بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | خَلَقْنَا | biz yarattık |
|
3 | الْإِنْسَانَ | insanı |
|
4 | وَنَعْلَمُ | ve biliriz |
|
5 | مَا | ne |
|
6 | تُوَسْوِسُ | fısıldadığını |
|
7 | بِهِ | ona |
|
8 | نَفْسُهُ | nefsinin |
|
9 | وَنَحْنُ | çünkü biz |
|
10 | أَقْرَبُ | daha yakınız |
|
11 | إِلَيْهِ | ona |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | حَبْلِ | şah damarı- |
|
14 | الْوَرِيدِ | şah damarı- |
|
Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler karşısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır.
Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.
Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.
27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”
35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. وَ haliyyedir. نَعْلَمُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, نحن ‘dur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تُوَسْوِسُ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
تُوَسْوِسُ damme ile merfû muzari fiildir. بِه۪ car mecruru تُوَسْوِسُ fiiline mütealliktir. نَفْسُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَقْرَبُ haber olup lafzen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir. مِنْ حَبْلِ car mecruru اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْوَر۪يدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَقْرَبُ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الإنْسانُ kelimesinin başındaki lam-ı tarif cins manasında istiğrak ifade eder ve bütün insanları kapsar. Fakat burada ilk kastedilen müşriklerdir. Çünkü bu haberin muhatapları onlardır ve korkutma manasında tariz için gelmiştir. (Âşûr)
وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَعْلَمُ , takdiri نحن (Biz) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Müsnedün ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَلَقْنَا ve نَعْلَمُ fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
نَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek has ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , durumun ona ait olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِه۪ ’deki بِ harfi, صوَّت بِكذا (şununla seslendi) ve همس بكذا (şunu fısıldadı) ifadelerindeki بِ gibidir. بِ ’nın تُوَسْوِسُ (vesvese veriyor) fiillini müteaddî kılması, sonundaki ه۪ zamirinin insana raci olması da mümkündür; yani, ما تجعله مُتوسوِساً (nefsinin kendisini vesveseci kılmasını -da biliriz- demektir. Bu durumda ما masdariye olur [başına geldiği fiili mastara çevirir.] Çünkü Araplar, حدَّث نفسه بكذا (insan nefsine şunu anlattı) ve حدثَتْه به نفسُهُ (nefsi ona şunu anlattı) derler. (Keşşâf)
Nefsin vereceği vesveseden murad nefse, kalbe, akla gelen şeylerdir. Burada ilmi yakınlığın, zati yakınlık olarak ifade edilmesi mecazidir. Zira zati yakınlık, ilmi yakınlığı gerektirmektedir. Şah damarı, son derece yakınlık konusunda misal olarak zikredilmektedir. (Ebüssuûd)
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نحن mübteda, اَقْرَبُ haberdir. اَقْرَبُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp gayri munsariftir.
اِلَيْهِ ve مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ car mecrurları اَقْرَبُ ’ye mütealliktir.
Bu cümlede istiare-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, kulların hallerini ve akıllarından geçen şeyleri bilmesini, kalplere yakın olan şah damarına benzetmiştir. Bu; istiare yoluyla, yakınlığı temsili olarak ifade etmektir. Arapların şu sözüne benzer: هو مني مقيد القبلة وهو مني مقيد الإزار (O bana, doğum yaptıran ebenin oturduğu yer gibidir. O bana eteğin bağlandığı yer gibidir.) Yani son derece yakındır. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ cümlesi نَعْلَمُ fiilinin fail zamirinden hal cümlesidir.(Âşûr)
Ayetteki, "Biz ona şah damarından daha yakınız" ibaresi de, Allah'ın ilminin mükemmel oluşunu anlatan bir ifadedir. وَر۪يدِ , içinden kanın geçtiği ve bedenin her bir parçasına ulaştığı damar demektir. Allah Teâlâ, işte insana ilmi ile bundan daha yakındır. Çünkü o damarı etin örtmesi mümkündür. Ama Allah'ın ilmini hiçbir şey kapayıp perdeleyemez. Şöyle de denilebilir: Biz, bu husustaki kudretimiz yegâne oluşu ile, insana şah damarından daha yakınız. Onun hakkındaki işlerimiz, hükümlerimiz, tıpkı kanının damarlarında akışı gibi, akar ve geçerlidir. (Fahreddin er-Râzî)اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ
اِذْ zaman zarfı اَقْرَبُ ‘ya müteallik olup mansubdur. يَتَلَقَّى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَلَقَّى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْمُتَلَقِّيَانِ zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.
عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ cümlesi الْمُتَلَقِّيَانِ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
عَنِ الْيَم۪ينِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَنِ الشِّمَالِ car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. قَع۪يدٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
يَتَلَقَّى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi لقي ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُتَلَقِّيَانِ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ
اِذْ zaman zarfı önceki ayetteki اَقْرَبُ ‘ya mütealliktir.
اِذْ kelimesi önceki ayette geçen اَقْرَبُ kelimesinin mamülüdür. İsm-i tafdil fail ve mef’ûlde amel etmese de zarfda amel eder. Dil; diğer kelimelerle değil zarflar ve mecrurlarla daha geniş bir mana ifade eder. (Âşûr)
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
يَتَلَقَّى fiilinin mef’ûlü, sonrasında gelen ما يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إلّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ sözünün delalet etmesi dolayısıyla hazf edilmiştir. Çünkü kişinin her sözü ve ameli hesap edilmektedir. (Âşûr)
مُتَلَقِّيَانِ - يَتَلَقَّى kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُتَلَقِّيَانِ kelimesinin başındaki lam-ı tarif ahid içindir. (Âşûr)
عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ cümlesi الْمُتَلَقِّيَانِ ‘nın halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَنِ الْيَم۪ينِ ve ona matuf olan عَنِ الشِّمَالِ car mecrurları, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. قَع۪يدٌ , muahhar mübtedadır. عَنِ harfinin tekrarı manayı kuvvetlendirir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Cümlede müsnedün ileyh olan قَع۪يدٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ [Onun sağında ve solunda oturan iki melek vardır.] ayetinde îcaz yoluyla hazif vardır. Takdiri, عَنِ الْيَم۪ينِ قَع۪يدٌ عَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ şeklindedir. İkinci قَع۪يدٌ kelimesinden anlaşıldığı için, birincisi hazf edilmiştir. Ayrıca يَم۪ينِ (sağ) ve شِّمَالِ (sol) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ sözündeki قَع۪يدٌ kelimesinin الْمُتَلَقِّيَانِ kelimesinden bedel-i ba’z olması caizdir. (Âşûr)
اليَمِينِ ve الشِّمالِ kelimelerinin başındaki lam-ı tarif ahd içindir. Veya hazf edilen muzâfun ileyhden ivazdır. Takdiri عَنْ يَمِينِ الإنْسانِ وعَنْ شِمالِهِ (İnsanın sağından ve solundan) şeklindedir. (Âşûr)مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ
Lefeza لفظ :
Sözü söylemek, ifade etmek ve anlatmak manasındaki لَفْظٌ sözcüğü bir şeyi ağzından atmak/tükürmek anlamındaki deyimden istiaredir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri lafız ve telaffuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Atede عتد :
عَتادٌ bir şeyi kendisine ihtiyaç duyulmazdan önce biriktirmek ve depo etmektir.
عَتِيدٌ hazır ve hazırlanmış anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de if'al formunda fiil ve bir de isim formunda olmak üzere 16 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَلْفِظُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. قَوْلٍ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. لَدَيْهِ mekân zarfı, يَلْفِظُ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَدَيْهِ mekân zarfı mebni olup, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَق۪يبٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَت۪يدٌ bedel olup damme ile merfûdur.
رَق۪يبٌ - عَت۪يدٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Kasırla tekid edilen, muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْ قَوْل ‘deki مِنْ zaiddir. قَوْل lafzen mecrur olup, mef’ûl olarak mahallen mansubdur.
يَلْفِظُ fiilinin failinden hal olan لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mekan zarfı لَدَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ muahhar mübtedadır.
عَت۪يدٌ kelimesi رَق۪يبٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr fiille hal arasındadır. يَلْفِظُ maksûr/sıfat, hal olan لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ cümlesi maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
يَلْفِظُ - قَوْلٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. سَكْرَةُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِ mülâbese içindir. بِالْحَقّ car mecruru سَكْرَةُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir.
ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ
ذٰلِكَ مَا كُنْتَ cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَا müşterek ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru تَح۪يدُ ‘ye mütealliktir. تَح۪يدُ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَح۪يدُ damme üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
سَكْرَةُ الْمَوْتِ faildir. Müsnedün ileyh izafetle marife olarak az sözle çok anlam ifade etmiştir.
بِالْحَقّ car mecruru سَكْرَةُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. بِ harf-i ceri mülâbeset içindir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
جَٓاءَتْ fiili سَكْرَةُ الْمَوْتِ ’ye nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan ‘’gelmek’’ fiili ölüm sarhoşluğuna isnad edilerek, ölüm bir canlı yerine konmuştur. Bu isnad, aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ [Ölüm sarhoşluğu geldi.] cümlesinde istiare-i tasrihiyye vardır. Yüce Allah, ölmek üzere olan bir kimsenin, ölürken karşılaşacağı sıkıntılı hal için, sarhoşluk manasına gelen سَكْرَةُ kelimesini müstear olarak kullandı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
‘’Ölüm sarhoşluğu gerçek olarak geldi.’’ Onların amellerin karşılığını almak için yeniden dirilmeyi uzak görüp de onu gücünün yetmesi ve ilmi ile gerçekleştireceğini söylemekle izale edince, onlara şunu bildirdi ki, yakında ölüm anında ve kıyamet koparken bununla yüzleşeceksiniz. Mazi ile tabir etmesi de (جَٓاءَتْ) bunun yakın olduğuna dikkat çekmek içindir. سَكْرَةُ الْمَوْتِ aklı baştan alan ölüm sarhoşluğudur, بِ edatı da tadiye (geçişlik) içindir, Mesela: جاء ذيدٌ بعمرٍ (Zeyd Amr'ı getirdi) gibi. Mana da: Ölüm sarhoşluğu gerçek bir olay yahut gerçek vaat veyahut ölüm ve ceza olarak layık olduğu gibi geldi demektir. Çünkü insan ceza (karşılık görmek) için yaratılmıştır. بِ edatı da تَنۢبُتُ بِٱلدُّهۡنِ (Müminun/ 20) kavlinde olduğu gibi mülâbese (ilişki) içindir. سَكْرَةُ الحقِّ بالموت şeklinde de okunmuştur ki, ölüm sarhoşluğu şiddetli olduğu yahut sürüklediği için canı çıkarmış, sanki onu getirmiştir ya da بِ edatı مع (beraberlik) manasınadır. (Beyzâvî)
Hak’tan kastın Allah Teâlâ olduğu, سَكْرَةُ الحقِّ ‘ın da Allah’tan gelen sarhoşluk anlamında سَكْرَةُ الله diye okunduğu da söylenmiştir. Bu izafet, durumun azamet ve dehşetini bildirmek içindir. سَكَرَاةُ الموت (ölüm sarhoşlukları) şeklinde de okunmuştur. “Bu” yani ölüm. Bu durumda hitap, (gaibden hitaba) iltifat yöntemiyle 16. ayette geçen (İnsanı biz yarattık.) ifadesindeki insanoğlunadır. Bu hakka işaret de olabilir ki o zaman, hitap günahkâr insana yöneltilmiş olur.(Keşşâf)
ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ
Cümle mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ müsnedün ileyh, ism-i mevsul, مَا müsneddir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olarak gelmesi muhatap olan kişileri tahkir ifade eder.
Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan مِنْهُ تَح۪يدُ ‘nun muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُ , ihtimam için amili olan تَح۪يدُ ‘ya takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)
ذٰلِكَ sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir.
Cem’ ve iktidâb manasıyla olayı özetleyen işaret ismi ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Ayette ölüm anına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِۜ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. نُفِـخَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. فِي الصُّورِ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَوْمُ الْوَع۪يدِ haber olup lafzen merfûdur. الْوَع۪يدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Kıyamet günüyle ilgili olay anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelerek, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Âşûr itiraziyye olduğunu söylemiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ mübteda, يَوْمُ الْوَع۪يدِ haberdir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tazim ifade etmiştir. Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade sağlamıştır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile kıyamet günündeki olaylara işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ ifadesinde muzâf gizli olup açılımı şöyledir: وقت ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ (Bunun vakti, o tehdit günüdür). (Keşşâf)
وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ
وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَعَهَا سَٓائِقٌ cümlesi كُلُّ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعَ mekan zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallik olup mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَٓائِقٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
شَه۪يدٌ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
سَٓائِقٌ kelimesi, sülasi mücerredi سوق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَه۪يدٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ
Atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kıyamet günüyle ilgili olay anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelerek, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmiştir. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan كُلُّ نَفْسٍ ‘in izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.
نَفْسٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
مَعَهَا سَٓائِقٌ cümlesi كُلُّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَعَهَا izafeti, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. سَٓائِقٌ muahhar mübtedadır.
شَه۪يدٌ kelimesi, سَٓائِقٌ ’a matuftur. شَه۪يدٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ cümlesi جاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ cümlesinden bedel-i iştimâl veya كُلُّ نَفْسٍ ‘den haldir. (Âşûr)لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَـكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ
لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا
لَ harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Mukadder kasem cümlesi, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي غَفْلَةٍ car mecruru كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ هٰذَا car mecruru غَفْلَةٍ ‘e mütealliktir.
فَـكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ
Cümle, atıf harfi ف۪ ile kasemin cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. كَشَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَنْكَ car mecruru كَشَفْنَا fiiline mütealliktir.
غِطَٓاءَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَصَرُكَ atıf harfi ف۪ ile makabline matuftur. بَصَرُكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْيَوْمَ zaman zarfı حَد۪يدٌ ‘e müteallik olup mansubdur.
حَد۪يدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. حَد۪يدٌ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَـكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayet takdiri, يقال كُلُّ نَفْسٍ (Her nefse denir ki..) olan mahzuf sözün mekulü’l-kavldir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesinde لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Mahzuf kasem ve قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا cümlesi, kasemin cevabıdır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. ف۪ي غَفْلَةٍ car mecruru, nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ هٰذَا car mecruru, غَفْلَةٍ ’e mütealliktir. غَفْلَةٍ ‘in nekre gelişi kesret, nev ve tahkir ifade eder.
ف۪ي غَفْلَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla غَفْلَةٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gaflet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَا ile kıyamet gününe işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Gafletin o kişide temekkün ettiğini belirtmek için غافِلًا demek yerine ف۪ي غَفْلَةٍ ibaresi tercih edilmiştir. Bunun için de sonrasında gafletin giderilmesi, kişinin üzerinden bir örtünün kaldırılması temsiliyle ifade edilmiştir. (Âşûr)
فَـكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ cümlesi atıf harfi فَ ile kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْكَ , durumun o kişiye has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
غِطاءَ kelimesinin konuşan kişiye ait zamire izafe edilmesi bu durumun kendisine tahsisi ile beraber onun bu şekilde bilindiğini belirtmek içindir. (Âşûr)
فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle كَشَفْنَا cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. بَصَرُكَ mübtedadır. حَد۪يدٌ haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. الْيَوْمَ zaman zarfı, ihtimam için, amili olan حَد۪يدٌ ‘a takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
Birbirine atfedilen son iki cümle arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ ifadesinde istiare vardır. Bununla kasdedilen, insandan dini görevlerini yerine getirme sorumluluğu kalktığı zamanda göreceği saatin alametleri ve kıyametin belirtileridir. Artık o kişinin şüphelerden ve karışıklıklardan kaynaklanan itirazları ortadan kalkar; nihayet yalanlamış olduklarını doğrular, saklamış olduklarını ikrar ve itiraf eder. Artık sanki gözü durgunluk devresinden sonra çalışır ve işler, zayıflık ve fersizlik vaziyetinden sonra keskinleşir duruma gelir. İşte Yüce Allah’ın Artık bugün gözün keskindir sözünün anlamı budur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
حِدَّةُ البَصَرِ (görmenin keskinliği): Görüşteki nüfuz etme gücüdür. Bir şeyin keskinliği onun etki ettiği şeye olan tesirinin gücüyle ölçülür. Zihnin keskinliği de böyledir. Bu ifadede, yakîn bilgiye ulaşmada güçlü bir gözle olan bakışın etkisinden bahsedilmektedir. Cümlenin اليَوْمَ sözü ile kayıtlanması ise azarlama manasında ta’rizdir. (Âşûr)
وَقَالَ قَر۪ينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌۜ
وَقَالَ قَر۪ينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la mukadder söze matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَر۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl ذَا ‘dan bedel olarak mahallen merfûdur.
لَدَيَّ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَت۪يدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.وَقَالَ قَر۪ينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌۜ
Ayet, mukadder bir söze matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
القَرِينُ kelimesi yakınlık, ayrılmazlık manasında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هٰذَا mübtedadır. مَا müşterek ism-i mevsûlu, هٰذَا ’dan bedel olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. Mekan zarfı لَدَيَّ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. عَت۪يدٌ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tahkir içindir.
هَذا ما لَدَيَّ عَتِيدٌ (İşte bu yanımdaki hazır.)” sözü hasret, pişmanlık ve acıma manasında kullanılmıştır. (Âşûr)اَلْقِيَا ف۪ي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ
اَلْقِيَا ف۪ي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ
Fiil cümlesidir. اَلْقِيَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي جَهَنَّمَ car mecruru اَلْقِيَا fiiline mütealliktir. جَهَنَّمَ gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. كَفَّارٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَن۪يدٍ kelimesi كَفَّارٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقِيَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَفَّارٍ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقِيَا ف۪ي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayet, يقال (denir) şeklinde takdir edilen meçhul bir fiilin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Bu cümle, bir gruba olan hitaptan başka bir gruba hitaba intikal etmek için beyanî istinaf olarak gelmiştir. (Âşûr)
ف۪ي جَهَنَّمَ car mecruru, اَلْقِيَا fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي جَهَنَّمَ , ihtimam için, mef’ûl olan كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ ‘e takdim edilmiştir.
عَن۪يدٍ kelimesi كَفَّارٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَفَّارٍ mübalağalı ism-i fail, عَن۪يدٍۙ ise sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıplar bu vasıfların mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَت۪يدٌۜ - عَن۪يدٍۙ kelimeleri arasında ن ve ت۪ harfleri değiştiği için cinâs-ı nakıs vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُر۪يبٍۙ
Mene'a منع :
مَنْعٌ sözcüğü bağışın zıt anlamlısı olarak cimri manasında kullanılır.
Ayrıca himaye anlamı da vardır. Şu kullanımlar da buradan gelir: مَكانٌ مَنِيعٌ korunaklı yer ve قَدْ مَنَعَ sığınanı korumak.. إمْرَأةٌ مَنِيعَةٌ kinaye yoluyla iffetli (iffetini koruyan) kadın hakkında söylenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda toplam 17 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri mâni olmak, men etmek, mâni, memnû, imtina etmek ve mümtenidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُر۪يبٍۙ
Ayet, كَفَّارٍ ‘in ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur. خَيْرِ lafzen mecrur, takviye لِ ‘ı ile مَنَّاعٍ ‘in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مُعْتَدٍ kelimesi كَفَّارٍ ‘in üçüncü sıfatı, مُر۪يبٍ dördüncü sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) مَنَّاعٍ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُعْتَدٍ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
مُر۪يبٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُر۪يبٍۙ
مَنَّاعٍ kelimesi كَفَّارٍ için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَنَّاعٍ için mef’ûl konumundaki لِلْخَيْرِ ‘ye dahil olan لِ takviye için gelmiş zaid harftir.
مُعْتَدٍ ve مُر۪يبٍۙ kelimeleri كَفَّارٍ ’ın diğer sıfatlarıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَنَّاعٍ mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
مُعْتَدٍ , مُر۪يبٍۙ sıfatlarının her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetteki خَيْرِ kelimesi, mal-mülk manasındadır. Böylece bu ayet, Cenab-ı Hakk'ın önce şirkten, ikinci olarak da zekat vermekten kaçınmadan bahsettiği, ["Zekatı vermeyen müşriklere yazıklar olsun"] (Fussilet/7) ayeti gibi olur. Eğer كَفَّارٍ kelimesini, küfran (nankörlük) kökünden alırsak, burada son derece kuvvetli bir münasebet bulunmuş olur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki şöyle der: "O, Allah'ın nimetlerini inkâr edip nankörlük yaptı da, bu nimetlere şükür olarak, o mallardan hiçbir şeyi (fakirlere) vermedi." (Fahreddin er-Râzî)اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ
اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ
İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَعَ zaman zarfı, amili جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ zaid harftir. اَلْقِيَاهُ mübteda olan اَلَّذ۪ي ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَلْقِيَاهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فِي الْعَذَابِ car mecruru اَلْقِيَا fiiline mütealliktir. الشَّد۪يدِ kelimesi الْعَذَابِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اَلْقِيَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي , sılası olan جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir amacına matuftur.
مَعَ اللّٰهِ zarfı, amili جَعَلَ olan mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اٰخَرَ kelimesi, mef’ûl olan اِلٰهاً için sıfattır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir, nev ve kesret ifade eder.
اِلٰهاً ve اللّٰهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ cümlesi اَلَّذ۪ي ism-i mevsûlunun haberidir. فَ zaidtir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فِي الْعَذَابِ car mecruru اَلْقِيَاهُ fiiline mütealliktir. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden شَّد۪يدِ kelimesi, عَذَابِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
فِي الْعَذَابِ ifadesindeki فِي harfinde istiare vardır. فِي harfi zarfiye ifade eder. Azap, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle azabın şiddetinin ne kadar korkunç olduğu vurgulanmıştır.
اَلَّذ۪ي جَعَلَ (O ki ihdas etmişti…) ifadesi, şart manasını da içeren mübtedadır. Bu nedenle cevabının başına فَ getirilmiştir. اَلَّذ۪ي جَعَلَ ’nin كُلَّ كَفَّارٍ (her kâfir) ifadesinden bedel olarak mansub olması da mümkündür. Bu durumda فَاَلْقِيَاهُ (atın onu) fiili, tekid için tekrar edilmiş olur. (Keşşâf)قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَر۪ينُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı مَٓا اَطْغَيْتُهُ ‘dür.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَطْغَيْتُهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَطْغَيْتُهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طغي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. لٰكِنْ istidrak harfi olup, amel etmemiştir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallktir. بَع۪يدٍ kelimesi ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. رَبَّنَا izafeti veciz ifade içindir.
Müstenefe olarak fasılla gelen nidanın cevap cümlesi مَٓا اَطْغَيْتُهُ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette zarfiyye manası taşıyan ف۪ي harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalalete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'an'ın hidayet kelimesi ile على harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231)
ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir, nev ve kesret ifade eder.
بَع۪يدٍ kelimesi ضَلَالٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَر۪ينُهُ - بَع۪يدٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
البَعِيدُ : Uzak kelimesi, bir yürüyüşçünün çok uzak bir yere yaptığı yolculukta menziline ancak büyük bir meşakkat sonucu varabiliyor olması gibi, kişinin dalalet üzere vardığı konumun onu hakikatten uzaklaştırdığı boyutun derecesini ifade etmek için kullanılmış olup, bunu akil kişinin kolaylıkla idrak edemeyeceği anlamında müstear ifadedir. (Âşûr)
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخْتَصِمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَدَيَّ mekân zarfı mebni olup تَخْتَصِمُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَخْتَصِمُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خصم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ
قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. قَدَّمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْكُمْ car mecruru قَدَّمْتُ fiiline mütealliktir. بِالْوَع۪يدِ car mecruru قَدَّمْتُ ‘deki failin veya mukadder mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir.
قَدَّمْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Veciz ifade kastına matuf لَدَيَّ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لَدَي , tazim edilmiştir.
لَدَيَّ mekân zarfı تَخْتَصِمُوا ’ya mütealliktir.
قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
بِالْوَع۪يدِ car mecruru, قَدَّمْتُ fiilindeki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِالْوَع۪يدِ sözündeki بِ harfi, tıpkı Mâide suresi 6. ayetteki وامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ ifadesinde olduğu gibi tekid için gelen zaid harftir. (Âşûr)
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâğat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ ifadesi, uğrayacakları cezanın Allah’ın adaletinin bir tecellisi olacak olmasından dolayı aralarındaki çekişmenin onlara bir fayda sağlamayacağından kinayedir. (Âşûr)
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبَدَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur.
لَدَيَّ mekân zarfı mebni olup يُبَدَّلُ fiiline mütealliktir.
يُبَدَّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟
Cümle, atıf harfi وَ ‘la يُبَدَّلُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنَا۬ munfasıl zamir مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. ظَلَّامٍ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
لِ zaid olup takviye içindir. عَب۪يدِ۟ kelimesi lafzen mecrur, ظَلَّامٍ mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada kendinden önce nefy edatı vardır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَلَّامٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُبَدَّلُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لَدَيَّ mekan zarfı, مَا يُبَدَّلُ fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf لَدَيَّ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لَدَي , tazim ve şeref kazanmıştır. لَدَيَّ kelimesinin önemine binaen tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟
وَ atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle makabline, atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا nefy harfi, لَيْسَ gibi amel etmiştir. لَيْسَ harfi isim cümlesinin başına gelir, manasını olumsuz yapar. İsmini ref, haberini nasbeder. لَيْسَ ’nin haberinin başına gelen بِ harf-i ceri (zaid) olarak gelebilir ve tekid ifade eder.
Mübalağa veznindeki بِظَلَّامٍ ‘ın mef’ûlü olan لِلْعَب۪يدِ۟ kelimesindeki لِ , takviye için gelmiş zaid harftir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ظَلَّامٍ , mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
ظَلَّامٍ kelimesi mübalağa sigasıdır ve nefy mübalağaya yöneliktir, yani mübalağanın nefyini ifade eder. Çünkü mübalağa kayıttır, kaydın nefyi de mukayyedi (kayıtlanan şeyi) baki kılar. Ancak nefy burada olduğu gibi hem kayda hem de mukayyede yönelik de olabilir. Ayetteki mübalağa sıygası zulmün azının da çoğu gibi olduğunu ifade eder. Yani Allah ne çok ne de az zulmeder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.256)
"Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim."
Ehli Sünnet itikadına göre, Allah'ın, günahsız kullara azap etmesi de ifratlı bir zulüm olması söyle dursun, hiç zulüm sayılmadığı halde böyle ifade edilmesi, Allah'ın bundan son derece münezzeh olduğunu beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)
27. 28. ve 29. ayet sonlarındaki عَب۪يدِ۟ - وَع۪يدِ - بَع۪يدٍ kelimeleri arasında lüzûm mâ lâ yelzem sanatı vardır.يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ
يَوْمَ zaman zarfı ظَلَّامٍ ‘e müteallik olup mansubdur. نَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لِجَهَنَّمَ car mecruru نَقُولُ fiiline mütealliktir.
جَهَنَّمَ gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavl, هَلِ امْتَلَأْتِ ‘dir. نَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلِ istifham ismidir. امْتَلَأْتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
امْتَلَأْتِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ملأ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la نَقُولُ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. تَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
هَلِ istifham ismidir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. مَز۪يدٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, هل هناك مزيد (Orada daha fazlası var mı?) şeklindedir.يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ
Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki ظَلَّامٍ ‘e mütealliktir.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ cümlesindeki mütekellim zamirinden bu ayette azamet zamirine dönülmesi iltifat sanatıdır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
نَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلِ امْتَلَأْتِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zemahşerî’ye göre tahyîl ve tasvîr öğelerini de içinde barındıran ayet; her şeyi bilen Allah’ın, melekler, insanlar ve cinler sınıfı dışındaki bir varlık olan cehenneme soru sorması gibi ilginç bir yapıyla başlayıp, cehennemin Allah’a soruyla cevap vermesi şeklinde son buluyor. Buradaki sorular gerçekte bilgi istemiyle ilgili değildir. Her iki soru da direkt olarak dinleyicilerin düşünce ve duygu dünyalarına yönlendirilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Kur’an’da cehenneme hitap edilmesini ve cehennemin cevabını tahyîl babı içerisinde değerlendirerek, Allah’ın cehennemden bilgi alması düşünülmeyeceğine göre bu soru ve cevap cehennemin büyüklüğü ve cehenneme gireceklerin çokluğunu vurgulayan bir ifade tarzı olarak belirtilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
هَلِ امْتَلَأْتِ sorusu, tariz yoluyla azap görenleri bu soruyla uyarmak için kullanılmıştır. (Âşûr)
"O gün Cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha da var mı?" diyecektir."
Bu temsili sual ve cevap, Cehennemin korkunç durumunu muhataplarının tahayyülünde canlandırarak anlatmak içindir. Yani Cehennem bunca genişliğine rağmen, doluncaya kadar insanlar ve cinler bölük bölük içine atılır. (Ebüssuûd)
هَلْ مِن مَزِيدٍ (daha var mı?) sorusu teşvik ve temenni için kullanılmıştır. (Âşûr)
وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ
Cümle atıf harfi وَ ile نَقُولُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
تَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubundaki isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh konumundaki مِنْ مَز۪يدٍ ‘deki مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. Cümlede takdiri هناك (Orada) olan müsned mahzuftur.
هَلْ istifham harfidir. مِنْ مَز۪يدٍ ’deki مِنْ zaiddir. مَز۪يدٍ , lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen mansubdur.
مَز۪يدٍ , mimli masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsm-i mekan olması da caizdir.
المَزِيدُ ; mimli masdardır. المَجِيدِ ve الحَمِيدِ kelimesindeki gibi ziyadedir. زادَ kelimesinin ism-i mef’ûlü olması caizdir. (Âşûr)
تَقُولُ - نَقُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هَلْ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
امْتَلَأْتِ - مَز۪يدٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Soru cevap şeklindeki ayette temsîli anlatımla cehennem kişileştirilmiştir. Bu üslupla cehennemin, dünyada hidayet çeğrısına kulak tıkayanların hepsini alabilecek kapasitede olduğu bedî’ bir şekilde ifade edilmiştir.
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اُزْلِفَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْجَنَّةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru اُزْلِفَتِ fiiline müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
غَيْرَ kelimesi mahzûf bir zarfın sıfatıdır. Bu durumda takdiri kelam şöyle olur: مكانا غير بعيد (Uzak olmayan bir mekan) ya da lafzen fetha ile mansubdur. الْجَنَّةُ , naib-i faile hal olur. بَع۪يدٍ kelimesi فعيل gibi masdar veznindedir. Ve müzekker-müennes için ortak kullanılır. Bundan dolayı müennes olan الْجَنَّةُ kelimesine karşılık بَع۪يدٍةٌ denilmemiştir. (Mahmûd Sâfî, el-Cedvel fi Îrâbi’l-Kur’ân)
بَع۪يدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُزْلِفَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi زلف ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُتَّق۪ينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اُزْلِفَتِ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru اُزْلِفَتِ fiiline mütealliktir.
غَيْرَ , mekan zarfı için muzâftır. Veya mahzuf bir zarfın sıfatıdır. Bu durumda takdiri kelam şöyle olur: مكانا غير بعيد (Uzak olmayan bir mekan) ya da lafzen fetha ile mansub الْجَنَّةُ ‘den hal olur. بَع۪يدٍ kelimesi فعيل gibi masdar veznindedir. Ve müzekker-müennes için ortak kullanılır. Bundan dolayı müennes olan الْجَنَّةُ kelimesine karşılık بَع۪يدٍةٌ denilmemiştir.
غَيْرَ بَع۪يدٍ - اُزْلِفَتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اُزْلِفَتِ - بَع۪يدٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.
تُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. لِكُلِّ car mecruru مُتَّق۪ينَ ‘den bedel olup mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَّابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَف۪يظٍ kelimesi اَوَّابٍ ‘nin sıfat-ı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَّابٍ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ
İtiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هٰذَا müsnedün ileyh, مَا müsneddir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi mübteda, ism-i mevsûl haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak amacına matuftur.
Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُوعَدُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ , önceki ayetteki لِلْمُتَّق۪ينَ ’den bedeldir.
Muzâfun ileyh olan اَوَّابٍ ‘in tenkiri kesret ve tazim ifade eder.
حَف۪يظٍ kelimesi اَوَّابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Mübalağalı ism-i fail, bu niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen sıfatlardır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)
الأوّابُ ; dönmenin çokluğunu ifade eder. Allah'a dönmek, O'nun emir ve yasaklarına uymaktır. (Âşûr)
الحَفِيظُ ; Korumanın çokluğunu ifade eder. Allah'ın emirlerine ve sınırlarına çok dikkat etmektir.O itaati sürdürür, hata yaptığında ise tövbeyle telafi eder demektir. (Âşûr)
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَفٖيظٍ : ["İşte, size vadolunan. (İşte bu), (Allah'ın taatına) dönen ve (O'nun sınır ve hükümlerine) riayet eden herkes içindir"] (Kâf, 32).
Zemahşerî, bu ifadenin, iki cümle arasına girmiş bir ara cümle olduğunu söylemiştir. Çünkü لِكُلِّ اَوَّابٍ (herkes için) ifadesi, müttakilerden bedeldir.
لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ [O Rahmanı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını gümüşten yapardık] (Zuhruf, 33) ayetinde olduğu gibi Cenab-ı Hak adeta; "Cennet müttakilere, her Allah'a tâate dönene yaklaştırılır" demektedir. Fakat Zuhruf, 33. ayetteki bedel bedel-i iştimâl, buradaki ise bedel-i küldür.
Cenab-ı Allah, ya "İşte bu mükâfat, size vadolunandır" manasında olmak üzere, mükâfata işaret etmek için, yahut da "İşte bu yaklaştırma, size vadolunan şeydir" manasında olmak üzere, "yaklaştırılmıştır" ayetinin delalet ettiği "yaklaştırma" masdarına işaret olmak üzere هٰذَا (işte bu) buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, önceki ayetteki كُلِّ ‘den bedel olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَشِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَشِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرَّحْمٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِالْغَيْبِ car mecruru الرَّحْمٰنَ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, غائبا (Yokluğunda) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِقَلْبٍ car mecruru جَٓاءَ ‘nin failinin mahzuf haline mütealliktir. مُن۪يبٍ kelimesi بِقَلْبٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مُن۪يبٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , önceki ayette geçen كُلِّ ’den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası olan خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الرَّحْمٰنَ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِالْغَيْبِ car mecruru رَّحْمٰنَ ’ın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِالغَيْبِ sözcüğündeki بِ harfi; hal-i mekân menzilesine indirmek için zarfiye في manasındadır. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada Allah'ın, Rahman sıfatının zikredilmesi işaret ediyor ki, bu bahtiyar kullar, hem Allah'ın azabından korkarlar, hem de O'nun rahmetini umarlar. Yahut onların, Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu bilmeleri, kendilerini Allah'tan korkmaktan alıkoymaz; onlar, şu ayet mucibince amel etmektedirler: ["Benim kullarıma bildir ki, ben gerçekten yegâne ğafûr ve rahimim; benim azabım da yegâne elem verici azaptır."] (Hicr: 49) (Ebüssuûd)
مُن۪يبٍ kelimesi قَلْبٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَلْبٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Kalbin مُن۪يبٍ ‘le sıfatlanması aklî mecazdır. Kalp, tövbe eden bir kişiye benzetilmiştir.
Kalbi mecaz-ı aklî yoluyla مُنِيبٍ (tövbekâr) olarak nitelendirmiştir. Teşvik ettiği için kalp tövbenin sebebidir. (Âşûr)
مُن۪يبٍ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
خَشِيَ (korku) kelimesi nasıl olur da Yüce Allah'ın rahmetinin genişliğine delalet eden er-Rahman ismiyle bir araya gelebilir? Burada görmediği halde Yüce Allah’tan korkanlar mübalağa ile sena edilmiştir. Çünkü böyle bir kul, Yüce Allah’ın korkuya engel olan rahmetinin genişliğini bildiği halde O’ndan korkup, O’na itaat etmektedir. (Derviş, İrâbu’l-Kur’âni’l-Kerîm, VII, 279.)اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍۜ
Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. اُدْخُلُوهَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِسَلَامٍ car mecruru اُدْخُلُو ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَوْمُ zaman zarfı haber olup lafzen merfûdur. الْخُلُودِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir.
بِسَلَامٍ car mecruru, اُدْخُلُو fiilindeki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. بِسَلَامٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Burada selametten murad, Allah'ın azabından ve nimetlerin zevalinden selamette bulunmaktır. Yahut Allah ile meleklerinin selamına muhatap olmaktır.(Ebüssuûd)
ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ cümlesi itiraziye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi mübteda, ism-i mevsûl haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak ve işaret edileni tazim içindir.
ذٰلِكَ mübteda, يَوْمُ الْخُلُودِ haberdir.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
يَوْمُ الْخُلُودِ ifadesi, ahiret gününden kinayedir.
Cehennem ehlinin ve Cennet ehlinin nelerle karşılaşacaklarını anlattıktan sonra tehdit (terhib) ve teşvik (terğib) olarak ذَلِكَ يَوْمُ الخُلُودِ diyerek ayet devam etmiştir. (Âşûr)
الْخُلُودِ - اُدْخُلُوهَا kelimeleri arasında kalb ve cinâs-ı nakıs sanatları vardır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile ahiret gününe işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ cümlesi اُدْخُلُو ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاؤُ۫نَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاؤُ۫نَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يَشَٓاؤُ۫نَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَدَيْنَا mekân zarfı, mebni olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَز۪يدٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ
Cümle, اُدْخُلُوهَا ‘deki failin halidir. Fasılla gelen bu hal cümlesi hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. Durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Önceki cümledeki muhatap zamirinden, bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek, yüceltmek ve tazim ifade etmek içindir.
ف۪يهَا car mecruru يَشَٓاؤُ۫نَ ’ye mütealliktir.
وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَدَيْنَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَز۪يدٌ muahhar mübtedadır.
Cümlede müsnedin ileyhin olan مَز۪يدٌ kelimesinin tenkiri, tazim ve kesret ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf لَدَيْنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olması لَدَيْ için tazim ifade eder.
32. ve 35. ayetlerde cennet ehlinin vasıfları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
İnsan kolayı tercih eder ama dünyaya olan bağlılığından dolayı çoğu zaman bu kararı veren nefsidir. Bu yüzden görünürde zor olan ya da bir başkasının ben asla yapamam dedikleri işlere bile kalkışır. Yani zor görünen bir şeyi kolaylaştıran nefsani bir hevesi vardır. Ne yazık ki, nefsin, salih amellerle ve doğru bilgilerle dinç tutulmayan imanın barındığı kalbin sesini bastırması da kolaydır.
Allah; emirleriyle, yasaklarıyla ve müjdeleriyle insana hayatı kolaylaştırmıştır. Allah rızası için kalp, dünyalıklarla arasına duygusal mesafe koymak ya da gerektiğinde uzaklaşmak istediğinde nefis karşı koyar. Yani kendi istediğini kabul ettirmek için vesveseleriyle belki korkutarak, belki de uçuk hayallerle yanıltarak taklalar atar. Şimdi’yi elde etmek - boş boş oturuyor olsa bile - onun için daha caziptir.
Kalbin meyil ettiği seçeneğin eğer zor yönleri varsa, onları gözünde büyütür. Yapması ne kadar kolay ya da keyifli olursa olsun, tadını kaçırır ya da aceleye getirir. Abdest alıp namaz kılmak ya da yakınlarının gönlünü almak gibi. Kendi istediğine gelince ise iş değişir. Yol ne kadar zor olursa olsun, hedefi o kadar süsler ki, insan her şeyi göze alabileceğine inanır. İhtiyacı olmamasına rağmen yüklü bir borca girmesi ya da sevdiğini saatlerce aynı yerde beklemek gibi.
Nefse kulakları tıkamak mücadele ister. Zira; o hep şu anda hissettiklerine ya da düşündüklerine göre karar vermeye zorlar. Kalp ise durup düşünmeye ve kararları doğru sebeplere dayanarak almaya teşvik eder. Bu yüzden, zaman zaman Allah rızası için yaşamak nefse oldukça ağır gelir. Nefsin dünyaya bağlanan zincirleri kırıldıkça, kalbin sesi netleşir. Bunun gerçekleşmesi için insanın, kendisine şah damarından yakın olan Rabbini devamlı zikretmesi ve her anından haberdar olduğunu hatırlaması gerekir.
Ey cennetin ve cehennemin sahibi olan Allahım! Zorlandığımız her andan ve istediğimiz her şeyden haberdar olansın. Nefsimizin zayıflıklarını, kalbimizin hallerini ve ihtiyaçlarımızı en iyi bilensin. İki cihanda da yar ve yardımcımız ol. Rahmetin ile bizi himayene al. Bizi, hakikati kolay, hızlı ve doğru öğrenenlerden; öğrendiklerini hayatına yansıtanlardan; hatalarını doğrularla değiştirenlerden; nefsi dünyadan özgürleşenlerden; yalnız rızan için çabalayanlardan ve rızana ulaşanlardan; cehennem azabından koruduklarından ve cennetine aldıklarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji