Sahâbe döneminden beri Kur’an’ı düzenli ve devamlı okuyan müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya tahzîb, her bölüme de hizb demişlerdir. İlk bölüm üç sûredir: Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ. İkinci bölüm beş sûredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe (Berâe). Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra‘d, İbrâhim, Hicr, Nahl. Dördüncü bölüm dokuz sûredir: İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü’minûn, Nûr, Furkān. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokmân, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min (Gāfir), Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye, Ahkāf, Muhammed, Fetih, Hucurât. Bundan sonraki bölümlerin genel adı “mufassal”dır; bunların uzun olanları (tıvâl) Kāf sûresiyle, orta uzunlukta (evsât) olanları Abese sûresiyle, kısa (kısâr) olanları ise Duhâ sûresiyle başlamaktadır. Mufassal genel bölümünün başında Hucurât mı yoksa Kāf mı bulunduğu konusunda görüş ayrılığı bulunmakla beraber çoğunluk Kāf sûresini mufassal bölümünün ilk sûresi olarak kabul etmişlerdir (İbn Kesîr, VII, 370-371; İbn Âşûr, XXVI, 214).
Kāf sûresini, Hz. Peygamber’in cuma hutbesinde, kurban ve ramazan bayramlarında, sabah namazının farzında sık sık okuduğuna dair sağlam rivayetler vardır (Müslim, “Salât”, 165-171).
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ
Hz. Peygamber’in Kur’an (vahiy) yoluyla alıp tebliğ ettiği inanç esasları içinde en önemlileri; bir tek Allah’a kulluk (tevhid), peygamberliğe iman (nübüvvet), öldükten sonra dirilmeye ve ondan sonraki ebedî hayata (âhiret) inanmaktadır. Müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmeleri üzerine onları ikna etmek maksadıyla Allah’ın ilmine, kudretine dikkat çekilmekte; insanlar ilk yaratılış ile çevrelerinde olup bitenlere, içinde yüzdükleri nimetlere bakarak yeniden yaratma ve diriltmenin mümkün olduğu konusunda düşünmeye teşvik edilmektedir. Müşriklerin hep tekrarladıkları bir şüpheleri vardır: “Çürüyüp dağılmış, başka maddelere dönüşmüş bedene can vermek nasıl mümkün olabilir?” Kur’an’ın bu şüpheye karşı ileri sürdüğü delilin iki önemli unsuru vardır: 1. Her şeyi yok iken var eden Allah yeniden var etmeye elbette kadirdir. 2. Ölen insanda neyin kaldığını, neyin eksildiğini, nelerin başka maddelere dönüştüğünü Allah eksiksiz olarak bilmektedir; bunların benzerini yaratmak ve ruhu bu bedene iade etmek O’nun için zor değildir.
774 yılında (1372) vefat eden tarihçi ve tefsirci İbn Kesîr 1. âyetin tefsirinde “Kâf”ı açıklarken, gelenekte ilim, tenkit ve aklın ne ölçülerde kullanıldığını gösteren şu önemli tesbit ve görüşleri ortaya koymuştur: “Eskilerden (selef) bazıları –Arap alfabesinden bir harf olan– Kâf’ın bir dağ olduğunu ve bütün dünyayı kuşattığını... ifade etmişlerdir. Sanırım bu da, Ehl-i kitap’tan bazı şeylerin alınıp nakledilebileceği görüşüne dayalı olarak İsrâiloğulları’ndan (İsrâiliyat’tan) alınmıştır. Bana göre bu gibi sözler, onların zındıkları tarafından, insanların din konusundaki bilgi ve inançlarını bozmak için uydurulmuştur. Bizim ümmetimizde bile bu kadar büyük din âlimleri, önderleri, hadis uzmanları bulunduğu ve aradan da fazla zaman geçmediği halde Peygamberimiz adına hadis uydurulduğuna göre –peygamberlerinden sonra bu kadar zamanın gelip geçtiği, âlimlerinin kitabı tahrif ettiği ve fâsıklığa saptığı bilinen– İsrâiloğulları’nda bu gibi hurafelerin uydurulup yayılması tabiidir. İsrâiloğulları’ndan bazı şeylerin nakledilebileceğini söyleyen rivayet, aklın câiz gördüğü haber ve bilgilerle sınırlıdır. Akıl yönünden imkânsız ve asılsız olduğu açık olan, yalan olduğu konusunda kuvvetli kanaat bulunan hurafeler bu cevaz (nakledilmesi câiz görülen haberler ve bilgiler) sınırı içine girmez” (VI, 395).
Mecede مجد :
مَجْدٌ kerem ve celâli geniş olmak anlamındadır. Bu sözcük asıl olarak Arapların develeri çayırı/otu çok ve geniş bir arazide toplamalarından gelmektedir.
تَمْجِيدٌ ise tazim ve senada bulunma/ululamadır. Bu kuldan Allah-u Teâla'ya doğru olduğunda sözle ve güzel sıfatları zikretmeyle; Allah-u Teâla'dan kula doğru olursa Allah(cc)'ın kula bir fazl bahşetmesi şeklinde olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri (Abdul)mecid, Mâcid, Mecidiye ve temciddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ
قٓ hurûf-u mukattaâ harflerindendir.
وَ harf-i cer olup kasem vavı’dır. وَالْقُرْاٰنِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (yemin ederim) şeklindedir.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri,لقد أرسلنا محمّدا، أو ما آمن كفّار مكّة بمحمّد ﷺ. (Andolsun ki Muhammedi biz gönderdik veya Mekke kâfirleri Muhammed’e inanmadılar.) şeklindedir.
الْمَج۪يد kelimesi الْقُرْاٰنِ ‘nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قٓ۠
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celb eder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)
Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin arasında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
Cenab-ı Hak, 28 surenin başında, harflere ve sayılara, harflerin sayısı kadar olan şeylere de, Şems Suresi hariç, 14 surede yemin etmiştir... Şeylere yemin etmek, harflere yeminden farklı olup, hem sûrelerin başında, hem de (Müddessir/32-33, İnşikak/17, Tekvir/17) ayetlerinde olduğu gibi, sûrelerin arasında yapılmıştır. Ama harflere yemin sûrelerin başı hariç, sure arasında vaki olmamıştır. (Fahreddin er-Râzî)
وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. وَ kasem harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur وَالْقُرْاٰنِ , takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
الْمَج۪يد kelimesi الْقُرْاٰنِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. الْمَج۪يدِۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerîm'e yemin etmektedir. Kur'an Hz. Muhammed'e (sav) indirilen kitabın özel ismidir. القراءة kelimesinden türemiş bir isimdir. Kur'an kelimesi aslında قرأ (Okudu) fiilinin masdarıdır. القراءة de aynı fiilin diğer masdarıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 9)
الْمَج۪يدِۚ (şanlı); kendi dışındaki kitaplar üzerinde şan ve şeref, üstünlük sahibi olan demektir. Ayrıca onun manasını iyi bilen ve içindekilerle amel eden kimse Allah katında da, insanlar katında da şan şeref kazanır. Veya Mecîd olan Allah’tan gelmesi sebebiyle üstünlük, şerefli, olma niteliğini kazanmıştır. Böyle olduğu için Kur’ân’ın Allah’a ait bir sıfatla nitelenmesi caiz olmuştur. (Keşşâf-Rûhu-l Beyân)
Bazı surelere bu heca harfleriyle başlamak Kur’ ân’ın üslubundandır. Bu üslup meydan okumak ve zihinleri uyandırmak içindir. Kasemin cevabı hakkında iki görüş vardır.
Birinci görüşe göre cevap mahzûftur ve takdiri kelam şudur: Ya لقد أرسلنا محمّدا ِ(Muhakkak ki Muhammed’i elçi olarak gönderdik) ya da لتُبْعَثُنَّ ولتَرْجَعُنَّ (Muhakkak ki yeniden diriltilecek ve geri döneceksiniz) şeklindedir.
İkinci görüşe göre ise cevap 4. ayet olan قد علمنا (Muhakkak ki bildik) cümlesidir. Kelam uzadığından dolayı قَدْ edatının başından yeminin cevabında bulunması gereken ل harf hazf edilmiştir. (İbrahim Halil Atmaca, Kâf Sûresinin Tefsiri)
بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْـكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ
بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. عَجِبُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cerle birlikte عَجِبُٓوا fiiline mütealliktir.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُنْذِرٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru مُنْذِرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
مُنْذِرٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالَ الْـكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْـكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Mekulü’l-kavli, هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. شَيْءٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. عَج۪يبٌ kelimesi شَيْءٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle takdir edilen harfi cerle birlikte عَجِبُٓوا fiiline mütealliktir.
عَجِبُٓوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
مِنْهُمْۘ car mecruru, جَٓاءَهُمْ fiilinin faili olan مُنْذِرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
مِنْهُمْ car mecrurundaki zamir عَجِبُٓوا fiiline aittir ve onların nevinden, yani insan cinsindendir. (Âşûr)
Müsnedün ileyh olan مُنْذِرٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve nev ifade etmiştir.
فَقَالَ الْـكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ
Cümle, atıf harfi فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zamir makamında tahkir amacıyla kâfirlerin zahir olarak zikredilmesinde, iltifat ve ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatları vardır.
وَقَالَ الْكَافِرُونَ [Kâfirler dediler.] cümlesinde zamirin yerine isim kullanılmıştır. İnkâr suçunu kâfirler üzerine tescil etmek için قالوا yerine وَقَالَ الْكَافِرُونَ denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَج۪يبٌ kelimesi شَيْءٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması kâfirlerin, işaret ettikleri şeyi hakir gördüklerini belirtir. Duruma işaret edilen işaret ismi هٰذَا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
عَج۪يبٌ - عَجِبُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباًۚ ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباًۚ
Hemze istifham harfidir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup, mahzuf cevaba müteallik mahallen mansubdur. Takdiri, نرجع veya فهل نرجع (Döneriz veya döner miyiz?) şeklindedir.
اِذَا , vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِتْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِتْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. كُنَّا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamir كُنَّا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباًۚ kelimesi كُنَّا ‘nın haberi olup lafzen mansubdur.
ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
رَجْعٌ haber olup lafzen merfûdur. بَع۪يدٌ kelimesi رَجْعٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباًۚ
Şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Şart cümlesi olan مِتْنَا , zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اِذَا , takdiri نرجع veya فهل نرجع (Döneriz veya döner miyiz?) olan mahzuf cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
كُنَّا تُرَاباً cümlesi, şart cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
وَكُنَّا تُرَاباًۚ ifadesi, ölmekten kinayedir. Önceki ifadeyi tekid etmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. رَجْعٌ haberdir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekmenin yanında tahkir ifade eder.
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhâtabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَع۪يدٌ kelimesi رَجْعٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ [Bu, uzak bir dönüştür.] ifadesi istifhâmdan kastedilen istib’ad manasını açıklamaktadır. Çoğu kez, edatlarla böyle bir karine gelmeksizin, bu belâgî manalar kelamın siyakından elde edilir. (Sahip Aktaş,Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ [Bu, uzak bir dönüştür.] dediler. Buradaki uzaklıktan maksat, vehimden, âdetten, imkândan ve doğruluktan uzak olması olabilir. Yani, bizim toprağımızı diğer topraktan ayırmak mümkün olmadığı için, diriltilme olayı gerçekleşecek değildir, anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَف۪يظٌ
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. عَلِمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَنْقُصُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.
تَنْقُصُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاَرْضُ fail olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir.
وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَف۪يظٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. عِنْدَنَا izafeti, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِتَابٌ muahhar mübbteda olup lafzen merfûdur. حَف۪يظٌ kelimesi كِتَابٌ ‘ ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَف۪يظٌ kelimesi mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekîd harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâğat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekîd ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلِمْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَنْقُصُ الْاَرْضُ [arz eksiltir.] ifadesinde mecazî isnad vardır. Burada تَنْقُصُ fiili, mecâz-ı aklî yoluyla الْاَرْضُ kelimesine isnad edilmiştir. Hakiki fail arz değil Allah Teâlâ’dır. Hakiki fail ile arz arasında bir mülâbeset vardır. Bunun için sebebiyet alakası ile mecâz-ı mürseldir.
وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَف۪يظٌ
Cümle وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عِنْدَنَا mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِتَابٌ muahhar mübtedadır.
حَف۪يظٌ kelimesi كِتَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
حَف۪يظٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عِنْدَنَا izafeti muzâf için tazim ifade eder.
عَلِمْنَا (Bilmekteyiz) ifadesi onların öldükten sonra dirilmeyi akıldan uzak görmelerine bir cevaptır; çünkü ilmi, toprağın ölülerin bedenlerinden ne eksilttiğini, et ve kemiklerinden ne yediğini bilecek kadar dakik olan Zât, ilkin (yaratmış) olduğu gibi onları diri olarak tekrar geri getirmeye de kadirdir. Peygamberin (sav) “Ademoğlunun kuyruk sokumu hariç her şeyi çürür.” dediği rivayet edilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, XV, 323) (Keşşâf)
كِتَابٌ حَف۪يظٌ şeytanlardan ve değişiklikten korunan kitap yani Levh-i Mahfuz’dur. Yahut kendisine tevdi edilen ve içerisinde yazılan her şeyi koruyan kitaptır. (Keşşâf)بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْحَقِّ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لمّا جاءهم الحقّ كذّبوا به (Onlara hak geldiğinde onu yalanladılar.) şeklindedir.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اَمْرٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مَر۪يجٍ kelimesi اَمْرٍ ‘ün sıfatı olup kesra ile mecrurdur. مَر۪يجٍ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal içindir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
بِالْحَقِّ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir.
لَمَّا , kelimesi حين manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ şeklindeki şart cümlesi لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Allah Teâlâ ayeti kerimede, vukuu beklenen hallerde kullanılan لَمَّا edatını getirdi. Böylece kâfirlerin, o hakkı, şanının yüceliğini ve hakikatına şahit olan îcazını bile bile sırf kıskançlık ve azgınlık olarak yalanladıklarına işaret etti. (Rûhu’l Beyân)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, كذّبوا به (onu yalanladılar.) şeklindedir.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)
فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ cümlesi atıf harfi فَ ile كَذَّبُوا بِالْحَقِّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ٓي اَمْرٍ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
مَر۪يجٍ kelimesi, اَمْرٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَر۪يجٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مَر۪يجٍ lafzının, onların zan ve kesin kararları için kullanılması, o kesin kararların doğru olmayışını gösterir. Çünkü doğru olan kesin şey değişmez. Ama onlardan kaynaklanan bu kesin şeylerin ise, değişmesi kaçınılmazdır. Binaenaleyh onların işleri muzdarip, birbirine girmiş ve tutarsız haldedir. Ama Allah'ın imana muvaffak kıldığı mümin böyle değildir. Çünkü onun inancında tereddüt yoktur ve inancında ihtimaller yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَمْرٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü durum, işler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır. (Âşûr)
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ [Bilakis onlar hakkı yalanladılar.] ifadesi; Allah ayetlerini ve mucizelerle desteklenmiş olan Peygamberini yalanlamadır. Önceki ayette ifade edilen hayret etmelerinden daha kötü ve çirkin şey yaptıklarını açıklamak için, önceki konuyu bırakıp bunu vurgulamak maksadıyla, idrâb için olan بَلْ edatı kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
[Hatta, (…) yalanladılar.] cümlesi daha önce 2. ayette geçen بَلْ ’den sonra getirilmiş ikinci bir idrâb olup yeniden dirilişe hayret etmekten daha çirkin bir şey ortaya koyduklarını -yani mucizelerle kesinlik kazanmış peygamberlik demek olan hakkı, hiç düşünüp taşınmadan, onunla karşılaşır karşılaşmaz yalanladıklarını- göstermektedir. (Keşşâf)اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَلَمْ |
|
|
2 | يَنْظُرُوا | bakmadılar mı? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | السَّمَاءِ | göğe |
|
5 | فَوْقَهُمْ | üstlerindeki |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | بَنَيْنَاهَا | onu bina ettik |
|
8 | وَزَيَّنَّاهَا | ve onu süsledik |
|
9 | وَمَا | ve yoktur |
|
10 | لَهَا | onun |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | فُرُوجٍ | çatlağı |
|
اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri ,أغفلوا (Gaflet ettiler mi?) şeklindedir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَنْظُرُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى السَّمَٓاءِ car mecruru يَنْظُرُٓوا fiiline mütealliktir.
فَوْقَ mekân zarfı, السَّمَٓاءِ ‘nın mahzuf haline müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَيْفَ istifham ismi بَنَيْنَاهَا ‘daki gaib zamirin hali olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَنَيْنَاهَا fiili السَّمَٓاءِ ‘da bedel olup mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَنَيْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
زَيَّنَّاهَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا nefy harfi, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. فُرُوجٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
زَيَّنَّاهَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ
Hemze istifham harfidir. لَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ cümlesi فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا ...(Gaflet mi ettiler?) şeklindedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hak Teâlâ'nın burada نظر (baktı) fiilini, Ahkâf Suresinde ise رأي (gördü) fiilini kullanmasında ise bir incelik vardır: Onlar, "Bu, uzak bir dönüştür" ' sözleriyle, dirilişi akıldan uzak bir ihtimal görünce, Allah (cc) da onların bunu akıldan uzak görmelerini, olmayacak bir görüş olarak görüp, نظر fiiliyle "Göğe bakmadılar mı?" buyurmuştur. Çünkü نظر fiili, رأي fiilinden aşağıdır. Binaenaleyh buradaki "bakma" adeta, dirilişin inkârına dair bir bilginin bulunmasıyla ilgili olmuştur. Dolayısıyla uzak görme, uzak görmeye karşılık olsun diye, burada görme fiilini kullanmaya gerek olmamıştır. Orada ise, kâfirlerden böyle bir inkâr henüz südur etmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
İnkârî istifham uslûbu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 127)
اِلَى السَّمَٓاءِ car mecruru, اِلَى harfi ceriyle birlikte يَنْظُرُٓوا fiiline mütealliktir. فَوْقَهُمْ mekan zarfı, اِلَى السَّمَٓاءِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِلَى السَّمَٓاءِ ‘den bedel olan كَيْفَ بَنَيْنَاهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَيْفَ istifham harfi, بَنَيْنَا fiilinin zamirinden halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen وَزَيَّنَّاهَا cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle بَنَيْنَاهَا cümlesine atfedilmiştir. بَنَيْنَا ve زَيَّنَّاهَا fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ cümlesi, زَيَّنَّاهَا fiilinin mef’ûlünden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ فُرُوجٍ , muahhar mübtedadır.
فُرُوجٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
كَيْفَ ile hemze arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ
وَ istînâfiyyedir. الْاَرْضَ mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, مَدَدْنَا (uzattık) şeklindedir.
Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir. (M.Meral Çörtü, Nahiv, s.282)
مَدَدْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَلْقَيْنَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ف۪يهَا car mecruru اَلْقَيْنَا fiiline mütealliktir. رَوَاسِيَ mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْبَتْنَا atıf harfi وَ ‘la مَدَدْنَا ‘ya matuftur. ف۪يهَا car mecruru اَنْبَتْنَا fiiline mütealliktir. مِنْ كُلِّ car mecruru اَنْبَتْنَا ‘daki mef’ûlün mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, أنبتنا نباتا من كلّ زوج، أو أنواعا من كلّ زوج (Her çiftten bitkiler bitirdik veya her çiftten çeşit çeşit) şeklindedir.
زَوْجٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بَه۪يجٍ kelimesi زَوْجٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ‘dir.
اَنْبَتْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَه۪يجٍۙ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. (Âşûr)
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَرْضَ , iştigal olmak üzere mansubdur. Takdiri مَدَدْنَا (Uzattık, yaydık.) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.
Cümle mahzufla birlikte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir. (M.Meral Çörtü, Nahiv, s. 282)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مَدَدْنَاهَا cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir.
وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle مَدَدْنَاهَا cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan رَوَاسِيَ ‘ye takdim edilmiştir.
وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ cümlesi aynı üslüpta gelerek yine مَدَدْنَاهَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ف۪يهَا car mecruru اَنْبَتْنَا fiiline, مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ car mecruru ise اَنْبَتْنَا fiilinin mahzuf mef’ûlünün mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, نبتنا فيها نباتا كائناً من كلّ زوجن (Her çiftten olmak üzere orada bitkiler yetiştirdik) şeklindedir. Mef’ûlün ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ كُلِّ زَوْجٍ sözündeki مِنْ tekid için ziyadedir. مِنْ olumsuzluk dışında ziyade olarak nadiren gelir. مِنْ harfi ile tekid edilmesinden maksad; insanın yeniden yaratılmasını imkansız gören kişileri; yeryüzündeki her türlü şeyi Allah’ın yarattığını inkâr eden kimsenin konumuna getirmektir. Bu yüzden bu cümle tekid edilmiştir. Çünkü kelam müşrikler hakkındadır. Taha suresindeki ayet ise tekidli gelmemiştir. فَأنْبَتْنا بِهِ أزْواجًا مِن نَباتٍ شَتّى (TaHa/53) (Âşûr)
بَه۪يجٍ kelimesi زَوْجٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. بَه۪يجٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayette, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الْاَرْضَ - رَوَاسِيَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ
Ayet, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذِكْرٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لِكُلِّ car mecruru ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir.
عَبْدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُن۪يبٍ kelimesi عَبْدٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ
Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. تَبْصِرَةً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ car mecruru ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. مُن۪يبٍ kelimesi عَبْدٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُن۪يبٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَبْدٍ ‘deki nekrelik, kesret ve tazim içindir.
تَبْصِرَةً ve ذِكْرٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكاً فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِۙ
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكاً فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. نَزَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru نَزَّلْنَا fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُبَارَكاً kelimesi مَٓاءً ‘nin sıfatı olup fetha ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْبَتْنَا atıf harfi وَ ‘la نَزَّلْنَا ‘ya matuftur. اَنْبَتْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اَنْبَتْنَا fiiline mütealliktir.
جَنَّاتٍ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
حَبَّ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَص۪يدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نَزَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَنْبَتْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُبَارَكاً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i mef’ûlüdür.وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكاً فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِۙ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la 7. ayetteki istînâf cümlesine (mukadder مددنا ) atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَزَّلْنَا fiiline müteallik car-mecrur مِنَ السَّمَٓاءِ , ihtimam için, mef’ûl olan مَٓاءً ‘e takdim edilmiştir.
مُبَارَكاً kelimesi مَٓاءً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupta gelen فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِه۪ car mecruru اَنْبَتْنَا fiiline mütealliktir. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. جَنَّاتٍ kelimesi اَنْبَتْنَا fiilinin mef’ûlüdur.
مَٓاءً kelimesindeki tenvin tazim ifade eder.
السَّمَٓاءِ - مَٓاءًۘ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayette, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eden fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
نَزَّلْ fiili, kurtarmanın acil olmadığı durumlarda, أنزل fiili ise kurtarmanın acil olduğu durumlarda kullanılır. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 4, s. 205)
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ
النَّخْلَ atıf harfi وَ ‘la جَنَّاتٍ ‘e veya حَبَّ ‘ye matuftur. بَاسِقَاتٍ kelimesi hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. لَهَا طَلْعٌ cümlesi النَّخْلَ ‘in ikinci hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. طَلْعٌ muahhar mübteda olup lafzen mecrurdur.
نَض۪يدٌ kelimesi طَلْعٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
نَض۪يدٌ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَاسِقَاتٍ kelimesi, sülasi mücerredi بسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ
Önceki ayetin devamı olan cümlede النَّخْلَ , önceki ayetteki جَنَّاتٍ ’e matuftur. بَاسِقَاتٍ haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. Hali mukadderadır.
لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ cümlesi النَّخْلَ ‘nin ikinci halidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. طَلْعٌ , muahhar mübtedadır.
نَض۪يدٌ kelimesi طَلْعٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede müsnedün ileyh olan طَلْعٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.
Hurma ağacının بَاسِقَاتٍ (uzayan) kelimesi ile nitelenmesinin sebebi: Fidanlar ilk dikildiğinde kısa olduğu halde, sonra uzamasıdır. Bu kelimenin, ”yüklü" anlamında kullanılmış olması da muhtemeldir. (Rûhu’l Beyân)
Hurma ağaçları da, daha önce zikredilen bahçelere dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, diğer meyve ağaçları içinde onun üstünlüğünü beyan etmek içindir. İkisinin arasında taneleri zikretmek de, hurma ağaçlarının, diğer meyve ağaçlarından ayrı ve imtiyazı olduğunu tekid etmek içindir. (Ebüssuûd-Âşûr)
نَض۪يدٌ (birbiri üstüne dizilmiş) ifadesiyle ya tomurcukların çokluğu ve yığın yığın oluşu ya da içerdiği meyvelerin çokluğu kastedilmiştir. رِزْقاً (rızık olsun diye) kelimesi اَنْبَتْنَا (bitirdik) fiilinin mef‘ûlu mutlakı olmak üzere mansubdur; çünkü انْبَات da rızık verme anlamındadır. Ya da mef‘ûlun leh olmak üzere mansubdur; yani bunları bitirdik ki kendilerini besleyelim. (Keşşâf)رِزْقاً لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۜ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ
رِزْقاً لِلْعِبَادِۙ
رِزْقاً hal konumunda olup fetha ile mansubdur. Takdiri, مرزوقا (Rızık olarak) şeklindedir. لِلْعِبَادِ car mecruru رِزْقاً ‘a mütealliktir.
وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 9.ayetteki اَنْبَتْنَا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir. اَحْيَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اَحْيَيْنَا fiiline mütealliktir. بَلْدَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَيْتاً kelimesi بَلْدَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْيَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi كَذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَ harf-i cerdir. مثل ‘gibi’ demektir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْخُرُوجُ haber olup lafzen merfûdur.
رِزْقاً لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۜ
رِزْقاً kelimesi hal konumundadır. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Âşur, فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ fiilinin mef’ûlun lieclihi olduğu görüşündedir.
رِزْقاً kelimesi اَنْبَتْنَا fiilinin mef’ûlu mutlakı olmak üzere mansubdur. Çünkü inbât (bitirmek) de rızık verme anlamındadır. Ya da mef‘ûlun leh olmak üzere mansūbdur; yani bunları bitirdik ki kendilerini besleyelim demektir. (Keşşâf)
Bu cümle, bitirdik, yetiştirdik anlamlarına gelen فَاَنْبَتْنَا fiilinin sebebidir. Bu, kula gerekli olan şeylerle faydalanmasının düşünme yoluyla olmasına dikkat çekmektir. Bir şeye ibretle bakmak, ondan rızık olarak faydalanmaktan daha mühimdir. Hurma tomurcuklarının birbirleri üzerine binmesinden maksat, ya gerçek anlamındadır veya ondaki meyve çokluğundan kinayedir. (Rûhu’l Beyân)
Allah Teâlâ önceki ayette, "Taatımıza dönen her bir kulun kalp gözünü açmak, (تَبْصِرَةً ) ve ona ibret vermek (ذِكْرٰ ) için" buyurmuş ve kulu, (مُن۪يبٍ) (taata dönen) olarak nitelemiş, göğün yaratılışını böyle muhlis kulları için bir تَبْصِرَةً (hüccet) saymış ve mutlak manada bütün kullar için bir rızık" buyurmuştur. Çünkü rızık, herkes için söz konusudur. Fakat ancak munîb olan kullar, o nimet vereni hatırlayıp, O'na şükrederek yer-içerler, diğerleri ise, tıpkı hayvanların yediği gibi yer-içerler. İşte bu sebeple, Cenab-ı Allah rızkın, genel olarak bütün kullar için olduğunu belirtir. (Fahreddin er-Râzî)
لِلْعِبَادِۙ car mecruru رِزْقاً ’a mütealliktir.
اَحْيَيْنَا cümlesi atıf harfi وَ ‘la 9. ayetteki … اَنْبَتْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
مَيْتاً kelimesi بَلْدَةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. بَلْدَةً ‘deki nekrelik kesret ve nev ifadesi içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan بَلْدَةً ‘e takdim edilmiştir. بِه۪ ‘deki بِ harf-i ceri sebebiyet ifade eder.
اَحْيَيْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَحْيَيْنَا - مَيْتاًۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بَلْدَةً مَيْتاًۜ aklî mecaz vardır. Belde, مَيْتاًۜ ‘le vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Belde, ölümlü bir canlıya benzetilmiştir. Aslında ölmüş olan belde değil, oradaki bitkilerdir.
Bu ayette teşbih-i mürsel ve mücmel vardır. Ölülerin yeniden ihya edilerek kabirden çıkarılması, kurumuş ölü topraktan yağmur ile bitkilerin çıkarılmasına benzetilmiştir. Yani Allah (cc) yağmur indirmek suretiyle kurumuş toprakları ihya ettiği gibi bir gün hesap için kabirlerde çürüyüp toprak olmuş bedenleri de elbette yeniden ihya edecektir. Bu O’nun güç ve kudretine uzak değildir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü‟t-Tevîl)
Ayetteki ‘ölü’ anlamına gelen مَيْتاًۜ kelimesi, müennes olan بلدةً kelimesinin sıfatı olmasına rağmen, ”beled" ve ”mekân"a itibarla müzekker olarak kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân- Âşûr)
كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden, mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur كَذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْخُرُوجُ , muahhar mübtedadır.
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ [Çıkış da böyledir.] ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Ölülerin diriltilmesi ifadesinde ölü, yeryüzünden bitkilerin çıkarılmasına benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
Yine bu ayetteki ذٰلِكَ , yukarıdaki ayette geçen ölü toprağı ihya etmeye işarettir. Yani nasıl ki biz ölü toprağı ihya edip diriltiyoruz, öyle de çürüyüp toprak olmuş bedenleri ihya edip kabirlerden çıkaracağız. Bu ifade ile beraber muşârun ileyh olan öldükten sonra yeniden diriltmeyi yüceltme manası da vardır. (İbn Aşûr, Tefsirü’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr)
Burada insanların kabirden çıkarılması خُرُوجُ ile tabir edilirken 9. ayette bitkilerin yerden çıkarılması انْبَات olarak tabir edilmiştir. Maksat şudur: انْبَات ‘ın şanını yücelterek müşriklerin imkansız gördüğü yeniden dirilişin daha kolay bir hadise olduğunu mukayese yoluyla insanların nazarına yaklaştırmak ve daha kolay anlaşılmasını sağlamaktır. (İbn Aşûr, Tefsiru't-Tahrîr ve’t-Tenvîr)
رجع ve إخراج rücûun ve hurûcun (dönüşün ve çıkışın) bir sebebi gibidirler. Sebep bulunmadığında ise, müsebbep (sonuç) kesinlikle bulunmaz. Ama, sebep bulunur da, bazan bir engelden dolayı netice, meydana gelmez. Nitekim sen, mecazî de olsa, "Onu kırdım, ama kırılmadı.." dersin. Netice bulunduğunda ise, sebep de haliyle mutlaka bulunur. Ama, netice olmadığında, az önce de bahsettiğimiz gibi, sebep de olmaz. Bu demektir ki onlar, sebebin varlığını inkâr etmişler ve onu nefyedip kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla da, sebep kesinkes bulunmayınca, neticede bulunmamıştır. Bundan dolayı onlar, her iki durumu birden inkâr etmiş ve bu hususta aşırı gitmişlerdir. Çünkü, sebebi kabul etmemek, neticeyi kabul etmemek demektir. İşte bu sebeple, onlar nasıl ki, çıkartmayı kabul etmemek suretiyle bu iki hususu toptan reddetmişlerse, Allah Teâlâ da, bu iki hususu, hurûç-çıkış ile ispat etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ
Burada adı geçen topluluklar (ümmetler, kavimler, kabileler) tıpkı Mekke müşrikleri gibi peygamberlerini yalanlamış, onlara inanmamış, tevhid inancının yayılmasını engellemek üzere mücadele vermiş, fakat sonunda mağlûp ve perişan olmuşlar, âhiretten önce dünyada cezalarını bulmuşlardır. Bunlar anılarak bir yandan müşrikler uyarılmakta, bir yandan da Peygamberimize moral verilmektedir. Burada anılan topluluklar hakkında aşağıda gösterilen yerlerde bilgi verilmiştir:
Nûh kavmi: Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25; Ress (Arabistan’ın orta bölgesinde yaşamış, Semûd kavminin Nabatî koluna bağlı bir topluluktur): Furkan 25/38; Semûd (Âd kavminin bir kolu olup Kur’an’ın atıf yaptığı dönemde Hicaz’ın Suriye sınırına yakın bir yerinde oturuyorlardı): A‘râf 7/73; Lût’un kardeşleri (Lût peygamberin mensup bulunduğu topluluk kastedildiği için bu ifade kullanılmıştır): Hûd 11/70; Hicr 15/61-62; Eyke halkı (Tevrat’ta Midian şeklinde geçen Medyenliler’dir): Şuarâ 26/176-177; Tübba‘: Duhân 44/37; Âd: A‘râf 7/65; Firavun: A‘râf 7/103; Yûnus 10/75-93; Tâhâ 20/25.
\Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 106-107كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قَبْلَهُمْ zaman zarfı, كَذَّبَتْ fiiline müteallik olup mansubdur.
قَوْمُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَصْحَابُ الرَّسِّ atıf harfi وَ ‘la قَوْمُ نُوحٍ ‘e matuftur. الرَّسِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ثَمُودُۙ atıf harfi وَ ‘la قَوْمُ نُوحٍ ‘e matuftur.
كَذَّبَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı قَبْلَهُمْ , konu onlarla ilgili olduğu için, fail olan قَوْمُ نُوحٍ ’e takdim edilmiştir.
كَذَّبَتْ fiilinde cem’, قَوْمُ نُوحٍ , اَصْحَابُ الرَّسِّ , ثَمُودُۙ , عَادٌ , فِرْعَوْنُ ve اِخْوَانُ لُوطٍۙ şeklinde kavimlerin sayılmasında taksim sanatı, yani cümlede, cem' ma’at-taksim sanatı vardır.
Fiilin müennes gelmesi قَوْمُ kelimesinin çoğul anlamı sebebiyledir.
Âd, Semûd ve Lût kavminin inkârı gibi, Nûh kavminin inkârı da Kur’ân’da çok tekrarlanır. Ancak en çok tekrarlanan كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ cümlesidir. Çünkü Nûh kavmi bütün kavimlerin köküdür. Onlardan sonra inkâr edenler Nûh (as) ile gemide taşınmış olan müminlerdir. Ancak küfür, ne kadar da süratle iman ehline ve İbrahim (as) soyuna yayılmıştır! Bu sözler Allah yoluna engel olan kavminin haline üzülen Peygamber Efendimizi (sav) teselli için gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 73)وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ
عَادٌ ,فِرْعَوْنُ ve اِخْوَانُ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la قَوْمُ نُوحٍ ‘e matuftur. لُوطٍۙ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ
Önceki ayetin devamı olan ayette sayılan isimler, önceki ayetteki قَوْمُ ‘ya matuftur.
لُوطٍۙ kelimesinin muzafı olan اِخْوَانُ da قَوْمُ ‘ya matuftur.وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَع۪يدِ
وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ
اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ ve وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la قَوْمُ نُوحٍ ‘e matuftur.
كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَع۪يدِ
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. كَذَّبَ الرُّسُلَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرُّسُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. وَع۪يدِ fail olup, mütekellim zamiri ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek ve fasılaya riayet için دِ harfinin harekesi esre gelmiştir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَع۪يدِ
اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ ve قَوْمُ تُبَّعٍۜ atıf harfi وَ ile önceki ayete atfedilmiştir.
Eyke halkı Şuayb (as)’ın kavmidir. Eyke kelimesi, birbirlerine dolanmış yoğun ağaçlar anlamındadır. O ağaçların çoğu hurma ağacına benzeyen mukl denilen ağaçtır. (Ebüssûud)
كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُلٌّ mübteda, كَذَّبَ الرُّسُلَ cümlesi haberidir.
Cümlede müsnedin ileyh olan كُلٌّ kelimesinin nekra gelmesi tahkir ve kesret ifade etmiştir.
كُلٌّ kelimesinin tenvini muzâfun ileyhden ıvazdır. Yani كُلُّ أُولَئِكَ (onların hepsi) anlamındadır. (Âşûr)
Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَ , atıf harfidir. فَحَقَّ وَع۪يدِ cümlesi makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki وَع۪يدِ ibaresinin sonundaki kesra, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sının hazf edilmesi fasılaya riayet ve fazla sözden sakınmak içindir. (Âşûr)
‘’Tehdidim kesinleşmiş ve başlarına inmişti’’ ifadesindeki tehdit, Allah’ın, azap edeceğine ilişkin sözüdür. Bu ifadede Hz. Peygamber için teselli, inkâr edenler için de tehdit vardır. (Keşşâf)
اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِۜ بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟
“İlk yaratışta acze düştük mü?” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, “İlk yaratma sebebiyle yorgun mu düştük?” diye çevirmek de mümkündür. Bu takdirde, Allah’ın evreni altı günde yarattığı ve yorulduğu için yedinci gün dinlenmeye çekildiği” şeklindeki yahudi inancı, ileride 38. âyette gelecek olan açık ifadeden önce burada da üstü kapalı olarak reddedilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 107اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِۜ
Hemze istifham harfidir. Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أبدأنا الخلق الأول فعيينا به؟ (İlk yaratılışı biz yaptık da yorulduk mu?) şeklindedir.
عَي۪ينَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِالْخَلْقِ car mecruru عَي۪ينَا fiiline mütealliktir. الْاَوَّلِ kelimesi خَلْقِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir.Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar:Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat.Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي لَبْسٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
مِنْ خَلْقٍ car mecruru لَبْسٍ ‘e mütealliktir. جَد۪يدٍ۟ kelimesi خَلْقٍ ‘nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِۜ
Hemze inkârî istifham harfidir. لَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ cümlesi فَ atıf harf ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أبدأنا الخلق الأول (İlk yaratılışı biz yaptık da…) şeklindedir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkari istifham, فَ atıf harfidir. İstinafiyye olması da caizdir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüb ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
بِالْخَلْقِ car mecruru عَي۪ينَا fiiline mütealliktir. الْاَوَّلِ kelimesi, خَلْقِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ idrab harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي لَبْسٍ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
مِنْ خَلْقٍ car mecruru لَبْسٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَبْسٍ ve خَلْقٍ ’deki tenvin nev ifade eder. مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟ ’deki مِنْ harfi ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
جَد۪يدٍ kelimesi خَلْقٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Önemine binaen yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟ ifadesi, baas gününden kinayedir.
ف۪ي لَبْسٍ ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. لَبْسٍ içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. İnkarcılarla, şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
خَلْقٍ جَد۪يدٍ ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı “kesmek” anlamındaki جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgahtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman قَدْ جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ (ayeti) ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgahından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları, Rad Suresi 5)
Şayet مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟ (yeniden yaratılış) ifadesi neden nekire getirildi? الْخَلْقِ الْاَوَّلِ (birinci yaratma) gibi o da marife getirilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Nekre getirilmesiyle bu yeni yaratılışın büyük bir öneme sahip ve çetin bir durum olduğunu, her duyanın onu önemsemesi ve endişe duyması, onu araştırması ve o konuda kafası karışık olarak oturmaması gerektiğini ifade etmek amaçlanmıştır. (Keşşâf)
Ülkemizde, Allah’ın kelamına gösterilen hürmetin ve saygının çok güzel olmasının yanında, bu hususta aşırıya kaçan kimimiz için yükseklere koyalım çoluk çocuğun elinde oyuncak olmasın derken hayatın içinden uzaklaştırılmış.
Ufak bir misal vermek gerekirse: Kniest Sendromu adındaki rahatsızlığımdan dolayı boyum her zaman normalin çok altındaydı. Kur’an-ı Kerim’i okumayı çok küçük yaşta öğrendim. Mekke ve Medine’deyken, büyük boy Kur’an alıp okumaktan çok keyif alırdım. Ancak, boyum ve yaşım arasında uyum olmadığı için her seferinde Türk olduğunu anladığımız teyzeler, hiçbir şey demeden, Kur’an’ı elimden alır ve götürürlerdi. Çocukluğun verdiği heyecanla, uzaklaşmalarını bekler ve tekrar gider alırdım. Bir defasında hatırlıyorum, annem teyzelerden birini durdurmuş; oyun oynamadığımı, okumayı bildiğimi söylemiş ve bana da okutmuştu. Teyze, gözleri dolarak kendisinin okumayı bilmediğini ifade etmiş ve bana dualar etmişti.
Bu tür koruma davranışlarında, edep niyetinden dolayı tatlılık payı olduğunu düşünsem de, çok da doğru bir yaklaşım olmadığını biliyordum. Zira; saygı, sevgiye ya da yakınlığa mani olacak bir hal değildi. Allah’ın kelamına hayatın içinde, devamlı ihtiyacımız vardı. Onu tanımak için onunla haşır neşir olmamız ve onu kalbimizde taşıyabilmek için de önce yanımızda taşımamız gerekiyordu.
Ey Allahım! Şanı yüce Kur’an-ı Kerim’i gönderdiğin ve bize inanarak okumayı nasip ettiğin için hamd olsun. Biz, ondan kitap olarak razıyız. Senin izninle, o da, mahşer günü, bizden razı bir şahit olsun.
Ey Allahım! Yeryüzünün dağlarını sarsılmaz kıldığın gibi imanımızı sağlamlaştır. Ölü toprakları, yağmurlarla canlandırdığın gibi bizi Senin rızana ulaştıracak hayırları ve kalbimizin halini dirilt ve dinçleştir.
Ey Allahım! Göklerdeki ve yeryüzündeki ayetlerinle aydınlananlardan ve hakikati hatırlayanlardan eyle. Kelamını okuyanlardan, onunla amel edenlerden, üzerinde düşünenlerden, hayatına işleyenlerden ve onda gizlenen nice hayırlarla ömrü bereketlenenlerden eyle.
Amin.
***
Allah’ın yolundan uzaklaşan bir insan garipleşir. Yalnızlaşır ve tuhaflaşır. Olaylara ve gerçeklere olan yaklaşımı batıllaşır. Gördüklerini ve işittiklerini yanlış değerlendirir. Bilgileri nefsinin süzgecinden geçirme hatasına düşer. Kendisini de, içinde yaşadığı alemi de keyfine göre yorumladığı sığ boyuttan ibaret zanneder. Bunun sonucunda da batıla sarılır, hakikati ise itekler.
Allah’ın yolundan uzaklaşan ne kadar gariptir. Eninde sonunda yaşadığı ve yaptığı her şeyin boşa gideceğini kabullenir de dünyaya bir kere geliyoruz düşüncesiyle avunur. Halbuki bir bilse Allah için yaşamak, Allah’a sığınmak ve Allah’ın adını muhabbet ile anmak ne lezzetlidir. Karanlıklarla sesini boğmadan dinlese kalbini, o rabbi olan Allah’a yaklaşma arzusuyla doludur.
Zorlukları kolaylaştıran, huzursuzlukları gideren ve yaraları iyileştiren kulun Allah’a olan yakınlığıdır. Yalnızlıktan kurtaran, karanlığı söndüren ve ümitsizliği dindiren kulun Allah’a sımsıkı sarılmasıdır. Kalbi doyuran, zihni dinlendiren ve benliği canlandıran kulun Allah’a duyduğu muhabbetidir. Yoksa insan eksiktir. İçi ve dışı dolduramadığı boşluklardan ibarettir.
Ey Allahım! Dost Sensin. Muhabbet Sensin. Hakikat Sensin. Senin kudretinle zorluklar kolaylaşsın, huzursuzluklar gitsin ve yaralar iyileşsin. Senin rahmetinle yalnızlık dostluğa, karanlık aydınlığa ve ümitsizlik selamete kavuşsun. Senin muhabbetinle kalplerimiz doysun, zihinlerimiz dinlensin ve benliklerimiz canlansın. Yaşadığımız her gün bizi Senin dostluğuna ve Senin rızana ve Senin muhabbetine daha da yaklaşan ve ahirette de Sana kavuşan kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji