Duhân Sûresi 49. Ayet

ذُقْۙ ۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  ...

(Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذُقْ tad ذ و ق
2 إِنَّكَ zira sen
3 أَنْتَ kendince
4 الْعَزِيزُ üstündün ع ز ز
5 الْكَرِيمُ şerefliydin ك ر م
 

Dünyanın fâni, insanların ölümlü oldukları açıklanınca yeniden dirilişi takip edecek zaman içinde nelerin olacağı, insanların dünyada yapıp ettiklerine göre ebedî hayatta nelerle karşılaşacakları, kötüleri bekleyen cehennemin nasıl bir yer olduğu, oraya girenlerin çekecekleri ceza; iyiler için hazırlanmış olan cennetin tasviri, buraya girme bahtiyarlığına erecek olanların nâil olacakları çeşitli nimetler, insanların dünyadaki idrakleri, hayalleri, arzuları ve korkularından yola çıkılarak, bu kavramlarla anlatılmaktadır.

“Yargı günü”nden maksat kıyameti takip edecek olan sorgulama ve yargılamanın yapılacağı zamandır. Bu muhâkeme sonunda iyiler ve kötüler, suçlular ve mâsumlar, zalimler ve mazlumlar, cennetlikler ve cehennemlikler birbirinden ayrılacak, herkes dünyada yaptıklarının karşılığını elde edecektir.

43. âyetteki “zakkum ağacı” cehennemde bulunan ve azap için kulla­nılan bir ağaçtır (bk. Sâffât 37/62).

49. âyette geçen “Sen güçlü ve değerlisin” sözü, dünyada güçlerine güvenen, kendilerini değerli ve önemli bilen, böyle kabul ettiren, bu sayede kendilerine kimsenin dokunamayacağını zanneden kimselerin âhiretteki âcizlik ve çaresizliklerini, alaycı bir üslûpla dile getirmektedir.

56. âyette “İlk ölümlerinden başka bir ölüm tatmayacaklar” buyuruluyor. Mü’min (Gāfir) sûresinde (40/11) ise iki kere öldürme ve iki kere diriltme olacağı ifade edilmişti. “İlk ölümleri” ifadesinden, her ikisi de gelip geçtiği ve “önceki” niteliğini aldığı için “dünyada ve berzahta vuku bulan iki ölüm” kastedilmiş olabilir. Bu ihtimali de geçerli görmekle beraber bize daha güçlü gelen ihtimal, dünya hayatının sonundaki ölümün kastedilmiş olmasıdır. Çünkü burada dünya ile âhiret, geçici ile ebedî, sonunda ölüm bulunan hayat ile bulunmayan hayat karşılaştırılmaktadır. Hangi ihtimal geçerli olursa olsun insanların defalarca ölüp dirileceklerini değil, dünya hayatı sonunda bir kere öleceklerini ifade eden âyet, reenkarnasyon inancını da reddetmiş olmaktadır (bk. Bakara 2/28).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 799-800
 

ذُقْۙ ۚ 

 

Ayet, mukadder bir sözün mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول له الزبانية (Zebaniler ona der ki…) şeklindedir.


اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْتَ  fasıl zamiridir. الْعَز۪يزُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi,  الْكَر۪يمُ  ise ikinci haberi olup lafzen merfûdurlar.

الْعَز۪يزُ - الْكَر۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ذُقْۙ ۚ 

 

Mukadder bir sözün mekulü’l-kavli olan ayet fasılla gelmiştir. Takdiri, تقول له الزبانية (Zebaniler ona der ki) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mekulü’l-kavl cümlesi  ذُقْۙ , emir üslubunda talebi inşa isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehekküm ve alay anlamına gelmesi sebebiyle cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ذُقْۙ (Tat!) emrinde istiare vardır. Zahiren zikredilmemiş mef’ûl olan azabı hissetmek yemekten zevk almaya benzetilmiştir. 

Zevk almak, tadılan şeyin künhünü anlamak bakımından hissetmenin en son noktasıdır. Azabı tatmak şeklinde Kur’an'da çok kullanılmıştır. Aslında Kur’an'da  ذُقْۙ ۚ  ذُقُوا , فذُوقُوا  ُkelimeleri sadece azap kastedildiğinde kullanılmıştır. Kur’an'da müfred olarak  ذُقْۙ  sözü ise sadece bu ayette gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.162)

Önceki gaib sıygadan  ذُقْۙ  kelimesinde muhatap sıygaya iltifat vardır.

Ayet, Ebû Cehil ve onun gibilerine tehdit olarak inmiştir. Ayetteki  ذُقْۙ (tat!) sözcüğünde, onun dünyada da azap gördüğünü ancak gaflet uykusundan, perdenin yoğunluğundan, azabın acısını tadamadığına işaret vardır. Ama öldüğünde uyanacak, kendi nefsine yaptığı zulmün acısını tadacaktır. (Ruhu’l Beyân)


 اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. 

Munfasıl zamir  اَنْتَ , muttasıl  كَ  zamirini tekid için gelmiştir. (Âşûr) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve zamirin tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir.  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ -  الْكَر۪يمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  sözü, zıddiyet alakası ile tehekküm maksadıyla gelmiş bir haberdir. Maksat söylenenin tersidir. Yani, ‘sen zelil ve hakarete uğrayansın’ demektir. Tehekküm manasını tekid eder. (Âşûr) 

Ayette, mübalağa yollarından olan tehekküm sanatı vardır.

Terim olarak tehekküm, “kibirli kimselere karşı hakaret anlamında yüceltme, korkutma/uyarma anlamında müjde, tehdit anlamında vaad, alay anlamında övgü lafzı getirmek suretiyle onlarla alay etmedir.” (Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatlari Dr. Mustafa Aydin)

Bu ayette  ذُقْۙ  emri söyleniş amacı açısından hakiki anlamda emir ve talep ifade etmemektedir. Bunu kendisinden sonra gelen  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  ifadesinden anlamaktayız. Başına  اِنَّ  edatının gelmesinden dolayı görünüşte talebî kelam olan  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ  sözünün îrad ediliş amacı, muhatabı cehennemde olan kişi olduğu için şüphesi olan bir muhatabı ikna etmek değildir. Bu ayette, azaba müstehak olup cehenneme girmiş kimseyle alay etme vardır. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)

Bu ayetin Ebû Cehil’e hitap ettiği rivayet edilmiştir. Zira o, Resulullah’a (sav), “Bu iki dağ arasında ( Mekke’de) benden daha aziz ve daha kerim bir kimse yoktur. Yemin olsun ki, sen ve Rabbin bana karşı bir şey yapamazsınız!” demişti. Bunun üzerine ayet, ona karşı övgü lafzıyla istihza (alay) ve tehekküm olarak gelmiştir. (Taberî)

48-49

Burada ilk bakışta hakikat gibi görünmekle beraber burada maksat alay ve tehekkümdür. Kastedilen mana; direk olarak söylenmesinden daha kuvvetli olarak ifade edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)