Zâriyât Sûresi 50. Ayet

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  ...

O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَفِرُّوا o halde kaçın ف ر ر
2 إِلَى
3 اللَّهِ Allah’a
4 إِنِّي şüphesiz ben
5 لَكُمْ size
6 مِنْهُ O’nun tarafından
7 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
8 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا علمتم صفات الله المذكورة (Allahın zikredilen sıfatını bildiğinizde..) şeklindedir.

فِرُّٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  فِرُّٓوا  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  إلى ثواب الله (Allah’ın sevabı) şeklindedir.


اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  نَذ۪يرٌ  mahzuf haline mütealliktir. 

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مُب۪ين  kelimesi  نَذ۪يرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada  مُب۪ين  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ 

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  إذا علمتم صفات الله المذكورة (Allahın zikredilen sıfatlarını bildiğinizde..)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

 فِرُّوا إلى اللَّهِ  cümlesinde temsili istiare vardır. (Âşûr) 

الفِرارُ , burada  الهُرُوبُ  demektir. Eza verecek şeyden kaçmaktır. Vebadan, aslandan ve düşmandan kaç demek gibi. (Âşûr) 

اللّٰهِ  lafzının muzâfı mahzuftur. İfadenin takdiri  إلى ثواب الله (Allah’ın sevabı) şeklindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cenab-ı Hakk'ın "kaçınız..." ifadesi, yok etmenin çok hızlı olacağını haber verir. Buna göre adeta O şöyle demiştir: "Bu helak etme ve azab Allah'a dönüşte herhangi bir gecikme ihtimali bulunmayacak kadar hızlı ve yakındır. O halde çok hızlı bir biçimde Allah'a sığının ve O'na kaçın!" (Fahreddin er-Râzî)

Ey Rasûlüm Muhammed! Kavmine şöyle de: ”Durum böyle olduğuna göre, iman ve tâatle, bu Yüce Allah'a koşuşun! Böylece O'nun cezasından korunmuş ve sevabına nail olmuş olursunuz. İman ve tâate sarılmak konusundaki emrin,  فِرُّٓ  ”koşmak" kelimesi ile ifade edilişi, insanların gerisinde, kaçmaları gereken bir cezanın varlığına dikkat çekmek içindir. (Rûhu’l Beyân)

Allah'ın, Resulullah'a, insanları azabından kendisine koşmaya emretmesinde ve onun kendisi tarafından değil, Allah katından gelen bir uyarıcı olduğunu bildirmesinde, müminlerin kaçtıkları şeyden kurtulacakları ve istenileni elde edecekleri vaadi vardır. (Rûhu’l Beyân)


 اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , amili olan  نَذ۪يرٌ ’a ihtimam için takdim edilmiştir. Car mecrur  مِنْهُ  ise  نَذ۪يرٌ ‘dan mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ب۪ينٌ  fiilinin  افعال  babının ism-i fail vezninde gelen mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٍ , bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.

“Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.”

Çünkü uyarı, sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)

Risâlet hususunda, üç şey söz konusu edilebilir: Mürsil (gönderen), resul (elçi) ve mürselun ileyh (kendilerine peygamber gönderilen). İşte burada hepsi de zikredilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, ayetteki   “لَكُمْ”  ifadesi, kendilerine peygamber gönderilenlere;   مِنْهُ  ifadesi, gönderene ve  نَذ۪يرٌ  ifadesi de, resule bir işarettir. Cenâb-ı Hak, kendilerine peygamber gönderilenleri önce zikretmiştir, çünkü kendilerine resul gönderilenler, risâlet meselesinde önemli bir yer arz etmektedir. Çünkü ancak o zaman nübüvvet işi tamam olmuş olur. Padişah, kendisine muhalefet veya muvafakat eden kimselerin olmadığı, böylece de, bir nezir veya müjdeci gönderme ihtiyacı hissetmediği yerlere, ne kadar büyük padişah olursa olsun, resul (elçi) göndermez. Ama orada muhalefet edenler veya muvafakat edenler bulunursa, büyük dahi olmasa, oraya elçi gönderir. Ayette daha sonra gönderene yer verilmiştir. Çünkü gönderen bellidir ve işe teşvik eden de odur. Elçi de, onun seçmesiyle olur. Eğer gönderen belli  olmasaydı, elçi gönderme işi söz konusu olmazdı. Elçiye (Resule) gelince, o belli değildir. Çünkü padişah (gönderen), kullarından dilediği kimseyi seçer. (Fahreddin er-Râzî, (Âşûr)

Sözün, çeşitlenmesinde şöyle bir incelik bulunmaktadır: "Allahü teâlâ, "Semâyı biz... yaptık..."; "yeri de biz döşedik" "Herşeyden de çifti biz yarattık" buyurmuş, daha sonra da sözü Hz  Peygamber (sav)'e yönelterek, "O halde hepiniz Allah'a kaçın. "Bize kaçın..." dememiştir. Bu böyledir, zira, sözün çeşitlendirilmesinin bir tesiri söz konusu olduğu gibi, söyleyenlerin değişmesinin de bir tesiri vardır. İşte bundan dolayı insan, haktan sapan çocuğuna çokça nasihatta bulunur, bazan sevdirme, bazan korkutma, bazan da kıssalar anlatarak dikkat çekmek suretiyle sözünü çeşitlendirir, daha sonra da bir başkasına, "Bir de sen onunla konuş. Belki senin sözün bir fayda sağlar.." der. Çünkü insanların zihinlerinde, hem konuşanların hem de konuşulan sözün çeşitli olmasının etkili olacağı düşüncesi bulunmaktadır. Burda da Allahü teâlâ çeşitli ifâdeler getirmiş, çoğu kez İstidlaller yapmış ayetler serdetmiş, zaman zaman uygun kıssalardan bahsetmiş, daha sonra da bir başka konuşandan, yani, Hz Peygamber (sav)'den pasajlar nakletmiştir. Müfessirlerden bazıları , ayetin takdirinin, "Onlara, "Allah'a kaçınız" de" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)