26 Ocak 2026
Câsiye Sûresi 33-37 / Ahkaf Sûresi 1-5 (501. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Câsiye Sûresi 33. Ayet

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  ...


Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıvermiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَبَدَا ve göründü ب د و
2 لَهُمْ onlara
3 سَيِّئَاتُ kötülükleri س و ا
4 مَا şeylerin
5 عَمِلُوا yaptıkları ع م ل
6 وَحَاقَ ve kuşattı ح ي ق
7 بِهِمْ onları
8 مَا şey
9 كَانُوا oldukları ك و ن
10 بِهِ onunla
11 يَسْتَهْزِئُونَ alay ediyor(lar) ه ز ا

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَدَا  fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  بَدَا  fiiline mütealliktir.  سَيِّـَٔاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  

مَا  müşterek ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. 

حَاقَ بِهِمْ مَا  cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  

حَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِهِمْ  car mecruru  حَاقَ  fiiline mütealliktir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  بِهٖ  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek südâsi mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  هزأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا 

 

Ayet  atıf harfi  وَ ‘la 31. ayetteki … اَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَهُمْ  car mecruru  بَدَا  fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir vardır. Car mecrur, durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

سَيِّـَٔاتُ  kelimesi için muzâfun ileyh konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması tahkir ve az sözle çok anlam ifade etmek içindir. 


وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

Bu cümle  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَاقَ  fiilinin faili olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ‘daki  بِ  sebebiyedir veya  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiilinin azap manasına geçişliliği içindir. (Âşûr)  

Cümlenin müsnedi olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ‘nin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. 

Henüz gerçekleşmemiş durum, ayette mazi fiille ifade edilmiştir.

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c.5, s.124)

 مَا ‘nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  sözünün manası, [Alay ettikleri şey onları kuşattı] şeklindedir. 

Kuşatma anlamına gelen  حَاقَ  fiili kötü şeylerde kullanılır. Aynı kelimeden türeyen حَيقَ , insanı kuşatan kötü fiilleri demektir. (Rûhu’l Beyân)

 حَاقَ  ve  احاط  arasındaki fark; حَاقَ fiili, sadece kötü şeylerle kullanılır.  احاط  ise hem iyi hem kötü şeylerle kullanılabilir. حَاقَ fiili, احاط  fiilinin benzeridir, ancak şerre mahsustur. Burada bir şey daha ilave etmek istiyoruz, o da bu kelimenin  حقّ  fiilinden türediği görüşüdür. Bazıları  حَاقَ  fiilinin aslının حقّ  olduğunu ve ilk  قَ  harfinin elif'e dönüştüğünü söylerler. Bunun ifade ettiği mana ise, onları kuşatan şeyin zulüm değil hak olduğu, onlara hiçbir şekilde, kıl kadar bile tecavüz edilmediğidir. (Muhammed Ebu Mûsâ,  Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 6, s.289, Âşûr)  
Câsiye Sûresi 34. Ayet

وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ  ...


Onlara şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِيلَ ve denildi ق و ل
2 الْيَوْمَ bugün ي و م
3 نَنْسَاكُمْ sizi unuttuk ن س ي
4 كَمَا gibi
5 نَسِيتُمْ unuttuğunuz ن س ي
6 لِقَاءَ karşılaşmayı ل ق ي
7 يَوْمِكُمْ gününüzle ي و م
8 هَٰذَا bu
9 وَمَأْوَاكُمُ ve yeriniz ا و ي
10 النَّارُ ateştir ن و ر
11 وَمَا ve yoktur
12 لَكُمْ sizin için
13 مِنْ hiçbir
14 نَاصِرِينَ yardımcınız ن ص ر
“Bugün de biz sizi unutuyoruz” sözü, gerçek mânasında değil, mecazi olarak “Unutulmuşçasına sizi burada devamlı azaba terkederiz” demektir.

  Neseye نسي : 

  Nisyan نِسْيانٌ unutmak anlamına gelir ve insanın kendine emanet edileni bırakması ve terk etmesidir. Bu ya onun kalbinin /hafızasının zayıflığından, ya gafletten ya da kasıtlı olarak görmezden gelerek onun akıldan çıkmasına yol açmak şeklinde gerçekleşir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda olmak üzere 34 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli nisyandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْيَوْمَ  zaman zarfı  نَنْسٰيكُمْ ‘ya mütealliktir.  نَنْسٰيكُمْ  fiil cümlesi naib-i fail olup mahallen merfûdur.

نَنْسٰيكُمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, نسيانا كنسيانكم لقاء (Sizin buluşmayı unutmanız gibi bir unutma) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  

نَس۪يتُمْ  fiili  ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  لِقَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا  ism-i işareti  يَوْمِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَأْوٰيكُمُ  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealiktir.  

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  نَاصِر۪ينَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

مِنْ  nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü Nahiv, s. 341)

نَاصِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan نصر  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Türkçemizdeki himaye eden, kollayan, yardım eden gibi kelimelerin karşılığı olan  نَاصِرٌ  kelimesi Kur'an-ı Kerim’de  نَاصِرُونَ  ve  اَنْصَارُ  şeklinde iki farklı cemi kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemi müzekker salim kipi ile gelen  نَاصِرُونَ  kelimesi sekiz yerde, cemi kıllet kipi ile gelen  اَنْصَارُ  kelimesi de on bir ayette geçmektedir.

نَاصِرُونَ ; Âl-i İmran Suresi, 3/22, 56, 91, 150; Nahl Suresi, 16/37; Ankebût Suresi, 29/25; Rûm Suresi, 30/29; Casiye Suresi, 45/34; اَنْصَارُ; Bakara Suresi, 2/270; Âl-i İmran Suresi, 3 /52, 192; Maide Suresi, 5/72; Nuh Suresi, 71/25; Tevbe Suresi, 9/100, 117; Saff Suresi, 61/14. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur'an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)

وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilen  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan  الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا  cümlesi, fiilin mekulü’l-kavlidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  الْيَوْمَ  ihtimam için müteallakı olan  نَنْسٰيكُمْ  fiiline takdim edilmiştir.

كَ  teşbih harfi,  مَا  masdariyedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا  cümlesi, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Cümlenin takdiri, نسيانا كنسيانكم لقاء  (Sizin buluşmayı unutmanız gibi bir unutma) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Ayetteki teşbihte benzetme yönü mahzuftur. Teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazf edildiği için de mücmel teşbihtir.

لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ (karşılaşma günü) ifadesi hesap gününden kinayedir.

لِقَٓاءَ /kavuşmak fiilinin  لِقَٓاءَ /bugün kelimesine izafe edilmesi, masdarın zarfına izafesi demektir. Buna göre mana şöyle olur: Sizler bu gününüzde Allah'a kavuşmayı ve yaptıklarınızın karşılığını vermesini unuttunuz. Bu ifade ile onların dünya tarlasında unutma tohumunu ektikleri ahirette de unutulma meyvesini toplayacaklarına işaret edilmiş olur. (Ruhu’l Beyan)

هٰذَا  işaret ismi,  يَوْمِهِمْ  için sıfattır. Aklî bir duruma işaret ettiği için  هٰذَاۙ ’da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

نَنْسٰيكُمْ - نَس۪يتُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette müşâkele sanatı vardır. Cezanın  نَس۪يتُمْ  lafzıyla ifade edilmesinin sebebi öncesinde bu kelimenin geçmiş olmasıdır. 

Müşâkelenin lügat manası benzemektir. Istılah manası ise bir manayı, hakiki veya takdîrî olarak refakatinde bulunan bir lafız sebebiyle o manayı ifade eden lafızla değil de başka bir lafızla; lafzın zıddıyla, ya da münasib olan bir lafızla ifade etmek demektir. Müşâkelede lafız lügatta vaz olunduğu mana dışında kullanıldığı için bazı alimler bunu mecaz sayarak beyân ilmine dahil etmişlerdir. Bazıları ise cinas kabul etmişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu ayette istiare-i temsîliye vardır. Yüce Allah, onların azapta bırakılmalarını istiare-i temsîliyye yo­luyla, bir yerde hapsedilip sonra da gardiyan tarafından unutulup yiyecek ve içecek verilmeyen, bunun neticesinde ölen kimseye benzetti. Ayetten maksat şudur: Sizi, azap içerisinde bırakacağız ve unutan kimsenin muamelesi gibi mua­mele edeceğiz. Çünkü Yüce Allah unutmaz ve O'na unutkanlık arız olmaz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette muhatap zamire iltifat vardır. Bu tehdidi artırır.

Burada geçen ‘’sizi unutacağız’’ sözü, ‘terk etmek ve ihmal etmek’ manasında mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü bir şeyi ihmal etmek ve terketmek, onu unutmaya yol açar. Aynı şekilde bir şeyi unutmak da, onu terk etmeye ve ihmal etmeye sebep olur. Bu kullanım sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürseldir. Allah Teâlâ nisyanla vasıflanmaz, çünkü O mahlukata benzemekten münezzehtir. Birinci cümlede geçen nisyan kelimesi terketmek ve ihmal etmek manasında mecaz olarak kullanılmıştır, ancak ikinci cümledeki nisyan kelimesinden maksat, [Bu (hayat) dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. Ölüyoruz, yaşıyoruz] şeklindeki sözleriyle; bugünle karşılaşmayı, yani ba‘si inkâr etmeleridir. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c.6, s.297)  

نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ ; Sizleri, unutulmuş kimselerin terk edildiği gibi azapta bırakır, terk ederiz.    ”Sizi" manasını ifade eden zamirde, onlar, azapta bırakılmaları durumlarına aldırış edilmemesi şeklinde unutulmuş bir şeye benzetilerek istiare-i mekniyye sanatı yapılmıştır. İstiare yapıldığının kanıtı ise unutmadır. (Ruhu’l Beyan)

 

 وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  مَأْوٰيكُمُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Müsned olan النَّارُ ’ın marife gelişi, kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُ  [Onların sığınağı ateştir.] ifadesi azabı müjdelemek gibi bir tehekkümî istiare ifade eder. Alay ve hor görmek maksadıyla yapılan istiaredir. 

النَّارُ , cehennemden kinayedir.

Müsned, iki durumda marife olur. 

1. Muhatap müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur. 

2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu ‘siz azapta karşılaştığınız dehşet, korku, ızdırap, acı karşısında sığınacak bir yer aradınız ve sığındığınız yerde de ateşten başka bir şey yoktu’ demektir. En korkunç şey, kişinin bir şeyden korkup da sığındığı yerde daha korkuncu ile karşılaşmasıdır. İşte bu manayı ifade etmek için Allah Teâlâ, مَأْوٰيكُمُ النَّارُ [Yeriniz ateştir] buyurmuş, ama “me’vânız cehennem” buyurmamıştır. Cehennemden, النَّارُ (ateş) şeklinde bahsedilmesi, azabın ve cahîmdeki korkunun aslı olması sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.303)  

وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Zaid harf ve isim cümlesi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مِنْ نَاصِر۪ينَ ’deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyh olan  نَاصِر۪ينَ۟ ’nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederken yine olumsuz cümledeki  مِنْ , ‘hiç’ anlamı verir. Yani onlar için hiçbir yardımcı yoktur. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  نَاصِر۪ينَۗ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi bu sıfatın nefyinin devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ : nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda, zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü, Nahiv, s. 341)

[Sizin için yardımcılardan eser yoktur.] cümlesinin binası dolayısıyla bazı hususiyetleri vardır. Mübtedaya takdim edilmiş car mecrur şeklindeki haberin başına nefy harfi gelmiştir. Belâgat alimlerinin cumhuru bu ifadenin ihtisas manası taşıdığı görüşündedir. Bu ifadeler ışığında ayette bulunan nefy harfinin, yardımın iman ehlinin isyankârları için olup başkaları için olmadığını ifade ettiği söylenebilir. Çünkü iman ehlinin isyankârlarına yardım edilecek ve onlar ateşten çıkacaklardır. Cumhurun dışındakilere göre ise bu ibarede kesinlikle ihtisas manası yoktur. Sadece tekid vardır. Yani bu kişilere yardım edilmeyeceği manası tekid edilmiştir. Her iki mana da kulağa hoş gelir ve lafız her iki manayı da muhtemeldir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.304)

 
Câsiye Sûresi 35. Ayet

ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ  ...


“Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكُمْ böyledir
2 بِأَنَّكُمُ çünkü siz
3 اتَّخَذْتُمْ edindiniz ا خ ذ
4 ايَاتِ ayetlerini ا ي ي
5 اللَّهِ Allah’ın
6 هُزُوًا eğlence ه ز ا
7 وَغَرَّتْكُمُ ve sizi aldattı غ ر ر
8 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
9 الدُّنْيَا dünya د ن و
10 فَالْيَوْمَ artık bugün ي و م
11 لَا
12 يُخْرَجُونَ onlar çıkarılmazlar خ ر ج
13 مِنْهَا ondan (ateşten)
14 وَلَا ve olmaz
15 هُمْ onlar
16 يُسْتَعْتَبُونَ mazeret istenenlerden ع ت ب

ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  كُمْ  ise muhatap zamiridir.  بِ  sebebiyyedir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle birlikte mübteda olan  ذٰلِكُمْ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  كُمُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اتَّخَذْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هُزُواً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَرَّتْكُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mefûl'un bih olarak mahallen mansubdur.  الْحَيٰوةُ  fail olup lafzen merfûdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

 فَ  istînâfiyyedir.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  يُخْرَجُونَ  fiiline mütealliktir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.يُخْرَجُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfu meçhul muzari fiildir.Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru يُخْرَجُونَ fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُسْتَعْتَبُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عتب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يُخْرَجُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ ‘nin mübteda olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki  بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf habere mütealliktir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Burada tarîz ifade eder.

Masdar-ı müevvel cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ‘nin haberinin  اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً  şeklinde mazi fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.  

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

هُزُواً  mef’ûl olarak mansubdur. Kelimedeki tenkir tahkir, nev ve kesret ifade eder.

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Duruma işaret eden  ذٰلِكُمْ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)

وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ ‘la … اتَّخَذْتُمْ  cümlesine atfedilmiştir.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

غَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ  ibaresinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan aldatma fiili dünya hayatına nisbet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. 

Dünya hayatına aldandıkları için dünya hayatı onları aldattı denilmesi güzel olmuştur. Onların bayağı arzularının meylettiği şeyler dünya hayatında bulunduğu için bu ifade caiz olmuştur. (Şerîf er-Radî)


 فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

فَ , istînâfiyyedir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  لَا يُخْرَجُونَ  fiiline takdim edilmiştir. 

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasil-Vaslin Genel Kurallari Ve “Vâv”In Kullanimi Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 )

Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.               

Müsnedün ileyhin fiil olan müsnede takdim edilmesi ve bunun öncesinde de nefy harfinin gelişi, Allah Teâlâ’nın onları yererek ikaz etmesi, tariz yoluyla müminleri affettiği ve onları razı ettiği anlamını taşır. (Âşûr)

Fiil olan habere takdim edilmiş müsnedün ileyhin başına nefy harfi gelmiştir. Bu bina Abdulkâhir'e göre kesinlikle ihtisas ifade eder. Azarlamanın olmayışı, yani azabın iptali başkalarının hilafına, onlara hastır. Başkaları hoş görülecektir. Çünkü onlar ateşten kurtulacak olan isyankâr müminlerdir. İkinci cümlede Allah'ın şehadet ehline ikramına işaret olduğu da söylenebilir. Bunlar da isyan içine düşmüşlerdir ve bu isyanlarının görmezden gelinmesini, hoş görülmeyi istemişler ve hoş görülmüşlerdir. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c.6, s.312,)  

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ  ve  وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ lafızlarında muhataptan gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

Bu ayette iltifat sanatı vardır. Kâfirleri muhatap mertebesinden düşürmek için, II. şahıstan III. şahsa dönülmüştür. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Buraya kadar  كُمُ /siz şeklinde hitap edilirken burada  هُمْ /onlar şeklinde ifadenin değiştirilmesi, artık kendilerinin durumlarının değersizliği nedeniyle hitap mertebesinden düşürüldükleri içindir. Ya da hitap makamından nakledilerek ateşe götürülmelerindendir. (Ruhu’l Beyan)

يُخْرَجُونَ  ve  يُسْتَعْتَبُونَ  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

 
Câsiye Sûresi 36. Ayet

فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ...


Hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلِلَّهِ Allah’a mahsustur
2 الْحَمْدُ hamd ح م د
3 رَبِّ Rabbi ر ب ب
4 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
5 وَرَبِّ ve Rabbi ر ب ب
6 الْأَرْضِ yerin ا ر ض
7 رَبِّ Rabbi ر ب ب
8 الْعَالَمِينَ bütün alemlerin ع ل م

Sûreyi okuyan, içinde anlatılanları idrak eden bir mümin tabii olarak Allah’ın büyüklüğünü hatırlayacak, O’nun ululuk ve kemali yanında kendisinin de içinde bulunduğu hal ve mazhar olduğu nimetler sebebiyle O’na hamdedecektir. Sûre bu hamdin tâlim ve telkin edilmesiyle son bulmaktadır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 23

فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَمْدُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  رَبِّ  lafza-i celâlden bedeldir.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

رَبِّ الْاَرْضِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  makabline matuftur. الْعَالَم۪ينَ kelimesinin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

فَ , istînâfiyyedir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحَمْدُ , muahhar mübtedadır. Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ  maksurun aleyh/sıfat,  هَادٍ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

رَبِّ , lafz-ı celâlden bedeldir veya  لِلّٰهِ ’nin sıfatı olarak gelmiştir.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyhtir.

لِلّٰهِ  lafzındaki  الْ , tahsis ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

رَبِّ الْاَرْضِ  izafeti  رَبِّ السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.  السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Semavat yeryüzü ve gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra ayrıca الْاَرْضِ ‘nin zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

رَبِّ  kelimesinin tekrarıyla zamir yerine isim gelmesi muhatabı etkileyip, konuyu zihnine yerleştirmek için yapılan ıtnâbdır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , lafz-ı celâlden bedel veya onun sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Allah Teâlâ’dan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi/5)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Ayetteki üç izafet de muzâfun ileyhin şanı içindir.

Bu ayette ”Rab" kelimesinin tekrar edilmesi pekiştirme ve bütün bu unsurlar bakımından Yüce Allah'ın Rab oluşunun asıl olduğuna işaret etmek içindir. (Rûhu’l Beyân)

Cenab-ı Hak bu sureyi kendisine hamd emriyle sona erdirmiş ve "Demek ki bütün hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, ve âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir" buyurmuştur. Göklerin, yerin, hatta bundan öteye âlemdeki bütün madde, ruh, zat ve sıfatın yaratıcısı olan zata hamdediniz. Çünkü rubûbiyet (yani bunların yaratıcısı ve sahibi) olmak, yaratılan, sahip olunan ve eğitilen her varlığın, hamd-ü senasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Câsiye Sûresi 37. Ayet

وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...


Göklerde ve yerde ululuk O’na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَهُ yalnız O’na aittir
2 الْكِبْرِيَاءُ ululuk ك ب ر
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
6 وَهُوَ ve O
7 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
8 الْحَكِيمُ hakimdir ح ك م
Peygamber Efendimiz bir kûdsi hadisde Allah Teâlâ’nın şöyle buyurdugunu haber vermiştir:” Yücelik ve kudret (izzet) Benim elbisem, büyüklük de  Benim kıyafetim sayılır.  Bunlardan biri kendisinde de varmış gibi davranan olursa ,onun cezasını veririm “
(Müslim ,Birr 136;Ebu Davud, Libas 26;İbni Mâce ,Zühd 16).

وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْكِبْرِيَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  الْكِبْرِيَٓاءُ  kelimesine mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfi و 'la makabline matuftur. 


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.   الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi mübtedanın ikinci olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْكِبْرِيَٓاءُ , muahhar mübtedadır.

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ  maksurun aleyh/sıfat,  هَادٍ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

الْكِبْرِيَٓاءُ  kelimesine veya mahzuf habere müteallik car mecrurlar  فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ , arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

لَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ (Büyüklük O’nundur) ifadesinde üç görüş vardır:

Birincisi: Güçtür, bunu  Mücâhid, demiştir.

İkincisi: Şereftir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

Üçüncüsü: Azamettir, bunu da Yahya b. Selam ile Zeccâc, demişlerdir. (Ez-Zâdu’l-Mesîr)

Bu son iki ayette ”hamd etmek" ifadesinin ”kibriyâ" yani ululuktan önce getirilmesi işaret ediyor ki, hamd edenler, Allah'a hamd ettikleri zaman bilmeleri gerekir ki, Yüce Allah verdiği nimetlere layık olarak onların dilleriyle zikretmiş oldukları hamdden çok yüce ve çok uludur. Yüce Allah, sıfatları hususunda herhangi bir kimsenin kendisine ortak olmasından münezzehtir. O'ndan başka hiç kimsenin azameti olmadığına göre bu nasıl tasavvur olunabilir? Tam tersine O'ndan başkalarının şiarı, azamet ve kibriyâ ile sıfatlı olmak bir yana tam tersine son derece küçük olmak ve O'na muhtaç bulunmaktır. Yüce Allah'ın dışındakiler bakımından kibir, yasaklanmış kötü ahlâkın en çirkinidir. Yüce Allah, mahlukatı bakımından kötü olan sıfatlar bir yana, onlar için mükemmel olan sıfatta kullarına ortak olmaktan çok yüce ve münezzehtir. (Fahreddin Er-Râzî)

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘nin zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğuna işaret eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Aralarında muvazene sanatı bulunan sıfatların ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

Cenab-ı Allah "O, azîz ve,hakimdir" yani, "Kudreti mükemmel olduğu için, istediği her şeyi yaratmaya kādir ve hikmeti mükemmel olduğu için de, mahlukatının her bir çeşidine hikmetini, rahmetini, fazlını ve keremini verendir" buyurmuştur. Bu, hasr (sadece) manası ifade eder, binaenaleyh, ‘kudret, hikmet ve rahmette zirvede olan, sadece O'dur’ manasına gelir. Bu da, yaratan ilâhın sadece O, yine ihsanda ve lütufta bulunanın sadece O olduğunu gösterir. (Fahreddin Er-Râzî)

Önce gelen الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi: O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)

Surenin son ayetinde, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlaması şeklinde tarif edilen hüsn-i intihâ sanatı vardır.

Kur’an sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin ayet sonlarındaki fasıla harfleri  و -  ن  ve  ى -  ن ’la meydana gelen lafzi güzellik muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

 
Ahkaf Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 35 âyettir. Sûre, adını 21. âyette geçen “Ahkâf ” kelimesinden almıştır. Ahkâf, sûrede sözü edilen “Âd” kavminin yaşadığı Yemen’de bir bölgenin adı olup, uzun ve kıvrımlı kum yığınları demektir. Konusu itibariyle bir önceki sûrenin devamı niteliğindedir.

Hâ-mîm ile başlayan diğer sûrelerdeki gibi bunun da başında Kur’an-ı Kerîm’e dikkat çekilmekte; bu kitabı, sonsuz güç ve hikmet sahibi Allah’ın vahyettiği kesin ve açık bir ifadeyle açıklanmaktadır. Araya diğer konular girmekle beraber sûre boyunca bu temanın işlenmesine devam edilmekte, daha önce de ilâhî kitapların geldiği, bunları tebliğ eden peygamberlere karşı, son peygambere yapılan şeylerin yapıldığı bildirilmekte, çeşitli kanıtlar ortaya konarak Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu ispat edilmektedir. Sûrenin bu ana konusu dışında şu hususlara da temas edilmektedir:

1. Tek yaratanın Allah olduğu ve O’nun her şeyi bir hikmetle yarattığı.

2. İman etmeyi kolaylaştıran deliller, akıl yürütme şekilleri.

3. İman ve istikametin meyvesi.

4. İnsanın ameli yani yapıp ettikleri, eserleri ile derecesi arasındaki paralellik.

5. Aile fertlerinin karşılıklı hak ve ödevleri.

6. Âd kavmi ile peygamberleri arasında geçenlerin ibret için hatır­latılması.

7. Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleri ve imana davet edilmeleri.

8. Başta yaratan ve insana can veren Allah’ın, ölenleri diriltmeye de kadir olduğunun, diriltmeyi takip eden zamanda inkârcıların başlarına geleceklerin hatırlatılması.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahkaf Sûresi 1. Ayet

حٰمٓ  ...


Hâ Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حم Hâ Mîm

حٰمٓ

 

 حٰمٓ  hurûf-u mukattaâ harfleridir.

حٰمٓ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin arasında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

 
Ahkaf Sûresi 2. Ayet

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  ...


Kitab’ın indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلُ indirilişi ن ز ل
2 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
3 مِنَ (tarafın)dandır
4 اللَّهِ Allah
5 الْعَزِيزِ aziz ع ز ز
6 الْحَكِيمِ hakim ح ك م

Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasında veya dışında ne varsa onları boş yere değil, belli hikmetler, mâkul amaçlar çerçevesinde yarat­mıştır, ayrıca yarattıklarına bu dünya hayatını ebedî kılmamış, belli bir süre sonra her şeyi yok edip başka bir âlemde yeniden var etmeyi, ölenleri diriltmeyi murat buyurmuştur. İnsan için yaratılış hikmetinin başında imtihan gelmektedir. İmtihanda başarılı olabilmek için âdeta bir cevap kitabı olarak Kur’an vahyedilmiş, onda insanların akıllarını doğru işletmeleri, iradelerini iyi kullanmaları, doğru yoldan sapmamaları için gerekli bilgiler verilmiş, etkili bir üslûpla uyarılar yapılmıştır. Özgürlük içinde aklını iyi kullanarak iman edenler kitaptan yararlanmışlarsa da inkârda ısrar edenler ona ve uyarılarına kulak asmamış, böyle bir tebliğ yapılmamış gibi davranmışlardır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 25-26

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

İsim cümlesidir. تَنْز۪يلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealiktir. الْعَز۪يزِ  kelimesi  اللّٰهِ  lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الْحَك۪يمِ  ikinci sıfat olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَز۪يزِ- الْحَك۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Ayet, ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir. 

الْكِتَابِ , Kur’an-ı Kerîm’den kinayedir.

Yapılan bir işe masdar ile isim verildiği gibi, okunan kitap olması bakımından Kur’an’a bu ad verilmiştir. (İtkan C.1 S.122)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

Lafza-i celâlin iki sıfatı الْحَك۪يمِ - الْعَز۪يزِ  arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Aralarında  و  olmaması, mevsufta, bu iki vasfın birden mevcudiyetine işarettir. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

الْعَز۪يزُ  ve  الْحَك۪يمُ  sıfatları sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebut/26)

تَنْز۪يلُ  kelimesi,  نزل  fiilinin  تفعيل  babında masdarıdır. Masdarlar, bütün cinslere şamil olarak mübalağa ifade ederler.

Bu ayet, Zümer ve Casiye surelerindeki ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Ahkaf Sûresi 3. Ayet

مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ  ...


Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 خَلَقْنَا biz yaratmadık خ ل ق
3 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve bulunanları
6 بَيْنَهُمَا ikisi arasında ب ي ن
7 إِلَّا ancak (yarattık)
8 بِالْحَقِّ gerçek ile ح ق ق
9 وَأَجَلٍ ve bir süreye göre ا ج ل
10 مُسَمًّى belli س م و
11 وَالَّذِينَ ve kimseler
12 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
13 عَمَّا şeyden
14 أُنْذِرُوا uyarıldıkları ن ذ ر
15 مُعْرِضُونَ yüz çevirmektedirler ع ر ض

مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ 

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , atıf  harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. Mekân zarfı  بَيْنَ , mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّا  hasr  edatıdır.  بِالْحَقّ  car mecruru  خَلَقْنَا ‘nın mef’ûlune veya failinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, خلقا ملتبسا بالحقّ (Hakka bürünmüş bir şekilde yaratılmış) şeklindedir.

وَاَجَلٍ مُسَمًّى  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  الْحَقِّ ‘ya matuf olup kesra ile mecrurdur.  مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

مُسَمًّى  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.   


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ماَ  müşterek ism-i mevsûl,  عن  harf-i ceriyle birlikte  مُعْرِضُونَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْذِرُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اُنْذِرُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مُعْرِضُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُعْرِضُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Cümle azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

Önceki ayetteki lafza-i celâlden bu ayette azamet zamirine isnadda iltifat sanatı vardır. 

Ayette  مَا  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla kasr oluşturularak yeryüzü, gökyüzü ve ikisi arasındakilerin hak ile yaratıldığı vurgulu ve kesin bir dille belirtilmiştir. Bu kasr, fiil ve car mecrur arasındadır.  خَلَقْنَا  sıfat/maksûr,  بِالْحَقِّ  mevsûf/maksûrun aleyh olduğu için kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Allah Teâlâ’nın yeryüzü ve gökyüzünü belli bir süre ve hak ile yarattığını kesin bir dille, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirtmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl,  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  بَيْنَهُمَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

بِالْحَقّ , mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri, خلقا ملتبسا بالحقّ (Hakka bürünmüş bir şekilde yarattık) şeklindedir.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

خَلَقْنَا -  الْحَقّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

Cümledeki birinci  مَا  nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Aralarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَجَلٍ مُسَمًّىۜ sözünün  بِالْحَقِّ  sözüne atfı, hususun umuma atfı kabilindendir. (Âşûr)

Ayetteki belli süreden murad, kıyamet günüdür. O gün yer başka bir yer ile ve gökler de başka gökler ile değiştirilecek ve insanlar vahid (tek) ve kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkacaklar. (Ebüssuûd)

Yeryüzünün ve göklerin mükellefler için yerleşim yeri olarak yaratılması, onların amel etmeleri ve kıyamet günü karşılığını almaları içindir. Boş yere değildir. Çünkü kâinatta ne varsa hepsi bir hikmete dayanır. (Ruhu’l Beyan)

Yaratmak, yenilmeyen ve tek olan Azîz'in kudreti ile ilişkilidir. Yaratmanın, hakka ve belirli bir vakte kasredilmesi de, hakîm ismiyle alakalıdır. Çünkü maksat sadece yaratmak değil, hak ile ve belirli bir vakit takdiriyle yaratmaktır. Muayyen bir vade için sözünün hakka atfedilmesi, hakkı, yani tekvînî ve teşrî‘î hikmeti ifade eder. Çünkü bundan maksat kıyamet günüdür veya alimlerimizin söylediği gibi en büyük baskındır. Bugünün tehlikesi şeriat olmadıkça düşünülemez. Çünkü Allah kıyamet günü mizana koymak için kitapla bizi hesaba çeker ve ameller arz edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.66, 67)


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere işaret ve tahkir içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte müsned olan  مُعْرِضُونَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  اُنْذِرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَمَّٓا اُنْذِرُوا , ihtimam için amili olan  مُعْرِضُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

مُعْرِضُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

Bu cümlede belâgat sanatlarından kinaye bulunmaktadır. Ayetin içinde geçen  مُعْرِضُونَ kelimesinde kinaye vardır.  مُعْرِضُونَ  kelimesi lügatta ‘yüz çevirme, arkasına dönüp gitme’ manalarına gelmektedir. Kinaye yapılan asıl mana ise Mekkeli müşriklerin Kur’an-ı Kerîm’deki uyarıları, kıyamet haberlerini, enfüsî ve âfakî delilleri anlamaya yanaşmadıklarını ve üzerinde tefekkür etmedikleridir. Bu nedenle bu cümleye ‘Uyarıldıkları şey üzerine tefekkür etmezler, iman etmezler, önemsemezler’ şeklinde mana vermek daha uygun olacaktır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi.)
Ahkaf Sûresi 4. Ayet

قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


De ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var? Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَرَأَيْتُمْ gördünüz mü? ر ا ي
3 مَا şeyleri
4 تَدْعُونَ yalvardıklarınız د ع و
5 مِنْ
6 دُونِ başka د و ن
7 اللَّهِ Allah’tan
8 أَرُونِي bana gösterin ر ا ي
9 مَاذَا neyi?
10 خَلَقُوا yarattılar onlar خ ل ق
11 مِنَ -den
12 الْأَرْضِ yer- ا ر ض
13 أَمْ yoksa
14 لَهُمْ onların var (mı?)
15 شِرْكٌ bir ortaklığı ش ر ك
16 فِي
17 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
18 ائْتُونِي bana getirin ا ت ي
19 بِكِتَابٍ bir Kitap ك ت ب
20 مِنْ
21 قَبْلِ önce ق ب ل
22 هَٰذَا bundan
23 أَوْ yahut
24 أَثَارَةٍ bir kalıntı ا ث ر
25 مِنْ -den
26 عِلْمٍ bilgi- ع ل م
27 إِنْ eğer
28 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
29 صَادِقِينَ doğrular(dan) ص د ق

Müşrikler putların yeryüzünde, insan ve eşya üzerinde bazı etkilerinin bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inancın temelsiz olduğunu ispat için Kur’an’ın kullandığı mantık şudur: Birinin bir şey üzerinde değiştirici etkisinin bulunabilmesi için onun yaratılış ve oluşuna katkıda bulunmuş olma ön şartı vardır; putlar neyi yarattılar ki, onun üzerinde etkileri bulunsun!

İnsanlar göklerde olup biteni göremedikleri için, putların göklerde de bir etkilerinin bulunmadığı ifade edilirken “varsa gösterin” denilme­miş, yalnızca “etkilerinin olmadığı” düşündürücü bir soru şeklinde ortaya konmuştur.

Bir iddia ya akıl ve ilim delili ile yahut da sağlam rivayetlerle (nakil delili ile) ispat edilir. Müşriklerden, önce akıl delili istenmiş, arkasından da sağlam bir yazılı veya yazısız rivayet talebi ile yetinilmiştir. Ancak her iki talep de iddia sahipleri tarafından karşılanamamıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 27 

قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَ  fiili  ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur. 

 

 اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ

 

Fiil cümlesidir.  اَرُون۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir. Bu ayette  اَرُون۪ي  fiili ‘bilmek’ manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَاذَا  istifham ismi, amili  خَلَقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  مَاذَا خَلَقُوا  cümlesi amili  اَرُون۪ي ‘nin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.

خَلَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  مَاذَا  istifham isminin mahzuf haline mütealliktir.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.

Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ  Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شِرْكٌ  muahhar mübteda olup merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  شِرْكٌ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اَرُون۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رأى ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  ا۪يتُون۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِكِتَابٍ  car mecruru  ا۪يتُون۪ي  fiiline mütealliktir. مِنْ قَبْلِ  car mecruru  كِتَابٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i işaret  هٰذَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اَثَارَةٍ  kelimesi  كِتَابٍ  matuf olup kesra ile mecrurdur.  مِنْ عِلْمٍ  car mecruru  اَثَارَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. 

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’ün haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim  kelimeler harfle îrablanır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

صَادِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, takrirî istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve istihza manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek has ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

قُلْ  kelimesi her zaman Resulullah'a (sav) tebliğ etmesi emredilen şeyi ve bunun Allah katında bir mekanı olduğunu ima eder.

اَرَاَيْتُمْ  sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun,  رَاَى  fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. Basâir'in ( idrakin) gördüğü şey, basar'ın ( gözün) gördüğü şeye ilave olur. Bunda da ibadet edilen Zatın ibadet edilmeye ehil olduğunun hem kalp hem de gözle görülerek iki yönden de tekid edilmesi gerektiğine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)


اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ  cümlesi  اَرُون۪ي  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. İstifham ismi  مَاذَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taciz manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ  harfi, hemze ve  بَلْ  manasında intikal için munkatıadır. Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen, inkâr manasında geldiği için cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شِرْكٌ , muahhar mübtedadır.

الْاَرْضِ -  سَّمٰوَاتِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَاَيْتُمْ  -  اَرُون۪ي  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

فِي السَّمٰوَاتِۜ  car mecruru  شِرْكٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ [Gösterin bana! Onlar yerden hangi şeyi ya­rattılar?] cümlesindeki soru istifhâm-ı inkârî olup kınama ifade eder.  اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ [Yoksa onların göklerde ortakları mı var?] ayetindeki soru da aynıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

رَاَيْتُمْ  -  اَرُون۪ي  arasında tam cinasın kısımlarından cinas-ı mümasil bulunmaktadır.

Cinas-ı mümasil, birbirine benzeyen iki lafzın kelime türleri bakımından yani isim, fiil veya harf olma yönünden ortak olmasıdır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

İstifham siyakında işaret isminin varlığı, ‘arz sizin gözünüzün önündedir ve herhangi bir şeyi elinizle gösterebilirsiniz, o halde elinizle göstererek bunu ilahlarımız yarattı, deyin’ demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.74)

 

ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الإتْيانُ , müstear olarak لْإحْضارِ  manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا  car mecruru  بِكِتَابٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  مِنْ عِلْمٍ  car mecruru ise tezâyüf nedeniyle  مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا ‘ya atfedilen  اَثَارَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatların hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kur’an’a  هٰذَٓا  ile işaret edilmesi önemini vurgulamak ve tazim içindir.

بِكِتَابٍ ‘in nekreliği ‘okunan kitaplardan herhangi biri’ anlamındadır. 

اَثَارَةٍ  ve  عِلْمٍ ‘nin nekreliği, kıllet ve nev ifade eder.

ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا  [Bundan önceki bir kitabı bana getirin.] cümlesindeki emirden maksat, muhatabı acze düşürmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin, şart üslubundaki fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi olan  كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.  Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

اِنْ  harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.77)

Ayette geçen  كُنْتُمْ  kelimesi, böyle durumlarda geldiği zaman doğruluğun onların şanı haline geldiğini ifade eder. Yani ‘siz bununla bilinir bir halde iseniz’ demektir.   (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.78)

 
Ahkaf Sûresi 5. Ayet

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ  ...


Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kim olabilir?
2 أَضَلُّ daha sapık ض ل ل
3 مِمَّنْ kimseden
4 يَدْعُو yalvaran د ع و
5 مِنْ
6 دُونِ bırakıp da د و ن
7 اللَّهِ Allah’ı
8 مَنْ kimselere
9 لَا
10 يَسْتَجِيبُ cevap veremeyecek ج و ب
11 لَهُ kendisine
12 إِلَىٰ kadar
13 يَوْمِ gününe ي و م
14 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
15 وَهُمْ oysa onlar
16 عَنْ -ndan
17 دُعَائِهِمْ bunların yalvardıkları- د ع و
18 غَافِلُونَ habersizdirler غ ف ل
Yakarma; işiten, gören, bilen, isteneni verme gücü bulunan varlığa yapılırsa anlamlı olur. Putlar bunlardan mahrumdur, yalvaranların farkında bile değildir, kıyamete kadar da cevap veremeyeceklerdir. Bütün bunlara rağmen putlara yalvarıp yakaranların şaşkınlıkları apaçık ortadadır. Kıyamet gününde Allah, kendinden başka tapma konusu edinilen varlıklarla onlara tapanları bir araya getirecek, taraflar birbirinden nefret edecekler, tapılanlar Allah’a sığınarak kendilerini savunacak ve gerçekte müşriklerin kendilerine tapmadıklarını da açıklayacaklardır (Yûnus 10/29; Furkan 25/18; Kasas 28/63)

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَضَلُّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَضَلُّ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  يَدْعُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَسْتَج۪يبُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَج۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَـهُٓ  car mecruru  يَسْتَج۪يبُ  fiiline mütealliktir.  اِلٰى يَوْمِ  car mecrur mahzuf hale mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَسْتَج۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ

 

وَ  atıf harfidir. يَسْتَج۪يبُ 'deki failin hali olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَنْ دُعَٓائِهِمْ  car mecruru  غَافِلُونَ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

غَافِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

غَافِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İnkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümle istifhâm üslubunda geldiği halde tahkir ve inkâr manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cevabının malum olduğu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Soru ismi  مَنْ  mübtedadır. Müsned olan  اَضَلُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , harf-i cerle birlikte  اَضَلُّ ’ya mütealliktir. Sılası olan  يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetteki  مَنْ  istifham edatlarından biridir. Buradaki istifham cümlesi asıl manasının yani soru manasının dışında kullanılmıştır. Ayetin öncesi ve sonrasına bakılarak nefiy ve inkâr ifade ettiği anlamı çıkmaktadır. Buna göre “Allah’tan başka birşeye ibadet edenden daha dalalette olan kim vardır?” cümlesi ‘’ Allah’tan başka birşeye ibadet eden kimseden daha dalalette olan biri yoktur.’’ manasını taşımaktadır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Suresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi) 

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûl  مَنْ ’nın sılası olan   لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Putların kıyamet gününde onlara cevap veremeyecekleri, hiçbir şeye güç yettiremediklerinden kinayedir.

وَمَنْ اَضَلُّ [Daha sapık kimdir?] şeklindeki istifham; inkârîdir, yani mana ‘’kendilerine cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapkın yoktur’’ şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.81

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsned olan  غَافِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

 يَدْعُوا - دُعَٓائِهِمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak,  مَنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu müşriklerden daha sapkın kimse yoktur; çünkü onlar, Semi' (her şeyi işiten), Kādir (her şeye muktedir olan), Mucîb (dualara cevap veren) ve Habîr (Her şeyden haberdar olan) yaradanlarının ibadetini bırakıp kendi elleriyle yaptıkları ve işitmesi, kudreti ve kıyamete kadar cevap vermesi olmayacak olan şeylere tapmaktadırlar. Halbuki taptıkları şeylerin, kendilerine taptıklarından haberleri bile yoltur; çünkü taptıkları şeyler, cansızdır.

Müşriklerin taptıkları şeylerin, cevap veremeyecekleri ve tapıldıklarından habersiz oldukları açık bir gerçek iken, o şeylerin böyle vasıflandırılmaları o putları ve tapanlarını tahkir içindir. (Ebüssuûd)

Putlar cansız varlıklar oldukları halde, onlar için aklı olan varlıklara ait zamirler kullanılmıştır. Çünkü onlar, karşılık vermemek, gafil olmak gibi nitelemelerle akıllılar gibi telakki edilmişlerdir. (Ruhu’l Beyan, Âşûr)

Müşrikler cahillik ve ahmaklıklarından dolayı ibadet ettikleri putları gören, işiten, bilen varlıklar olarak saydıklarından, onların inançlarına göre akıllı varlıklarda kullanılan zamir yer almıştır. Diğer bir sebep ise tağlib ciheti ile  هُمْ  zamirinin kullanılmasıdır. Bu da şu şekilde açıklanabilir. مِنْ دُونِ اللّٰهِ (Allah’tan başka) tapılacak şeylerin içerisinde akıllı varlıklar olarak; insanlar, cinler ve akılsız varlıklardan da putlar ve diğer akılsız varlıklar yer alır. İnsan ve cin gibi akıllı varlıklar, hayvan, taş ve tahta gibi akılsız varlıklara üstün/galip gelmiş ve tağlib ciheti ile  هُمْ  zamiri kullanılmıştır.(Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi) 

لَا يَسْتَج۪يبُ ‘daki müfred zamirden, bu cümlede cemi  هُمْ  zamirine iltifat edilmiştir.
Sûre Mekke’de Câsiye’den sonra, Zâriyât’tan önce indirilmiştir. İbn Âşûr’un tesbitine göre (XXIV, 6) bu sûre, peygamberlik geldikten iki yıl sonra vahyedilmiştir.
Günün Mesajı
Kıyamet ve ahiret hem maddi kainatın varlığı için tayin edilmiş olan sürenin sonudur, hem de yaratılışın dayandığı hak, hakikat ve en önemli gayelerden biridir.
Kur'an-ı Kerim gerçek bilginin vahye dayandığını dayanması gerektiğini ve vahye dayalı bilgi olduğunu kesinlikle tartışma konusu yapmaz ve kendisine inanmayanlara bunu ispat etmeleri için meydan okur. Biz Müslümanların da inkarcılara karşı tavrı böyle olmalıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, korkmaktan hoşlanmaz çünkü ona korkularından kaçması gerektiği öğretilmiştir. Zira, belki de korkmak biraz utanılacak bir meseledir. Ancak insan, her seferinde, kaçtığında ya da görmezden geldiğinde kurtulacağı şeylerden korkmaz. 

Halbuki, korku da diğer duygular gibi normaldir, geçicidir ve değişkendir. Onun varlık süresini uzatan, onu görmezden gelmeye ya da onunla yüzleşmek için devamlı fırsat kollamaya çalışandır. 

İnsan gittiği bir yerde, davetliler arasındaki birini görmezden geldiğinde ya da yüzleşmek için fırsat kolladığında; kendisine bütün daveti zehir eder. Zira; gözlerini bir türlü o kişiden ayıramaz.

İşte bu korku halindeki (ya da herhangi bir hırsla gözü körleşmiş) insan; doğru ya da yanlış demeden, popüler olan ya da olmayan her şeyin peşine düşer. Aklında tek bir şey vardır: yeter ki bu halden çıksın (ya da istediğini elde etsin). Lakin, Allah’tan başkasından istenen her şey geçicidir. Şirk en büyük zulümdür. Başvurulan batıl yolların sonu ise hüsranla bitmeye mahkumdur. 

Halbuki; girdiği her ortamda Allah’a sığınan kulun kalbi cesaret ile dolar ve der ki: evet korkuyorum ama karşılaşırsak yüzleşirim yani Allah’ın yardımıyla başa çıkarım. Böylece, her şey kendiliğinden çözülmeye ve korkusunun da etkisi küçülmeye başlar. 

Yazmak ve konuşmak, uygulamaya dökmekten daha kolaydır çünkü nefis, vesveseleriyle devamlı ortamı germektedir ama başarmak asla imkansız değildir. Bilinç yolunun başlangıcında, oldukça cılız olan bu cesareti büyütmek için kalpteki güzellikleri Allah’ın kelamı ve zikri ile beslemeye; yaşanan korku anlarının imtihanın geçici bir parçası olduğuna ve hiçbir şeyin boşa yaşanmadığına inanmaya ihtiyaç vardır. 

Ey göklerin, yerin ve bütün alemlerin rabbi olan Allahım! Yaşadığımız her duygu anında, bizi Sana koşanlardan ve Sana sığınanlardan eyle. Seni anarak ferahlayanlardan, zikrin ile huzurla dolanlardan eyle. Dünyalık zorlu hallerden sıyrılmak uğruna batıl yollara başvurmaktan muhafaza buyur.

Ey sonsuz güç sahibi olan Allahım! Sen bizim halimizi en iyi bilensin. Şüphesiz ki Senin, bizim kendimizi anlatmamıza ihtiyacın yok ancak bizim Sana anlatmaya ve Senden çare istemeye ihtiyacımız var.

Ey sınırsız hikmet sahibi olan Allahım! Başımızdaki zorlukları rahmetin ile kolaylaştır. Hastalıkları şifalandır, hırsları dizginleştir ve korkuları sakinleştir. Bizi, nefsani aşırılaşmış her türlü duygudan ve faydasız düşüncelerden arındır. Kalplerimizi; kelamın ve zikrin ile nurlandır, huzurun ile doldur ve imanımızı kuvvetlendir ve bizi razı olduğun kulların arasına kat.

Korktuğumuzda ya da hüzünlendiğimizde;
La tahzen! İnnallahe meanâ - Tasalanma! Allah bizimle beraberdir’i hatırlayanlardan ve hatırladığında her türlü derdinden sıyrılanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Doğru yerlerde, doğru kişiler tarafından hatırlanmak için çaba harcamak gerekir. En temel adım, kişinin duygu ve düşünce akış frekansının ayarlamasını yapmasıdır. Zira, aklı ve kalbi ne ile meşgulsa, dış dünyasında da onları anımsatanlar dikkatini çeker. Bunun sebebi, insanın iç ve dış dünyasının devamlı olarak birbirinden beslenmesidir. 

Hatırlanmak ve unutulmak kalıplarına sadece zihnin bir köşesinde ortalama bilgilerle var olmak ya da silinmek diye bakmak basit kalır. İkisi de aslında kişiye verilen değerin ve değersizliğin açığa vurulmasıyla alakalıdır. İşte bu yüzden hatırlanmak dünya nimetlerinin en tatlı hallerinden birisidir. Unutulmanın acısı ise büyüktür.

Bir müslüman diriliş günü kimler tarafından hatırlanmak istediğiyle ilgili iyi düşünmelidir. Allah katında unutulmak ifadesinin şiddetiyle sarsılmalıdır. Allah’ın ve Allah’ın sevdikleri yanında hiçbir değere ve yere sahip olmamanın getireceği boşluğu idrak etmelidir. Belki o zaman Allah yolunda attığı adımlarına ve aldığı kararlarına özen göstermenin önemini anlar.

Allah’ı hatırla ki hatırlanasın,
Allah’ın sevdiklerini hatırla ki hatırlatılasın.

Ey Allahım! Hatırlatan ve unutturan Sensin. Bizi Senin katında hatırlanan ve Senin sevdiklerine hatırlatılan kullarından eyle. Unutulmaktan ve akıbetiyle unutulanlara benzemekten muhafaza buyur. Bize, bizi Sana yakın kılacak amelleri hatırlat ve Senin rızandan uzaklaştıracak amelleri unuttur. 

Ey Allahım! Sevgilerin sahibisin. Seven, sevdiren ve sevindiren Sensin. Bizi doğru kişilere ve doğru işlere kıymet verenlerden eyle. En çok Seni ve sonra Sana kulluğu ve sonra da Senin sevdiklerini sevenlerden eyle. Senin katında sevilenlerden ve Senin sevdiklerine sevdirilenlerden ve böylece iki cihanda da sevindirilenlerden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji