بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ
Haşera حشر :
Haşr حَشْرٌ bir topluluğu yerleşik oldukları yerlerinden çıkarıp ve koparır gibi ayırıp savaşa veya başka bir şeye götürmektir. حَشْرٌ kelimesi gerek insan gerek diğer varlıklar için ancak yalnızca bir toplulukla ilgili kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve üç farklı isim formunda olmak üzere 43 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri haşrolmak, mahşer, haşere ve haşerattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُشِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُشِرَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. النَّاسُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً cümlesi şartın cevabıdır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru اَعْدَٓاءً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
اَعْدَٓاءً kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. İkinci كَانُوا atıf harfi وَ ‘la birinci كَانُوا ‘ya matuftur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِعِبَادَتِهِمْ car mecruru كَافِر۪ينَ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَافِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan حُشِرَ النَّاسُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
حُشِرَ fiili meçhul bina edilmiştir. Malum binada mef’ul olacak النَّاسُ kelimesi, bu binada merfû konuma getirilerek önemsenmiştir.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
"Haşr", bir araya toplanmak demektir. İnsanları sığınaklarından çıkartıp, onları savaşa veya başka bir şeye zorlamak anlamına geldiği de söylenmektedir. Bu kelime, sadece topluluklar için kullanılır. Kıyamete, ba's günü, neşir günü denildiği gibi haşr günü de denilir. (Rûhu-l Beyân)
Her iki كَانُوا fiillindeki çoğul zamirler Allah'tan başkasına tapanlara, yani müşriklere ait olduğu gibi bu kişilerin taptıkları şeylere, putlara da ait olabilir. Böylece lafzen aynı olmasına rağmen zamirlerin ait olduğu varlıkların farklı olması Kur'an'ın eşsiz sanatlarındandır. Farklılıkların bir arada olması tederrücü güzelleştirir ve daha incelikli kılar. (Âşûr)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً , nakıs fiil كَانُوا ’nun dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَهُمْ car mecruru, اَعْدَٓاءً ’in mahzuf haline mütealliktir. كَانَ ’nin haberi اَعْدَٓاءً ’dir.
وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِعِبَادَتِهِمْ , önemine binaen amili ve كَانَ ’nin haberi olan كَافِر۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesinin manası, inkârın onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
كَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)
كَانُوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ ifadesinde teşbihi beliğ vardır. Düşmanlara ve ibadeti inkâr edenlere olan benzerliğiyle, onların sefalet ve yalanlarına neyin yol açtığına işaret ederek devam ediyor. (Âşûr)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | بَيِّنَاتٍ | açık açık |
|
6 | قَالَ | dediler |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
9 | لِلْحَقِّ | hakk için |
|
10 | لَمَّا |
|
|
11 | جَاءَهُمْ | kendilerine gelen |
|
12 | هَٰذَا | bu |
|
13 | سِحْرٌ | bir büyüdür |
|
14 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Kur’an’a muhatap olanlar onun olağanüstü bir metin olduğunu gördüler ve anladılar. Ancak içinde bulundukları ve yararlandıkları konum sebebiyle gerçeği inkâr ettiler, olağanüstülüğü ise sihir diyerek geçiştirmeye çalıştılar. Eğer sihir iddiası doğru olsaydı, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı kendisi uydurup Allah’a aitmiş gibi göstermesi gerekirdi. Bu durumda nelerin olacağı konusuyla ilgili âyetlerde yer alan açıklama (bk. Hâkka 69/44-47), yalancı peygamberleri bekleyen acı âkıbeti de haber vermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 29
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى elif üzere fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir. اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتُنَا ‘nın hali olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ cümlesi şartın cevabıdır.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِلْحَقِّ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ
Cümle, mekulü’l-kavl’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. سِحْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌۜ kelimesi سِحْرٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتُنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler tazim edilmiştir. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
بَيِّنَاتٍ , naib-i fail olan اٰيَاتُنَا ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
تُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Burada اِنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. اِنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder. تُتْلٰى fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir. اٰيَاتُنَا ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 397)
فَ karinesi olmadan gelen قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ şeklindeki cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا sözü, bu sözleri söylemeleri sebebiyle küfürlerini tescil etmek için izmar makamında izhâr şeklinde gelmiştir. لِلْحَقِّ ‘daki لِ illet lamı olup, قَالَ fiilinin mekulü’l-kavle ta’diyeti için değildir. Yani, ‘kâfirlerin bazısı bazısına iman edenlerin ve inanmayı tehir edenlerin durumu hakkında…. dedi’ anlamındadır. (Âşûr)
حين manasındaki لَمَّا , şarttan mücerret zaman zarfıdır. قَالَ fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ cümlesi, لَمَّا ‘nın muzâfun ileyhidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edileni tahkir amacına işaret eder. هٰذَا ile ayetleri işaret etmişlerdir.
İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٌ kelimesi, سِحْرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَيِّنَات - مُب۪ينٌۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Haktan maksat ayetlerdir, zamir yerine zâhir isim konulması ve inkâr edenlerin de dinleyenler yerine konulması ayetlerin hak, onların da kâfirler olup sapkınlığa gömüldüklerini tescil etmek içindir. (Beyzâvî)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَقُولُونَ | (-mu) diyorlar? |
|
3 | افْتَرَاهُ | onu kendisi uydurdu- |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | إِنِ | eğer |
|
6 | افْتَرَيْتُهُ | ben onu uydurmuşsam |
|
7 | فَلَا | olmaz |
|
8 | تَمْلِكُونَ | sizin hiçbir yararınız |
|
9 | لِي | bana |
|
10 | مِنَ | -tan |
|
11 | اللَّهِ | Allah- |
|
12 | شَيْئًا | bir şeye (gelecek cezaya) |
|
13 | هُوَ | O |
|
14 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
15 | بِمَا | şeyleri |
|
16 | تُفِيضُونَ | taşkınlık yaptığınız |
|
17 | فِيهِ | onda |
|
18 | كَفَىٰ | yeter |
|
19 | بِهِ | O’nun |
|
20 | شَهِيدًا | şahid olması |
|
21 | بَيْنِي | benimle |
|
22 | وَبَيْنَكُمْ | sizin aranızda |
|
23 | وَهُوَ | ve O |
|
24 | الْغَفُورُ | bağışlayandır |
|
25 | الرَّحِيمُ | esirgeyendir |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَقُولُون fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli افْتَرٰيهُ ‘dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
افْتَرَيْتُهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli افْتَرَيْتُهُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرَيْتُهُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا تَمْلِكُونَ cümlesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, أنتم (sizler) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَمْلِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ل۪ي car mecruru تَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـٔاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من عذاب الله (Allah’ın azabından) şeklindedir.
هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ
Cümle, önceki cümledeki nefy için ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ما müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تُف۪يضُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُف۪يضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تُف۪يضُونَ fiiline mütealliktir.
تُف۪يضُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فيض ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بِ harfi zaiddir. بِه۪ lafzen mecrur, كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecrurundaki ه۪ zamiri كَفٰى fiilinin uzak konumda failidir. Yakın konumda ise بِ zaid olup mecrurdur.
شَه۪يداً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. Temyiz olması da caizdir. بَيْن۪ي zaman zarfı شَه۪يداً ‘e mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَكُمْ izafeti atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَه۪يداً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَفُورُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ , munkatı’ istifham harfidir. Burada hemze ve بَلْ manasındadır.
بل , intikâlî idrâb manasındadır. Yani kelam ilk manayı iptal etmeyip muhafaza etmekle beraber bir manadan başka bir manaya intikal etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.95)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan افْتَرٰيهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ , şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan افْتَرَيْتُهُ , mazi fiil sıygasında gelmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan لَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
افْتَرَيْتُهُ - افْتَرٰي ve يَقُولُونَ - قُلْ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mef’ûl olan شَيْـٔاًۜ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـٔاً ‘in mahzuf haline mütealliktir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Bu zahir isimle heybet uyandırmak istenmiştir.
هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan اَعْلَمُ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. Sılası olan تُف۪يضُونَ ف۪يهِ , cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayetlerde, "ilim" ve "şehâdet" ifadelerine yer verilmesi, o müşriklerin ta'n ve kınamalarını sürdürmeleri konusunda, onlara bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümlede istiâre-i tasrîhiyye-tebeiyye vardır. تُف۪يضُونَ kelimesi ile istiare yapılmıştır. Müşriklerin Kur’an-ı Kerîm hakkındaki iftiraları ve aralarında yaptıkları konuşmaları ifade etmektedir. Mekke müşriklerinin, ayetler hususunda ne demek gerektiğine dair toplantılar yapıp, uzun uzun konuşmalar neticesinde, Kur’an-ı Kerîm ayetlerinin, birer sihir, kehanet ve yalan olduğu kanaatine varmalarını, Allah Teâlâ ‘dalmak, hakkında dalıp gitme’ olarak ُ تُف۪يضُونَ kelimesi kullanarak istiare yolu ile anlatmıştır. Ayetin tefsiri “Kur’an-ı Kerîm hakkında konuşmakta olduğunuz şeyleri, atmakta olduğunuz iftiraları Allah bilmektedir.” şeklinde yapılabilir. Dolayısı ile ayette müşebbehün bih açıkça zikredildiği için istiare-i tasrîhiyye/açık istiare; kullanılan kelime, türetilen yani müştak bir kelime olduğu içinde istiare-i tebeiyye vardır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Tekid ifade eden zaid بِ harfi nedeniyle mecrur olan Allah Teâlâ’ya aid zamir, كَفٰى fiilinin faili olarak merfû mahaldedir.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden شَه۪يداً temyizdir.
Cümlede birbirine matuf iki mukaddem zaman zarfı da شَه۪يداًۚ ’e mütealliktir.
بَيْن۪ي - بَيْنَكُمْ kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ cümlesi, هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ cümlesinden bedel-i iştimâldir. Çünkü onların bu konuda uzun uzun anlatılan şeyi daha iyi bildiğini haber vermektedir. Bu; kendisi ile onlar arasındaki hükmün Yüce Allah’a havale edilmesi anlamını taşır. Tehdit ve batıla dalmaya karşı bir uyarıdır. (Âşûr)
وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Ayetin son cümlesi, atıf harfi وَ ’la … كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ isimleri marife gelmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu ifade eder.İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
Bu kelam, tövbe edip iman edenler için mağfiret ve rahmet vaadidir. Ve kâfirlerin bunca büyük cürümlerine karşı Allah'ın halîm davrandığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَا |
|
|
3 | كُنْتُ | değilim |
|
4 | بِدْعًا | türedi biri |
|
5 | مِنَ | (arasında) |
|
6 | الرُّسُلِ | elçiler |
|
7 | وَمَا | ve |
|
8 | أَدْرِي | bilmem |
|
9 | مَا | ne |
|
10 | يُفْعَلُ | yapılacağını |
|
11 | بِي | bana |
|
12 | وَلَا | ne de |
|
13 | بِكُمْ | size |
|
14 | إِنْ | (hayır) |
|
15 | أَتَّبِعُ | ben uymuyorum |
|
16 | إِلَّا | başkasına |
|
17 | مَا | şey(den) |
|
18 | يُوحَىٰ | vahyedilen |
|
19 | إِلَيَّ | bana |
|
20 | وَمَا | ve değilim |
|
21 | أَنَا | ben |
|
22 | إِلَّا | başka bir şey |
|
23 | نَذِيرٌ | bir uyarıcıdan |
|
24 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Burada peygamberliğin başlıca özellikleri şöyle sıralanıyor: a) Bütün peygamberler temel özellikler bakımından birbirine benzerler. Daha önce bir peygamberi tanımış ve ona inanmış olanların sonra gelen hak peygambere inanmasında güçlük olmamalıdır. b) Peygamberler de dahil olmak üzere Allah’tan başka hiçbir varlık –istisnaî durumlarda Allah bildirmedikçe– gaybı bilmez; gelecekte olacaklar da gayba dahildir, nitekim Hz. Peygamber bunu bilmediğini açıkça ifade etmektedir. c) Peygamberlerin özel bilgi kaynakları vahiydir. Vahiy diğer inananlar gibi peygamberler için de bağlayıcıdır; ona uymak, uygun davranmak mecburiyeti vardır. d) Allah’tan emir alarak insanları dinî hayatları bakımından uyarma, dünyada yaptıklarının âhirette nasıl karşılık bulacağını bildirme görevi peygamberlere aittir, onlardan başka –bu mânada– uyarıcı yoktur, âlimler ve eğitimciler bu görevi peygambere tabi olarak yerine getirirler.
“b” şıkkında ifade edilen husus tefsirciler arasında tartışılmıştır. Bazıları, “Onun bilmediği, dünyada olacaklardır, âhirette kimlerin başına nelerin geleceğini bilir” demişlerdir. Bize göre bu bilgi de şahıs şahıs değil, geneldir, iman ve amellerin sonuçlarıyla ilgilidir. Dünyada olsun âhirette olsun onun bildiği münferit, özel, belli olaylar ve olacaklar, istisnaî olarak ve belli hikmetler çerçevesinde Allah’ın bildirmesi, vahyetmesiyle bilinmiştir. Buhârî’nin aktardığı şu bilgi de bu anlayışı açıkça desteklemektedir: Medine’ye hicret eden müminler, oranın yerlilerine misafir edilmeleri için dağıtılmış, Osman b. Ma’zûn isimli sahâbî de misafir kaldığı evde hastalanmış ve âhirete göçmüştü. Cenaze kefenlenmiş halde iken Hz. Peygamber eve gelmiş, evin hanımı ona ölü hakkındaki kanaat ve duygularını şöyle ifade etmişti: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun ey Osman! Sana tanıklık ederim ki, Allah’ın ikram ve ihsanına nâil oldun.” Peygamberimiz hanıma, “Ona Allah’ın ihsanda bulunduğunu nereden biliyorsun?” diye sorunca kadın kendine geldi, “Bilmiyorum ey Allah’ın Resulü” dedi. Peygamberimiz de şöyle buyurdu: “O, rabbinden gelen şüphe götürmez gerçekle karşı karşıyadır, ben onun için hayır umuyorum. Yemin ederim ki ben Allah’ın elçisi olduğum halde hakkımda ne yapılacağını bilmiyorum.” Kadın da ekledi: “Vallahi ben de bundan sonra hiçbir kimseyi (‘Onun günahı yoktur, makamı cennettir’ diyerek) tezkiye etmem” (Buhârî, “Cenâiz”, 3).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 29-30قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُ mütekellim zamiri كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
بِدْعاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مِنَ الرُّسُلِ car mecruru بِدْعاً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَٓا اَدْر۪ي atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَدْر۪ي fiili ي üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اَدْر۪ي ‘bilmek’ anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ism-i mevsûl olup, amili اَدْر۪ي ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُفْعَلُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُفْعَلُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ب۪ي car mecruru يُفْعَلُ fiiline mütealliktir.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لَا بِكُمْ atıf harfi وَ ‘la car mecrura ب۪ي ‘ye matuftur.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتَّبِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansub ve يُوحٰٓى fiilinin naib-i failidir. İsm-i mevsûlun sılası يُوحٰٓى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
يُوحٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline mütealliktir.
اَتَّبِعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُوحٰٓى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat.
Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ
İstinaf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ , menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
‘İlk’ diye tercüme edilen بِدْعاً kelimesi ‘benzeri görülmeyen şey’ anlamındadır. (Ruhu-l Beyan)
Ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Bu; sûrede bu şekilde başlayan dördüncü cümledir. Aslında bu emir Kur’an-ı Kerîm'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah'a قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses farkedilir. Kur’an-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.111)
وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ
Bu cümle mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Ayetin başındaki olumsuzluk edatı olan مَٓا ; peygamberliğe ait görevlerden, dünyevî olaylardan bilgisi dışında olanlardır. Ahirette olacak olanlar değildir. Çünkü ahirete ait şeyleri bilmek, peygamberlik görevlerindendir. O konuda her iki tarafa da ne yapılacağını ayrıntılı bir şekilde bildiren vahiy gelmiştir. (Ebüssuûd)
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümledeki muzâri fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
يُفْعَلُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَ atıf harfidir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek için gelmiş zaid harftir.
ب۪ي ve ona matuf olan بِكُمْۜ car mecrurları يُفْعَلُ fiiline mütealliktir.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ
Bu cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُوحٰٓى اِلَيَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki muzâri fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
يُوحٰٓى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatıyla oluşan iki tekit hükmündeki kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır.
Fiille mef’ûl arasındaki kasırların, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası da muzari fiil cümlesidir. Muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Kasr üslubu ile anlaşılıyor ki peygamber ancak vahyedilene tabi olmaktadır. Dini hüküm ve konularda yapmış olduğu fiiller ancak ve ancak Allah’ın kendisine indirmiş olduğu vahiy ile olduğu ifadesi ve vurgusu söz konusudur. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ayetin fasılası, ta’lil cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنَا۬ maksûr/mevsuf, نَذ۪يرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kasr, izafîdir. (Âşûr) Müsnedün ileyh, nezir olmak sıfatına tahsis edilmiştir. Aynı zamanda başka sıfatların müsnedün ileyhte olmadığı ifade edilmiştir. Bunun sebebi nezir olmak vasfının kemâl dereceye ulaşmış olmasıdır. Yani mübtedada olan diğer sıfatlar yok sayılmıştır.
مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
الرُّسُلِ - يُوحٰٓى - نَذ۪يرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | hiç düşündünüz mü? |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | كَانَ | ise |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | عِنْدِ | katından |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | وَكَفَرْتُمْ | ve siz inkar ettiyseniz |
|
9 | بِهِ | onu |
|
10 | وَشَهِدَ | ve görüp |
|
11 | شَاهِدٌ | bir şahid |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | بَنِي | oğulları- |
|
14 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
15 | عَلَىٰ |
|
|
16 | مِثْلِهِ | bunun benzerini |
|
17 | فَامَنَ | ve inandığı halde |
|
18 | وَاسْتَكْبَرْتُمْ | siz tenezzül etmemişseniz |
|
19 | إِنَّ | şüphesiz |
|
20 | اللَّهَ | Allah |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
23 | الْقَوْمَ | bir toplumu |
|
24 | الظَّالِمِينَ | zalimlerden |
|
Sûrenin ana konusu Kur’an’ın Allah kelâmı, Muhammed aleyhisselâmın da gerçek peygamber olduğunu ispat etmektir. Bu maksatla sıralanan deliller ve ikna edici tartışma çerçevesinde bu âyetlerde şunlara yer verilmiş olmaktadır:
a) Kur’an’a ve peygambere iman edenler bulunduğuna göre inkârcıların bunda ısrar etmek yerine bir de “Ya gerçek ise, Allah’tan gelmiş ise biz ona inanmamakla neleri kaybetmiş olacağız” diye düşünmelerinin makul olacağı.
b) Kur’an’ın Allah’tan geldiği ve peygamberin doğru söylediği konusunda tanıklık eden, bununla da kalmayıp ona inanan bazı yahudilerin tanıklıklarının dikkate alınması gerektiği. Bu şahidin kim olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmış, rivayetlere yer verilmiştir. Bu cümleden olarak “Şahit Hz. Mûsâ’dır, Tevrat’da Hz. Peygamber’in geleceğini bildirmiştir”; “Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’dır”; “Mekke müşriklerinin ticaret için gittikleri Medine’de ve başka yerlerde karşılaştıkları bazı yahudilerdir” diyenler olmuştur. Birinci ihtimal oldukça zayıftır; çünkü bu şahitlik Mekkeliler için ikna edici olmaz. İkinci ihtimal bazı sağlam rivayetlere dayanmakla beraber sûrenin Mekke’de inmiş olması bu yorumu zayıflatmaktadır. Bunu savunanlara göre sûrenin bütünü Mekke’de inmiş olmakla beraber bu âyet daha sonra Medine’de gelmiş ve sûredeki yerine konmuştur (Râzî, XXVIII, 7; Kurtubî, XVI,181; Şevkânî, V, 23). Bize göre ikinci ve üçüncü ihtimaller birbiri ile çelişmediği için kabul edilebilir niteliktedir.
c) İnkârda ısrar eden Arap müşriklerinin, servet ve saltanatlarına güvenerek Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiği konusundaki değerlendirmelerinin yanlış olduğu; insanların Allah katındaki değerlerinin servet ve saltanata değil, imana, ahlâka ve iyiliklere bağlı olduğu.
d) Araplar’ın yakınlarında olan ve temas halinde bulundukları yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ı ölçü olarak almalarının uygun olacağı. Hz. Mûsâ ve Tevrat ile Hz. Muhammed ve Kur’an arasında önemli benzerlikler vardır, fark dilde ve şekildedir; içerik ve amaç benzerliği, kaynak birliğinin ve gerçekliğin önemli bir delilidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 30-31
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. رَاَيْتُمْ ‘ün iki mef’ûlüde mukadderdir. Takdiri, أرأيتم حالكم إن كان كذا ... ألستم ظالمين (Gördünüz mü haliniz böyleyse... Siz zalim değil misiniz?) şeklindedir.
كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ cümlesi, fiil ve iki mef’ûlü arasında itiraziyyedir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, خسرتم (Kaybettiniz, zarar ettiniz) şeklindedir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur. كان ’nin ismi müstetir olup mahallen merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru كان ’nin mahzuf haberrine mütealliktır. كَفَرْتُمْ atıf harfi وَ ‘la كَانَ ‘li cümleye matuftur.
كَفَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru كَفَرْتُمْ fiiline mütealliktir. شَهِدَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
شَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. شَاهِدٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ بَن۪ٓي car mecruru شَاهِدٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰى مِثْلِه۪ car mecruru شَهِدَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اسْتَكْـبَرْتُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اسْتَكْـبَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اسْتَكْـبَرْتُمْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, كبر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ cümlesi اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfudur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Burada kelam, Allah’ın Resulüne emri şeklinde gelmiş olmakla beraber, ondan sonra gelen herkese, özellikle de gaybı inkâr edip iman etmeyen, bu konuda ısrarcı olan gruba yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.239)
İki mef’ûle müteaddi olan اَرَاَيْتُمْ fiilinin mef’ûllerinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri أرأيتم حالكم إن كان كذا ألستم ظالمين؟ (Gördünüz mü haliniz böyleyse... Siz zalim değil misiniz?) şeklindedir. اَرَاَيْتُ burada ‘anlamak’ anlamındadır. Şart üslubundaki اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ cümlesi birinci ve ikinci mef’ûl arasında itiraziyyedir.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Şart cümlesi اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ car mecruru, كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَكَفَرْتُمْ بِه۪ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine, atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. Fakat burada isim cümlesiyle sübut, fiil cümlesiyle hudûs kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Şartın, takdiri ظلمتم (Zülmettiniz) olan cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Kısa yoldan ifade için gelen عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
اِنْ şart harfi, كَانَ şart fiilidir. Cümlede icaz-ı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur; takdiri şöyledir: Ya Kur’an Allah katından gelmişse ve siz onu inkâr ediyorsanız, o zaman zalim olmaz mısınız!? Ayetin devamındaki اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ [Zalim bir kavmi, Allah elbette doğru yola getirmez ] sözü de mahzufun bu şekilde takdir edilmesi gerektiğine delalet eder. (Keşşâf)
اَرَاَيْتُمْ [Bana haber verin] cümlesi Kur’an'da pek çok kere geçmiştir. Birçok yerde, arkasından da şart cümlesi gelmiş ve okuyucunun uyanık, enerjik, şuurlu ve durumu değerlendirebilecek kudrette olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavî açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînimizi arttırır. Sanki bu ayetler Kur’an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.117)
وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesinin haberî olması bu atfı mümkün kılmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyh olan شَاهِدٌ ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.
Ayette adı geçen şahit, Abdullah b. Selâm'dır. Yahudilerden Tevrat'ı en iyi bilendi. Asıl adı, Husayn'dı. Resulullah (sav) kendisine Abdullah ismini verdi. Bu zat, Hazret-i Peygamberin Medine'yi teşriflerini duyunca ona geldi, mübarek yüzüne baktı. Onun, bir yalancı yüzü olmadığını anladı. Düşündü ve onun beklenen peygamber olduğuna kanaat getirdi. (Ruhu’l Beyan)
مِنْ بَن۪ٓي car mecruru, شَاهِدٌ sıfatına, عَلٰى مِثْلِه۪ car mecruru, شَهِدَ fiiline mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَلٰى مِثْلِه۪ ‘deki zamir Kur’an’a racidir; yani anlamca ‘Kur’an’ın benzeri olan Tevrat hakkında şahitlik ediyorsa’ demektir. Bu da Tevrat’ta bulunan ve Kur’an’ın konularına uygun düşen tevhit, vaat, vaîd gibi manalardır. (Keşşâf)
Aynı üslupta gelen فَاٰمَنَ cümlesi …شَهِدَ شَاهِدٌ cümlesine فَ ile, وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ cümlesi de makabline وَ ile atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
شَهِدَ - شَاهِدٌ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاٰمَنَ sözündeki iman, Kur’an’ın benzerine şahitlik etmesinin bir neticesi kılınmıştır; çünkü o (şahit), Kur’an’ın benzerinin Musa’ya (as) indiğini, onun vahiy cinsinden olup beşer sözü olmadığını bilip, sonra da insaflı davranarak buna şahitlik edince ve itirafta bulununca iman bunun bir neticesi olmuştur. (Keşşâf)
كَفَرْتُمْ - اٰمَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâl mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ [zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.] cümlesinde onların zalimlikle nitelenmesi, hükmün gerekçesine işaret etmesi içindir. Allah'ın onları hidayete erdirmemesi, açık delillere rağmen onların inat etmeleri ve zulümleri sebebiyledir. Bu ifade, onlar için hiçbir mazeretin söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Çünkü bir iddianın doğruluğuna şahit bulunduğu zaman, husumet son bulur, dava sonuçlanır. (Ruhu’l Beyan)
الْقَوْمَ için sıfat olan الظَّالِم۪ينَ kelimesi, ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الظَّالِم۪ينَ - يَهْدِي kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle kelamı, henüz tamamlanmamış olan öncesinden kesin bir şekilde ayırır. Çünkü şartın cevabı zikredilmemiştir. Ayrıca istinafla gelmiş ve asıl tekid edatıyla tekid edilmiştir. Müsnedün ileyh, fiil olan habere takdim edilmiştir. Bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları kendinde toplayan lafza-i celâl gelmiştir. Zulmün onların asıl yapısı olduğuna delalet eden kavim kelimesi kullanılmıştır. Zalimler kelimesi elif-lâm ile tarif edilmiş; böylece de kavmin her ferdi kastedilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.420)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi(ler) |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لِلَّذِينَ | kimseler için |
|
5 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
6 | لَوْ | şayet |
|
7 | كَانَ | olsaydı |
|
8 | خَيْرًا | iyi bir şey |
|
9 | مَا |
|
|
10 | سَبَقُونَا | bizi geçemezlerdi |
|
11 | إِلَيْهِ | ona (inanmada) |
|
12 | وَإِذْ | zaman ise |
|
13 | لَمْ |
|
|
14 | يَهْتَدُوا | hidayete ermedikleri |
|
15 | بِهِ | onunla |
|
16 | فَسَيَقُولُونَ | diyeceklerdir ki |
|
17 | هَٰذَا | bu |
|
18 | إِفْكٌ | bir yalandır |
|
19 | قَدِيمٌ | eski |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle قَالَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَوْ كَانَ خَيْراً ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.
خَيْراً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
خَيْرٌ ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
سَبَقُونَٓا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِۜ car mecruru سَبَقُونَٓا fiiline mütealliktir.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ zaman zarfı olup müteallik mahzuftur. Takdiri, قالوا ما قالوه، أو ظهر عنادهم (Diyeceklerini dediler veya inatları ortaya çıktı) şeklindedir.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَهْتَدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يَهْتَدُوا fiiline mütealliktir.
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَهْتَدُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
Cümle, mekulü’l-kavldir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. اِفْكٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يمٌ kelimesi اِفْكٌ sıfatı olup damme ile merfûdur.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ bu ayette küfredenlerin sözlerini bildirmektedir.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Cümledeki ikinci ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ , mecrur mahalde, başındaki harf-i cerle birlikte قَالَ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi كَانَ خَيْراً , şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِ cevap cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
كَفَرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪
Cümle وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ ‘nın müteallakı mahzuftur. ظهر عنادهم (Onların inatları ortaya çıktı) şeklinde takdir edilir.
Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfî mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ [Onunla hidayete eremedikleri için] sözündeki zarfın bir âmili ve فَسَيَقُولُونَ (diyecekler) sözünün bir müteallakı olması gerekir. Oysa birinin geçmiş, diğerinin gelecek zamana delalet etmesi sebebiyle birbirleriyle uyuşmadıkları için فَسَيَقُولُونَ sözünün zarfta amel etmesi doğru olmaz. O halde, bu sözün açıklaması nasıldır?” dersen şöyle derim: اِذْ ’deki âmil, söz kendisine delalet ettiği için hazf edilmiştir. (Keşşâf)
فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
Mukadder istînâfa matuf cümlede فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Fiile dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
سَيَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Kafirlerin sözlerinde müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması tahkir içindir.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَٓا ile sözlere işaret edilmiştir.
İşaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmek için kullanılırlar. Buradaki gibi aklî şeyleri işaret etmekte kullanıldıklarında istiare olur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesinin amacı; en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَد۪يمٌ kelimesi, müsned olan اِفْكٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَسَيَقُولُونَ (Diyeceklerdir.) sözünde bulunan سَ harfi, istikbale delalet etmesinin yanısıra, maziye ve şimdiki zamana da delalet eder. Yani mana, onlar هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ [Bu, eski bir yalandır] dediler, هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ [Bu, eski bir yalandır] diyecekler şeklindedir. Demek ki سَ harfi İbrahim'in dilinden اِلَّا الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي فَاِنَّهُ سَيَهْد۪ينِ [(Fakat) beni yaratan (Allah) müstesna. Şüphe yok ki O, beni doğru yolda muvaffak edecektir] (Zuhruf/27) şeklinde ifade edilen ayetteki سَ harfine benzer. Ayetin manası, “O beni hidayete erdirir, hidayete erdirmeye devam ediyor ve gelecekte de hidayete erdirecek” şeklindedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.421)وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | ve |
|
2 | قَبْلِهِ | ondan önce |
|
3 | كِتَابُ | Kitabı |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
5 | إِمَامًا | önder |
|
6 | وَرَحْمَةً | ve rahmet |
|
7 | وَهَٰذَا | ve bu |
|
8 | كِتَابٌ | Kitaptır |
|
9 | مُصَدِّقٌ | doğrulayan |
|
10 | لِسَانًا | diliyle |
|
11 | عَرَبِيًّا | Arap |
|
12 | لِيُنْذِرَ | uyarmak için |
|
13 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
14 | ظَلَمُوا | kendilerine yazık eden(leri) |
|
15 | وَبُشْرَىٰ | ve müjde (olan) |
|
16 | لِلْمُحْسِنِينَ | güzel davrananlar (için) |
|
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
وَ istînâfiyyedir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِتَابُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَاماً kelimesi كِتَابُ ‘un hali olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup lafzen merfûdur. مُصَدِّقٌ kelimesi كِتَابٌ ‘ın sıfatı veya ikinci haber olup lafzen merfûdur. لِسَاناً kelimesi مُصَدِّقٌ ‘daki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi لِسَاناً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُصَدِّقٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
لِ harfi, يُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُواۗ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِيُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la مُصَدِّقٌ ‘a matuf olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
لِلْمُحْسِن۪ينَ car mecruru بُشْرٰى ‘ya müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُحْسِن۪ين kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. مِنْ قَبْلِه۪ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِتَابُ مُوسٰٓى , muahhar mübtedadır.
اِمَاماً ve رَحْمَةًۜ kelimeleri haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
مُصَدِّقٌ kelimesi كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Kitap, مُصَدِّقٌ olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Kitap, doğruyu söyleyen bir canlıya benzetilmiştir. Doğrulayan kitap değil, ondaki ifadelerdir. Kitapla مُصَدِّقٌ (doğrulayan) arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü doğrulamak, kitaptaki bilgilerin sebebidir. كِتَابٌ مُصَدِّقٌ ibaresi, kitaptaki bilgilerin doğruluğu ve tasdik edici özelliğini mübalağalı ifade eden mecazî bir üsluptur.
لِسَاناً kelimesi, arapça olmasıyla kastedilenin arapça lafız olduğu, ahlakı ve öğretileri olmadığı manası için idmâc edilmiştir. Çünkü Arap ahlakında o gün iyi kötü birbirine karışmıştır. İslam geldiğinde ise kötülüğü nehyetmiştir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (sav): ’’Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim ‘’ buyurmuştur. (Âşûr)
لِسَاناً haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَرَبِياًّ kelimesi لِسَاناً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle مُصَدِّقٌ ‘a mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan ظَلَمُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mahzuf mübteda ve mezkûr haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ ibaresi, لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ ‘ya veya مُصَدِّقٌ ‘a matuftur. لِلْمُحْسِن۪ينَ car mecruru, بُشْرٰى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veya bu ibare takdiri هو olan mübtedanın haberidir.
لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ cümlesiyle وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
مُحْسِن۪ينَ - ظَلَمُواۗ ve يُنْذِرَ - بُشْرٰى gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Ayetteki önemine binaen tekrarlanan كِتَابُ kelimesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِيُنْذِرَ kelimesi ‘uyarmak, korkutmak’ manasına gelirken; بُشْرٰى kelimesi ‘müjde vermek, sevindirmek’ manalarını taşımaktadır. Aralarında mana açısından tezat bulunmaktadır. Buradaki tıbâk sanatı yapılan kelimelerden biri fiil diğeri isimdir. (Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, XIII, 339)
لْمُحْسِن۪ينَ ve الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ kelimelerindeki kalıplar arasında fark vardır. İlki ism-i mevsûl ile gelmiştir, ki onların sıla cümlesi ile bilindiklerine ve meşhur olduklarına işaret eder. Böylece daha önce geçen, [Küfredenler, uyarıldıkları şeyden yüz çeviricilerdir] (Ahkâf/3) ayetinde zikredilen kişilere işaret eder. Çünkü onlar, ayetlerin bu şekilde bahsetmesinden sonra zulmetme dalaletiyle tanınmış ve meşhur olmuşlardır. Küfredenlerden zulmedenler şeklinde bahsedilmesi, zulmün çirkinliğini ifade etmek, küfrün ve masiyetin her çeşidinden nefret ettirmek maksadıyladır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s. 421-422)اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | قَالُوا | diyen(ler) |
|
4 | رَبُّنَا | Rabbimiz |
|
5 | اللَّهُ | Allah’tır |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | اسْتَقَامُوا | doğru olanlar |
|
8 | فَلَا | yoktur |
|
9 | خَوْفٌ | korku |
|
10 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
11 | وَلَا | ve değildir |
|
12 | هُمْ | onlar |
|
13 | يَحْزَنُونَ | üzülecek |
|
İman ve amel dinin iki direğidir, bunlara sahip olanların ebedî kalmak üzere cennete girecekleri çeşitli vesilelerle ifade buyurulmuştur. Burada ameli temsil eden istikamet kelimesi, Allah rızasını kazandıran davranışlar mânasındaki amel-i sâlihin itidal ve devam üzere olması demektir. İşte bu mânada istikamete sahip olanlar, davranışlarıyla imanlarına sadık kaldıklarını da ortaya koymuş olmaktadırlar (İstikamet için bk. Fussılet 41/30).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 32اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَالُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبُّنَا اللّٰهُ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَقَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ zaid olup, اِنَّ ‘nin haberinin başına gelmiştir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اسْتَقَامُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, قوم ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, ta’zim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّنَا اللّٰهُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle نَا zamirinin ait olduğu resuller, şan ve şeref kazanmıştır.
ثُمَّ اسْتَقَامُوا cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Burada ثُمَّ (sonra) kelimesi amelin, imandan sonra geldiğini ve amelin geçerliliğinin, tevhit inancına bağlı olduğunu ifade etmektedir. (Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan)
Sonra istikamet üzere olanlar ibaresindeki ثُمَّ kelimesi, istikamet ile iman arasındaki kuvvetli irtibat dolayısıyla zaman ve rütbe açısından terâhî (gecikme) ifade etmez. Çünkü رَبُّنَا اللّٰهُ (Rabbimiz Allah'tır) cümlesinin rütbesinden daha üstün değildir. Zira bu söz; iman ehlinin, Peygamber Efendimizin ve ondan önceki peygamberlerin söylediği en faziletli sözdür. Ancak bu ثُمَّ kelimesinde başka bir delalet vardır. O da, “insanın hayatı boyunca Allah'ın emir ve nehiylerine uyarak yaşaması” demek olan istikamet üzere olmasının en büyük gaye oluşu ve bu mertebeye ancak büyük zorluklarla ulaşılabileceğidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.422)
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ cümlesindeki فَ , tekid ifade eden zaid harftir. Nefy sıygasıyla gelmiş cümle الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan لَا خَوْفٌ ’un haberi mahzuftur. عَلَيْهِمْ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani ‘hiçbir korku’ demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre umum ifade eder.
وَ ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil şeklinde gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. (Âşûr) Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir. هُمْ maksur/mevsûf, لَا يَحْزَنُونَ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
يَحْزَنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Burada ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tabi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil’ manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 489)
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil, fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi لَا her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd, Maide Suresi, 69)
Burada isim cümlesi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamda, hüsn-i intihâ olduğunu söyleyebiliriz. Son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. İbarenin başındaki فَ harfi, şart ifade eden ism-i mevsûlün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını tekid etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.142)
خوف ve حزن arasındaki fark: خوف , insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyle ki gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف , önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف , günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 490)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ الْجَنَّةِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَالِد۪ينَ kelimesi اَصْحَابُ ‘daki zamirin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
جَزَٓاءً mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, يجزون جزاء (Bir cezayla cezalandırılırlar) şeklindedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harfi-i ceriyle mukadder fiile mütealliktir.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin izafetle marife olması tahsis ifade eder. Cennetin onlara has olduğu manasındadır. Bu cümle أُولَئِكَ في الجَنَّةِ وأُولَئِكَ لَهُمُ الجَنَّةُ cümlelerinden farklıdır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifadesinin yanında işaret edilenin önemini belirterek, cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder. Ayrıca tecessüm ifade eder.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَالِد۪ينَ , haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdar kelimeleri zamandan bağımsızdır. خلد aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
جَزَٓاءً , mef'ûlun lieclih veya mahzuf fiil için mef'ûlü mutlak olarak mansubdur. Takdiri, يجزون جزاء (Bir cezayla cezalandırılırlar) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte جَزَٓاءً ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi مَا ’ya dahil olan بِ harfi, sebebiyyedir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)