19 Şubat 2026
Kaf Sûresi 36-45 / Zâriyât Sûresi 1-6 (519. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kaf Sûresi 36. Ayet

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشاً فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ  ...


Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَمْ ve nicesini
2 أَهْلَكْنَا helak etmiştik ه ل ك
3 قَبْلَهُمْ bunlardan önce ق ب ل
4 مِنْ -dan
5 قَرْنٍ kuşaklar- ق ر ن
6 هُمْ onlar
7 أَشَدُّ daha kuvvetli idi ش د د
8 مِنْهُمْ bunlardan
9 بَطْشًا tutuşu ب ط ش
10 فَنَقَّبُوا gezip dolaşmışlardı ن ق ب
11 فِي
12 الْبِلَادِ ülkelerde ب ل د
13 هَلْ (var) mı?
14 مِنْ hiç
15 مَحِيصٍ kaçacak yer ح ي ص

Bu sûrede olduğu gibi başkalarında da, Hz. Peygamber’in muhatabı olan Araplar’dan önce gelip geçmiş topluluklara ve medeniyetlere işaret edilmiş; çok güçlü kavimlerin, bazan izleri bile kalmaksızın yok olup gittikleri, güçlerinin, ihtişamlarının, bilgi ve becerilerinin korkunç âkıbetlerini engelleyemediği anlatılmıştır. Bu anlatılanlardan ve tarih bilgisinden istifade edebilmek ve ibret alabilmek için ya insanda gördüklerini değerlendirerek sonuç çıkarabilecek bir aklî kapasiteye ya da anlatılanları peşin hükümden ve şartlanmışlıklardan arınarak dinlemeye ihtiyaç vardır. Bütün mârifet ve sorumluluk tebliğ edende, anlatanda değildir, dinleyene de iş düşmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 112

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشاً فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَمْ  haberiyye olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. 

قَبْلَهُمْ  zaman zarfı,  اَهْلَكْنَا  fiiline mütealliktir.  Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ قَرْنٍ  car mecruru  كَمْ ’in temyizidir.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشاً  cümlesi  قَرْنٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ  haber olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ cer mecruru  اَشَدُّ ‘ye mütealliktir.  بَطْشاً  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur. 

نَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

نَقَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْبِلَادِ  car mecruru  نَقَّبُوا  fiiline mütealliktir.  

اَهْلَكْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نَقَّبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نقب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

 

İsim cümlesidir.  هَلْ  istifham harfidir.  مِنْ  zaiddir.  مَح۪يصٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri,  لهم  şeklindedir.

وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشاً فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Soru ismi olan  كَمْ , haberiyedir.  اَهْلَكْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûlü olarak mahallen mansubdur ve çokluktan kinayedir.  وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

كَمْ ’in temyizi olan  مِنْ قَرْنٍ  için sıfat konumundaki  هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشاً  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. 

Müsned olan  اَشَدُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَطْشاً  temyiz olarak mansubdur. Temyiz, anlamı güçlendirip tamamlamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ (Onlardan önce nice zamanı yok ettik.) ayetinde mecâz-ı mürsel vardır. Zira  قَرْنٍ , yüz yıl demektir. Helak, o za­man içerisinde yaşayanlar içindir. Dolayısıyle burada zamana isnad cinsinden mecaz vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فِي الْبِلَادِ  car mecruru  نَقَّبُوا  fiiline mütealliktir.

الْبِلَادِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ  Yani kuvvetli olduklarından yeri delik deşik etmişler, ölümden kurtulmaya çare aramışlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bu, hem dünyevî azap ile hem de uhrevî ikabla inzâr etme manasına olan bir ifadedir. O halde daha niçin bu ikisinin arasına, Cenab-ı Hak, [“Cennet, müttakilere ...  yaklaştırılmıştır. Nezdimizde ise daha fazlası vardır”] (Kâf/31-35) ifadesini getirmiştir? Deriz ki: Bu, onları korku ve ümid (havf ve recâ) ile hakka davettir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, bir terhîb (sakındırma) ve bir terğîb (teşvik) olsun diye, hem muannid kâfirlerin ahiretteki durumunu hem de ibadet eden ve şükreden kulların yine oradaki durumunu dile getirmiş, sonra da, “Siz, ebedi ve devamlı olan azabım hususunda bir şüphede iseniz de emsallerinizi helâk eden, o dünyevî azapları hususunda şüpheniz yok” buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)


هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ  cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  هَلْ  soru harfidir. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Zaid harfin dahil olduğu  مِنْ مَح۪يصٍ , mübtedadır. Zaid harf  مِنْ , cümleyi tekid etmiştir. Takdiri  لهم  olan haber mahzuftur. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden  مَح۪يصٍ deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.

 

Kaf Sûresi 37. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ  ...


Şüphesiz bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak ki
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَذِكْرَىٰ bir öğüt ذ ك ر
5 لِمَنْ kimse için
6 كَانَ olan ك و ن
7 لَهُ onun
8 قَلْبٌ kalbi ق ل ب
9 أَوْ yahut
10 أَلْقَى veren ل ق ي
11 السَّمْعَ kulak س م ع
12 وَهُوَ ve o
13 شَهِيدٌ şahid olarak ش ه د

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lâm, ismin başına da gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)  

ذِكْرٰى  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü  لِ  harf-i ceriyle birlikte  ذِكْرٰى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. قَلْبٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

اَلْقَى السَّمْعَ  cümlesi atıf harfi اَوْ  ile  sıla cümlesine matuftur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْقَى  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.   

هُوَ شَه۪يدٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَه۪يدٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

اَلْقَى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَذِكْرٰى ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Müsnedün ileyh olan  ذِكْرٰى ’nın nekre gelmesinde, tazim ifadesinin yanında teksir ve özel bir nev olduğu anlamı da vardır.

Bu ve benzeri cümleler  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret isminde istiare vardır. İşaret ismi  ذٰلِكَ , ayette olaya dikkat çekip belleklere iyice yerleştirmek için gelmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen Allah’ın kudretinin delili olan ayetler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  لِمَنْ , harf-i cerle birlikte  ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. Sılası olan  كَانَ لَهُ قَلْبٌ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَهُ  car mecruru,  كَانَ ‘nin mukaddem haberine mütealliktir.  قَلْبٌ  kelimesi,  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Cümlede müsnedün ileyh olan  قَلْبٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  قَلْبٌ , akıldan kinayedir. 

اَلْقَى السَّمْعَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

وَهُوَ شَه۪يدٌ  cümlesi وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هُوَ  mübteda,  شَه۪يدٌ  haberdir. Müsned olan  شَه۪يدٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Müfessirler  لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ  ifadesini uyanık bir kalple (zihin, akıl) hakkında hayır ve şer olan şeyleri bilip akleden kimseler şeklinde açıklamış ve kalbin kinayeli olarak akıl yerinde kullanıldığını belirtmişlerdir. Beyzâvî  لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ  ifadesinde kalb lafzının nekre gelmesinin sebebini, her kalbin tefekkür ve tedebbür etmediği, ancak hakikatleri düşünen bilinçli bir kalbin gerektiği gibi tefekkür edeceği şeklinde açıklamaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ  ifadesi, “dinleyen” manasınadır. Çünkü  اَلْقَى السَّمْعَ (kulak vermek), dinlemeden kinayedir. Zira dinlemeyen kimse, sanki kulağını tutup, dinlemekten onu alıkoymuş gibidir. Binaenaleyh onu verip serbest bıraktığında, dinleme gerçekleşir. (Fahreddin er-Râzî)

Yani anılan kavimlerin anlatılan kıssalarında, yahut bu sûrede zikredilenlerde, gördüklerini layıkıyla tefekkür edip hakikatini anlayan bir akl-ı selime sahip olan kimse için elbette öğüt ve ibret vardır. Zîra bu akl-ı selime sahip olan kimse, o eski kavimlerin yok olmalarının gerçek sebebinin küfür olduğunu anlar ve böylece kendisine öğüt verilmeksizin, sadece onların tarihî eserlerini görmekle küfürden çekinir. (Ebüssuûd)

الذِّكْرى ; Zihinsel hatırlatma demektir. Yani mukayese için helak edilenlerin durumlarını ve buna sebep olan koşulları düşünmekle aynı şeyin başlarına geleceğini bilmeleri demektir ki bunu, akıllı insan herhangi bir uyarana ihtiyaç duymadan kendi kendine anlar.  القَلْبُ ; akıl demektir. Eşyayı olduğu gibi idrak etmek demektir.  اَلْقَى السَّمْعَ (kulak vermek) Kur’an’ı ve resulullahın nasihatlerini dikkatle dinlemek manasında müsteardır. Sanki kulakları sadece onunla meşgul, başka hiç bir şeyi duymuyor demektir.  الشَّهِيدُ  ise müşahit demektir. Mübalağa sıygasındadır. Zikredilen şeye şahit olduğunu kuvvetli bir şekilde ifade için bu şekilde gelmiştir. (Âşûr)

 
Kaf Sûresi 38. Ayet

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ  ...


Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 خَلَقْنَا biz yarattık خ ل ق
3 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve bulunanları
6 بَيْنَهُمَا ikisi arasında ب ي ن
7 فِي
8 سِتَّةِ altı س ت ت
9 أَيَّامٍ günde ي و م
10 وَمَا ve
11 مَسَّنَا bize dokunmadı م س س
12 مِنْ hiçbir
13 لُغُوبٍ yorgunluk ل غ ب

Eldeki Tevrat nüshalarında Allah’ın evreni altı günde yarattığı, yedinci gün –yaratmayı bitirmiş olduğu için– istirahat ettiği ve o günü kutsal kıldığı belirtilir (Tekvin, 1-2). Konumuz olan âyette ise göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı gerçeği teyit edilmekte, fakat yedinci gün dinlenme haberi ve inancı reddedilmektedir; çünkü yorulma ve dinlenme kavramları Allah’ın bildirdiği yüce sıfatlarına ters düşmektedir. Yerin ve göklerin altı günde yaratılması da yoruma açık bir ifadedir. Bu sözü lugat mânasıyla alıp dünyevî zaman ölçülerine göre yirmi dörder saatten oluşan altı gün şeklinde değerlendirmek de doğru olmaz (bu konuda bilgi için bk. A‘râf, 7/54).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 112-113

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ل  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olup mahallen merfûdur. 

السَّمٰوَاتِ  mef'ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. الْاَرْضَ  kelimesi atıf harfi  و ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. 

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  بَيْنَهُمَا  mekan zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪ي سِتَّةِ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline mütealliktir.  اَيَّامٍۗ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ

 

مَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ  cümle hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مَسَّنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ  zaiddir.  لُغُوبٍ  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. 

اللَّمْسُ ; Dokunmak demektir. İtmek veya tokatlamak dışında eli şiddetli olmayan bir şekilde bir şeyin üzerine koymak. İsabet eden şeyin en zayıf koşullarını inkâr için, dokunma olumsuzlanmıştır. Böylece en az düzeydeki isabetin olumsuzluğunu  enfeksiyonun inkârını ifade etti. (Âşûr)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi  وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ  وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki ism-i mevsul  مَا ‘nın sılası mahzuftur. Mekan zarfı  بَيْنَهُمَا , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

 ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline mütealliktir.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbtır.

ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. ف۪ي  harf-i cerindeki zarfiyet manası nedeniyle günler, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alâkadır.

وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ  cümlesi  وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Fail olan  لُغُوبٍ ’deki tenkir kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi de kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.

مسّ  fiili  لُغُوبٍ ‘e nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili yorgunluğa nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır.

مِنْ  zaiddir. Tekid ifade eder.  لُغُوبٍ  lafzen mecrur mahallen merfûdur.

Cümledeki birinci  مَا  ism-i mevsûl, ikincisi ise nefy harfidir. Aralarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Kaf Sûresi 39. Ayet

فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِۚ  ...


O hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tespih et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ o halde sabret ص ب ر
2 عَلَىٰ üzerine
3 مَا
4 يَقُولُونَ onların dedikleri ق و ل
5 وَسَبِّحْ ve tesbih et س ب ح
6 بِحَمْدِ övgü ile ح م د
7 رَبِّكَ Rabbini ر ب ب
8 قَبْلَ önce ق ب ل
9 طُلُوعِ doğmadan ط ل ع
10 الشَّمْسِ güneş ش م س
11 وَقَبْلَ ve önce ق ب ل
12 الْغُرُوبِ batmadan غ ر ب

Tefsircilerin bir kısmı, güneş doğmadan önceki hamd ve tesbihi sabah namazı, batmadan öncekini öğle ve ikindi namazları, gecenin bir kısmındakini akşam ve yatsı namazları, secdelerin ardından yapılması istenen tesbihi ise nâfile (sünnet) namazları olarak yorumlamışlardır. Sûrenin peygamberliğin ilk yıllarında nâzil olduğu ve bu sırada henüz beş vakit namazın farz kılınmadığı dikkate alındığında, âyetlerde zikredilen vakitlerde Allah’ı hamd ve tesbih (tenzih) ile anmayı, nâfile namaz veya doğrudan zihin ve dil ile anma şeklinde anlamak daha uygun olur. Konuya açıklık getiren sahih hadisler de vardır:

a) Cerîr b. Abdullah isimli sahâbî anlatıyor: Hz. Peygamber ile beraber oturuyorduk, dolunayın bulunduğu gece idi, aya baktı ve şöyle buyurdu: “Bakın, şu ayı nasıl görüyorsanız rabbinizi de böyle, zahmet çekmeden göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan namaz kılmayı engelleyen şeylerin üstesinden gelebilirseniz kılın.” Râvi Cerîr, bununla sabah ve ikindi namazlarının kastedildiğini söylemiş, sonra da açıklamakta olduğumuz âyeti okumuştur (Müslim, “Mesâcid”, 211). Râvi bu ifadeyi sabah ve ikindi namazları olarak yorumlamış olsa da, “yapabilirseniz, meşgaleleri yenebilirseniz” mânasına da gelen şart, kastedilen namazın farz namaz olmadığını göstermektedir.

b) Geceleyin uyanıp da “Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” diyen, sonra da bağışlanmayı dileyen bağışlanır, dua edenin duası kabul edilir, abdest alanın (ve namaz kılanın namazı) makbul olur” (Buhârî, “Teheccüd”, 21). Bu hadis de gece zikrinin (tesbihinin) ne olduğunu açıklamaktadır.

c) Hz. Peygamber’in namazlardan sonra, bugün de söylemeye devam ettiğimiz sözleri (zikir ve tesbihleri) söylediği sahih kaynaklarda yer almaktadır (meselâ bk. Müslim, “Mesâcid”, 135-146). Vahiy dilinde namaz, secde kelimesiyle de ifade edilmektedir, her secdeden sonra yapılacak zikir ve tesbihin ne olduğu da bu hadislerden anlaşılmaktadır.

Müşriklerin sözlü sataşmalarına ve iftiralarına karşı sabır tavsiye edilirken arkasından namaz ve zikir tedbirine yer verilmesi, namaz ve zi-kirle (Allah’ı anma, O’nunla gönül ve şuur ilişkisini diri tutma) sabır, direnme ve dayanma arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu göstermektedir. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 113-114

فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن سمعت إنكار الكافرين فاصبر (Kâfirlerin inkarını işitirsen sabret)  şeklindedir.

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  سَبِّحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِحَمْدِ  car mecruru  سَبِّـحْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِحَمْدِ رَبِّكَ  sözündeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)  

قَبْلَ  zaman zarfı  سَبِّحْ  fiiline mütealliktir.  طُلُوعِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الشَّمْسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَبْلَ الْغُرُوبِ  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

سَبِّحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِۚ

 

فَ , takdiri  إن سمعت إنكار الكافرين فاصبر (Kâfirlerin inkârını işitirsen sabret) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi olan  فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harfiyle birlikte  اصْبِرْ  fiiline  mütealliktir. Sılası olan  يَقُولُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Aynı üsluptaki  وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.

بِحَمْدِ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  كَ  zamirinin ait olduğu  Hz. Peygambere, yine Rabb ismine muzâf olması  حَمْدِ ’ye tazim kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ  ifadesinden sonra sadece  قَبْلَ الْغُرُوبِۚ  lafzıyla yetinilmiş  الشَّمْسِ  kelimesi hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

بِحَمْدِ - سَبِّحْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

طُلُوعِ  - غُرُوبِ  kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı,  قَبْلَ   kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cenab-ı Hak, sabrın hemen peşi sıra tesbihi emretmiştir. Çünkü Allah'ı zikretmek teselli ve rahatlık sağlar. Zira müminin Allah'a kavuşmaktan başka rahatı yoktur. (Fahreddin er- Râzî)

 
Kaf Sûresi 40. Ayet

وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ  ...


Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve bir kısmında
2 اللَّيْلِ gecenin ل ي ل
3 فَسَبِّحْهُ O’nu tesbih et س ب ح
4 وَأَدْبَارَ ve arkalarında د ب ر
5 السُّجُودِ secde س ج د

وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. مِنَ الَّيْلِ  car mecruru mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, سبّحه (tesbih et!) veya  قم (kalk!) şeklindedir. 

سَبِّحْهُ  atıf harfi  فَ  ile mahzuf fiile mütealliktir.  سَبِّحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَدْبَارَ zaman zarfı atıf harfi وَ ‘la önceki zarfa matuftur.  السُّجُودِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

سَبِّحْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ

 

 

Hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayette atfedilen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الَّيْلِ , takdiri  سبّحه  veya  قم (Tesbih et veya kalk) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.  فَ ‘nin tefsiriye olduğu da söylenmiştir. اَدْبَارَ , önceki ayetteki  قَبْلَ  zarfına matuftur. Zarfın muzâfun ileyhi olan  السُّجُودِ , masdar vezninde gelerek mübalağa fade etmiştir.

اَدْبَارَ  zarfı  مِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ  sözüne matuftur. (Âşûr)

Namazın bir rüknü olan  السُّجُودِ  kelimesiyle namaz kastedilmiştir. Cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.

فَسَبِّحْهُ - السُّجُودِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kaf Sûresi 41. Ayet

وَاسْتَمِــعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ  ...


(Ey Muhammed!) Çağırıcının yakın bir yerden sesleneceği gün, (o sese) kulak ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْتَمِعْ ve dinle س م ع
2 يَوْمَ (o) gün ي و م
3 يُنَادِ çağırır ن د و
4 الْمُنَادِ o ünleyici ن د و
5 مِنْ -den
6 مَكَانٍ bir yer- ك و ن
7 قَرِيبٍ yakın ق ر ب

Bu iki âyet aynı olayı anlatan âyetler olarak alınırsa Peygamber efendimizin sûru dinlemesi emredilmiş olmaktadır. O anda sûra üfürülmediğine (diriliş borusu çalınmadığına) göre, bundan maksat kıyametin yakın olduğunu anlatmaktır. Nidânın yakın bir yerden gelmesi de, bütün yeryüzündeki insanlara seslenildiği halde her bir ferdin bu seslenişi kulağının dibinde imiş gibi açık, net ve yakından duyacağını ifade etmektedir. Bu iki âyetten birincisi Hz. Peygamber’in hayatında olan seslenişle, ikincisi ise kıyamet seslenişi ile ilgili olarak yorumlanırsa, Hz. Peygamber’in kulak vereceği seslenişi vahiy olarak anlamak gerekecektir. 

“Çıkış günü” temsilî olarak dirilerek kabirlerden çıkmayı (ba‘sü ba’de’l-mevt) ifade etmektedir. Bunu “fâni dünyadan ebedî âleme intikal” şeklinde anlamak da mümkündür.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 114

وَاسْتَمِــعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ

 

 اسْتَمِــعْ  atıf harfi و ‘la 39. Ayetteki  اصْبِرْ  fiiline matuftur.

Fiil cümlesidir.  اسْتَمِــعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mef’ûl hazf edilmiştir. Takdiri,  استمع نداء المنادي (Münadinin nidasını dinle) şeklindedir.

يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, يخرجون  (Çıkarlar) şeklindedir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَادِ الْمُنَادِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُنَادِ  fasılaya riayet için mahzuf  ى  üzere damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُنَادِ  fail olup mahzuf  ى üzere damme ile merfûdur. 

مِنْ مَكَانٍ  car mecruru  يُنَادِ  fiiline mütealliktir. قَر۪يبٍ  kelimesi  مَكَانٍ  kelimesinin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَمِــعْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يُنَادِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  ندى ’dir.   

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

وَاسْتَمِــعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.

اسْتَمِــعْ  fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. Takdiri  نداء المنادي  (Münadinin nidası) şeklindedir. 

Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  يخرجون  (Çıkarlar) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مِنْ مَكَانٍ  car mecruru, يُنَادِ  fiiline mütealliktir.  قَر۪يبٍ  kelimesi  مَكَانٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُنَادِ - الْمُنَادِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمُنَادِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

مَكَانٍ ‘deki nekrelik muayyen olmayan cins ifade eder.

Son üç ayette Hz. Peygamberin yapması gerekenlerin sıralanması taksim sanatıdır.

مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ  ifadesi, o sesin herkes tarafından duyulacağına, hiç kimseye saklı kalmayacağına, tam aksine onu dinleme hususunda herkesin müsavî olacağına bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kaf Sûresi 42. Ayet

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ  ...


O gün insanlar hakka çağıran o korkunç sesi işiteceklerdir. İşte bu, (kabirlerden) çıkış günüdür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ (o) gün ي و م
2 يَسْمَعُونَ duyarlar س م ع
3 الصَّيْحَةَ çağrıyı ص ي ح
4 بِالْحَقِّ gerçek olarak ح ق ق
5 ذَٰلِكَ işte bu
6 يَوْمُ günüdür ي و م
7 الْخُرُوجِ çıkış خ ر ج

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّۜ

 

 Fiil cümlesidir.  يَوْمَ  önceki ayette geçen  يَوْمَ ‘den bedeldir.  يَسْمَعُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَ , hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْمَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الصَّيْحَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بِالْحَقّ  car mecruru  يَسْمَعُونَ ‘deki failinin mahzuf haline mütealliktir.  


 ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَوْمُ  zaman zarfı haber olup lafzen merfûdur. الْخُرُوجِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّۜ

 

يَوْمَ  önceki ayette geçen  يَوْمَ ‘den bedeli mutabıktır. (Âşûr) Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.


ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İşaret ismi mübteda, ism-i mevsûl haberdir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirtir. 

ذٰلِكَ  mübtedadır.  يَوْمُ الْخُرُوجِ  haberdir.

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile kıyamet gününe işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

 
Kaf Sûresi 43. Ayet

اِنَّا نَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُۙ  ...


Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 نَحْنُ biz
3 نُحْيِي yaşatırız ح ي ي
4 وَنُمِيتُ ve öldürürüz م و ت
5 وَإِلَيْنَا ve bizedir
6 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر

اِنَّا نَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

نَحْنُ نُحْـيِ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نُحْـيِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

نُحْـيِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  نُم۪يتُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  نُم۪يتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  

نُحْـيِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حىى ’dir.

نُم۪يتُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ميت ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُۙ


وَ  atıf harfidir.  اِلَيْنَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

اِنَّا نَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümledeki munfasıl zamir  نَحْنُ , müsnedün ileyhi tekid içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi, zamirin ve isnadın tekrarı olmak üzere dört tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

اِنَّ ’nin haberi olan نُحْـي۪ وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır., 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Aynı üslupta gelen  وَنُم۪يتُ  cümlesi habere matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Makabline atfedilen  وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُ  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Ayetin son cümlesinde takdim tehir ve îcâzı hazif sanatları vardır.  اِلَيْنَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ , muahhar mübtedadır.

اِلَيْنَا ‘nın takdimi ihtimam içindir. (Âşûr) 

نُحْـي۪ - نَحْنُ  kelimeleri arasında, cinâs-ı nâkıs sanatı vardır. 

نُحْـي۪ - نُم۪يتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

[Dönüş ancak onadır.] cümlesi, Allah hepimizi birlikte toplayacak cümlesinin hali olarak gelmiştir. Dönüşün sadece ona olduğunu, bunun kaçınılmaz olduğunu ifade eder.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.119)

الْمَص۪يرُ ‘deki marifelik ya cins içindir. Her şey bizim takdir ettiğimiz şekilde gerçekleşecektir ve bunların en büyüğü, tüm canlıların üzerine yazılmış olan yok oluş kanunudur. Ya da ahd içindir. Yani dah önce bahsi geçen ölümdür, çünkü ölümden sonraki dönüş sadece Allah'ın hükmünedir. (Âşûr)

 
Kaf Sûresi 44. Ayet

يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعاًۜ ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَس۪يرٌ  ...


O gün yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, (hesap için) bir toplamadır, bize göre kolaydır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ (o) gün ي و م
2 تَشَقَّقُ yarılır ش ق ق
3 الْأَرْضُ yer ا ر ض
4 عَنْهُمْ onlar(ın üstün)den
5 سِرَاعًا sür’atle koşarlar س ر ع
6 ذَٰلِكَ işte bu
7 حَشْرٌ toplamadır ح ش ر
8 عَلَيْنَا bize göre
9 يَسِيرٌ kolaydır ي س ر

“Göz açıp kapayıncaya kadar”, çabucak olacak şey nedir? Bu konuda üç yorum yapılabilir: 1. Yerkürenin çabucak yarılıp parçalanarak dağılması. 2. Kabirlerin kısa bir sürede açılıp içindekilerin dirilerek çıkmaları. 3. Yerküre parçalanıp dağılırken Allah’ın, dirilttiği kullarını göz açıp kapayıncaya kadar mahşerde toplaması. Biz meâlde ikinci yorumu tercih etmiş olduk.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 114

يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعاًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  الْمَص۪يرُ  mütealliktir. 

تَشَقَّقُ الْاَرْضُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَ  hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَشَقَّقُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَرْضُ  fail olup lafzen merfûdur.  عَنْهُمْ  car mecruru  تَشَقَّقُ  fiiline mütealliktir.  سِرَاعاً  kelimesi amili  يخرجون  (çıkıyorlar) olan mahzuf fiilin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَس۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

حَشْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. عَلَيْنَا  car mecruru يَس۪يرٌ ‘a mütealliktir. يَس۪يرٌ  kelimesi حَشْرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat.

Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat; a. Müfred olan sıfatlar  b. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعاًۜ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki الْمَص۪يرُ ‘ya mütealliktir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سِرَاعاً kelimesi  عَنْهُمْ ‘daki zamirden haldir.


ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَس۪يرٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكَ  mübteda,  حَشْرٌ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirtir. 

حَشْرٌ ‘e işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْنَا car mecruru, amili olan ikinci haber يَس۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade eder.

Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. عَلَيْنَا , maksurun aleyh/mevsûf, يَس۪يرٌ  maksur/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Yani amilin, takdim edilen mamule has olduğu ifade edilmiştir.

عَلَيْنَا ’nın takdimi, ihtisas içindir. (Âşûr)

يَس۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Râzî عَلَيْنَا يَس۪يرٌ (Bize kolay) ifadesindeki car ile mecrurun ihtisas için tekaddüm ettiğini belirtmiş ve bu durumda mananın bu iş başkasına değil, ancak bize kolaydır şeklinde olacağını açıklamıştır. Ayrıca bu ayet, kâfirlerin  ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ [Bu olmayacak bir dönüş!] şeklinde olan 3.ayetteki sözlerine yeniden bir cevap olmuştur.

Ayet sonlarındaki الْمَص۪يرُ  ile  يَس۪يرٌ  kelimeler arasında kulağa hoş gelen ve insanı etkileyen müthiş bir uygunluk, akıcılık ve seci vardır. Ayet sonlarındaki bu uygunluk da yine edebi sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

ذٰلِكَ  kelimesinin, o yarılma işine bir işaret olması muhtemel olduğu gibi, “süratle çıkıştan” anlaşılan “çıkarma” işine de işaret olabilir. Yine bunun manasının, “O haşr, bize çok kolay bir haşirdir” şeklinde olması da muhtemeldir. Çünkü haşr meselesi, daha önce geçen ayetlerden de anlaşılmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kaf Sûresi 45. Ayet

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ  ...


Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 أَعْلَمُ biliyoruz ع ل م
3 بِمَا şeyleri
4 يَقُولُونَ onların dedikleri ق و ل
5 وَمَا ve değilsin
6 أَنْتَ sen
7 عَلَيْهِمْ onların üstünde
8 بِجَبَّارٍ bir zorlayıcı ج ب ر
9 فَذَكِّرْ öğüt ver ذ ك ر
10 بِالْقُرْانِ Kur’an ile ق ر ا
11 مَنْ kimselere
12 يَخَافُ korkan خ و ف
13 وَعِيدِ tehdidimden و ع د

Müşrikler, Hz. Peygamber hakkında çeşitli söylentiler çıkarıyor, “deli, şair, masalcı...” diyorlar, bu da onu üzüyordu. Allah Teâlâ “Onların ne dediklerini biz daha iyi biliyoruz” buyurarak peygamberini teskin etmekte, bütün yapıp ettikleri karşısında onlara imkân ve özgürlük vermesinin bir hikmeti olduğuna dikkat çekmektedir. Bu arada peygamberin görevi, insanları imana ve dini hayata zorlamak değil, Kur’an’ı durmadan okuyarak, açıklayarak tebliğde bulunmak, insanları dine ve hakka çağırmaktır.

Kur’an’ın Allah nezdindeki değerine dikkat çekerek başlayan sûrenin, yine Kur’an’ın dini tebliğdeki önemine ve yerine işaret ederek son bulması, tebliğ ve telkinde asıl konuyu vurgulama yöntemi bakımından da ilgi çekicidir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 114-115

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  

اَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun  sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 


 وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ  munfasıl zamir,  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  جَبَّارٍ ‘e mütealliktir.  بِ  harf-i ceri zaiddir. جَبَّارٍ  lafzen mecrur,  مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.

جَبَّارٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ

 

Cümle   atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه (Dikkatli ol) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  ف  atıf harfidir. ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.  بِالْقُرْاٰنِ  car mecruru ذَكِّرْ  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخَافُ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  وَع۪يدِ  mef’ûlun bih olup mansubdur. Mütekellim  ى ‘sı vasıl sebebi ile hazf edilmiştir. Kelimenin sonundaki kesra mütekellim  ى ‘sından ıvazdır. 

ذَكِّرْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnad, tazim ifade etmiştir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَعْلَمُ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  يَقُولُونَ   cümlesi, masdar teviliyle  بِ  harf-i ceriyle birlikte    اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir.  Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ 

 

Cümle atıf harfi  وَ 'la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِمْ , ihtimam için amili بِجَبَّارٍ ‘e  takdim edilmiştir.  

Müsned olan بِجَبَّارٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde  لِ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)


 فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ

 

Cümle, takdiri  تنبّه  (Dikkatli ol) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

الْقُرْاٰنِ  kelimesi, بِ harf-i ceriyle birlikte  ذَكِّرْ  fiiline mütealliktir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَخَافُ وَع۪يدِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

وَع۪يدِ  kelimesinin sonundaki kesra mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamirinin hazfedilmesi fasılaya riayet sebebiyledir.   

Kafirlerin hallerini anlatarak başlayan surenin son ayeti Hz. Peygamber (sav) için teselli, kafirler için ise tehdit ifade eder. Surenin başı ile sonu arasındaki bu tenasüb, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Ayrıca bu ayet hüsn-i intihâ sanatının örneklerindendir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ  ifadesi, “haşyet” kelimesinin, korkulan varlığın azametine, “havf” kelimesinden daha çok delalet ettiğini gösteren bir cümledir. Çünkü Hak Teâlâ, korkutan şeyin, kendi azabı ve vaîdi olduğunu belirtirken, “havf” kelimesini kullanmış; korkutan şeyin bizzat kendi yüce zatı olduğunu belirtirken ise, “haşyet” kelimesini kullanarak, [“Benden haşyet duyun”] (Bakara, 150) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Sûrenin başında, baş ile sonun, manaca birbirlerine yakın olduğunu, çünkü sûrenin başında, [“Kâf. O şerefli Kur’an’a yemin ederim ki..”] buyurulmuş, sonunda da, [“Kur’an ile öğüt ver..”] buyurulmuş olduğunu söylemiştik. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “ez-zâriyât” kelimesinden almıştır. Zâriyât, esip savuran rüzgârlar demektir. Sûrede başlıca, öldükten sonra hesap için toplanma, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap, mü’minlere verilecek mükâfatlar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren kevni deliller konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada elli birinci, iniş sırasına göre altmış yedinci sûredir. Ahkāf sûresinden sonra, Gaşiye sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrenin ana konusu öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, yaratılmışlar içinde irade sahibi olma özelliğini taşıyanların, bir imtihan alanı olan dünya hayatını yaratılış amaçlarına uygun biçimde geçirip geçirmedikleri hususunda sorgulanacakları yargı gününden kaçış bulunmadığını ve bu yargılama sonunda herkesin bu dünyada yapıp ettiğinin olumlu olumsuz sonuçlarını mutlaka göreceğini ortaya koymaktır. Bu konu işlenirken, Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından ve insanlara lutfettiği imkânlardan örnekler, önceki bazı inkârcı toplumların başına gelen felâketlerden kesitler verilmekte; bu arada Hz. Peygamber’in ve onun yolunu izleyen müminlerin dini tebliğ ederken nasıl bir tavır takınmaları gerektiğine ışık tutulmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zâriyât Sûresi 1. Ayet

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ  ...


1-6. Ayetler Meal  :   
Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالذَّارِيَاتِ kaldıran(rüzgar)lara andolsun ذ ر و
2 ذَرْوًا savurup ذ ر و

İlk dört âyette dört grup varlık veya olaya yemin edildikten sonra 5 ve 6. âyetlerde hesap gününün geleceğinden şüphe edilmemesi istenmektedir. Burada çoğul kalıbında sıfat fiiller kullanılarak üzerine yemin edilenler (zâriyât, hâmilât, câriyât, mukassimât) hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır.

İlk âyette geçen zâriyât kelimesi, “savuran, kırıp ufalayan, tozu dumana katan” anlamlarına gelmektedir. Müfessirlerin hâkim kanaati, burada bu kelimeyle rüzgârların kastedildiği yönündedir. Kehf sûresinin 45. âyetinde, “rüzgârın savurduğu” anlamına gelen cümlede aynı kökten türetilmiş olan “tezrû” fiilinin, rüzgârın sağladığı etki hakkında kullanılmış olması ve –aşağıda geleceği üzere– Hz. Ali’den nakledilen bir söz bu görüşü destekler niteliktedir. Ayrıca, bu kelime “volkanları püskürten, mahlûkatı kırıp geçiren ve etrafa yayan melekler”, “barut, dinamit vb. sonradan keşfedilmiş ve edilecek şiddetli patlama ve tahrip maddeleri”, “zürriyetin çoğalıp yayılmasına vasıta olan doğurgan kadınlar” yahut daha genel bir ifadeyle, “yaratılmışların hareketini sağlayan her türlü itici güç” gibi mânalarla da açıklanmıştır. 2. âyet lafzî olarak “bir yük, bir ağırlık taşıyanlar, yüklenenler” mânasına gelmektedir. Önceki âyette “rüzgârlar” anlamının benimsenmesi müfessirleri, bu âyeti “yağmur yüklü bulutlar” veya “bulutları taşıyan rüzgârlar” şeklinde anlamaya yöneltmiştir. İbn Abbas ve başka bazı âlimlerin yorumu, “insan ve eşya yüklü gemiler” şeklindedir. Bir grup âlim ise âyetin, bunların yanı sıra “gebe dişiler” mânasını da içerdiği kanaatindedir. 3. âyette sözü edilen “kolayca akıp gidenler”den maksadın “gemiler” olduğu yorumu yaygındır (muasır eserlerde gemilerin yanı sıra tren, otomobil gibi ulaşım araçlarından da söz edilir). Bununla birlikte “rüzgârın sürüklediği bulutlar” ve “yörüngesinde hareket eden yıldızlar” mânaları da verilmiştir. 4. âyette, daha önce sayılanları yöneten; rızık, doğum, ölüm vb. diğer konularda da Allah’ın buyruklarını uygulayan ve gerekli üleştirmeyi yapan meleklerin kastedildiği kanaati hâkimdir (Taberî, XXVI, 185-188; İbn Atıyye, V, 171-172; Beyzâvî, VI, 73; Elmalılı, VI, 4527).

Zemahşerî ve Râzî ilk dört âyette sayılanların ayrı şeyler ya da aynı şeyin farklı nitelikleri olabileceğini belirtirler. Hz. Ali’den nakledilen bir söz birinci ihtimali desteklemektedir. Bu rivayette âyetlerde geçen sıfat fiillerin özneleri sırasıyla şöyle açıklanmıştır: Rüzgârlar, bulutlar, gemiler, rızıkları taksim eden melekler. Burada aynı şeyin farklı niteliklerine yani rüzgâr çeşitlerine değinildiği ihtimaline göre yapılan ve Râzî tarafından daha güçlü bulunan yoruma göre ise bu âyetlerde geçen kelimelerin anlamları şöyledir: 1. Zâriyât: Başlangıçta bulutları oluşturan rüzgârlar, 2. Hâmilât: Su buharı halindeki bulutları –ki bunlar dağlardan daha ağır yüklerdir– taşıyan rüzgârlar, 3. Câriyât: Bu yüklü bulutları sürükleyen rüzgârlar, 4. Mukassimât: Yağmurları değişik yerlere dağıtan rüzgârlar (Zemahşerî, IV, 26; Râzî, XXVIII, 195).

Müfessirler Kur’an’daki kasemlerin (yeminler) amacı konusunda yeri geldikçe çeşitli izahlar yapmış olmakla beraber bu konuyu bütüncül bir bakışla inceleyen fazla eser bulunmadığı görülmektedir. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin et-Tibyân fî aksâmi’l-Kur’ân isimli eseri dışında eski âlimlerin bu konuda müstakil eserine rastlamadığını belirten muasır Hindistan âlimlerinden Abdülhamîd el-Ferâhî, bu eseri ve Râzî’nin Mefâtîhu’l-gayb’ındaki açıklamaları da dikkate alarak Nizâmü’l-Kur’ân ve Te’vîlü’l-Furkān bi’l-Furkān adlı tefsirine bu konuda değerli bir mukaddime yazmıştır. Abdülhamîd el-Ferâhî, İm‘ân fî Aksâmi’l-Kur’ân adlı kitabında (Dımaşk – Beyrut 1994), her bir yemin ifadesine ait özel açıklamaları tefsirdeki yerlerine bırakarak konuyu ana çizgileri içinde incelemektedir. Özellikle İbn Kayyim ve Râzî’nin bu konudaki görüşlerini tahlil eden, yeminin tarihi ve insanların yemine ihtiyacı hususuna örnekleriyle değinen, bu arada Araplar’ın yeminlerinde üzerine yemin edilene veya muhataba değer verme yahut bizzat yemin edenin mertebesinin yüceliğine dikkat çekme mânasının bulunduğuna, bazan da yalan yere yemin edenin lânete uğraması telakkisine dayanıldığına dair örnekler veren müellif, daha çok şu hususların altını çizmektedir: Kasemin mahiyeti ve amacı “delâletler”dir, yani belirli mânaları göstermektir. Kur’an’da kasemin asıl amacı tâzim (yüceltme) değildir; ancak bazı kasemlerden bu mâna anlaşılır. Yeminde “muksem bih”in (üzerine yemin edilenin) bulunması bile şart değildir, dolayısıyla muksem bih zikredilmeyince bir şeyler takdir etmek gerekmez ve yemini, mutlaka üzerine yemin edilen bir şeyin tâzimi gözetiliyormuş gibi yorumlamak doğru olmaz. Yeminde asıl amaç, yemin edenin sözü pekiştirmesi, bir şeyi yapıp yapmamayı kendisine gerekli kılıcı bir azim ve kararlılık izhar etmesidir (bu konuda ayrıca bk. Râzî, XXVIII, 193-194; İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’an, notlarla neşreden: Tâhâ Yûsuf Şahin, Beyrut 1982; Sadık Kılıç, Yemin Olsun ki, İstanbul 1996).

Bu âyetlerde, muhatapların dikkatini çekecek ve üzerinde düşünmelerini sağlayacak bir tarzda yemin edilerek konunun ciddiyetine vurgu yapıldığı açıktır (İbn Atıyye, V, 171). Bu olağan üstü düzen ve dengeyi kurmaya kadir olan yüce Allah’ın vaad edilen ba‘s olayını yani insanların öldükten sonra diriltilmelerini gerçekleştirmeye de muktedir olduğuna işaret edilmektedir (Beyzâvî, VI, 74). İbn Âşûr’un da belirttiği üzere, burada mevsufları (nitelenenleri) açıklanmaksızın çok önemli ve üstün nitelikler üzerine yemin edildiğine göre bu âyetler, belirtilen sıfatlara elverişli pek çok mevsufu düşünmeye imkân veren çok ince bir icâz (özlü anlatım) özelliği taşımaktadır (XXVI, 336). Öte yandan, kanaatimizce, yerin ve göğün önemine birkaç defa değinen (bk. 7, 20, 23, 47, 48. âyetler) bu sûrenin 22. âyetinde, “Rızkınız ve size vaad edilenler göktedir” buyurulması, ilk dört âyette de insan için hayatî önem taşıyan bazı yasalara, özellikle birtakım atmosfer olaylarına ve biyosferdeki değişkenlere, ayrıca bunların ilâhî iradeye uygun olarak gerçekleştirilmesinde görevli meleklere işaret edildiği ihtimalini güçlendirmektedir.

Müfessirlerin çoğu, –sûrenin genel üslûbunu, son âyetinde inkârcıların haşir günüyle tehdit edildiklerini ve özellikle 8. âyette müşriklere hitap edildiğini göz önüne alarak– 5. âyette de inkârcılara hitap edildiği, burada yer alan “size vaad edilen” anlamındaki ifadeyle öldükten sonra diriltilecekleri uyarısına değinildiği, 6. âyetteki “dîn” kelimesiyle de onlara verilecek cezanın kastedildiği yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 26; İbn Atıyye, V, 172; Râzî, XXVIII, 196-197). 5. âyette bütün insanlara hitap edildiği, dolayısıyla hem mükâfat müjdelerinin (vaad) hem de ceza uyarılarının (vaîd) gerçekleri ifade ettiğine, 6. âyette de dünyada yapılanların olumlu veya olumsuz karşılığının verileceği yargılama gününün mutlaka geleceğine işaret edildiği kanaatini taşıyanlar da vardır (Taberî, XXVI, 188-189; Hâzin, VI, 74; Şevkânî, V, 96).

  Zerave ذرو :

  ذِرْوَةٌ hörgücün üst kısmı ve tepenin zirvesi anlamına gelir.

  Fiil olarak ذَرَى-يَذْرُو  rüzgarın bir şeyi savurması hakkında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de üçü de farklı formda olmak üzere yalnızca 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli zirvedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ , kasem harfidir. الذَّارِيَاتِ kelimesi وَ ‘la mecrur olup mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. ذَرْواً  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الذَّارِيَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ذرى  fiilinin ism-i failidir.

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir.  وَ  kasem harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  وَالذَّارِيَاتِ , takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

Mahzuf kasem ve cevapla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  ذَرْواً  mef’ûlu mutlaktır. Tekid ifade eder. Amili ismi fail olan  الذَّارِيَاتِ ‘dir. 

الذَّارِيَاتِ - ذَرْواًۙ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kuranı kerimdeki bütün sureler gibi bu surenin de başındaki ilk ayetlerin seçimi, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir. Bunun için mütekellimin söze başlarken güzel lafızları seçmesi, ağır lafızlardan ve tenâfürden uzak durması, en güzel nazmı tercîh etmesi, ta’kîdden kaçınması, sahîh bir mana ifade etmesi, muktezâ-i hâli gözetmesi gerekir. Bu, muhatabı sözün devamını dinlemeye, önemsemeye ve kabullenmeye sevk eder, merakını celbeder. Aksi halde muhatap sözün devamını dinlemez. İsterse dünyanın en güzel kelamı olsun boşa gider. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Cenab-ı Hakk'ı, başlangıçlarında, huruf-u mukattânın dışındaki şeylere yemin etmiş olduğu bütün surelerde bu yeminler, üç esastan birini ispat içindir. Bu esaslar da, vahdaniyet, risalet ve haşr olup, imanın kendisiyle tam ve mükemmel olduğu şeylerdir. Allahu Teâlâ beş surede, cemî müennes salim kelimeleri kullanarak yemin etmiş, ama hiçbir surede cemî müzekker salim kelimeler ile yemin etmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Zariyat: Kırıp ufalayan veya savuran, ya da toz duman edip götüren kuvvetler demektir. Mesela toprağı ve başka şeyleri tozdurup savuran rüzgarlar, volkanları püskürten, yaratıkları kırıp dağıtan ve yayıp açan melekler ve barut, dinamit gibi sonradan bulunmuş ve bulunacak şiddetli patlayıcı, tahrip edici ve yakıcı bütün sebepler bu kavrama dahildir. (Beyzâvî, Elmalılı Hamdi Yazır)

Bu surenin başı, kendinden önceki surenin sonuna uygundur. Çünkü Allah Teâlâ, haşri delilleri ile beyan edip, “İşte bu, bize göre kolay olan bir haşirdir (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 2. Ayet

فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْحَامِلَاتِ yüklü (bulut)lara andolsun ح م ل
2 وِقْرًا ağır و ق ر

فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ

 

Cümle atıf harfi  ف  ile önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وِقْراً  ismi fail olan  الْحَامِلَاتِ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada kendinden önce nefy edatı vardır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ

 

Ayet, önceki ayetteki muksemun bihe  فَ  ile atfedilmiştir.  لْحَامِلَاتِ  kelimesi  الذَّارِيَاتِ ’ye matuftur.  وِقْراً , ism-i fail vezninde olan  الْحَامِلَاتِ ‘nin mef’ûlü veya mef’ûlu mutlaktır.

İsm-i mef‘ûlün yani  الْحَامِلَاتِ (taşınan)’ın masdar olarak adlandırılması ile  وِ ’ın fethasıyla وَقْراًۙ  diye de okunmuştur. Yahut da  وِقْراًۙ  (kesra ile) , حمْلاً  anlamında olup mef‘ûlu mutlaktır. (Keşşâf)

الْحَامِلَاتِ - وِقْراًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yük taşıyanlara yağmurları taşıyan bulutlara yahut bulutları taşıyan rüzgârlara ya da hamile kadınlara yahut bunların sebeplerine demektir. (Beyzâvî)

 

Zâriyât Sûresi 3. Ayet

فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْجَارِيَاتِ akıp gidenlere andolsun ج ر ي
2 يُسْرًا kolayca ي س ر

  Ceraye  جري :

  جَرْيٌ süratle geçip gitmektir. Temelde suyun geçip gidişi/akışı ile ve su gibi geçip giden şeylerle ilgili kullanılır. Bu fiilin mastarı جِرْيَةٌ جَرَيانٌ şekillerinde gelir.

  جارِيَةٌ kelimesi denizde akan gemi manasındadır. Çoğulu جَوارٌ 'dur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve üç farklı isim formunda olmak üzere 64 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri cereyan, câri ,cariye, macera, mecrâ ve icradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ

 

Cümle atıf harfi  ف  ile önceki ayete matuftur. يُسْراً  mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olan kelimenin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

الْجَارِيَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خرى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ

 

فَالْجَارِيَاتِ , önceki ayetteki muksemun bihe  فَ  ile atfedilmiştir.

الْجَارِيَاتِ , muksemun bihtir. يُسْراًۙ , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır.

Kolayca akanlara; denizde rahatlıkla akan gemilere yahut istikametlerinde esen yellere yahut yörüngelerinde akan (yüzen) yıldızlara demektir. يُسْراًۙ  mahzuf masdarın sıfatıdır yani  جريً ذا يسرٍ (Kolaylık sahip bir akış) demektir. (Beyzâvî, Keşşâf)

 
Zâriyât Sûresi 4. Ayet

فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْمُقَسِّمَاتِ taksim edenlere andolsun ق س م
2 أَمْرًا iş(ler)i ا م ر

فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ

 

Cümle atıf harfi  ف  ile önceki ayete matuftur. اَمْراً  ism-i fail olan  الْمُقَسِّمَاتِ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. 

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada kendinden önce nefy edatı vardır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُقَسِّمَاتِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ

 

 

فَ , atıf harfidir. الْمُقَسِّمَاتِ , önceki ayetteki muksemun bihe matuftur. 

اَمْراً , ism-i fail vezninde gelen  الْحَامِلَاتِ ‘nin mef’ûlüdür. 

Sülasisi  قسم  olan fiilin  تفعيل  babında ismi faili olan  الْمُقَسِّمَاتِ , fiil gibi amel etmiştir.

الذَّارِيَاتِ  ve  الْحَامِلَاتِ  ve  الْجَارِيَاتِ  ve  الْمُقَسِّمَاتِ  kelimeleri, yeniden dirilişin tam ve mükemmel şekli olan dört şey karşılığında zikredilmiş olan dört husustur: Çünkü bedenin dağılmış parçalarının bir kısmı toprağın içinde, bir kısmı denizlerin diplerinde, bir kısmı da havada bulunur ki bunlar bedenlerden kopup ayrılmış çok küçük ve buharımsı cüzlerdir. Buna göre  الذَّارِيَاتِ,  "yerden savrulup havaya karışmış  الْحَامِلَاتِ , havadaki bu parçaları toplayarak, bir yük olarak onu taşıyan şeylerdir. Çünkü rüzgârlar, toprağı sırtına alıp taşıyamaz, aksine onu, bulutların hilafına, bir yerden bir yere atarlar, savururlar. Çünkü bulut, tozu yüklenir ve onu, kendisinden birşey düşmeyen bir yük gibi onu havada taşır.

الْجَارِيَاتِ  ise, küçük parçaları sulardan derleyip toparlayan şeye işarettir. Çünkü, ağır gemileri denizlerin dalgalarından sahillere taşıyan şey, parçaları da denizlerden karalara taşımaya kadirdir. Şu halde parçaları, yerden, havadan ve denizlerin ortasından toplayıp bir bir araya getirmenin mümkün olduğu ortaya çıkar. Bunlar bir araya getirilince, geriye bunlara bir ruh (can) üfürülmesi kalır. Ruh da Allah’ın emrindendir, işlerindendir. Nitekim Cenab-ı Hak, “Sana ruhu sorarlar. De ki: [“Ruh, Rabbimizin emrinden (işlerinden) dir”] (İsrâ, 85) buyurmuştur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْرًا  yani, [“Ruhları bedenlere, Allah’ın emriyle taksim eden, üfleyen o meleklere yemin olsun ki...”] buyurmuştur. Cenab-ı Hak, bu meleklere  الْمُقَسِّمَاتِ (taksim edenler, dağıtanlar) diye anmıştır. Çünkü insan, maddi cüzleri açısından, kesindir ki, birbirinden farklı değillerdir. Zira herkesin bir başı, ayakları vs. var. İnsanlar, sayı ve değer bakımından birbirlerine yakındırlar. Fakat ileri derecedeki farklılık ruhlardadır. Çünkü ruhlardan, iyi olanlar ile kötü olanlar arasında hayli farklılık vardır. Bu farklı (olanları) taksimat da, ancak hür bir taksimatcı ve hür bir memur tarafından yapılabilir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak böyle buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 5. Ayet

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا gerçekten
2 تُوعَدُونَ size va’dedilen و ع د
3 لَصَادِقٌ mutlaka doğrudur ص د ق

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ

 

Kasemin cevap cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  مَا  müşterek ism-i mevsûl  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. صَادِقٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

صَادِقٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ

 

Fasılla gelen ayet kasemin cevabıdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin ismi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  تُوعَدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde mevsule ait olması gereken aid zamir mahzuftur. Takdiri  هم (Onlar.) dur. 

تُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَصَادِقٌۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)  

اِنَّمَا تُوعَدُونَ (Kesinlikle… size vaat edilen) ifadesi, kasemin cevabıdır.  اِنَّمَا ’daki  مَا , ya ism-i mevsul ya da masdariyedir. Vadedilen, öldükten sonra diriliştir.  تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ (sadık vaat) ifadesi,  عيشة راضية (Razı olmuş bir hayat) gibidir. (Keşşâf)
Zâriyât Sûresi 6. Ayet

وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve muhakkak
2 الدِّينَ ceza د ي ن
3 لَوَاقِعٌ olacaktır و ق ع

وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ

 

Cümle atıf harfi و ‘la kasemin cevap cümlesine atfedilmiştir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الدّ۪ينَ  kelimesi اِنّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  وَاقِـعٌ  kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.   

وَاقِـعٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وقع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ

 

Kasemin cevabına  و ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الدّ۪ينَ  kelimesi  اِنَّ’ nin ismi,  لَوَاقِـعٌ  haberidir.

اِنَّ ’nin haberi  لَوَاقِـعٌۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafât, s. 80)

Gelecekte gerçekleşecek olay, fiil yerine ism-i faille gelmiştir. Mustakbelin ism-i faille ifade edilmesi olayın kesinliğini vurgulamaktadır.

Surenin bu ilk ayetlerinin fasılaları kelime sayısının iki olduğu terkiplerle gelmiştir. Fasılanın bulunduğu terkibin kelime sayısının en az iki en çok on olduğu durum kısa secidir.

الدّ۪ينَ  ‘amellerin karşılığı’,  لَوَاقِـعٌ  ise ‘olacak olan’ demektir. (Keşşâf)

 
Günün Mesajı
38. ayet, Allah'ın yedinci günde dinlendiği, dinlenme ihtiyacı duyduğu şeklindeki Kitab-ı Mukaddes ifade ve inancını kesinlikle reddetmektedir. Böyle bir inanç, her şeye gücü yeter Allah inancına da ters olup, Allah'ın Kadir-i Mutlak olduğuna inanan Hıristiyanların bir çelişkisidir de.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hayat, elini gözlerinin üzerine koyup geçmişe ve geleceğe bakarken, bulunduğu anın işlerini yetiştirmeye çalışmak gibidir. Şimdiyi değerlendirmek yerine, geleceğe ya da geçmişe odaklanmanın birçok olumsuz yanı vardır. Zira; onlara fazlasıyla vakit harcayan nefsin kendisidir. Olumlu ya da olumsuz; geleceğe dair olasılıkları ya da geçmişte kalan anıları keyfine göre ya büyütür, ya da küçültür. Her zaman mutlu olmak ya da olmamak önemli değildir, asıl hedefi dünyalıklarla oyalanmaktır. 

Kalp ise gözünün iliştiği yere baktıktan sonra yapabileceği bir şey varsa yapmaktan, yoksa kabul etmekten yanadır; her ikisinin sonucunda tevekküle meyillidir. O bilir ki; imtihan yeri olan dünyada; ölüm, kıyamet ve diriliş (ve hayattaki diğer birçok şey) bir anda gerçekleşecektir. İşte o zaman, nefsin oyalandığı çoğu şeyin hiçbir manası ya da değeri kalmayacaktır. İnsan belki kendisini hırpalar ama bazı şeyler tek bir anda tükenir. Geriye sadece Allah’ın rızasını kazanıp kazanmadığı meselesi kalır.

Allahım! Bizi, dünyalıklarla oyalanmaktan ve ömrümüzü heba etmekten muhafaza buyur. 

Rahmetinle ve izninle; dünyalıklar değil, Senin katında hakiki değere sahipler meşgul etsin zihnimizi ve kalbimizi. Nefsimiz ise dünya meselelerinde orta yolu tuttursun: dünyadan nasibini alsın, nimetlerin kıymetini bilerek şükrünü etsin ve hataları ile günahlarından tevbe ederek düzeltme ya da telafi etme hevesiyle dolarak kalbe köstek olmak yerine yardımcı olsun. 

Allahım! Bizi, diriliş günü dehşete kapılanlardan değil, kurtulanlardan ve elhamdulillah diyenlerden eyle.

Allah’ın azabından korkanlardan, rahmetine sığınanlardan, O’nun rızası için yaşayanlardan ve her şeyin sonunda O’na kavuşanlardan olmak duasıyla. 

Amin.

***

İnsan hayatı boyunca çeşitli korkular öğrenir. Korku, belli bir seviyeye kadar hissedildiği zaman hayat kurtarır, aşırıya kaçtığında ise yaşamdan soğutur. Bazı dönemlerde, bazı korkuları deneyimlemek normal sayılır ama zaman ve mekan ayırmadan hissedildiğinde çeşitli sıkıntılara sebep olur. Bütün korkuların temelinin ise ölüme dayandığı söylenir. Dünya üzerinde, açılan farklı yolların getirdiği zorluklarla beraber korku gereken bir tepkidir. Böylelikle kaçmak ile kalmak arasında seçim yapılır. Ancak birçok dünyalıkta olduğu gibi insan evladı korkularına da tutunur. 

Bulunduğu anın içinde güvende olmasına rağmen geçmiş ya da gelecek hayallerden dolayı kaçması gerektiğini düşünürken daha da çok korkulara kapılana şöyle bir sorulur: ‘Kimden kaçıyorsun?’ Zira dünyaya kapılan nefsin sık sık unuttuğu bir hakikat vardır: Allah’ın dilediğinden kaçış yoktur. Dünyalıklara kaçıp rahatlamaya çalışan insan durdurulur ve ona ‘Allah’a kaç’ denir. Zira nefsani hırslardan ve korkulardan kaçılacak en güzel yer, Allah’ın yanıdır. Bu vesile ile Allah’a yaklaşan bir kulun benliğinde korkulara yer yoktur. Korkularını silkeleyemeyen kişiye şöyle denir: ‘Üzülme! Bir daha kaç! Tekrar kaç! Allah’a olan kaçışın kurtuluşa dönüşene kadar kaç! Şüphesiz ki kalpler ancak Allah ile huzura kavuşur.’

Ey Allahım! Dünyanın karanlıklarından, Senin nurunun aydınlığına; kötülüklerden doğan hırslardan, Senin muhabbetinin huzuruna ve nefislerimizin tutunduğu korkulardan, Senin rahmetinin ferahlığına kaçtık. Bizi kabul buyur. Bizi bize bırakma. Kendimizden Sana kaçtık. Hüzünlerimizi ve korkularımızı Sana arz ettik. Zikrin ile kalplerimizi arındır. Dostluğun ile nefsani ateşleri söndür. Mağfiretin ile iki cihanda da huzura kavuştur. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji