدْر۪ي  bilmek manasında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّاعَةُ  haber olup lafzen merfûdur.


 اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ 

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَظُنُّ  damme ile merf’u muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  نَظُنُّ  sanmak manasında kalp fiillerindendir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  ظَناًّ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  نَظُنُّ  fiilinin ikinci mef’ûlü mukadderdir. Takdiri, ما نظنّ البعث كائنا  (Ba’sin olacağını zannetmiyoruz) şeklindedir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel ederek ismini ref, haberini nasb eder.  

نَحْنُ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olup mahallen mansubdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir.  بِمُسْتَيْقِن۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُسْتَيْقِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ 

 

وَ  atıf harfidir. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan  ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Aslı mekulü’l-kavl olan ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Müsnedün ileyh olan  وَعْدَ اللّٰهِ , veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.

وَعْدَ  kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak ve tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la,  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّاعَةُ  mübtedadır.  لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesi ise haberdir. Cümledeki  لَا  cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. Bu cümlede  لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  ف۪يهَا  bu mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّاعَةُ  kelimesine ait zamire dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  السَّاعَةُ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّاعَةُ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Kıyamet manasındaki saatin, vukuundaki gerçekliği mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

السَّاعَةُ  kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُ , müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذَا  şart harfi vukû bulma ihtimali kesin olan bir durum için gelmiştir.  قُلْتُمْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir.

نَدْر۪ي  fiilinin iki mef’ûlu yerindeki  مَا السَّاعَةُ  cümlesinde, istifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّاعَةُ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetteki iki farklı görevdeki  مَا ’larda ve önemine binaen tekrarlan  السَّاعَةُ  kelimelerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.


 اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنْ  nefy harfidir. Muzari fiil sıygasında lazım-ı  faide-i haber inkârî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  اِنْ  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille nev veya adet bildiren mef’ûlü mutlak arasındadır. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şayet  اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ  [Ancak zan besleyebiliriz!] ne demektir?” dersen şöyle derim: Bu ifadenin aslı  نَظُنُّ ظَناًّ (Tamamen zan besleyebiliriz!) şeklindedir. İfadenin kastı yalnızca zannın varlığını ortaya koymaktır. Cümlede olumsuzluk ve istisna harflerinin yer alması, zannın varlığını, onun dışındaki her şeyi nefyederek ortaya koymayı ifade etmek içindir. Zan dışındaki şeylerin olumsuzlanması, yakînen söyleyemeyiz sözüyle daha da pekiştirilmiştir. (Keşşâf, Beyzâvî) 

Ayetin makabline matuf son cümlesi  وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ  şeklinde sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.  ليس ‘nin haberi olan  بِمُنْشَر۪ينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. 

نَظُنُّ  -  ظَناًّ  ve  قُلْتُمْ  ق۪يلَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Günün Mesajı
İnsan aklını ve ilmini ilahi vahyin ışığı ile aydınlatmaz, benlik iddiasına girerse güneşin aydınlığından kendisini mahrum bırakıp azıcık ışığına güvendiği için kendisini gecenin karanlığına mahkum eden ateş böceğinin durumuna düşer. Çünkü heva ve şehvet gözü kör, kulağı sağır, kalbi duygusuz eder. Bu kişi bilgin de olsa ilmine rağmen hakkı duymaz olur.
Ahiret inkar etmek insan ahlakını felç eder. Çünkü insanı insanlık dairesinde tutan en önemli şey ahirette yaptıklarının hesabını verme inancıdır. Bu inanç olmazsa insan vahşi hayvanlardan daha zalim olabilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey kullarını yaşatan, öldüren ve diriltecek olan Allahım! 

Bizi hayırla yaşayanlardan, hayırla ölenlerden ve hayırla dirilenlerden; iki cihanda da kazançlı çıkanlardan eyle.

Bilgimiz olmayan konularda konuşmaktan ve sırf nefsimizi memnun etmek uğruna zannettiklerimizin peşinden gitmekten Sana sığınırız. 

Cevabını bilmediğimiz sorulara cevap vererek ya da şahsi yorumlar yaparak - kendimizi ve diğer insanları - yanlış yönlendirmekten Sana sığınırız. 

Ayetlerin okunduğu zaman işitmeyen kulaklara ve görmeyen gözlere sahip olanlara benzemekten; kibrine yenik düşenlerin şerrinden ve kibre kapılanlardan olmaktan Sana sığınırız.

Bizi, batılı bırakıp hakka sarılanlardan ve kıyamet günü kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji