وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
Peygamberlerin yalancılıkla itham edilip türlü eziyetlere mâruz bırakıldıkları konusunda Hz. Nûh’un hayatı önemli bir örnek teşkil etmektedir ve Kur’an onun verdiği mücadeleyi oldukça ayrıntılı biçimde değişik vesilelerle gözler önüne sermiştir (Hz. Nûh ve tûfan hakkında bk. Yûnus 10/71-73; Hûd 11/25-49; Nûh 71/1-28). 12. âyetin son kısmında Nûh kavminin tûfan ile helâk edileceği yönündeki ilâhî takdire veya gökten inen sularla yerden fışkıranların birbirine denk olduğuna değinildiği yorumları yapılmıştır. Sonuncu yoruma göre bu kısmı, “Böylece sular önceden belirlenmiş ölçüye göre birleşti” şeklinde çevirmek mümkündür (Şevkânî, V, 142; Elmalılı, VII, 4641). 13. âyette gemi kavramı kullanılmadan niteliklerine değinilmiştir; başka âyetlerde bu anlama gelen fülk kelimesi geçmektedir. Burada gemiyi anlatmak üzere hangi maddelerden imal edildiği bilgisinin verilmesinde, Nûh’a hazır bir gemi gönderilmiş olmayıp onun tarafından yapıldığına, daha önce bu işi bilmediği halde ilâhî vahiy ile bunun kendisine öğretilmiş olduğuna işaret vardır (İbn Âşûr, XXVII, 184). “Mıhlar” diye çevrilen düsür kelimesinin tekili olan disâr, “eğser, geminin tahtalarını birbirine bağlayan râbıta, kenet, perçin veya halat” anlamlarına da gelir (Elmalılı, VII, 4641).
17. âyette geçen ve “Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” diye çevrilen ifade 22, 32, 40. âyetlerde de aynen yer almakta, böylece Kur’an’ın üzerinde düşünülüp öğüt alınacak bir kitap olduğu, onun bu aydınlatıcı özelliğini önceki kavimlere dair verdiği örneklerle daha da canlı duruma getirdiği halde muhataplarınca gösterilen duyarsızlığa vurgu yapılıp bu tutum kınanmaktadır (Zemahşerî, IV, 46). Bu âyetteki “düşünecek” diye çevrilen müddekir kelimesini “ibret alan, öğüt alan, ders çıkaran” şeklinde de tercüme etmek mümkündür. “Düşünecek yok mu?” cümlesi, “Hayırlı olanı isteyen var mı ki yardım edilsin!” mânasıyla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 96-97). Öte yandan buradaki “kolaylaştırma” anlamına gelen lafızdan hareketle Kur’an’ın kendine özgü ifade özellikleri, anlaşılma ve ezberlenmesinin kolay oluşu gibi hususlar üzerinde durulmuştur (meselâ bk. İbn Âşûr, XXVII, 187-190).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَسَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلذِّكْرِ car mecruru يَسَّرْنَا fiiline mütealliktir. يَسَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا فهل من مدّكر (Kur’an kolay olduğunda ondan öğüt alan var mıdır?) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُدَّكِرٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) olur.
مُدَّكِرٍ sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Haberin لَ ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmesi, bunun Allah’tan olduğuna şüphe eden müşriklerin durumunu gözetmek içindir. (Âşûr)
Bu cümle, yemin ifade eden bir cümledir. Bu surede geçen her dört kıssanın sonunda tekrar edilmektedir. Bununla her bir kıssanın kendisiyle öğüt alınması gerektiği hususunda bağımsız ve günahlardan vazgeçme noktasında yeterli olduğunu vurgulamak içindir. Bununla birlikte bu kıssalardan hiç birinden ibret alınmamıştır. (Rûhu-l Beyân)
يَسَّرْنا القُرْآنَ لِلذِّكْرِ cümlesi istiare-i mekniyyedir. يَسَّرْنا lafzı canlandırmak demektir. Kur’an’ı zikredenler için kolaylaştırdık manasında çevrilir. (Âşûr)
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا (Kur’an kolaylaştığında) şeklindedir.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ مُدَّكِرٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşâî isnaddır. Istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
Bu cümle, 15.yetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
مُدَّكِرٍ - ذِّكْرِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ders ve öğüt alınsın diye, içine şifa verici öğütler doldurmak ve orada vaat ve tehditleri (vaat ve vaîd) tekrar tekrar zikretmek suretiyle kolaylaştırdık Kur’an’ı. Ama düşünüp ders alan var mı?” Ayetin mânasının şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz Kur’an’ı ezberlemeyi kolaylaştırdık ve onu ezberlemek isteyene yardım ettik. Onu ezberlemek isteyen bir talebe yok mu ki kendisine yardım edilsin?
Mananın şöyle olması da caizdir: Biz Kur’an’ı ders ve öğüt almak için hazırladık. Bu ifade “Devesini sefere hazırladı.” anlamındaki يسَّر ناقته للسفرِ ve “Savaş için atının eğerini vurdu ve gemini taktı.” anlamındaki فراسهُ للغزو sözünden alınmıştır. (Keşşâf)
Bu ifade, bundan gereği gibi ibret alınmadığını en mükemmel şekilde bildirmektedir. Zira bu kelam, hiç kimsenin bu soruya ‘’evet!’’ diye cevap veremeyeceğini belirtmektedir. (Ebüssuûd)