15 Ocak 2026
Zuhruf Sûresi 74-89 (494. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zuhruf Sûresi 74. Ayet

اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ  ...


Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الْمُجْرِمِينَ suçlular ج ر م
3 فِي
4 عَذَابِ azabında ع ذ ب
5 جَهَنَّمَ cehennem
6 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د

Zıtların yan yana getirilmesi ve bu şekilde karşılaştırma yapıl­ması her birinin farkını daha açık ve canlı bir şekilde ortaya çıkarır. Bu sebeple cennetliklerin mazhar olacakları nimetler açıklandıktan hemen sonra cehennemliklerin durumu tasvir edilmiştir. Herkes cehenneme ateşini dünyadan götürür. Allah hiçbir kuluna zulmetmez. İnsana hem bazı ödevler yüklemek hem de bunları yapacak güç ve imkân vermemek zulümdür. Şu halde Allah kullarına bu imkânı ve gücü vermiştir. Ancak inkârcı ve günahkâr kullar ellerindeki imkânı kötüye kullanmış, kendilerine cehennemin yolunu yine kendileri açmışlardır.

Gāfir sûresinde (40/49) cehennemliklerin, burada görevli meleklerden, “azaplarının hafifletilmesi için Allah’a aracı olup dua etmelerini istedikleri”, ancak bu taleplerinin kabul görmediği zikredilmişti. Burada ise kurtuluştan ümit kesen cehennemliklerin, son çare olarak Mâlik isimli üst görevliye başvurarak öldürülüp yok edilmelerini istediklerini görüyoruz. Kendilerine verilen cevap, dünyada iken peygamberlerin anlattıklarına uygundur: “Cehennem azabı, Allah’a ortak koşanlar, O’nu ve âhireti inkâr edenler için ebedîdir.”

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 785-786

اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi  اِنّ ‘nin ismi olup nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

ف۪ي عَذَابِ car mecruru  خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir.  جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayrı munsarıf olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma) hemde ucmelik (Arapça olmama) vasfı vardır.  خَالِدُونَۚ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup ref alameti و’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ , ihtimam için amili olan  خَالِدُونَۚ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsned olan  خَالِدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

ف۪ي عَذَابِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْعَذَابِ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü azap, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Azapta mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Burada maksat onların, azap olan zarfın içine girişleri ve orada hapis olmalarıdır. Bu azab, cehenneme izafe edilmiştir. Cehennem kelimesinde gazap, kötü muamele manaları vardır, sanki cehennem onları azap zarfının içinde olduğu halde kızgın, gazaplı, kaşları çatık, suratı asık veya öfkesini tutamaz bir halde karşılar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 330-331)

الْمُجْرِم۪ينَ - عَذَابِ - جَهَنَّمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada mücrimlerden murad, günaha tamamen batmış olan kâfirlerdir. Nitekim bu mücrimlerin, müminlerin karşıtı olarak zikredilmelerinden de anlaşılmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Zuhruf Sûresi 75. Ayet

لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ  ...


Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا hiç
2 يُفَتَّرُ hafifletilmeyecektir ف ت ر
3 عَنْهُمْ kendilerinden
4 وَهُمْ ve onlar
5 فِيهِ onun içinde
6 مُبْلِسُونَ umutsuzdurlar ب ل س

لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُفَتَّرُ  damme ile merfû meçhul,  muzari fiildir. Naib-i  faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. عَنْهُمْ car mecruru  يُفَتَّرُ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru   مُبْلِسُونَ  kelimesine mütealliktir.

مُبْلِسُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

مُبْلِسُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُفَتَّرُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.   

وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهِ , ihtimam için amili olan  مُبْلِسُونَۚ ‘ye takdim edilmiştir.

مُبْلِسُونَۚ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

 
Zuhruf Sûresi 76. Ayet

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ  ...


Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 ظَلَمْنَاهُمْ biz onlara zulmetmedik ظ ل م
3 وَلَٰكِنْ fakat
4 كَانُوا idiler ك و ن
5 هُمُ onlar
6 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م

  Zaleme ظلم  :

  ظُلْمٌ ışığın yokluğu/karanlık demektir Çoğulu ظُلُماتٌ şeklinde gelir. Zulmet ظُلْمَةٌ kelimesiyle cehalet, şirk ve fâsıklık da ifade edilir. Zıddı içinde نُورٌ kullanılır.

  İf'al babı formundaki أظْلَمَ fiili karanlık içinde kalmak manasındadır.

  Zulüm sözcüğü dilciler ve âlimlerin çoğuna göre bir şeyi ya eksilterek ya da arttırarak veya zamanından ya da mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymaktır.

 BHikmet ehli kişiler zulmet üç kısımdır demişlerdir: Birincisi: İnsan ile Yüce Allah arasında olan zulüm. bunların en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır.

  İkincisi : Kişiyle insanlar arasındaki zulüm.

  Üçüncüsü: Kişinin kendisiyle nefsi arasındaki zulüm.  (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 315 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri zulüm, zâlim, mazlum, zulmet ve mezâlimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ظَلَمْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُٓوا ‘nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

 Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)i

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  كَانُٓوا ’nun haberi olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Allah Teâlâ, mücrimlerle ilgili cehennem azabını şu üç sıfatla nitelemiştir:

a) Hulûd (devamlılık) ile...  Bu, ‘uzun süre kalma’ demek olup, ‘ebedîlik’ manasını ifade eder.

b) Hafifletilmeme ile.. Yani bu, hafifletilmeyen, azaltılmayan ve eksiltilmeyen bir azaptır.  

c) Ayetteki, "Onlar, bunun içinde, ümitsiz susup kalacaklardır" ifadesinin anlattığı sıfat ile... Müblis, feraha ermekten ümidini kesen kimsenin, sesinin soluğunun kesilmesi gibi, sesi soluğu kesilen demektir. (Fahreddin er-Râzî)

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. 

Menfi mazi fiil sıygasında gelen  وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ظَلَمْنَاهُمْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

İstidrak harfiyle başlayan  وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.  الظَّالِم۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin haberidir.  هُمُ  fasıl zamiridir.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsim olan müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıl zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmek ve hasr ifadesi içindir. Kasr, كَان ‘nin ismi ve haberi arasındadır. Onlar zalimden başka bir şey değildir demektir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

كَانُوا ’nun haberi olan  الظَّالِم۪ينَ , ismi- fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)  

İsm-i failin önünde  كَان  yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. (KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)

وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ  cümlesiyle,  وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. İkinci cümleye dahil olan  وَلٰكِنْ  sebebiyle, cümleler arasında da kasr oluşmuştur.

مَا ظَلَمْنَاهُمْ - الظَّالِم۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

كَانُوا  sözü onların zulmü tabiat hâline getirdiklerine ve onların hakikati olduğuna işaret eder. Çünkü  كَانُوا ‘nin haberi, isminin hakikatine dahil olur. Ayrıca buradaki fasl zamiri kasr manasını tekid eder. Kasr, haberin  ال  ile gelmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Ayette kasr tarikinin dışında başka bir delalet dolayısıyla farklı bir kasr daha vardır, o da istidrak harfidir. Eğer “Bunu ben yapmadım, ancak filan bunu yaptı” denirse fiil filan üzerine kasredilmiş olur ve kasr biri olumsuz diğeri olumlu iki cümle ile ifade edilmiş olur. Bütün bunlar da hakikati tekid eder, ki bu hakikat onların zulme uğramadığıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.332) (Âşûr)

Bu ayette isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

 
Zuhruf Sûresi 77. Ayet

وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ  ...


(Görevli meleğe şöyle seslenirler:) “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” O da, “Siz hep böyle kalacaksınız” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَادَوْا ve seslendiler ن د و
2 يَا مَالِكُ Malik م ل ك
3 لِيَقْضِ hüküm versin ق ض ي
4 عَلَيْنَا bizim hakkımızda
5 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
6 قَالَ dedi ق و ل
7 إِنَّكُمْ siz
8 مَاكِثُونَ kalacaksınız م ك ث

وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نَادَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَا  nida harfidir.  مَالِكُ  münada olup lafzen merfû, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Nidanın cevabı  لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ ‘dır. 

لِ  emir lamıdır.  يَقْضِ  illet harfinin hazfiyle meczum muzarı fiildir. عَلَيْنَا  car mecruru  يَقْضِ  fiiline mütealliktir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَاكِثُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

مَاكِثُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  مكث  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ  cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَا  harfi tenbihdir.  مَالِكُ  nekre-i maksude münada, nasb mahallinde damme üzere mebnidir.

Fasılla gelen nidanın cevap cümlesi  لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

لِ  emir lamıdır. 

عَلَيْنَا  car mecruru  لِيَقْضِ ‘ye mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْنَا , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan  رَبُّكَۜ ‘ye takdim edilmiştir.

رَبُّكَ  izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif içindir.

Arapçada bir cümlenin, kendisinden önceki cümle ile irap yönüyle irtibatlı olmamasına istinâfiyye cümlesi denilmektedir. Münadada aynı durum söz konusudur. Münadadan sonra gelen yeni cümle, istinâfiye cümlesidir. İrapta mahalli yoktur. Arapçada münâdâ ve münâdâdan sonra gelen cümlenin ayrı cümle oluşu nahiv ve belâgat açısından dikkat çekicidir. Nahiv açısından iki yapı arasında öğe irtibatı kurulmamış; bağımsız cümleler kabul edilmiştir. Belâgat açısından ise, tek kelimeden oluşan münada, bir cümle olarak kabul edilmiştir. (Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (2015) Arap Dilinde Münada Ve İşlevleri Prof.Dr. M. Akif Özdoğan)

Cehennemden kurtulma ümidini yitiren kâfirlerin cehennem muhafızına seslenişlerinin anlatıldığı bu ayette  وَنَادَوْا يَا مَالِ  kıraatına göre terhim bulunmaktadır. Farklı kıraat vecihlerine de sık sık yer veren Beyzâvî, ayetin terhim üslubuna göre okunuşunu da vererek konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Münada kısaltılarak  يَا مَالِ  şeklinde kesreli, yahut  يَا مَالُ  biçiminde dammeli de okunmuştur. Belki de bu durum onların (cehennemliklerin) zayıflıklarını akla getirmektedir; öyle ki lafzı tamamlamaya mecalleri yoktur. Keza aceleleri vardır; panik halindedirler. Bunun içindir ki  يَا مَالُ (ey malik) şeklinde sözü kısa kesip; [Rabbin bizi öldürsün] demişlerdir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 


قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مَاكِثُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe/120-121, s. 80)

لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ  cümlesi ile  اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı oluşmuştur.

مَاكِثُونَ  sözü ile “orada ebedi kalacakları” değil, “asla ölmeyecekleri” murad edilmiştir. مَاكِثُونَ  kelimesinin manası ‘diri olarak beklemek’tir, dolayısıyla bu da [Rabbin bizi öldürsün] sözüne mutabık bir cevaptır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.336)
Zuhruf Sûresi 78. Ayet

لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ  ...


Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayanlarsınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 جِئْنَاكُمْ biz size getirdik ج ي ا
3 بِالْحَقِّ hakkı ح ق ق
4 وَلَٰكِنَّ fakat
5 أَكْثَرَكُمْ sizin çoğunuz ك ث ر
6 لِلْحَقِّ haktan ح ق ق
7 كَارِهُونَ hoşlanmıyorsunuz ك ر ه

Bu âyette Allah’ın, sözü, Mâlik’ten alarak kendisinin devam ettirmesi ve “onlar” yerine “siz” zamirini kullanması, âyetlerin amacı bakımından ilgi çekicidir. Böylece cehennemliklerin şahsında Hz. Peygamber’in muhataplarına da hitap edilmekte, inkârcılıkta devam ettikleri takdirde âkıbetlerinin böyle olacağı hatırlatılmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 786

لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جِئْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  جِئْنَاكُمْ  fiilinin failinin haline mütealliktir. 


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  olup fetha ile mansubdur.  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لِلْحَقِّ  car mecruru  كَارِهُونَ ‘ye mütealliktir.  كَارِهُونَ  kelimesi  لٰكِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

اَكْثَرَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَارِهُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كره  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ

 

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte istînâfiyye olarak fasılla gelen cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  

قَدْ  ve mahzuf yemin ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

 

 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ

 

Atıfla gelen son cümle, tekid ifade eden istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)

İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِلْحَقِّ , ihtimam için, amili olan  كَارِهُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsned olan  كَارِهُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)  

الْحَقِّ ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zuhruf Sûresi 79. Ayet

اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ  ...


Yoksa (gerçeği kabul etmeme konusunda) bir işe kesin karar mı verdiler? Şüphesiz biz de (onları cezalandırmakta) kararlıyız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 أَبْرَمُوا kararlaştırdılar (mı?) ب ر م
3 أَمْرًا bir iş ا م ر
4 فَإِنَّا elbette biz de
5 مُبْرِمُونَ kararlıyız ب ر م

Sûrenin sonunda yine ana konuya, peygamberin tevhid mücadelesine dönülüyor. Fıtrî aklın hükümlerinden, müşriklerin inanç ve pratiklerinden de yararlanılarak putların tanrı olamayacağı, Allah’tan başka hiçbir varlıkta tanrılık niteliklerinin bulunmadığı, Allah’ın çocuğunun olmasının düşünülemeyeceği, bunun Tanrı kavramına ve O’nun temel niteliklerine ters düştüğü ikna edici bir üslûp içinde açıklanıyor.

79. âyetin geliş sebebi olarak, hicrete yakın günlerde Mekkeli müşriklerin toplanıp Hz. Peygamber’i öldürme kararı almaları olayı zikredilmiştir. Onlar bu kararı almışlar, fakat Allah’ın ezelde verdiği karar gerçekleşmiş, Peygamber efendimiz kurulan tuzaktan kurtulmuştur.

89. âyet bütün tebliğciler için geçerli bir ilkeyi ifade etmektedir: Tebliğcinin vazifesi bildirmektir, yapılacak her şey yapıldıktan sonra inkârda direnenler kendi hallerine bırakılır, insanları zorla imana getirmek için savaşılmaz, farklı inanç taşıyanlarla barış içinde yaşanır. Savaşın sebebi karşı tarafın hukuk tanımazlığıdır, insan hak ve hürriyetlerine saldırmasıdır. Bunlar engellenir, hak ve özgürlükler kurtarılır, hür düşünceleri ve iradeleri ile inkârı seçenlerin gerçeği anlamaları ya zamana veya âhirete bırakılır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 787-788

اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ

 

اَمْ  munkatı’dır.  بل  ve hemze manasındadır.  اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ  2. Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبْرَمُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن فعلوا ذلك (Böyle yaparsanız) şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مُبْرِمُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

مُبْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً 

 

 

Müstenefe olan ilk cümle  اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمِ , hemze ve intikal ifade eden  بل  manasını taşıyan munkatı’dır. Buradaki hemze inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru, sorup cevap bekleme kastı taşımadan, takrir ve tehdit manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Mef’ûl olan  اَمْراً ‘in nekre gelişi nev ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

[Yoksa onlar işi sağlam mı tutmuşlar?!] sözündeki  اَمْ  harfi,  بل  ve hemze manasındadır.. بل 'in manası, intikâlî idrâbdır. Bir manadan, yani ebedî kalacakları cehennem azabının içinden, başka bir manaya, yani içinde yaşadıkları korkunç hapishanelere düşmelerine sebep olan amelleri yapıyor oldukları dünya hallerine geçilmiştir. Buradaki hemzenin manası, takrir veya tetkiktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.342) 

Önceki ayetteki  اَكْثَرَكُمْ ‘den, bu ayette gaib zamire iltifat vardır.

اَبْرَمُٓوا , bir ipi katlayıp sağlam bükmektir. Bu manadan her ne şekilde olursa olsun, bir şeyi sağlamlaştırmak manasına da kullanılır. Mübrem; muhkem, sağlam demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ

 

Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Takdiri  إن فعلوا ذلك (Böyle yaparsanız) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber inkari kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan مُبْرِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

مُبْرِمُونَۚ ‘nin mef’ûlü önceki cümlenin delaletiyle mahzuftur. (Âşûr)

Ayetteki cümleler arasında ihtibâk sanatı vardır. اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْراً  sözünden sonra sadece  مُبْرِمُونَۚ  lafzıyla yetinilmiş  اَمْراً , hazf edilmiştir. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

اَبْرَمُٓوا - مُبْرِمُونَۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki kelime arasında müşakele sanatı vardır.

Bu kelimelerin biri isim diğeri fiil olarak gelmiştir. Çünkü Onların bu işte kararlı oluşları gerçekleşmiştir. Allah Teâlâ’nın kararlılığı ise bir vaaddir. Allah’ın onların kararlılığını bozacağı vaadidir. Çünkü ism-i fail aslında şimdiki hale delalet eder. (Âşûr)

 
Zuhruf Sûresi 80. Ayet

اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ  ...


Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 يَحْسَبُونَ sanıyorlar (mı?) ح س ب
3 أَنَّا biz
4 لَا
5 نَسْمَعُ işitmiyoruz س م ع
6 سِرَّهُمْ onların sırlarını س ر ر
7 وَنَجْوَاهُمْ ve gizli konuşmalarını ن ج و
8 بَلَىٰ hayır (işitiriz)
9 وَرُسُلُنَا ve elçilerimiz ر س ل
10 لَدَيْهِمْ yanlarında bulunan
11 يَكْتُبُونَ yazarlar ك ت ب

اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ 

 

اَمْ  munkatı’dır. بل  ve hemze manasındadır.  اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir.

يَحْسَبُونَ  fiili  نَun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا

 mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

سِرَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  هُمْ  muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَجْوٰيهُمْ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  نَجْوٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

 

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.

بَلٰى; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

وَ  haliyyedir.  رُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ  hal cümlesidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

رُسُلُنَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَدَيْهِمْ  mekân zarfı  يَكْتُبُونَ  fiiline mütealliktir.  يَكْتُبُونَ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَكْتُبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ 

 

اَمْ , munkatı’dır.  بل  ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümlede, mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ  cümlesi, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, iki mef’ûle müteaddi olan  تَحْسَبُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ ’nin haberi olan  لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ  cümlesinin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. 

Nefy harfi müsnedün ileyhden sonra gelir ve müsned fiil olursa böyle terkipler hükmü takviye, teceddüt ve bazı karinelerle tahsis ifade eder.

سِرَّهُمْ - نَجْوٰيهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. Çünkü maksat, onların sırları ve açıkça konuşmalarıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 

بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

 

بَلٰى , cevap harfi, menfi sözü iptal içindir. Yani  نحن نسمع سرهم ونجواهم  (Evet, Biz onların gizlediklerini ve fısıldadıklarını biliriz) demektir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ  cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  رُسُلُنَا , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رُسُلُ , tazim ve şeref kazanmıştır.  رُسُلُ ‘den kasıt meleklerdir.

لَدَيْهِمْ  mekan zarfı, müsned olan  يَكْتُبُونَ  fiiline mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı  لَدَيْهِمْ , önemine binaen amili olan  يَكْتُبُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘’Bizim elçilerimiz de var, yazıyorlar’’ ifadesi, yeni bir cümledir ve manası da yenidir, öncesindeki cümleyi tekid etmemektedir. Burada onların yanlarında bulunan elçilerin yazıyor olmasından maksat, Allah'ın bunu bildiği manasını tekid etmek değil, adil bir şekilde hesaba çekileceklerini bildirmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.346)

“Elbette” hem sırlarını hem de fısıldaşmalarını işitiyoruz, her ikisine de vâkıfız. “Elçilerimiz” yani yanlarındaki kirâmen kâtibîn melekleri bu sır ve fısıltıları “yazıyorlar!” (Keşşâf)

Buradaki yazmak hakiki de, mecazî de olabilir. Ya da sıralayarak sayma ve korumakta kinayedir. (Âşûr)

 
Zuhruf Sûresi 81. Ayet

قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki ben olurdum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 كَانَ olsaydı ك و ن
4 لِلرَّحْمَٰنِ Rahman’ın ر ح م
5 وَلَدٌ çocuğu و ل د
6 فَأَنَا ben olurdum
7 أَوَّلُ ilki ا و ل
8 الْعَابِدِينَ tapanların ع ب د

قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir  انت ‘dir.

Mekulü'l-kavli  اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَوَّلُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَابِد۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْعَابِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عبد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ  cümlesi ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ  şeklindeki isim cümlesi şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır.  لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru,  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  وَلَدٌ  ise  كَانَ ‘nin muahhar ismidir. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

فَ  karinesiyle gelen  فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ  şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَنَا۬  mübtedadır.  اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ  haberidir.

Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey anlatma amacına matuftur. 

Vuku bulma ihtimali kesinlikle olmayan birşey için gelmiştir. İnatçıları azarlama babında, bu saçma inançlarında ‘’ne yaparsanız yapın’’ der gibi özgür bırakmak kastıyla vuku bulma ihtimali taşıyan şart harfiyle gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette [Allah’ın çocuğu olsa] şeklindeki bir şart ifadesinde peygamber zaten Allah’ın (cc) çocuğunun olmadığını bilmektedir. Dolayısıyla bu tarizli ifadede tecâhül-i ârif vardır. (Hasan Uçar, Kuranı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları)

Bu kelam, meleklerin, Allah'ın kızları olmadıklarını en beliğ ve en kuvvetli şekilde ifade etmekte ve Resulullah'ın, tevhit konusunda yakîn ve sebat üzere olduğunu da açıkça bildirmektedir ve ayrıca kâfirleri kibirlerine mani olmak mertebesinden indirmek için de en uygun ifadedir. (Ebüssuûd)

Buradaki  إنْ  harfi şart değil nefy harfi olabilir. (Âşûr)

 
Zuhruf Sûresi 82. Ayet

سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ  ...


Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سُبْحَانَ münezzehtir س ب ح
2 رَبِّ Rabbi ر ب ب
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 رَبِّ Rabbi ر ب ب
6 الْعَرْشِ Arş’ın ع ر ش
7 عَمَّا -nden
8 يَصِفُونَ onların nitelendirmeleri- و ص ف

سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

 

Fiil cümlesidir.  سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir.

رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup  cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

رَبِّ الْعَرْشِ  kelimesi  رَبِّ السَّمٰوَاتِ ‘den bedeldir. مَا  müşterek ism-i mevsûl  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَصِفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَصِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Veya itiraziyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Takdiri  نسبح (tesbih ederiz) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetteki ikinci  رَبِّ  ilkinden bedeldir.  السَّمٰوَاتِ ‘ye muzâf olmuştur.

رَبِّكَ  izafeti muzâfun ileyhi şereflendirmek içindir.  رَبِّ  kelimesinin tekrarı, zamir yerine isim gelmesi muhatabı etkileyip, konuyu zihnine yerleştirmek için yapılan ıtnâbdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ  yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde ardından  الْاَرْضِ ‘nin zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mütealliktir. Sılası olan يَصِفُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Burada geçen  سُبْحَانَ sözü,  غفرانَ  gibi masdardır, fiil hazf olmuş ama bu masdarı nasb etmiştir. Yani Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbini bütün söylediklerinden tenzih ederim, O'nu yüceltirim, O'nu takdis ederim demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.354)

Ayetin metninde  رَبِّ  isminin, en büyük, en muhteşem cisimlere izafe edilmesi, şu hakikate dikkat çekmek içindir: bütün gökler ve onlarda bulunan mahluklar, Allah'ın hükümranlığı ve ilâhlığı altında bulunduklarına göre, bunlarda bulunan bir şeyin, Rabbin -hâşâ- bir parçası olması nasıl düşünülebilir. (Ebüssuûd)

 
Zuhruf Sûresi 83. Ayet

فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ  ...


Bırak onları, tehdit edildikleri güne kavuşana kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar ve (dünya hayatlarında) oynayadursunlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَرْهُمْ bırak onları و ذ ر
2 يَخُوضُوا dalsınlar خ و ض
3 وَيَلْعَبُوا ve oynasınlar ل ع ب
4 حَتَّىٰ kadar
5 يُلَاقُوا kavuşuncaya ل ق ي
6 يَوْمَهُمُ günlerine ي و م
7 الَّذِي
8 يُوعَدُونَ kendilerine vadedilen و ع د

فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

 

Fiil cümlesidir. فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أعرضوا عن الإيمان (İmandan yüz çevirirlerse) şeklindedir.  

ذَرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  هُمْ mefulün bih olup mahallen mansubdur.

يَخُوضُوا  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تذرهم يخوضوا (Eğer onları terk edersen dalarlar.) şeklindedir. 

يَخُوضُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَلْعَبُوا  fiili atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  يَلْعَبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُلَاقُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا  fiiline mütealliktir.  يُلَاقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

يَوْمَهُمُ  zaman zarfı  يُلَاقُوا ‘ya mütealliktir.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  يَوْمَهُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُلَاقُوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  لقى ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

 

Şart üslubundaki ayet, müstenefedir. Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَذَرْهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن أعرضوا عن الإيمان (İmandan yüz çevirirlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَخُوضُوا  cümlesi, ayetteki ikinci mukadder şartın cevabıdır. Takdiri  إن تذرهم  (Eğer onları terk edersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  يَخُوضُوا  cümlesine atfedilmiştir.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا ‘ye mütealliktir.

يَوْمَهُمُ  için sıfat olan  الَّذ۪ي , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘’Onları terk et’’ sözünün manası, “zikri/hatırlatmayı bırak” demek değildir, zira hatırlatma sürekli olarak devam eder, kesilmez. Burada onları terk et sözü, ‘onların bâtıldan döneceklerini bekleme’ manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 358)

 
Zuhruf Sûresi 84. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ  ...


O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي ki
3 فِي
4 السَّمَاءِ gökte س م و
5 إِلَٰهٌ Tanrı’dır ا ل ه
6 وَفِي ve
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 إِلَٰهٌ Tanrı’dır ا ل ه
9 وَهُوَ ve O
10 الْحَكِيمُ hakimdir ح ك م
11 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِلٰهٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ اِلٰهٌ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


 وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَك۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْحَك۪يمُ  -  الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  هُوَ  mübteda,  الَّذ۪ي  haberdir. Cümle kasrla tekid edilmiştir. 

İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için cümle kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. 

Yeryüzünde ve gökyüzünde ilah olma sıfatı, mübtedaya hasredilmiştir. (Âşûr)

Haber konumunda olan  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ , cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru,  اِلٰهٌ ‘e mütealliktir.  اِلٰهٌ , takdiri هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.  

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. 

Aynı üslupla gelen  فِي الْاَرْضِ اِلٰهٌ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi tezattır.

فِي السَّمَٓاءِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatları vardır.

السَّمَٓاءِ , yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semadan sonra  الْاَرْضِ ‘nin zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

Ayette  اِلٰهٌ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın “gökte oluşu” mekân olarak orada bulunuş anlamında değil, ilâh ve rab oluş itibariyledir. Ayette, yeryüzünde tapılan tanrıların reddi söz konusudur. (Keşşâf)


 وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. 

الْحَك۪يمُ - الْعَل۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

[O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir; (her şeyi) hakkıyla bilendir.] cümlesi ise semada ve arzdaki uluhiyetin delilidir, çünkü hikmet ve ilim uluhiyetin burhanlarıdır. Fasılalar en kapalı konulardır. Çünkü alimlerimizin zikrettiği üzere hepsi de teşâbüh-i etrâf konusu üzere tesis edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 365)

 
Zuhruf Sûresi 85. Ayet

وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir! Kıyametin bilgisi de yalnız O’nun katındadır ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَبَارَكَ ve ne yücedir ب ر ك
2 الَّذِي
3 لَهُ kendisine ait olan
4 مُلْكُ mülkü م ل ك
5 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
6 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
7 وَمَا ve bulunan her şeyin
8 بَيْنَهُمَا ikisi arasında ب ي ن
9 وَعِنْدَهُ O’nun yanındadır ع ن د
10 عِلْمُ bilgisi ع ل م
11 السَّاعَةِ sa’atin س و ع
12 وَإِلَيْهِ ve O’na
13 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع

وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَبَارَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُلْكُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi و ‘la  مُلْكُ ‘ye matuf olup mahallen merfûdur. بَيْنَهُمَا  zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur. 

تَبَارَكَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  برك ‘dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fiilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  


وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ

وَ atıf harfidir.  عِنْدَهُ  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عِلْمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّاعَةِۚ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  تُرْجَعُونَ  muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ

 

Ayet atıf harfi  و  ile  وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  تَبَارَكَ  mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

تَبَارَكَ  kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir.  تفاعلة  babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ , Zuhruf Suresi Belâgî Tefsiri, c. 4, s. 367.)

Bereket;  تَبَارَكَ اللّٰهُ   [Allah zengin ve cömerttir.] (A‘râf 7/54) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan. (Keşşâf)

تَبَارَكَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh olan  مُلْكُ  kelimesinin izafetle marife olması az sözle çok anlam kastının yanında tazim ifade etmiştir.

السَّمٰوَاتِ  - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ  ve  مَا بَيْنَهُمَا ‘nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 


 وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ 

 

وَ , atıf harfidir. Husul ve sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عِنْدَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallık,  عِلْمُ السَّاعَةِ ise muahhar mübtedadır. Haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu isim cümlesinin haberi takdim edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuara/113) 

عِنْدَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ , tazim edilmiştir.

Cümlede müsned  عِلْمُ السَّاعَةِ  şeklinde veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.  السَّاعَةِ , kıyamet gününden kinayedir.

Aslında  عِنْد۪  yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır. Bir şeyi kontrol altında tutmak manasında da mecazî olarak kullanılır. (Âşûr) (Enam/57) 

[Kıyametin bilgisine O sahiptir] sözü, [Ve O'na döndürüleceksiniz] sözüne bir hazırlıktır ve bu ifadede yeniden dirilmeyi ispat manası idmâc edilmiştir. (Âşûr) 


وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Cümle, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesiyle sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesiyle yenilenme ve tekrarlanma kastedilmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْهِ  car mecruru, muhatapların ba’se inanmayanlar olması sebebiyle hükmü takviye için, amili olan  تُرْجَعُونَ  fiiline takdim edilmiştir. (Âşûr)  

تُرْجَعُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.  تُرْجَعُونَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

وإليه ترجعون [Siz ancak O'na döndürül(üp götürül)eceksiniz] buyurularak melekûtteki bu tasarrufun dünyaya mahsus olmadığı ifade edilmiştir. Dünyada olduğu gibi ahiretteki tasarruf da onun elindedir. Geri dönüş, varılacak yer O'dur.

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belagi tefsiri, Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım-melzum alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

 
Zuhruf Sûresi 86. Ayet

وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...


O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve değillerdir
2 يَمْلِكُ sahip م ل ك
3 الَّذِينَ şeyler
4 يَدْعُونَ yalvardıkları د ع و
5 مِنْ
6 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
7 الشَّفَاعَةَ şefa’at (yetkisin)e ش ف ع
8 إِلَّا ancak bunun dışındadır
9 مَنْ kimseler
10 شَهِدَ şahidlik eden ش ه د
11 بِالْحَقِّ hakka ح ق ق
12 وَهُمْ ve onlar
13 يَعْلَمُونَ bilerek ع ل م

وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَا  harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمْلِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَدْعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

مِنْ دُونِهِ  car mecruru mahzuf aid zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

الشَّفَاعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِلَّا  istisna harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  شَهِدَ بِالْحَقِّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

شَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِالْحَقِّ  car mecruru  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. 

هُمْ يَعْلَمُونَ  hal cümlesi olup mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, cümleye hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fail konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl olan  الشَّفَاعَةَ ‘nin amili  لَا يَمْلِكُ  fiilidir. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.

مِنْ دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.  

Dua etme fiilinin muzari gelişi tekrarlandığını, sürekli bunu yapar hale geldiklerini ve açıkça görülen bu dengesizliğe dikkat etmediklerini anlatır.

اِلَّا  istisna edatı, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , müstesnadır.  الَّذ۪ينَ ‘den istisna edilenleri bildiren  مَنْ ‘in sılası olan  شَهِدَ بِالْحَقِّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِالْحَقِّ  car mecruruشَهِدَ  fiiline mütealliktir. 

Ayetin sonundaki hal  و ’ıyla gelen  وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَعْلَمُونَ - شَهِدَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Şahitlik edecek varlık, şahitlik ettiği konuyu basiretle, kesin ve samimi olarak biliyor olacaktır. Şefaate ancak o malik olabilir. Buradaki istisna munkatı‘dır; ancak muttasıl da olabilir; çünkü Allah’tan başka yalvardıkları varlıklar içinde melekler de vardı. (Keşşâf)

 
Zuhruf Sûresi 87. Ayet

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ  ...


Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler. Öyleyken nasıl döndürülüyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve andolsun
2 سَأَلْتَهُمْ onlara sorsan س ا ل
3 مَنْ kim?
4 خَلَقَهُمْ onları yarattı خ ل ق
5 لَيَقُولُنَّ elbette derler ق و ل
6 اللَّهُ Allah
7 فَأَنَّىٰ o halde nasıl? ا ن ي
8 يُؤْفَكُونَ çevriliyorlar ا ف ك

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سَاَلْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

مَنْ  istifhâm ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَ السَّمٰوَاتِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  السَّمٰوَاتِ  mef'ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  الْاَرْضَ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.  

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يَقُولُنَّ  fiili mahzuf  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ’ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l-kavli  اللّٰهُۜ ’dir. يَقُولُنَّ  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

اللّٰهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  خالقها (Onları yaratıcıdır) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كانوا يعرفون ذلك (Eğer bunu biliyorlarsa) şeklindedir. 

اَنّٰى  istifhâm ismi, mekân zarfı olup  يُؤْفَكُونَۙ  fiiline mütealliktir. 

يُؤْفَكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ 

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart cümlesi olan  وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

مَنْ خَلَقَهُمْ  cümlesi,  سَاَلْتَهُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَنْ  istifham harfi mübteda,  خَلَقَهُمْ  haberdir. 

İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

يَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olarak gelen cümlede, lafza-i celâl, takdiri  خلقنا (bizi yarattı) olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Sorunun cevabında haber hazf edilebilir.

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Bu ayet-i kerîmenin  لَيَقُولُنَّ خلقنا الله  şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazf olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette ihtibâk sanatı vardır.  سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ  sözünden sonra sadece  الله  lafzıyla yetinilmiş,  خلقنا  hazf edilmiştir. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayeti kerime mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıe lâmı ile gelmiştir. Sadece  وإن سألتهم ‘’Onlara sorarsan’’ şeklinde gelmemiştir. Bu harf tekid ifade eder. Dolayısıyla bu kelam bazı nahivcilere göre kasem menzilindedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 473)


فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen cümlede  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Takdiri, إن كانوا يعرفون ذلك (Eğer bunu biliyorlarsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يُؤْفَكُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 
Zuhruf Sûresi 88. Ayet

وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ  ...


Onun (Muhammed’in), “Ya Rabbi!” demesine andolsun ki, şüphesiz bunlar iman etmeyen bir kavimdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِيلِهِ ve onun demesi(ne andolsun) ق و ل
2 يَا رَبِّ Rab ر ب ب
3 إِنَّ şüphesiz
4 هَٰؤُلَاءِ bunlar
5 قَوْمٌ bir kavimdir ق و م
6 لَا
7 يُؤْمِنُونَ inanmayan ا م ن

وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ق۪يلِه۪  kelimesi 85. ayette geçen  الساعة ‘ye matuf olup kesra ile mecrurdur. Veya başındaki kasem vavıdır ve bu yüzden mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

قال  fiilinin masdarı olan  ق۪يلِه۪ ‘nin mekulü’l-kavli  يَا رَبِّ ‘dir.  ق۪يلِه۪ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida,  رَبِّ  münadadır.  رَبِّ  kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ  cümlesidir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret ismi,  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  قَوْمٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi  قَوْمٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ

 

وَ , atıf harfidir. قال  fiilinin masdarı olan  ق۪يلِه۪ , kelimesi  86. ayette geçen  الشَّفَاعَةَ ‘ye matuftur.

Ayet-i kerîme’de geçen  ق۪يلِه۪  kelimesi mukadder bir  قال  fiili ile mansub olmak üzere mef’ûlu mutlaktır. (Celâleyn Tefsiri) Bu nedenle  وَق۪يلِه۪  cümlesi faide-i haber talebi kelamdır.

ق۪يلِه۪  fiilinin mekulü’l-kavl cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde, mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu izafet muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi,  قَوْمٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari sıyga hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması onları tahkir içindir. 

وَق۪يلِه۪ (demesi) kelimesindeki zamir Peygamber’e (sav) raci olup Allah’ın, peygamberinin sözüyle yemin etmesi onu yüceltmek, onun Kendisine dua ve ilticada bulunmasının önemini göstermek içindir. (Keşşâf)
Zuhruf Sûresi 89. Ayet

فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ  ...


Şimdilik sen onları hoş gör ve “size selâm olsun” de. Yakında bilecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْفَحْ şimdi sen geç ص ف ح
2 عَنْهُمْ onlardan
3 وَقُلْ ve de ki ق و ل
4 سَلَامٌ selam olsun س ل م
5 فَسَوْفَ yakında
6 يَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م

فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن عارضوك şeklindedir.

اصْفَح  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  عَنْهُمْ  car mecruru  اصْفَح  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  سَلَامٌ ‘dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

سَلَامٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Mübteda mahzuftur. Takdiri  أمري (İşim) şeklindedir. 


 فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  Takdiri,  إن قاوموك وحاربوك (Sana direnir ve seninle savaşırlarsa) şeklindedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.  يَعْلَمُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ

 

Şart üslubunda gelen ayet, müstenefedir. Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَاصْفَحْ عَنْهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن عارضوك (Sana karşı çıkarlarsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

وَقُلْ سَلَامٌۜ  cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَلَامٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَلَامٌ  kelimesi takdiri  أمري  (İşim) olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Mübtedanın nekre gelmesi umum ve medih içindir.

سَلَامٌ  de sözünde “benim yapabileceğim bir şey kalmadı, ben emrolunduğum şeyi size tebliğ ettim, size sadece yapabileceğim tek şey nasihattir” manasına işaret vardır ve “ben gücüm yettiğinden başka bir şey tebliğ edemem” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.387)


فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki cümlede  فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ , takdiri  إن قاوموك وحاربوك (Eğer sana karşı çıkar ve seninle savaşırlarsa) olan mahzuf şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan  فَ , rabıtadır.  سَوْفَ  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.

İbnu Bâşbâz:  سَوْفَ  kelimesi çoğunlukla, tehdit ve vaîd ifade eden sözlerde, سَ  de vaat ifade eden cümlelerde kullanılır.  سَوْفَ  bazan vaat ifade eden cümlelerde, سَ  de vaîd ifade eden cümlelerde bazan kullanılır, der. (İtkan c.1 s.447)

Allah Teâlâ’nın kâfirler hakkında yakında bilecekler sözünde vaid söz konusudur. Bilmekten maksat karşılığını görmektir. Dolayısıyla lazım-melzum alakasıyla mecazi mürseldir. Ayrıca ifadede, idmâc sanatı vardır.

Bilmek fiilinin mef‘ûlu, siyakın kuvvetle delalet etmesi sebebiyle zikredilmemiştir ki “bunun cezasını ve sonucunu bilecekler” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 346)

Bilmek fiilinin mef‘ûlü tefhim için hazf edilmiştir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet son­larındaki  و -  ن  ve  ى -  ن  fasılalarının oluşturduğu armoni kulağa hoş gelmektedir. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır.

 
Günün Mesajı
86. Ayet-i kerime şefaat konusunda şu hususlara dikkat çeker: 
- Dünyada mabud edinilen varlıkların çoğu şefaat etmeye layık değillerdir. Çünkü onların sapkınlık içinde yaşamış olanları, bizzat Allah'ın huzurunda suçlu olarak hazır bulunacaklardır. Fakat içlerinden doğru bilgilere dayanıp şuurlu bir şekilde ilâhi gerçekleri kabullenen ve bunlar doğrultusunda mükemmel bir kulluk sergileyenler, Allah'ın izniyle şefaat edebilmeye hak kazanacaklardır. 
- Şefaat izni olanlar, ancak şuurlu olarak Hakka iman edenlere şefaat edebileceklerdir. Yoksa şuursuzca yaşayan ve Allah'tan başkalarına kulluk edenlere, hiç kimse şefaat etmeyecektir. 
- Bu ayetten bir hususta nasıl şahit olunabileceğinin usulü de çıkmaktadır. Yani bir kimsenin bir hususla ilgili şahitlik yapabilmesi için şehadet ettiği olayı görmesi ve bilmesi gerekir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bugünkü sohbet konusu cehennem ayetleriydi. Hocaları, derslerinin başında: her müslüman edep ile düşünmesini öğrenmelidir diyerek dinleyenleri düşünmeye teşvik ediyordu. Düşünmek; kendi görüşlerimizi belirlemek ya da kendi mantığımıza oturtmak şeklinde değildir. Öğrendiklerinizle, bu dünyada yapmanız gereken amelleri birer yapboz gibi birleştirmektir. Yani yasaklanandan/istenmeyenden uzaklaşmak ya da emredilene/istenene yaklaşmak için kendi nefsinizi muhakeme ederek daha bilinçli adımlarla harekete geçmektir. Ancak o zaman taklidi imandan, tahkiki imana terfi edebilirsiniz.

Cehennem ve cennet hayatı anlatıldığında zihninizde bir resim çizin. Ki işin ciddiyetini kavrayın. Hani derler ya; nereden geldiğini bilmek önemlidir. Nereye gitmek istediğini ve nereye kesinlikle gitmek istemediğini bilmek daha da önemlidir. Aksi takdirde; insan evladının bozduğu hukuk sistemindeki cezaların caydırıcı olmamasından dolayı çoğalan suça meyilli insanlar gibi yanlış bir cesarete sahip olursunuz. Belki, bu dünyada kaçabilirsiniz ama öteki dünyada illa ki yakalanırsınız. Çıkışı olmayan bir hapishane hayatı ama ne doymak, ne de rahatlamak var. Ne bir ümit kırıntısı, ne de bir dinleyeni var. Ne bir kurtuluş kapısı, ne de yok olmak var. Artık burada hiçbir sıkıntı geçici değil. Cehennem meleği Mâlik’ten yardım isteyen cehennemliklere verilen cevap net: burada kalıcısınız. 

Ey şanı yüce olan Allahım! Göklerin ve yerin ilahı Sensin. Ey sınırsız ilim ve hikmet sahibi olan Allahım! Cehennemin ve cennetin rabbi Sensin. İman ederiz ki dönüşümüz ancak Sana’dır. Yüzü ve gönlü aydınlık olarak huzuruna kavuşanlardan eyle. Bizi dünyada ve ahirette ümitsizliğe düşmekten muhafaza buyur. 

Rasulullah (sav)’in duası ile huzuruna geliriz: Allahım! Gazabından rızana, cezandan affına ve Senden yine Sana sığınırım.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji