Kaf Sûresi 10. Ayet

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ  ...

Gökten de bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler), birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir.  (9 - 11. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالنَّخْلَ ve hurmalar ن خ ل
2 بَاسِقَاتٍ yüksek ب س ق
3 لَهَا olan
4 طَلْعٌ tomurcukları ط ل ع
5 نَضِيدٌ birbirine girmiş ن ض د
 

Hz. Peygamber’in Kur’an (vahiy) yoluyla alıp tebliğ ettiği inanç esasları içinde en önemlileri; bir tek Allah’a kulluk (tevhid), peygamberliğe iman (nübüvvet), öldükten sonra dirilmeye ve ondan sonraki ebedî hayata (âhiret) inanmaktadır. Müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmeleri üzerine onları ikna etmek maksadıyla Allah’ın ilmine, kudretine dikkat çekilmekte; insanlar ilk yaratılış ile çevrelerinde olup bitenlere, içinde yüzdükleri nimetlere bakarak yeniden yaratma ve diriltmenin mümkün olduğu konusunda düşünmeye teşvik edilmektedir. Müşriklerin hep tekrarladıkları bir şüpheleri vardır: “Çürüyüp dağılmış, başka maddelere dönüşmüş bedene can vermek nasıl mümkün olabilir?” Kur’an’ın bu şüpheye karşı ileri sürdüğü delilin iki önemli unsuru vardır: 1. Her şeyi yok iken var eden Allah yeniden var etmeye elbette kadirdir. 2. Ölen insanda neyin kaldığını, neyin eksildiğini, nelerin başka maddelere dönüştüğünü Allah eksiksiz olarak bilmektedir; bunların benzerini yaratmak ve ruhu bu bedene iade etmek O’nun için zor değildir.

774 yılında (1372) vefat eden tarihçi ve tefsirci İbn Kesîr 1. âyetin tefsirinde “Kâf”ı açıklarken, gelenekte ilim, tenkit ve aklın ne ölçülerde kullanıldığını gösteren şu önemli tesbit ve görüşleri ortaya koymuştur: “Eskilerden (selef) bazıları –Arap alfabesinden bir harf olan– Kâf’ın bir dağ olduğunu ve bütün dünyayı kuşattığını... ifade etmişlerdir. Sanırım bu da, Ehl-i kitap’tan bazı şeylerin alınıp nakledilebileceği görüşüne dayalı olarak İsrâiloğulları’ndan (İsrâiliyat’tan) alınmıştır. Bana göre bu gibi sözler, onların zındıkları tarafından, insanların din konusundaki bilgi ve inançlarını bozmak için uydurulmuştur. Bizim ümmetimizde bile bu kadar büyük din âlimleri, önderleri, hadis uzmanları bulunduğu ve aradan da fazla zaman geçmediği halde Peygamberimiz adına hadis uydurulduğuna göre –peygamberlerinden sonra bu kadar zamanın gelip geçtiği, âlimlerinin kitabı tahrif ettiği ve fâsıklığa saptığı bilinen– İsrâiloğulları’nda bu gibi hurafelerin uydurulup yayılması tabiidir. İsrâiloğulları’ndan bazı şeylerin nakledilebileceğini söyleyen rivayet, aklın câiz gördüğü haber ve bilgilerle sınırlıdır. Akıl yönünden imkânsız ve asılsız olduğu açık olan, yalan olduğu konusunda kuvvetli kanaat bulunan hurafeler bu cevaz (nakledilmesi câiz görülen haberler ve bilgiler) sınırı içine girmez” (VI, 395).

 

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ

 

النَّخْلَ  atıf harfi  وَ ‘la  جَنَّاتٍ ‘e  veya  حَبَّ ‘ye matuftur. بَاسِقَاتٍ  kelimesi hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. لَهَا طَلْعٌ  cümlesi  النَّخْلَ ‘in ikinci hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  طَلْعٌ  muahhar mübteda olup lafzen mecrurdur. 

نَض۪يدٌ  kelimesi  طَلْعٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur. 

نَض۪يدٌ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَاسِقَاتٍ  kelimesi, sülasi mücerredi بسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ

 

 

Önceki ayetin devamı olan cümlede  النَّخْلَ , önceki ayetteki  جَنَّاتٍ ’e matuftur.  بَاسِقَاتٍ  haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. Hali mukadderadır.

لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ  cümlesi  النَّخْلَ ‘nin ikinci halidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  طَلْعٌ , muahhar mübtedadır. 

نَض۪يدٌ  kelimesi  طَلْعٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  طَلْعٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.

Hurma ağacının  بَاسِقَاتٍ (uzayan) kelimesi ile nitelenmesinin sebebi: Fidanlar ilk dikildiğinde kısa olduğu halde, sonra uzamasıdır. Bu kelimenin, ”yüklü" anlamında kullanılmış olması da muhtemeldir. (Rûhu’l Beyân) 

Hurma ağaçları da, daha önce zikredilen bahçelere dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, diğer meyve ağaçları içinde onun üstünlüğünü beyan etmek içindir. İkisinin arasında taneleri zikretmek de, hurma ağaçlarının, diğer meyve ağaçlarından ayrı ve imtiyazı olduğunu tekid etmek içindir. (Ebüssuûd-Âşûr) 

نَض۪يدٌ  (birbiri üstüne dizilmiş) ifadesiyle ya tomurcukların çokluğu ve yığın yığın oluşu ya da içerdiği meyvelerin çokluğu kastedilmiştir.  رِزْقاً (rızık olsun diye) kelimesi  اَنْبَتْنَا (bitirdik) fiilinin mef‘ûlu mutlakı olmak üzere mansubdur; çünkü  انْبَات  da rızık verme anlamındadır. Ya da mef‘ûlun leh olmak üzere mansubdur; yani bunları bitirdik ki kendilerini besleyelim. (Keşşâf)