Fetih Sûresi 13. Ayet

وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً  ...

Kim Allah’a ve Peygambere inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli bir ateş hazırladık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 لَمْ
3 يُؤْمِنْ inanmazsa ا م ن
4 بِاللَّهِ Allah’a
5 وَرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
6 فَإِنَّا bilsin ki biz
7 أَعْتَدْنَا hazırlamışızdır ع ت د
8 لِلْكَافِرِينَ kafirler için ك ف ر
9 سَعِيرًا alevli bir ateş س ع ر
 

“Savaşa katılmayan Arap kabileleri”, Medine civarında yaşayan Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşca‘, Eslem ve Dîl isimli bedevî gruplarıdır. Bunlar daha önce Hz. Peygamber’le beraber sefere çıkma sözü verdikleri halde, imanları kişiliklerine yansımadığı, henüz şuur ve kararlarına yeterince hâkim olmadığı, müminlerin de bu seferden sağ kalarak dönemeyeceklerini sandıkları için sözlerinde durmadılar. Sonradan kendilerine hesap sorulunca da hayvanları ile çoluk çocuklarının bakımını bahane ettiler. 

Tevbe sûresinde (9/81-85), Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmiş; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi emredilmiş, ölenle­rin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlara karşı bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi istenmiştir. Burada geçen “savaşa katılmayanlar” ile orada geçenlerin aynı olduğunu; bunlardan münafıkların kastedildiğini düşünenler olmuşsa da, ileride açıklaması gelecek olan 16. âyet bu anlayışa mânidir. Ayrıca Tebük Harbi Hudeybiye’den üç yıl sonra olmuştur. Hudeybiye seferine katılmadıkları için kınanan, uyarılan, kendilerine öğüt verilen ve ceza olarak da “Hayber Savaşı’na katılmaktan mahrum bırakılan” gruplar, münafıklar değil, yeni iman etmiş fakat yeterince eğitim görmemiş bedevîlerdir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 71-72
 

وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُؤْمِنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنْ  fiiline mütealliktir.

رَسُولِه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَعْتَدْنَا  fiil cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَعْتَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  اَعْتَدْنَا  fiiline mütealliktir. لِلْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. سَع۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُؤْمِنْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

اَعْتَدْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al  babındadır. Sülâsîsi  عتد ‘dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

لِلْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً

 

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.  مَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪  şart cümlesinde, مَنْ mübtedadır. 

Müsned olan  لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesinde haberin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi, cümlenin hükmünü takviye ederek, hudus, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اللّٰهِ - رَسُولِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması  رَسُولِ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّٓ ‘nin haberi olan  اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

اَعْتَدْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Şart cümlesindeki lafz-ı celâlden, cevap cümlesinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِلْكَافِر۪ينَ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Ayette yer alan  سَع۪يراً /ateş lafzının nekre kılınmasının bir hikmete binaen olduğunu düşünen Beyzâvî şöyle der: “Ateş lafzının nekre (saîr) kılınması, korkunçluğunu gözler önüne sermek (tehvil), yahut özel bir ateş olduğunu belirtmek içindir.  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

لِلْكَافِر۪ينَ - يُؤْمِنْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

سَع۪يراً , tutuşturulmuş ateştir ve cehennemin isimlerindendir. (Âşûr)

Bu kelam, telkin edilen kelama dahil olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından varid olup onların helakını ve keyfiyetini açıklamaktadır. (Ebüssuûd)

Allah'ın ayetin sonunda, "onun için" yerine, "kâfirler için..." demesinde şöyle bir incelik vardır: Bu ayetin hükmünün bütün kâfirleri kapsadığını belirtmekte ve Cenab-ı Hak sanki, "Kim Allah'a inanmazsa, o kâfirlerdendir ve biz, kâfirler için o çılgın ateşi hazırladık" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)