14 Ocak 2026
Zuhruf Sûresi 61-73 (493. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zuhruf Sûresi 61. Ayet

وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ...


Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ ve şüphesiz O
2 لَعِلْمٌ ilmidir ع ل م
3 لِلسَّاعَةِ kıyametin س و ع
4 فَلَا hiç
5 تَمْتَرُنَّ şüphe etmeyin م ر ي
6 بِهَا ondan
7 وَاتَّبِعُونِ ve bana uyun ت ب ع
8 هَٰذَا budur
9 صِرَاطٌ yol ص ر ط
10 مُسْتَقِيمٌ doğru ق و م

“O, kıyamete ait bir bilgidir” cümlesi ile müşriklere kıyamet hatırlatılmakta, dünyada düzenlerini bozmamak için saplandıkları putperestliğin âhirette başlarına neler getireceğine dikkat çekilmektedir. “Kıyamete ait bilgi”nin ne olduğu konusunda “Kur’an, âhir zaman peygamberi, Hz. Îsâ’nın tekrar dünyaya gelmesi” şeklinde farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı tefsirciler, bu âyetten biraz önce Hz. Îsa’dan söz edildiği için “o” zamirinin Hz. Îsâ’ya işaret ettiği yorumunu yapmışlardır. Halbuki Îsâ’dan bahseden âyetler bittikten sonra başka bir konuya, 40-44. âyetlerde zikredilen “son peygambere tâbi olmanın gerekliliği” konusuna geçilmiştir. Zaten diğer peygamberlerin örnek olarak zikredilmesi de ana konuyla (son peygambere inanma ve onu izleme konusu) ilgilidir. Ayrıca bu âyetler gelirken henüz Hz. Îsâ gelmiş olmadığına göre âyetin müşrikler için bir şey ifade etmesi, “kıyamet bilgisi veya alâmeti”nin, görüp anlayabilecekleri bir şey olmasına bağlıdır; bu da Îsâ değil, Kur’an’dır, kendisinin son peygamber olduğunu söyleyen hâtemü’l-enbiyâdır. Müşriklere düşen görev, akıllarını başlarına devşirmeleri, şeytana değil, kıyametten önce gelen son peygambere kulak vermeleri ve böylece doğru yolu bulmalarıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 782
Hazreti İsa’nın gerek doğuşu, gerekse ölüleri diriltme mucizesi , kıyameti işaret eden birer mucizedir.  İbni Abbas ise bu ayeti Hazreti İsa’nın kıyamete yakın ortaya çıkışı olarak açıklamıştır. 
( Hakim, el-Müstedrek[Atâ], II, 485. Hâkim gibi Zehebi de bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hz. İsâ’nın Kıyamete yakın tekrar ortaya çıkacağıyla ilgili hadislerin bazıları bk. Müslim,Hac 216,İman 247,Fiten 34,110,116; Tirmizi, Fiten 59; İbni Mace ,Fiten 33). Bu haberler, kıyamete yakın bir zamanda Hristiyanlıkta tevhit inancına bir yöneliş görüleceği şeklinde de yorumlanmaktadır.

وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la  59. ayetteki  اَنْعَمْنَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  عِلْمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  لِلسَّاعَةِ  car mecruru  عِلْمٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن جاءكم خبرها فلا تشكّوا فيها (Sana ondan bir haber gelirse, şüpheye düşme.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمْتَرُنَّ  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan cemi و ' ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  بِهَا  car mecruru  تَمْتَرُنَّ  fiiline mütealliktir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

وَ  atıf harfidir.  اتَّبِعُونِ  mukadder söz için mekulü’l kavl olup, mahallen mansubdur. Takdiri, قل لهم (Onlara de ki) şeklindedir.

اتَّبِعُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

تَمْتَرُنَّ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  مري ’dir.

اتَّبِعُونِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ‘dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صِرَاطٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ  kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile 59. ayetteki   اَنْعَمْنَا عَلَيْهِ  cümlesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّهُ ‘daki zamir Kur’an’a aittir.  لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ ’nin Kur’an’a isnadı mecaz-ı aklîdir. Ba’sin (yeniden diriliş) vukuunun ve gerçekliğinin delillerini içerdiği için kıyametin vukuunun bilgisi Kur’an’a nispet edilmiştir. (Âşûr) 

(إنَّهُ) daki zamir şan zamiridir. Yani insanların kıyametin kopacağını biliyor olmaları önemli bir durumdur. (Âşûr) 

لِلسَّاعَةِ  car mecruru  عِلْمٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لِلسَّاعَةِ ’den maksat kıyamet günüdür. 

Buradaki  عِلْمٌ  kelimesinden murad alamettir. Saat, yani kıyamet konusundaki alametler ve onun şartları kastedilmiştir. Burada alamet yerine  عِلْمٌ kelimesinin zikredilmesinde, alamet manasını tekid kastı vardır, öyle ki o alametler ilim derecesine yükselmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.277)


 فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِۜ 

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.  تَمْتَرُنَّ  fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

Takdiri  إن جاءكم خبرها فلا تشكّوا فيها  (Sana ondan bir haber gelirse, şüpheye düşme.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

بِهَا  car mecruru  تَمْتَرُنَّ  fiiline mütealliktir. 

Müteaddi fiil  تَمْتَرُنَّ ‘nin  بِ  harf-i ceriyle teaddi olması, لا تُكَذِّبُنَّ بِها  manasını tazmin içindir. Veya  بِ  zarfiye manasındadır. (Âşûr) 

Ayet-i kerîme’de geçen  تَمْتَرُنَّ  fiilinde cezimden dolayı ref nunu, iki sakinin bir araya gelmesinden dolayı da zamir  وَ 'ı hazf edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri) 

وَاتَّبِعُونِ  cümlesi mukadder bir sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri,  قل لهم (Onlara de ki) şeklindedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اتَّبِعُونِ  fiilinin sonundaki Allah Teâlâ’ya veya Hz.Peygamber’e ait mütekellim zamiri mahzuftur.  نِ  vikaye, esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. 

فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا  [O’ndan şüphe etmeyin]  fiili şüphe anlamındaki  مري ‘dendir. Ve bana yani benim hidayet ve şeriatime tabi olun. Veya benim elçime uyun. Bunun, böyle söylemesi için Hazret-i Peygamber’e yönelik bir emir olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

Ayetin fasılla gelen son cümlesi önceki emir için ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi oluşu işaret edilene tazim ifade etmektedir. İşaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresinde istiare vardır. Müsteâr  صِرَاطٌ  kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ  için sıfat olan  مُسْتَق۪يمٌ , mevsufunun bir özelliğini belirten ıtnâb sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin mevsufta devamlı ve sabit olduğuna işaret etmiştir.

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Yani ‘’Size şeytana ibadeti yasaklayıp Bana ibadeti emretmem sıratı müstakimdir.’’ Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Nekre olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekre gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir. 

Burada  صِرَاطٌ  kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)

 
Zuhruf Sûresi 62. Ayet

وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ  ...


Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَصُدَّنَّكُمُ sizi (bundan) alıkoymasın ص د د
3 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
4 إِنَّهُ çünkü o
5 لَكُمْ sizin için
6 عَدُوٌّ bir düşmandır ع د و
7 مُبِينٌ açık ب ي ن

وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  اتَّبِعُونِ ‘ya matuftur. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَصُدَّنَّكُمُ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن  َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)


اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘un mahzuf haline mütealliktir.  عَدُوٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  عَدُوٌّ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ 

 

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile  وَاتَّبِعُونِۜ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَصُدَّنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  الشَّيْطَانُۚ  faildir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)


اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ  cümlesi; Şeytanın onları saptırmasından nehyetmek için taliliye cümlesidir. Çünkü akıllı kişiye yakışan, düşmanının kendisine karşı kurduğu tuzaklardan kendisini sakındırmaktır. (Âşûr) 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için amili olan  عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَدُوٌّ  için sıfat olan  مُب۪ينٌۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌ  kelimesi  أبانَ  fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve  بانَ  fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Yasin/60) 

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Çünkü o, sizin için (Rabbinizden ayıran) bir düşmandır. Bu cümle yasağın sebebidir. Şeytana ibadet ve itaat edilmez, ondan uzak durulur.  مُب۪ينٌۙ  kelimesi, bu düşmanlığın açık olduğunu ifade eder. Çünkü  أبان  fiili, açığa çıktı ve açığa çıkardı demektir. أبان الرجل , durumunu açıkladı, ortaya koydu demektir. Muhakkak ki şeytan düşmanlığı destekler ve ortaya koyar. İnsan ona nasıl kulluk edebilir?

Düşmanlar iki çeşittir: Düşmanlığını açıklayan ve düşmanlığını gizleyen.

Düşmanlık da iki çeşittir: Sahibi gizlemek istese bile açık olan düşmanlık ve gizli düşmanlık. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.285)

 
Zuhruf Sûresi 63. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ  ...


İsa, apaçık mucizeleri getirdiği zaman şöyle demişti: “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 عِيسَىٰ Îsa
4 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 قَدْ elbette
7 جِئْتُكُمْ ben size geldim ج ي ا
8 بِالْحِكْمَةِ hikmet ile ح ك م
9 وَلِأُبَيِّنَ ve açıklamak için (geldim) ب ي ن
10 لَكُمْ size
11 بَعْضَ bir kısmını ب ع ض
12 الَّذِي şeylerden
13 تَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştünüğünüz خ ل ف
14 فِيهِ onda
15 فَاتَّقُوا o halde korkun و ق ي
16 اللَّهَ Allah’tan
17 وَأَطِيعُونِ ve bana ita’at edin ط و ع

Hz. Îsâ’nın getirdiği hikmet, beşer aklına yol gösterecek ve yalnızca akılla bilinemez konuları aydınlatacak, ihtilâfa düştükleri alanlarda son sözü söyleyecek olan vahiydir. Vahiy bu fonksiyonu yerine getirmiş, fakat gerek yahudiler ve gerekse daha sonra hıristiyanlar yine de ihtilâfa düşmüşler, çeşitli mezheplere ayrılmışlardır. Bunun sebebi zulümdür. Burada zulmün anlamı, şeytana uyarak ve geçici dünya menfaatlerine öncelik vererek vahyin kıymetini bilmemek, peygambere kulak asmamak, bu büyük rahmet ve nimetten istifade etmemektir. Tabii bu zulmün sonu da cehennemdir, ebedî saadet fırsatının zayi edilmesidir. Peygamberlerin olağan üstü gayretlerine rağmen yola gelmeyen inkârcıların gerçeği kabul edebilmeleri için kıyametin kopması gerekmektedir, onlar ancak bunu gördükten sonra inanacaklardır. Fakat kıyamet birden kopacağı, kendilerini inançsız ve hazırlıksız yakalayacağı için bu bilgi ve kabulün bir faydası olmayacaktır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 782-783

وَلَمَّا جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.   

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki, …dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ع۪يسٰى  fail olup, gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  ع۪يسٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ  cümlesi şartın cevabıdır. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جِئْتُكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِالْحِكْمَةِ  car mecruru  جِئْتُكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, اُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri,  جئتكم (Size getirdim) şeklindedir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُبَيِّنَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  اُبَيِّنَ  fiiline mütealliktir.  بَعْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَخْتَلِفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَخْتَلِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  تَخْتَلِفُونَ  fiiline mütealliktir. 

اُبَيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تَخْتَلِفُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن بلغكم ما أقول فاتّقوا (Söylediklerim sana ulaşırsa, dikkat et) şeklindedir.

اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَط۪يعُونِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اَط۪يعُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَط۪يعُونِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَلَمَّا جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ 

 

وَ , atıf harfidir.  لَمَّا  edatı,  حين  manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ  şeklindeki şart cümlesi  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki, ...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ  cümlesi, tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

وَ , atıf harfidir. Sebep bildiren lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle masdar teviliyle takdiri  جِئْتُكُمْ  olan mahzuf fiile mütealliktir. Müteallakın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذٖي ’nin sılası olan  تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جِئْتُكُمْ - جَٓاءَ  ve  بِالْبَيِّنَاتِ - لِاُبَيِّنَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ

 

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  إن بلغكم ما أقول (Söylediğim sana ulaşırsa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan  اَط۪يعُونِ  cümlesi makabline  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اتَّقُوا اللّٰهَ  -  اَط۪يعُونِ  arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

اَط۪يعُونِ  fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.

تَخْتَلِفُونَ  - اَط۪يعُونِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Zuhruf Sûresi 64. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ...


Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 هُوَ O’dur
4 رَبِّي benim Rabbim ر ب ب
5 وَرَبُّكُمْ ve sizin Rabbiniz ر ب ب
6 فَاعْبُدُوهُ O’na tapın ع ب د
7 هَٰذَا budur
8 صِرَاطٌ yol ص ر ط
9 مُسْتَقِيمٌ doğru ق و م

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ

 

İsim cümlesdir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ رَبّ۪ي  isim cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

هُوَ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبّ۪ي  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَبُّكُمْ  izafeti, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

 

فَاعْبُدُوهُۜ 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, تنبّهوا فاعبدوه. (Dikkat et ve O’na kulluk et) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir.  اعْبُدُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  ه۪  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صِرَاطٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ

 

Ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ  cümlesi önceki ayetteki  فاتَّقُوا اللَّهَ وأطِيعُونِ  cümlesi için ta’lildir. (Âşûr)

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. 

Cümlenin  إنَّ  ile tekid edilmesi habere çekilen dikkati artırmak içindir. Çünkü muhataplar, bunu inkâr etmemektedir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Fasıl zamiri, kasr ifade eder. Yani Allah Rab’dir, ondan gayrısı Rab değildir. Bu, vahdaniyetin ilanıdır. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. 

Müsned, veciz ifade ve muzâfun ileyh olan zamirin ait olduğu Hz. Îsa’nın şanı için izafetle gelmiştir.  وَرَبُّكُمْ  müsned olan  رَبّ۪ي ’ye matuftur.  رَبُّكُمْ  izafetinde de  كُمْ  zamirinin ait olduğu muhataplar şeref kazanmıştır.

رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ  sözünde kendisini kavmine takdim etmesi, Îsa’yı takdis etme hususunda seddi zerai (kötülüğe götüren yolların yasaklanması) içindir. İşte bu da, onun mucizelerindendir. (Âşûr)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir.  اللّٰهَ  ve  رَبّ۪  isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَبُّ  isminin tekrarı teşvik amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

["Şüphe yok ki, Allah, benim de yegâne Rabbimdir; sizinde yegâne Rabbinizdir."]

Bu kelam, onlara itaat emrettiği şeyi beyan etmektedir ki, bu da tevhit itikadı ile hak dinin hükümlerini uygulamaktır. (Ebüssuûd)


فَاعْبُدُوهُۜ 

 

Rabıta  فَ ’si ile gelen  فَاعْبُدُوهُ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri,  تنبّهوا  (Dikkat edin) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, haberi gözle görülür, elle tutulur bir nesne menziline koyarak dikkat çekip zihinlerde yer etmesini sağlar.

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile Allah’tan sakınmak ve itaat işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.

صِرَاطٌ  için sıfat olan  مُسْتَق۪يمٌ , mevsufunun bir özelliğini belirten ıtnâb sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin mevsufta devamlı ve sabit olduğuna işaret etmiştir.

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Nekre olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekre gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir. 

Burada  صِرَاطٌ  kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de ve 61. ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Zuhruf Sûresi 65. Ayet

فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  ...


Ama aralarından çıkan gruplar ayrılığa düştüler. Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاخْتَلَفَ birbirleriyle ihtilafa düştüler خ ل ف
2 الْأَحْزَابُ guruplar ح ز ب
3 مِنْ
4 بَيْنِهِمْ aralarından çıkan ب ي ن
5 فَوَيْلٌ vay haline
6 لِلَّذِينَ
7 ظَلَمُوا zulmedenlerin ظ ل م
8 مِنْ -ndan
9 عَذَابِ azabı- ع ذ ب
10 يَوْمٍ bir günün ي و م
11 أَلِيمٍ acıklı ا ل م

فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ 

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile 63.ayetteki  ولمّا جاء عيسى بالبيّنات  istinaf cümlesine matuftur. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اخْتَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاَحْزَابُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ بَيْنِهِمْ  car mecruru  الْاَحْزَابُ  ‘un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اخْتَلَفَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile  اخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ ‘a matuftur. 

وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mahzuf habere müteallik olup, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا  ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ عَذَابِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَل۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ 

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  فَ  ile 63. ayetteki  ولمّا جاء عيسى بالبيّنات  istînâf cümlesine atfedilmiştir.

Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  مِنْ بَيْنِهِمْۚ , fail olan  الْاَحْزَابُ ’nun mahzuf haline mütealliktir.

مِنْ بَيْنِهِمْ  sözündeki  مِنْ  harfinin ibtidaiyye olarak  اخْتَلَفَ  fiiline müteallik gelmiş olması mümkündür. İhtilaf, ‘aralarına başka birisi girmeden kendi içlerinde çıktı’ anlamındadır. Yani onlar, dinleri hususunda sağlamlardı ancak içlerinde zuhur eden ihtilafı önleyemediler. (Âşûr)

Bunların kim oldukları hakkında da iki görüş vardır: Birincisine göre bunlar Yahudi ve Hristiyanların meydana getirdiği kitap ehlidir. Birbirlerine muhalefet etmişlerdir. İkincisine göre ise bunlar Nasturi, Melkâni ve Yakubilerin meydana getirdiği Hristiyan fırkalarıdır. Îsa hakkında ihtilaf etmişlerdir. Nasturiler o Allah'ın oğludur derken, Yakubiler o Allah'ın kendisidir, Melkâniler de birileri Allah olan üçün üçüncüsüdür demişlerdir. (Kurtubî)

Ayet iki farklı ihtilafı içermektedir ve  ف  harfi hakiki ve mecazî takip manasında kullanılmıştır. Son ihtilafı içermesi müşabehet alakasıyla mecazidir. Buna izin vermeyen şeriate tabi olanlar arasında ani ve yeni bir ihtilafa benzetilmiştir. Sanki Îsa (as)’ın ba’sini takiben olmuştur. Halbuki bu bidatler arasında uzun bir zaman geçmiştir. (Âşûr)

  

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

 

Ayetin son cümlesi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ‘ün haberi mahzuftur.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl ve  مِنْ عَذَابِ  car-mecruru bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri de caizdir.

Mecrur mahaldeki  اَلَّذِينَ  ism-i mevsûlun sılası olan  ظَلَمُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اَل۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  يَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

وَيْلٌ  cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ , kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manası taşır. (Fahreddin er-Râzî, Bakara/79) 

Cümle haber formunda geldiği halde muktezâ-i zâhirin hilafına olarak beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ظَلَمُوا  - اَل۪يمٍ  - عَذَابِ  - وَيْلٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  izafetinde azap, elim güne isnad edilmiştir. Aslında elim olan gün değil, azaptır. Bu üslup, o gündeki azabın korkunçluğunu vurgulamak için yapılan mecazî isnad sanatıdır.

 
Zuhruf Sûresi 66. Ayet

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  ...


Onlar (bu tavırlarıyla) ancak, kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler, hâlbuki bunun farkında değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلْ -mı?
2 يَنْظُرُونَ bekliyorlar ن ظ ر
3 إِلَّا başkasını-
4 السَّاعَةَ sa’atin س و ع
5 أَنْ
6 تَأْتِيَهُمْ başlarına gelmesinden ا ت ي
7 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
8 وَهُمْ ve onlar
9 لَا hiç
10 يَشْعُرُونَ farkında değillerken ش ع ر

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً

 

هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

Fiil cümlesidir. يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  السَّاعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  السَّاعَةَ ‘ten bedel olup mahallen mansubdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْتِيَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بَغْتَةً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

وَ  haliyyedir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ

mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

هَلۡ  inkârî istifham harfi, nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy manasında gelen  هَلْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

يَنْظُرُونَ  maksûr/sıfat,  السَّاعَةَ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başkasına değil bu mef’ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

السَّاعَةَ  kelimesindeki tarif ahd içindir. (Âşûr)

يَنْظُرُونَ  kelimesi  يَنْتَظِرُونَ  ‘beklerler’ manasındadır. İnkârî istifhamdır. O kimseler Allah’a ortak koşmakla, azabın gelmesini değil sadece kıyametin gelişini beklemektedirler. (Âşûr)

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden  تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً  cümlesi, masdar teviliyle  السَّاعَةَ ‘den bedel konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَنْ تَأْتِيَهُمْ  cümlesi  السّاعَةِ ‘den bedeli mutabıktır. Çünkü kıyametin gelişi aslında kıyametin kendisidir. Nitekim kıyametin  السّاعَةِ  olarak isimlendirilmesi de tayin olunan vaktin girmesinden dolayıdır. Burada  الحُلُولُ (girmek) ile kastedilen mecazî anlamda bir geliştir. (Âşûr)

بَغْتَةً  kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümleler muzari fiil sıygasıyla gelmiştir. Çünkü muzari fiil, aslen olayın canlandırılmasına delalet eder. Bizi olayın içinde geçtiği zamana götürür, böylece okuyucu her ne kadar geçmişte gerçekleşmiş olsa da olayı kolayca zihninde canlandırır. Muzari fiil geçmiş zamanda olan bir şeyi canlandırır ve şimdiki zamana getirir ya da burada olduğu gibi gelecekte olacak bir olayı canlandırıp şimdiki zamana getirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.305)


وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

Ayetin sonundaki hal  و ’ıyla gelen  وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlenin müsnedi olan  لَا يَشْعُرُونَ , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle, müsnedün ileyhi haber olan fiilin önüne geçmiş tekidli bir cümledir. Bu  cümlede bu takdim nefyi (olumsuzluğu) tekid eder. Olumsuzluğun tekidi onlar kesinlikle hissetmezler, yani hisleri kaybolmuştur demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.305)

 

Zuhruf Sûresi 67. Ayet

اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ‌۟  ...


O gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْأَخِلَّاءُ dostlar خ ل ل
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 بَعْضُهُمْ bir kısmı ب ع ض
4 لِبَعْضٍ diğerine ب ع ض
5 عَدُوٌّ düşmandır ع د و
6 إِلَّا dışında
7 الْمُتَّقِينَ muttakiler و ق ي

İnsana, ebedî hayatta mutlu olma imkânını hazırlamayan bir dünya hayatı amacına ulaşmamıştır. Bu hayatta yaşanan güzellikler fânidir, dünya hayatı ile birlikte sona erer; dostluklar da hayatın amacına hizmet etmemişse, ömrün zayi edilmesine katkıda bulunmuş olur. İşte böyle bir dostluk ilişkisi yaşayanlar âhirette birbirlerini gördükleri, hatırladıkları zaman düşmanca duygular yaşayacak, birbirlerinden nefret edecekler. Çünkü orada karşılaşılan korkunç sonuçta bu dostlukların da etkisi ve katkısı olduğu ortaya çıkmıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 784

اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ‌۟

 

İsim cümlesidir.  اَلْاَخِلَّٓاءُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı olup  عَدُوٌّ ‘e mütealliktir. ئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf cümleden dolayı takdir edilmiştir. Takdiri,  يوم إذ تأتيهم الساعة (Onlara kıyametin geldiği gün) şeklindedir.

بَعْضُهُمْ  ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِبَعْضٍ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘e mütealliktir.  عَدُوٌّ  haber olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisnâ edatıdır.  الْمُتَّق۪ينَۜ‌  müstesna olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ‌۟

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلْاَخِلَّٓاءُ  mübtedadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ ’nin müteallakı, اَلْاَخِلَّٓاءُ ’nin haberi olan  عَدُوٌّ ’dur.

اَلْاَخِلَّٓاءُ  kelimesinin marifeliği cins içindir ve örfi istiğrak ifade eder. Yani o dost olan kişiler müşriklerden de, müminlerden de olabilir veya onlar öncesinde kendilerinden bahsedilen Kureyş’tendirler. (Âşûr)

يَوْمَئِذٍ  izafetinde muzâfun ileyh ve aynı zamanda muzâf olan  إذٍ ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyh olan cümleden ivazdır. Takdiri, يوم إذ تأتيهم الساعة  (Saatin, yani kıyametin geldiği gün) şeklindedir. 

بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ  cümlesi, mübtedanın haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  بَعْضُهُمْ , ikinci mübtedadır.  لِبَعْضٍ  car mecruru, mahzuf hale mütealliktir.

لِبَعْضٍ , önemine binaen haber olan  عَدُوٌّ ’a takdim edilmiştir.

اِلَّا  istisna edatı,  الْمُتَّق۪ينَۜ‌  müstesnadır.  الْمُتَّق۪ينَۜ  kelimesinin nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

بَعْضُ ’nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَلْاَخِلَّٓاءُ  - عَدُوٌّ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Zuhruf Sûresi 68. Ayet

يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ  ...


68-69. Ayetler Meal  :   
(Allah, şöyle der:) “Ey âyetlerimize iman eden ve müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا عِبَادِ kullarım ع ب د
2 لَا yoktur
3 خَوْفٌ korku خ و ف
4 عَلَيْكُمُ size
5 الْيَوْمَ bugün ي و م
6 وَلَا ve ne de
7 أَنْتُمْ siz
8 تَحْزَنُونَ üzülmeyeceksiniz ح ز ن

İslâm bütün insanlığa hitap eden bir din olmakla beraber onun ilk muhatapları, sudan, yeşillikten, gölge ve serinlikten, çeşitli yiyecek ve giyeceklerden oldukça mahrum bulunan Araplar’dır. Bu sebeple Allah Teâlâ onların ve bütün insanlığın iyiliğine olan bu dinin benimsenmesi, emirlerinin istekle, hatta heyecanla yerine getirilmesi için Araplar’ın mahrum bulundukları, hasretini çektikleri nimetleri zikrederek, bunların cennetliklere bolca sunulacağını hatırlatarak teşvik yöntemini kullanmıştır (Râzî, XXVII, 225). Hz. Peygamber de, ata ve deveye düşkün olanların, “Cennette at var mı, deve var mı?” şeklindeki sorularına, 71. âyete dayanarak “evet” cevabını vermiştir (Tirmizî, “Cennet”, 11). Ancak bütün bu nimetlerin, dünyadakilerin aynı olmadığı, isim ve nitelik benzerlikleri bulunmakla beraber âhiret hayatının ve orada olanların mahiyet bakımından dünyadakilerden farklı bulunduğu, ilgili âyet ve hadislerin ortaya koyduğu bir gerçektir.

“Gözlerin zevk aldığı şey” cennetin göze hitap eden nimetleri olabilir. Ancak bazı tefsirciler bunu, “Allah’ın cemalini seyretmek” şeklinde yorumlamışlardır, biz de bu yorumu tercih ediyoruz; çünkü diğer nimetler yeterince sıralanmış ve açıklanmıştır, cennetin en büyük iki nimeti “cemal seyri” ile Allah’ın cennetlik kullarından razı olduğunu ilân ettiği “rıdvân” aşamasıdır. Bu mânevî nimetlerin ihmal edilmiş, sükût geçilmiş olması teşvik amacı ile bağdaşmayacağı için “gözlerin zevk aldığı, başka bir deyişle bakmaya doyamadığı şey”i bu yönde anlamak daha uygundur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 785

يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ

 

يَٓا  nida harfidir. عِبَادِ  münada olup, mukadder fetha ile mansubdur. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ ‘dir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya ‘ey, hey’ anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَوْفٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمُ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الْيَوْمَ  zaman zarfı, mahzuf habere mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.  تَحْزَنُونَۚ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَحْزَنُونَۚ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

يَا  nida,  عِبَادِ  münadadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri mahzuftur. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Bu hazif mütekellimin münadaya muhabbetinin işarettir.

Veciz ifade kastına matuf  عِبَادِ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِبَادِ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Nidanın cevabı olan  لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  لَا خَوْفٌ ’un haberi mahzuftur.  عَلَيْكُمُ bu mahzuf habere mütealliktir. 

Müsnedün ileyhin tenkiri taklîl ifade etmektedir. Ayrıca nefy siyakında nekrenin umum ifade etmesi dolayısıyla ‘onlar herhangi bir korku türünü hiç bir şekilde hissetmeyeceklerdir’ anlamına gelir.  

الْيَوْمَ  kıyametten kinayedir. Kelimedeki elif lam takısı ahd içindir.

الْيَوْمَ  zaman zarfı olup mahzuf habere mütealliktir.  


وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber inkârî kelamdır. Haber muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir. (Âşûr)

Nefy harfi  لَٓا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir. 

خَوْفٌ - تَحْزَنُونَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Şayet; ‘’Korku ile hüzün arasında ne fark vardır?’’ dersen, şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir. (Keşşâf ve Min Belâgati’l Kur’ân-ı Kerim, Fî Sûreteyi’l Fâtiha ve’l Bakara, 1631 sual ve cevap, Ruveynî)

 

Zuhruf Sûresi 69. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا iman eden(ler) ا م ن
3 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
4 وَكَانُوا ve olanlar ك و ن
5 مُسْلِمِينَ müslüman س ل م

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا

 

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki  عِبَادِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

 وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ

 

وَ  atıftır. Haliyye olması da caizdir. İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ

 

Önceki ayetteki  عِبَادِ  için sıfat olan  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

اٰيَاتِنَا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olması ayetlere şan ve şeref kazandırmıştır.

كَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانُوا ’nun haberi  مُسۡلِمِینَ  şeklinde ismi-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i failin önünde  كَان  yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. (KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Müsned  مُسْلِم۪ينَۚ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

["Ey ayetlerimize inanmış ve müslüman olmuş kullarım! Bugün size bir korku yoktur ve siz mahzun olacak da değilsiniz."]

Bu, kıyamet günü dünyada Allah için birbirlerini seven takva sahiplerini teşrif ve gönüllerini neşelendirmek için kendilerine söylenecek olan sözlerin anlatımıdır.

Burada müslüman olmaktan murad, kişinin bütün benliğiyle Allah'a yönelmesi ve kendini tamamen Allah'a itaate adamasıdır. (Ebüssuûd)

اٰمَنُوا - مُسْلِم۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Zuhruf Sûresi 70. Ayet

اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ  ...


“Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ادْخُلُوا haydi girin د خ ل
2 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
3 أَنْتُمْ siz
4 وَأَزْوَاجُكُمْ ve eşleriniz ز و ج
5 تُحْبَرُونَ ağırlanıp sevindirileceksiniz ح ب ر

  جنن  :

    جنٌّ sözcüğünün aslı bir şeyin duyu organlarına saklı kalmasıdır. جَنانٌ kalp demektir. Duyu organlarından saklandığı için böyle adlandırılmıştır.

  جُنَّةٌ ise sahibini koruyan kalkandır. جَنَّةٌ 'e gelince o ağaçlarıyla yeri saklayıp gizleyen, örten bahçe anlamında kullanılır.

  İbn Abbas (r.a.) Kehf, 18/107 ayetinde çoğul formuyla olarak gelişi hakkında bunun nedeninin cennetlerin yedi tane olmasındandır demiştir: 1- Cennetu'l-Firdevs, 2- Adn, 3- Cennetu'n-Naîm 4- Dâru'l-Huld, 5-Cennetu'l-Me'vâ 6-Dâru's-Selâm 7- Illiyyûn 

   جَنِينٌ Henüz doğmamış çocuk annesinin karnında kaldığı sürece denir. Çoğulu أجِنَّةٌ olarak kullanılır.

  Cin جِنٌّ kavramı şu şekilde gelir: Duyulardan gizlenmiş/saklanmış olan ruhani varlıklardır. Buna göre cin kavramının içinde melekler de şeytanlarda yer alır. Cinnet جِنَّةٌ kelimesi ise cinlerin topluluğu demektir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve birçok isim formunda 201 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri cin, can, cenin, Cennet, mecnun, cinnet ve ecinnîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ

 

 

Fiil cümlesidir.  اُدْخُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ  cümlesi  اُدْخُلُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid)  2. Cümle olan hal (İsim veya fiil  3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen mansubdur.  اَزْوَاجُكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تُحْبَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُحْبَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ  cümlesi  اُدْخُلُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْتُمْ  mübteda, تُحْبَرُونَ  cümlesi haberdir.  اَزْوَاجُكُمْ  izafeti  اَنْتُمْ ’e matuftur. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

تُحْبَرُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

 
Zuhruf Sûresi 71. Ayet

يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ  ...


Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُطَافُ dolaştırılır ط و ف
2 عَلَيْهِمْ onların önünde
3 بِصِحَافٍ tepsiler ص ح ف
4 مِنْ -dan
5 ذَهَبٍ altın- ذ ه ب
6 وَأَكْوَابٍ ve kadehler ك و ب
7 وَفِيهَا orada vardır
8 مَا her şey
9 تَشْتَهِيهِ canların çektiği ش ه و
10 الْأَنْفُسُ nefislerinin ن ف س
11 وَتَلَذُّ ve hoşlandığı ل ذ ذ
12 الْأَعْيُنُ gözlerin ع ي ن
13 وَأَنْتُمْ ve siz
14 فِيهَا orada
15 خَالِدُونَ ebedi kalacaksınız خ ل د

  Kevebe كوب :

  Kulpu olmayan kaseye/bardağa كُوبٌ denir. Çoğulu أكْوابٌ şeklinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de yalnızca isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli küptür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ 

 

Fiil cümlesidir. يُطَافُ  merfû, meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf naib-i faile mütealliktir. بِصِحَافٍ  car mecruru  يُطَافُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ ذَهَبٍ  car mecruru  صِحَافٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اَكْوَابٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup atıf harfi  وَ ‘la  يُطَافُ ‘ya matuftur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشْتَه۪يهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَشْتَه۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْاَنْفُسُ  fail olup lafzen merfûdur.  تَلَذُّ  atıf harfi  وَ ‘la  مَا تَشْتَه۪يهِ ‘ye matuftur. 

تَلَذُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَعْيُنُ  fail olup lafzen merfûdur.   


وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la  اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ ‘a matuf olup mahallen mansubdur. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir.  خَالِدُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

خَالِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يُطَافُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

بِصِحَافٍ - ذَهَبٍ  - اَكْوَابٍۚ  kelimelerinin nekreliği, tazim, nev ve kesret ifade eder. 

بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍ  [Altın tepsiler ve kadehlerle..]  terkibinde îcâz yoluyla hazif vardır. ‘Altın tepsiler ve altın kadehlerle..’ demektir. Kela­mın akışı bunu gösterdiği için hazf edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

Cennet ehline verilecek olan çeşitli nimetlerin anlatıldığı bu ayetteki ıtnâbı Beyzâvî şöyle izah eder: “Ayetin “Onlara altın tepsiler ve kadehlerle servis yapılır” cümlesinde fazlasıyla zevk ve lezzet alınan şeyler özellikle sayıldıktan sonra bu cümleyi de kapsayan “Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır” ifadesi, hususiden sonra umuminin zikredilmesi kabilindendir. 

Yüce Allah, cenneti ve onun sevinç yeri olduğunu belirttikten sonra, içindeki nimetleri anlattı. Önce yenilecek, sonra içilecek şeylerden bahsetti. Bu tafsilattan sonra, “Orada canların istediği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır” sözüyle genel bir açıklama yaptı. Daha sonra, Naîm cennetinde ebedî kalınacağını bildirerek nimetin tamamlanacağını belirtti. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 


وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, 

faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın, sılası olan  تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُ  cümlesi mevsûlün sılası olan  تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

تَلَذُّ  fiili mecazî isnad yoluyla  الْاَعْيُنُۚ  kelimesine isnad edilmiştir.

وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ  ifadesinde mecazî isnad vardır. Aslında lezzet alan gözler değil sahibidir. Bu üslup, cüz-kül alakasıyla onların mutluluğunu vurgulamak için yapılan mecaz-ı mürsel sanatıdır. 

وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ  ifadesinde istiare vardır. Görülen güzel şeyler tatlı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ mutluluğu hissetmektir. İstiare yoluyla bulundukları durum etkili bir tarzda ifade edilmiştir.

تَشْتَه۪يهِ - وَتَلَذُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وفِيها ما تَشْتَهِيهِ الأنْفُسُ  cümlesi, sonuna kadar  الجَنَّةِ ‘den haldir. (Âşûr )


وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ

 

Son cümle atıf harfi  وَ  ile 70. ayetteki … اَنْتُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْتُمْ  mübteda,  خَالِدُونَ  haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهَا , ihtimam için amiline takdim edilmiştir. (Âşûr)

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

خلد , aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

يُطَافُ  - اَنْتُمْ  kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Zuhruf Sûresi 72. Ayet

وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتِلْكَ işte
2 الْجَنَّةُ cennet ج ن ن
3 الَّتِي
4 أُورِثْتُمُوهَا size miras verilen و ر ث
5 بِمَا karşılık
6 كُنْتُمْ olduklarınıza ك و ن
7 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la 68.ayetteki nidanın cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْجَنَّةُ  haber olup lafzen merfûdur. الَّت۪ٓي  müfred müennes has ism-i mevsûl  الْجَنَّةُ ‘in sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫رِثْتُمُوهَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫رِثْتُمُوهَا  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

بِ  sebebiyyedir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiiline müteallik olup, mahallen mecrurdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile 68. ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تِلْكَ  mübteda,  الْجَنَّةُ  muşârun ileyhtir. Haber sonraki ayette gelmiştir.

Uzaklık için kullanılan, cem’ ve tecessüm ifade eden  تِلْكَ  ile cennetin işaret edilmesi, onun derecesinin yüksekliğini vurgulamak ve tazim içindir.

اُو۫رِثْتُمُوهَا ‘daki varis olmaktan murad insanlara ihsan olarak verilen ve geri alınmayan cennettir. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhi ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. Cennet ve onlara verilen nimetler, yaptıkları iyi amellerle hak ettikleri şey, kişinin mal ve geçim için mirasçısına bıraktığı şeye benzetilmiştir.

Amelin karşılığı mirasa benzetilmiş, çünkü amel sahibi, miras gibi onu geriye bırakmış olur. (Ebüssuûd)

الْجَنَّةُ  için sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, başındaki harf-i cerle birlikte, masdar teviliyle  اُو۫رِثْتُمُوهَا  fiiline mütealliktir. Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Önceki ayetteki gaib zamirden  اُو۫رِثْتُمُوهَا  ile muhatap zamirine iltifat edilmiştir. 

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

 
Zuhruf Sûresi 73. Ayet

لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ  ...


Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَكُمْ sizin için vardır
2 فِيهَا orada
3 فَاكِهَةٌ meyva ف ك ه
4 كَثِيرَةٌ çok ك ث ر
5 مِنْهَا onlardan
6 تَأْكُلُونَ yersiniz ا ك ل

لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ

 

Ayet, önceki ayetteki mübteda  تِلْكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesidir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  فَاكِهَةٌ  mübteda muahhar olup lafzen merfûdur. 

كَث۪يرَةٌ  kelimesi  فَاكِهَةٌ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.  مِنْهَا  car mecruru  تَأْكُلُونَ  fiiline mütealliktir. تَأْكُلُونَ  fiili  فَاكِهَةٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْكُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ

 

Fasılla gelen ayet önceki ayetteki mübteda olan  تِلْكَ ‘nin haberidir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  ve  ف۪يهَا  car mecrurları, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  فَاكِهَةٌ  muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi kesret, tazim ve nev ifadesi içindir. 

مِنْهَا تَأْكُلُونَ  cümlesi  فَاكِهَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهَا , ihtimam için amili olan  تَأْكُلُونَ ‘e takdim edilmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

فَاكِهَةٌ  için sıfat olan  كَث۪يرَةٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Beyzâvî bu ayetleri şöyle açıklar: “Umarım ki Allah Teâlâ’nın, cennetin diğer nimetlerine oranla değersiz sayılmalarına rağmen; cennet ehlinin sefa sürmelerini birtakım yiyecek ve giyeceklerle açıklaması ve bunu Kur’an’da çokça tekrar etmesi, onların (özellikle mü’minlerin) o dönemdeki zorluk ve yoksulluklarından dolayıdır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

تَأْكُلُونَ - فَاكِهَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Orada sizin için çok meyveler vardır. Onlardan yersiniz.” ifadesinde meyvelerin çokluğu yalnız taneler itibarıyla değil, fakat aynı zamanda cinsleri ve birleri itibarıyladır.

Yani her nöbette onların bir kısmından yersiniz, diğerleri ise ağaçlarda kalır. Hiçbir vakit ve zamanda ağaçları meyvesiz göremezsin; her zaman Cennet ağaçları en güzel ve kusursuz meyvelerle doludur. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Allah teala'dan yüz çevirip kendisine çağırıldığı haktan uzaklaşan herkesin cezası yenilgiye uğramak, yardımsız kalmak, şeytanın üzerine egemen olması, kötülüğü emreden nefsinin kendisini dünyada dalâlete, âhirette de azaba götürmesidir.
İnsanın dalâlet içerisinde ve Allah'a itaatten uzak bir halde yaşaması, sonra da kendisi için dahi şefaat etme imkanına sahip olmayanlardan şefaat beklemesi büyük bir hatadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her Kur’an okuduğunda, babasının sözleri kulaklarında çınlıyordu: “cennet ayetlerini okuduğunda sevin ve çalış, cehennem ayetlerini okuduğunda kork ve sığın.” Bir gün sormuştu: “cennet ve cehennemi dünyadan ayıran nedir?” “Mükemmel olması” diye hemen cevap vermişti çünkü daha öncesinde sohbetini dinlerken işitmişti.

“Dünya hayatı mükemmel değildir. Cennet ve cehennem ise mükemmeldir. Biri acıdan ibarettir, diğeri huzurdan. Birinde huzura dair nebze yoktur, diğerinde acıya dair. Dünyada Allah’a itaat edenlerin dışında; birbirini sevenlerin birbirinden kaçacağı mahşer gününe hazırlan. Zira; o gün sadece iman sahiplerine korku ve üzüntü yoktur.”

İnsan sevdiklerinden nasıl kaçar diye düşünürdü ama büyüdükçe anladı. Dünyalık sebeplerden dolayı bile; dün sevenler, yarın birbirinin yüzüne bakamayacak hale geliyordu. Miras kavgaları, çekişmeli boşanmalar ve daha nicesi. Çık git hayatımdan diye bağırıyorlardı, bir zamanlar asla sevgisinin tükenmeyeceğine yemin edenler. 

Dünya mükemmel değildi. İnsan için her şey mümkündü. Ne kalbinden, ne de bedeninden emin olabilirdi. O yüzden bir başkasını ne kınamaya, ne de küçümsemeye izin vardı. Zira; yarın senin ne olacağın, ne malumdu. Bu biraz da kaynanasından şikayet eden gelinlerin, kendi gelini gözünde şikayet edilen kaynanaya dönüşmesine benziyordu. O yüzden, adımlarını düşünerek atmalıydı.

Cennet denince boş boş bakan arkadaşlarına, çocuk heyecanıyla dediklerini hatırladığında gülümsedi: yaşadığın her andan lezzet aldığını, canın ne çekiyorsa önüne geldiğini, baktığın ve işittiğin her şeyin sana keyif verdiğini düşünsene. Mükemmel olmayan dünyada, böylesi bir hayali kurmak zordu. Sanki biraz da insanı korkutuyordu ama orada korkuya dair bir şey yoktu. 

Aklı almıyordu. Normaldi. Zaten babası da “fazla düşünmene gerek yok” derdi. “Allah’ın buyurduğu şekilde hatırlaman yeterli. Zira; gerçek manada idrak etseydik, çok farklı bir hal içinde olurduk. Bu dünyadan da hiçbir şekilde zevk almamız mümkün olmazdı. Tam manasıyla idrak edememek; imtihan dünyasını kolaylaştıran bir nimet. Ancak, unutmaya meyilli olduğumuz için de mücadeleyi hiç bırakmamak gerek. Sabır ve dua ile istemeye devam et.”

Allahım! Bizi; cehennem hayatı nedir bilmeden, cennet hayatına kavuşanlardan ve her cennet nimetiyle beraber elhamdulillah diyen kullarından eyle.

Amin. 

***

İmtihan dünyasında yaşamanın doğurduğu çeşitli nefsani mücadelelerden dolayı her insanın aşırıya kaçtığı bir meselesi vardır. Mesela kimi insan her şeye ama her şeye sevgiyle yaklaşılması gerektiğini iddia eder. 

Bazı sıkıntılı durumlardan iyileşmek umuduyla, zorluklardan kaçınmak amacıyla ya da dünyalıklara ulaşmak hevesiyle kişinin nefsini pamuklara sarmasının, her dediğine kulak verip haklı bulduktan sonra kabul etmesinin tehlikeleri büyüktür. Zira kişi hem kendisine, hem de Allah’ın yasakladıkları dahil her şeye sevgiyle yaklaşma ya da herkesi dost bilme yoluna girdiği zaman sınırlarını karıştırır. Devamlı nefsinin huzuru için arayıştadır. Bu da genellikle kişiyi Allah’ın emirlerine itaatten uzaklaştırır. 

Halbuki insanın dostu olduğu gibi düşmanı da vardır. Ancak düşmanını tanıyan, doğru zaman ve yerde savunmaya geçebilir. Dostunu ve düşmanını tanımanın yolu ise Allah’a itaatten geçer. Allah’a teslim oldum diyen bir kulun sevgisi de, nefreti de nefsine (keyfine) göre değil; Allah’ın emirlerine göre belirlenir. Yani o, Allah’ı sevdiği için yaratılmışları sever; Allah’ın sevdiklerine yaklaşır ve yasaklarından sadece bedenen değil, fikren ve kalben de uzaklaşır.

Kendisini sevme meselesine ise belki şöyle yaklaşmak daha doğrudur. O başka insanları sever gibi değil, Allah’a daha iyi bir kul olabilmek niyetiyle kendisini sever ve bu sevgiyle bedenine, aklına ve kalbine sahip çıkıp onları korur. Bunun için de kendisine hep tebliğ ile yaklaşır yani İslam’ın kaidelerini hatırlatır. Allah yarattığı için kendisine saygılı ve dürüst davranır. Allah’a layık bir kul olabilmek çabasıyla ahlakını, tavrını ve seçimlerini güzelleştirmeye çalışır. 

Kısacası; önceliği Allah ve O’nun rızasıdır. Bu yüzden de onun ‘kendimi seviyorum’ gibi dünyevi cümlelerle meşgul olmaya ihtiyacı yoktur. Hem zaten Allah’ı seven bir kul olarak asıl isteği hakiki sevgiyi ve rızayı kazanmaktır. O’na ve O’nun sevdiklerine kavuşmaktır.

Ey Allahım! Bizi Sana itaat edenlerden ve Senin rızana uygun şekilde dostlarını ve düşmanlarını iyi tanıyan kullarından eyle. Nefsimizi aşırı sevmenin sonucunda şımarmaktan ve kibirlenmekten, kendimizi beğenmekten ve gaflete düşmekten muhafaza buyur. Bizi Senin sevdiklerini sevenlerden ve sevmediklerinden de maddi ve manevi anlamda uzaklaşanlardan eyle. Bizi affet. Senin muhabbetini ve rızanı kazanan kulların arasına kat.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji