وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ
Yüce Allah altı şey üzerine kasem (yemin) ederek peygamberleri vasıtasıyla haber verdiği azabın mutlaka geleceğini ve onu engelleyebilecek hiçbir gücün bulunmadığını bildirmektedir. Üzerine yemin edilenlerle nelerin kastedildiği ve bunların yemin konusu ile bağlantısı hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır (Allah’ın yemin etmesi ve Kur’an’da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6).
Müfessirlerin büyük çoğunluğu, 1. âyette geçen tûr kelimesini –Kur’an’daki kullanımlarını dikkate alarak– Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin tebliğ edildiği kutlu dağ (Sînâ dağı) anlamıyla açıklamışlardır. Bununla genel olarak dağların kastedildiği kanaatini taşıyanlar da vardır (İbn Atıyye, V, 185). Bazı müfessirler ise bu kelimenin kök anlamlarından olan “uçma” mânasıyla bağ kurarak “gayb âleminden duyular âlemine uçup gelenler (ilhamlar, bilgiler, melekler)” yorumunu yapmışlardır (Beyzâvî, VI, 88).
2 ve 3. âyetlerde söz konusu edilen “kitap”la ilgili olarak yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Hz. Mûsâ’ya verilen kitap, b) Kur’an-ı Kerîm, c) Hz. Muhammed’den önce indirilmiş ilâhî kitaplar, d) Yaratılmışlarla ilgili bütün bilgilerin kayıtlı bulunduğu levh-i mahfûz, e) Meleklerin göreviyle ilgili olarak levh-i mahfûzdan istinsah edilmiş kısımlar,
f) Haşir günü insanların dünyada yapıp ettiklerini ayrıntılı olarak görecekleri amel defterleri (Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 185; Râzî, XXVIII, 239). 3. âyette geçen rakk kelimesi “sahîfe, varak” mânasına gelir; daha çok hayvan (özellikle ceylan) derisinden yapılmış ince deri için kullanılır. Burada “kitap” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği yorumunu yapanlar, sûrenin indiği sıralarda Kur’an’ın bu şekilde yazılmaya başlandığı veya –tamamı açısından– ileride yazılacağına işaret bulunduğu yorumunu yaparlar. “Açık ve yayılmış” anlamına gelen menşûr kelimesiyle ilgili olarak Râzî şu ilginç yorumu yapar: Burada kitabın açıklık özelliğine işaret vardır; zira dürülü, kapalı kitapta ne bulunduğunu kimse bilemez; şu halde burada söz konusu olan kitap dürülü yazılardan yani levh-i mahfûzdan farklıdır; bunun anlamı “O size açıktır, onu inceleyip üzerinde düşünmenize kimse engel olamaz” demektir (XXVIII, 240).
4. âyetteki “el-beyt’ül-ma‘mûr” tamlaması hakkında başlıca üç yorum vardır: a) Semada bulunan bir evin, bir mescidin adıdır; ilgili rivayetlerde bunun yedinci semâda, Kâbe’nin izdüşümüne denk gelen bir yerde, arşın hizasında bulunduğu, durâh diye de anıldığı, meleklerin ziyaretiyle şenlendiği belirtilir. Dördüncü ve altıncı semada veya semanın ve yerin her bir katında bir beytülma‘mûr bulunduğu yönünde de nakiller vardır. Yine rivayetlerde yer alan bilgilere göre her gün oraya çok sayıda melek girer, Allah’ı takdis ve tesbih ederler; çıkanlar artık asla (kıyamete kadar) oraya dönmezler (bk. Taberî, XXVII, 16-18; Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 186). Şu var ki bu rivayetlerin âyetteki tamlamayı izah amacı taşıdığı açık değildir (İbn Âşûr, XXVII, 39). b) Kâbe’nin adıdır. Bu yorumda mâmur kelimesinin, “gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı olan yer” mânaları esas alınmıştır (Zemahşerî, IV, 33). Bu yorumu destekleyen bir rivayete göre Allah Teâlâ onu her yıl belirli sayıda ziyaretçi ile mâmur kılar, insanların sayısı bundan eksikse meleklerle tamamlar. c) Müminin kalbi kastedilmiştir. Kalp, kişinin Allah’ı tanıması ve O’na tam bir teslimiyet göstermesiyle mâmur olur (Beyzâvî, VI, 89; ayrıca bk. Abdurrahman Küçük, “Beytülma‘mûr”, DİA, VI, 94-95).
Hemen bütün müfessirler, 5. âyette geçen ve “yüksek, yükseltilmiş tavan” anlamına gelen es-sakf el-merfû‘ tamlamasıyla semânın kastedildiğini belirtirler; Enbiyâ sûresinin 32. âyeti de bu mânayı destekler niteliktedir. Bu konudaki bir rivayete dayanarak bazı müfessirler, bununla (cennetin tavanı olan) arşın kastedildiği yorumunu yapmışlardır (Şevkânî, V, 110; Elmalılı, VII, 4551-4552).
6. âyetteki el-bahru’l-mescûr tamlamasında geçen bahr kelimesi “deniz” anlamına gelir; bunun sıfatı olarak zikredilen mescûr kelimesi ise farklı mânalara gelmektedir. Bu mânalardan hareketle söz konusu tamlama için yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Kızdırılmış, alevlenmiş: Kelimenin Tekvîr sûresinin 6. âyetindeki kullanımı ışığında, kıyametin kopması sırasında –muhtemelen jeolojik bir patlamayla– denizlerin aşırı ısınması kastedilmiş olabilir (Gafir 40/72’de de fiil –edilgen haliyle– “yakılma” mânasına kullanılmıştır). b) Dolgun, taşkın: Denizlerin sularla dolu olması veya okyanuslar kastedilmiş olabilir. c) Boş: Kıyamet sırasında denizlerin boşalması kastedilmiş olabilir. d) Tutulmuş, hapsedilmiş: Denizlerin, dünyanın düzenini altüst edecek taşmalar yapmasının engellenmesine işaret olabilir (Taberî, XXVII, 18-19; İbn Atıyye, V, 186). e) Karışık, karışkan: Suyu birbirine veya tatlısı acısına karışan denizler mânası kastedilmiş olabilir (Şevkânî, V, 110). f) Tûr’dan söz edilmesi dikkate alınarak, Firavun’un boğulduğu denizin kastedildiği de düşünülebilir (İbn Âşûr, XXVII, 39-40; Elmalılı, VII, 4552). Ayrıca burada, semâda arşın altında bulunan bir denize (Taberî, XXVII, 20) veya cehenneme (İbn Atıyye, V, 187) yemin edildiği yönünde rivayetler de bulunmaktadır. Taberî kelimenin “yakma” ve“dolma” şeklinde iki temel mânası bulunduğunu, bunlardan ilkinin dünya hayatındaki denizlere uymadığını, dolayısıyla “dolu deniz” mânası verilmesinin isabetli olacağını belirtir (XXVII, 19-20). Ancak buradaki denizin “kıyamet koparken ısınan ve kaynayan deniz” olarak anlaşılmasına da bir engel bulunmadığından meâlde “kaynayan deniz” anlamı tercih edilmiştir.
İbn Âşûr burada üzerine yemin edilenlerle yeminin amacı arasındaki bağı özetle şöyle açıklar: İlk altı âyette üzerine yemin edilenler Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gönderilmesiyle ilgili hususlardır. Yeminin konusu ise peygamberlerin uyarılarının esasını oluşturan ilâhî azabın mutlaka geleceği gerçeğidir. Firavun ve adamlarının helâki de bu gerçeği inkâr edip Mûsâ’yı yalancılıkla itham etmeleri sebebiyle olmuştur (XXVII, 36; Râzî’nin burada zikredilen üç mekân [Tûr dağı, deniz ve Kâbe] ile üç peygamber [Hz. Mûsâ, Hz. Yûnus ve Hz. Muhammed] arasında bağ kuran tevili için bk. XXVIII, 239-240).
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ
كِتَابٍ atıf harfi وَ la önceki cümleye matuftur. مَسْطُورٍ kelimesi كِتَابٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسْطُورٍ kelimesi, sülasi mücerredi سطر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ
وَكِتَابٍ , atıf harfi وَ ile الطُّورِۙ ’ye atfedilmiştir. مَسْطُورٍ kelimesi, كِتَابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كِتَابٍ , Kur’an’dan kinayedir. Kelimedeki tenvin; nev ve tazim içindir. (Âşûr)
مَسْطُورٍۙ , satıra yazılan harfleri dizmektir, bundan murad edilen de Kur'an'dır, Allah'ın Levh-i Mahfûz'da yazdığı şeydir, Mûsa (as) 'ın (Tevrat) levhalarıdır, evliyalarının kalplerindeki marifet ve hikmetlerdir veya hafaza meleklerinin yazdığı şeylerdir. (Beyzâvî-Ebüssuûd)
كِتَابٍ kelimesinin nekre getirilmesi, Kur’an’ın kitap cinsleri arasından özel bir kitap olmasındandır. (Keşşâf)