Zâriyât Sûresi 47. Ayet

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  ...

Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّمَاءَ ve göğü س م و
2 بَنَيْنَاهَا inşa ettik ب ن ي
3 بِأَيْدٍ sağlam ا ي د
4 وَإِنَّا ve elbette biz
5 لَمُوسِعُونَ genişleticiyiz و س ع
 

İlk üç âyette Cenâb-ı Allah’ın sonsuz kudretini gösteren ve her an yakın çevremizde gözlemleyebildiğimiz üç çeşit kanıta değinilmekte, 50-51. âyetlerde de bunlardan çıkarılması gereken sonuç peygamberinin dilinden bir uyarı tarzında ifade edilmektedir: Başka kaçacak, sığınılacak yer yoktur, yalnız Allah’a sığınmak, O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir; O’nun yanında başka tanrılar uydurmak akıl ve iz‘an sahibi varlıklara yaraşmaz.

47. âyette geçen eyd kelimesinin “kuvvet, kudret” veya “eller” mâna­larına göre değişik yorumlar yapılmıştır; bu yorumlar, göğün muhteşem yapısı ve düzeninin yüce Allah’ın kudretine bağlı olduğunu ifade etme noktasında birleşir (Râzî, XXVIII, 226). “Şüphesiz biz genişletmekteyiz” diye çevrilen cümle için yapılan başlıca yorumlar şunlardır: a) Biz vüs’at yani genişlik ve kudret sahibiyiz; semadaki bu ihtişamı sağlamakla kudretimizden bir şey eksildiği sanılmamalıdır, dilesek daha da genişletiriz. Bakara sûresinin 255 ve Kaf sûresinin 38. âyetlerindeki içerik ve üslûp bu mânayı çağrıştırmaktadır. b) Hiçbir şeye muhtaç olmadığımız gibi nimetleri bol bol ihsan eden de biziz; sıkıntıları giderir, darda kalanlara genişlik veririz (Şevkânî, V, 105; Elmalılı, VI, 4542-4543). c) Evreni genişletmekteyiz. Bu yorum daha çok, uzay cisimlerinin birbirinden uzaklaştığı ve aralarındaki mesafenin gitgide arttığı yönündeki bilimsel tesbitten hareketle ortaya konan “genişleme teorisi” ışığında yapılmıştır (bk. Celal Kırca, s. 62-63; eski dönemlerin âlimlerinden bu yorumu destekleyen bazı açıklamalar için bk. Celâl Yeniçeri, s. 110-115). Gök kelimesinin Kur’an’daki kullanımları dikkate alınarak genişletilen şey, bu ve benzeri bağlamlarda “evren” (Esed, III, 1070-1071), “dünyanın dışındaki bütün kâinat” (Celal Kırca, s. 62) anlamlarında yorumlanabilmektedir. Râzî göğün binaya ve yerin döşeğe benzetilmesini, göğün ana yapısında değişme olmamasına, yerin ise genişleme-daralma, denizlerinin karaya dönüşmesi gibi değişkenliklere açık olmasına bağlar (XXVIII, 225-226; göklerin ve yerin yaratılması hakkında bk. Bakara 2/22, 29). 

Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. Bununla birlikte o, âyetteki “her şey” ifadesinin sadece cinsleri değil fertleri de kapsadığını dikkate alarak, burada dış âlemdekiler ile onların zihindeki formlarının uyumlu eşleşmesiyle tecelli eden idrak olayına da işaret bulunduğu yorumunu yapar; herhangi bir şey hakkında meydana gelen şuur hâdisesinde bu ikiliğin kaçınılmaz olduğunu, bu ikilik içinde birleştirilmeden hiçbir şeyin tasdik edilemeyeceğini, tefekkür ve tezekkürde bulunulamayacağını, âyetin sonunda yer alan “ki inceden inceye düşünesiniz” ifadesinin de bunu desteklediğini belirtir (bk. VI, 4543-4544; ayrıca bk. Yâsîn 36/36).

49. âyetin son cümlesi hem bu âyette hem de önceki iki âyette belirtilenler üzerinde düşünülmesini kapsadığından (Zemahşerî, IV, 31), sırf bulunduğu âyete bağlı olduğu izlenimi vermemek için meâlinde bu cümleyi “İnceden inceye düşünesiniz diye!” şeklinde sona aldık. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135
 

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  السَّمَٓاءَ  kelimesi sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  بَنَيْنَاهَا  (kurduk.) şeklindedir.

بَنَيْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.   Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاَيْدٍ   car mecruru  بَنَيْنَاهَا ‘deki failin veya mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. 

وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُوسِعُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır.  Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.   

مُوسِعُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ

 

وَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

السَّمَٓاءَ  sonraki açıklamanın delaletiyle mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri,  بَنَيْنَا  (Bina ettik.) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veya  السَّمَٓاءَ , iştigâldir. Mamul amiline takdim edilmiştir. Mef’ûlün amiline takdim edilip, fiilin sonunda bu mef’ûle ait bir zamir bulunması iştigaldir. Bu takdim hasr ifade edebilir. (Elmalılı, Âşûr))

Cümle  السَّمَٓاءَ ‘nın yaratılışı ile başlandı. Çünkü yaratılmışların en büyüğüdür ve insanların gözleri önünde müşahede edilmektedir. (Âşûr)

السَّمَٓاءَ ‘nın  البِناءِ  fiili ile kullanılışında istiare vardır. Binaların da tavanı oluşundan ortak yön oluşmuştur. (Âşûr)  

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Fiilin failinden mahzuf hale müteallik olan  بِاَيْدٍ ’deki  بِ , sebebiyyedir. 

Allah Teâlâ’nın, yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Kevni ayetlerin zikredilmesinin altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

بِاَيْدٍ  (muazzam bir güç ile) والأيد والآد ‘kuvvet’ demektir; mazisi آد , muzarisi  يئيد , ism-i faili ise  أيد  şeklindedir. (Keşşaf)

الأيد  kelimesi  يَدٍ  kelimesinin çoğulu olabilirse de burada [‘’Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla’’] (Sâd, 38/17) ayetinde olduğu gibi teyidin aslı olan ‘kuvvet’ manasına olması daha ağır basar. Bu beyan "Allaha kaçın!" ifadesi ile ["Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."] (Zariyat, 51/56) ayetinin muhtevasına ve manasına önceden yapılmış bir hazırlıktır. Nitekim ["Şüphesiz rızık veren güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."] (Zâriyât, 51/58) ayeti ile de teyid olunacaktır. (Elmalılı, Âşûr)

Allah Teâlâ kendisinden çoğul zamiriyle bahsedince, el kelimesi de, ellerimiz şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Allah kendisinden tekil olarak bahsettiği vakit el kelimesi de tekil veya tesniye (ikil) olarak gelmiştir.

بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ   cümlesinde istiâre-i temsiliyye vardır. Çünkü gökyüzü bina edilmez, yaratılır. Fakat Yüce Allah yaratma ve meydana getirmenin sadece kendine mahsus oluşunu, bir şeyi kendi elleriyle ve bizzat yapan kimseye benzetti. İstiâre-i temsîliyye yoluyla, yapmak manasına gelen  بَنَي  fiilini yaratmak manasına gelen  خلق  fiili yerine kullandı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 


وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlenin  اِنَّ  ile tekidi, muhatabı münkir makamına koymak içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

لَمُوسِعُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

مُوسِعُونَ  kelimesi güç anlamındaki  الوسع  kökünden gelir.  مُوسِ  kelimesinin, “başkalarına yardıma gücü yeten” anlamı vardır. Hasan-ı Basrî (v. 110/728) kelimeyi, “yağmurla rızkı genişletiriz” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca, “semayla arzın arasını genişletmişiz” anlamı da verilmiştir. (Keşşâf)

Ayet-i kerîmedeki  لَمُوسِعُونَ  kelimesi, takat anlamındaki  وُسْعٍ  kelimesinden türemiştir. مُوسِعُ ; infaka muktedir manasındadır. Ayetten maksadın, ”gökyüzünü genişleten" veya ”gökyüzü ile yer arasında geniş bir boşluk yaratan" ya da ”rızkı genişleten" olması muhtemeldir. [”Gökyüzünde rızkınız var."] (Zâriyât: 22) ayeti bu son ihtimale delalet eder. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

اِنَّا ‘daki  çoğul zamiri azamete delalet eder ki, bunu şu iki açıdan açıklayabiliriz:

a) Söz, dinleyenin anlayış miktarına göre getirilir. Dinleyen ise insandır. İnsan, "görünür âlemi, gayb alemine kıyas eder. Zira, insanlar nezdinde büyük bir kimse, bir işi, ordusu ve hizmetçileriyle yapan, o işi bizzat kendisi yapmayan kimsedir. Binâenaleyh hükümdar, "Biz yaptık.." der, ama "Bu işi, emrimizle, hizmetkârlarımız yaptı" manası kastedilir ki, bunda bir tazim vardır, işte görülmeyen hakkında da böyledir.

b) Bir söz, birisi tarafından söylenir, diğerleri de ona razı olursa, o sözü söyleyen "Biz, hepimiz böyle yaptık.." der. Yine, sadece bir kısmı tarafından yapılabilen bir fiil üzerinde, bir kalabalık toplanıp da, mesela, yırtıcı bir hayvanı öldürmek için büyük bir kalabalık çıkıp onu öldürdüklerinde, herkes bu işe razı olduğu ve herkes aynı şeye yöneldiği için- "Falanca beldenin halkı onu öldürdü.." denilir. Bunu iyice kavradığın zaman, şimdi bil ki Allah Teâlâ, hiç kimsenin reddedemeyeceği ve herkesin boyun eğeceği bir İşin yapılmasını emrettiğinde Allah, "Yaptım" yerine, "yaptık!.." ifadesini kullanır. Bu büyük hükümdar hakkında, O'nun hiçkimsenin inkâr edemeyeceği ve hiçbir nefsin reddedemeyeceği bir ululuk üzere olduğunda ittifak etmişizdir. (Fahreddin er-Râzî)