بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
خُشَّعاً اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ
خُشَّعاً اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ
خُشَّعاً kelimesi önceki ayetteki يَخْرُجُونَ ‘deki failinin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْصَارُهُمْ kelimesi sıfat-ı müşebbehe olan خُشَّعاً ‘nın faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْرُجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْاَجْدَاثِ car mecruru يَخْرُجُونَ fiiline mütealliktir.
خُشَّعاً sıfat-ı müşebbehe kalbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ
كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ cümlesi önceki ayetteki يَخْرُجُونَ ‘deki failinin hali olup mahallen mansubdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamir كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
جَرَادٌ kelimesi كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfudur. مُنْتَشِرٌ kelimesi جَرَادٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُنْتَشِرٌ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خُشَّعاً اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ
خُشَّعاً kelimesi önceki ayetteki يَخْرُجُونَ ‘deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خُشَّعاً , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
اَبْصَارُهُمْ izafeti, خُشَّعاً ‘in failidir. خُشَّعاً ‘in müteallak olabilmesi, ism-i fail vezni sayesindedir.
خُشَّعاً اَبْصَارُهُمْ [Gözleri zelil ve hakir] ifadesi korku ve zilletten kinayedir.
يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنَ الْاَجْدَاثِ car mecruru يَخْرُجُونَ ’ye mütealliktir.
خُشَّعاً ism-i faili , اَبْصَارُ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan korku fiili göze nispet edilerek, gözler iradesi olan bir canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Gözleri korku bürümesi zillet ve ürkeklikten kinayedir; çünkü zelil kimsenin zilleti de aziz kimsenin izzeti de gözlerine yansır. (Keşşâf)
كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ cümlesi, يَخْرُجُونَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
هُمْ zamiri كَاَنَّ ’nin ismi, جَرَادٌ haberidir. مُنْتَشِرٌ kelimesi جَرَادٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh kabirden çıkmaları, müşebbehe bih (kendisine benzetilen) çekirge sürüsüdür. Vech-i şebeh çokluk ve yayılmadır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ [kabirlerinden çıkarlar] ifadesi, يُخْرَجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ yani “etrafa saçılmış çekirge sürüsü gibi.” (kabirlerinden çıkarılırlar) şeklinde de okunmuştur. Çekirge çokluk ve dalgalanma konusunda örnek olarak verilir. İçinde dalgalanan kalabalık ordu için “çekirge sürüsü gibi geldiler” ve “uçamayan yavru çekirgeler gibi geldiler” denilir; yani kalabalık olmalarından dolayı her tarafa yayılmış biçimde demektir. (Keşşâf)مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ يَقُولُ الْـكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ
مُهْطِع۪ينَ kelimesi يَخْرُجُونَ ‘nin failinin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَى الدَّاعِ car mecruru مُهْطِع۪ينَ ‘ye müteallik olup mahzuf ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Tahfif edilmiştir.
لدَّاعِ kelimesi, sülasi mücerredi دعو olan fiilin ism-i failidir.
مُهْطِع۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ الْـكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
Fiil cümlesidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الْـكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Mekulü’l-kavli, هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمٌ haber olup lafzen merfûdur. عَسِرٌ kelimesi يَوْمٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
الْـكَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
عَسِرٌ sıfat-ı müşebbehe kalbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ
Cümle önceki ayetteki يَخْرُجُونَ ‘deki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
مُهْطِع۪ينَ , mezit افعال babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اِلَى الدَّاعِۜ car-mecruru, مُهْطِع۪ينَ ‘ye mütealliktir. مُهْطِع۪ينَ ‘in müteallak olabilmesi, ism-i fail vezni sayesindenir.
الدَّاعِۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
يَقُولُ الْـكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zamir makamında tahkir amacıyla kafirlerin zahir olarak zikredilmesinde, iltifat ve ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatları vardır.
وَقَالَ الْكَافِرُونَ [Kâfirler dediler] cümlesinde zamirin yerine isim kullanılmıştır. İnkâr suçunu kâfirler üzerine tescil etmek için قالوا yerine وَقَالَ الْكَافِرُونَ denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Kaf/2)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَسِرٌ kelimesi يَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَسِرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması kâfirlerin, işaret ettikleri şeyi önemli gördüklerini belirtir. Duruma işaret edilen işaret ismi هٰذَا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Çağırana doğru koştururlar, yani boyunlarını çağırana doğru çevirerek ona doğru koşarlar. “Bir an olsun gözlerini ayırmadan ona bakarak koşarlar” anlamı da verilmiştir. (Keşşâf)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَـكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ
Peygamberlerin yalancılıkla itham edilip türlü eziyetlere mâruz bırakıldıkları konusunda Hz. Nûh’un hayatı önemli bir örnek teşkil etmektedir ve Kur’an onun verdiği mücadeleyi oldukça ayrıntılı biçimde değişik vesilelerle gözler önüne sermiştir (Hz. Nûh ve tûfan hakkında bk. Yûnus 10/71-73; Hûd 11/25-49; Nûh 71/1-28). 12. âyetin son kısmında Nûh kavminin tûfan ile helâk edileceği yönündeki ilâhî takdire veya gökten inen sularla yerden fışkıranların birbirine denk olduğuna değinildiği yorumları yapılmıştır. Sonuncu yoruma göre bu kısmı, “Böylece sular önceden belirlenmiş ölçüye göre birleşti” şeklinde çevirmek mümkündür (Şevkânî, V, 142; Elmalılı, VII, 4641). 13. âyette gemi kavramı kullanılmadan niteliklerine değinilmiştir; başka âyetlerde bu anlama gelen fülk kelimesi geçmektedir. Burada gemiyi anlatmak üzere hangi maddelerden imal edildiği bilgisinin verilmesinde, Nûh’a hazır bir gemi gönderilmiş olmayıp onun tarafından yapıldığına, daha önce bu işi bilmediği halde ilâhî vahiy ile bunun kendisine öğretilmiş olduğuna işaret vardır (İbn Âşûr, XXVII, 184). “Mıhlar” diye çevrilen düsür kelimesinin tekili olan disâr, “eğser, geminin tahtalarını birbirine bağlayan râbıta, kenet, perçin veya halat” anlamlarına da gelir (Elmalılı, VII, 4641).
17. âyette geçen ve “Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” diye çevrilen ifade 22, 32, 40. âyetlerde de aynen yer almakta, böylece Kur’an’ın üzerinde düşünülüp öğüt alınacak bir kitap olduğu, onun bu aydınlatıcı özelliğini önceki kavimlere dair verdiği örneklerle daha da canlı duruma getirdiği halde muhataplarınca gösterilen duyarsızlığa vurgu yapılıp bu tutum kınanmaktadır (Zemahşerî, IV, 46). Bu âyetteki “düşünecek” diye çevrilen müddekir kelimesini “ibret alan, öğüt alan, ders çıkaran” şeklinde de tercüme etmek mümkündür. “Düşünecek yok mu?” cümlesi, “Hayırlı olanı isteyen var mı ki yardım edilsin!” mânasıyla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 96-97). Öte yandan buradaki “kolaylaştırma” anlamına gelen lafızdan hareketle Kur’an’ın kendine özgü ifade özellikleri, anlaşılma ve ezberlenmesinin kolay oluşu gibi hususlar üzerinde durulmuştur (meselâ bk. İbn Âşûr, XXVII, 187-190).
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَـكَذَّبُوا عَبْدَنَا
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قَبْلَ zaman zarfı كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْمُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَذَّبُوا atıf harfi فَ ile istînâfa matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَبْدَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَجْنُونٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو (O)’dir. وَ atıf harfidir.
ازْدُجِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ازْدُجِرَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi زجر ’dir. İftial bâbının fael fiili د ذ ز olursa, iftial babına ait ت harfi, د harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَجْنُونٌ kelimesi, sülasi mücerredi جنن olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَـكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı قَبْلَهُمْ , konudaki önemine binaen, fail olan قَوْمُ نُوحٍ ’e takdim edilmiştir.
Fiilin müennes gelmesi قَوْمُ kelimesinin çoğul anlamı sebebiyledir.
كَذَّبَ fiili, resul ve enbiyayı yalanlayanlarla beraber kullanıldığında ب ile müteaddi olmaz. (Ahmet Bessam Sâi, Mucize, c.2, s.228)
كَذَّبُوا cümlesi atıf harfi فَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَبْدَنَا izafeti كَذَّبُوا fiilinin mef’ûludur. Veciz anlatım kastıyla gelen عَبْدَنَٓا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan عَبْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Hazret-i Nuh'un, kul unvanıyla zikredilmesi ve Allah'a izafe edilmesi (kulumuz), onun için bir tazim, makamını yüceltmek ve kendisini yalanlayanları da takbih ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ cümlesi atıf harfi وَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَجْنُونٌ cümlesinde icâz-ı hazif sanatı vardır. مَجْنُونٌ , takdiri هو olan mukadder bir mübtedanın haberidir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ازْدُجِرَ cümlesi, قَالُوا مَجْنُونٌ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
كَذَّبَتْ ve كَذَّبُوا fiillerinin, تفعيل babında gelmesi anlama, failin ve fiilin çokluğu manası katmıştır.
Bunlardan” yani Mekkelilerden “önce.” “Bizim kulumuzu” yani Nûh’u “yalanlayarak…” Şayet “Daha önce كَذَّبَتْ (yalanladı) ifadesini kullanmışken yine كَذَّبُوا (yalanladılar) denilmesinin anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Bu “Kulumuzu peş peşe yalanladılar!” anlamındadır; yani birbirleri ardınca onu yalancı saydılar. Kendilerinden yalanlayıcı bir kuşak geride kaldıkça, onları yeni bir yalanlayıcı kuşak izledi; yani onlar peygamberleri tümden ve peygamberliği kökten yalanladıklarından, Nûh’u da yalancı saydılar; çünkü o da bir peygamberdir. (Keşşâf)فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ
فَدَعَا رَبَّهُٓ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki قَالُوا ‘ya matuftur.
Fiil cümlesidir. دَعَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَبَّهُٓ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ
İsim cümlesidir. أَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle دَعَا fiiline mütealliktir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ي mütekellim zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مَغْلُوبٌ haber olup lafzen merfûdur.
انْتَصِرْ atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تكرّم فانتصر (İhsanda bulun,zafer ver) şeklindedir.
انْتَصِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
انْتَصِرْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَغْلُوبٌ kelimesi, sülasi mücerredi غلب olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Nuh’a ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması ona tazim ve teşrif içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen بِ harf-i ceriyle mecrur mahalde دَعَا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel; sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Hz.Nuh’un sözlerini اَنّ۪ ile tekid etmesi mukteza-i zahirin hilafına görünse de çaresizliğini ve acziyetini belirtmek bakımından mukteza-i hale uygundur.
Emir üslubunda tailebî inşâî isnad olan فَانْتَصِرْ cümlesi duayı tamamlayan veya itiraziyye olan mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تكرّم فانتصر (İhsandan bulun ve zafer ver) şeklindedir. Emir üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ
فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki دَعَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. فَتَحْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اَبْوَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِمَٓاءٍ car mecruru اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ ‘in mahzuf haline mütealliktir. مُنْهَمِرٍ kelimesi مَٓاءٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُنْهَمِرٍ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir. Sülâsîsi همر ‘dir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ
Ayet atıf harfi فَ ile takdiri فاستجبنا لِنوُحٍ دعاءه (Nuh'un duasını kabul ettik) olan istînâfa atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
فَتَحْنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ izafeti فَتَحْنَٓا fiilinin mef’ûludur.
فَتَحْنَٓا fiiline müteallik olan بِمَٓاءٍ car mecrurunun nekreliği kesret ve tazim içindir.
مَٓاءٍ ‘in sıfatı olan مُنْهَمِرٍ , mezit انفعل babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُنْهَمِرٍۘ ve بِمَٓاءٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu, şiddetli ve sürekli yağmurların temsilî anlatımıdır. (Ebüssuûd)
فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ [Göğün kapılarını açtık.] cümlesinde, istiâre-i temsîliyye vardır. Yağmurun buluttan çıkışı, göğün kapılarını açan ve gökyüzünü yaran nehirlerin dökülmesine, istiâre-i temsîliyye yoluyla benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ
Besara بصر :
بَصَرٌ diye hem bakma işini gerçekleştiren organa, hem gözün sahip olduğu kuvveye ve hem de kalbin idrak eden kuvvesine denir. Kalbin idrak kuvvesi ayrıca بَصِيرَةٌ olarakta isimlendirilir.
بَصَرٌ kelimesinin çoğulu أبْصارٌ şeklinde, بَصِيرَةٌ 'un çoğulu ise بَصائِرٌ olarak gelir.
Göze neredeyse hiç basiret adı verilmez.
Yine kalple görme kendisine katılmadıkça duyusal görme ile ilgili neredeyse hiç بَصَرَ fiili kullanılmaz. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 148 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri basiret ve Basra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur.
Fiil cümlesidir. فَجَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عُيُوناً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?’’ soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. الْتَقَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. الْمَٓاءُ fail olup lafzen merfûdur. عَلٰٓى اَمْرٍ car mecruru الْتَقَى fiiline mütealliktir. قَدْ قُدِرَ cümlesi اَمْرٍ sıfatı olup mahallen mecrurdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. قُدِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَجَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْتَقَى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
فَجَّرْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الْاَرْضَ kelimesi فَجَّرْنَا fiilinin mef’ûlüdür. عُيُوناً temyiz olarak mansubdur. Temyiz, anlamı güçlendirip tamamlamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
الْمَٓاءُ - عُيُوناً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ
Cümle atıf harfi فَ ile وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰٓى اَمْرٍ car mecrur الْتَقَى fiiline mütealliktir. عَلٰٓى harf-i ceri ta’lil ifade eder. اَمْرٍ ’deki nekrelik tazim içindir.
قَدْ قُدِرَ cümlesi اَمْرٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâğat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَدْ - قُدِرَۚ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
قُدِرَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Su kelimesinin tekil olarak kullanılması, iki su denilmemesi, göğün suyu ile yeryüzünü suyunun birbirine yaklaşma ve kıyı kıyıya gelme biçiminde değil, tam tersine birbirine tamamen karışmış olduğunu ifade etmek ve vurgulamak içindir. (Rûhu’l Beyân)وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ
وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. حَمَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى ذَاتِ car mecruru mevsufun hazfıyla حَمَلْنَاهُ fiiline matuftur. Takdiri, سفينة ذات ألواح (perçinli levhalardan oluşan gemi) şeklindedir. اَلْوَاحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
دُسُرٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَالْتَقَى الْمَٓاءُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
حَمَلْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الحِمْلُ [Taşımak]: Bir şeyi taşımak için sırt veya baş üzerine kaldırmaktır. [Ağırlıklarınızı taşır.] (Nahl:7) Onda birçok mecazlar vardır. (Âşûr)
عَلٰى ذَاتِ car mecruru حَمَلْنَاهُ fiiline mütealliktir. اَلْوَاحٍ muzâfun ileyhtir. دُسُرٍۙ makabline matuftur. Cihet-i camiâ, temasüldür.
عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ ifadesi gemiden kinayedir.
عَلٰى harf-i ceri mecazî istiladır. (Âşûr)
اَلْوَاحٍ - دُسُرٍۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ [Nuh'u da tahtalı ve çiviliye bindirdik.] cümlesinde kinaye vardır. Bu ayet, tahta ve çivilerle yapılmış olan gemiden kinayedir. (Safvetü’t Tefâsir)
Burada gemi manasındaki bir kelime yerine geminin yapılışından bahsedilmesi, Allah’ın kudretini göstermek içindir. Tufanda büyük bir bölgedeki canlılar helak olurken tahta ve çivi gibi basit malzemelerden yapılmış bir geminin ve içindekilerin zarar görmemesi O’nun istediği şeylerin böyle büyük bir afetten kurtulmasının ne büyük bir mucize olduğuna işaret eder.
Tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa yani gemiye bindirdik. Bu, mevsufun yerinde kullanılan, onun yerini tutan ve onun görevini yapan sıfatlardandır. O kadar ki birbirlerinden ayırt edilmezler. (Keşşâf)
دُسُرٍ çivi anlamındaki دسار kelimesinin çoğuludur. دسار (itmek, çakmak) anlamındaki دسرهُ fiilinden fi‘âl vezninde bir kelimedir; çünkü çivi ancak çakılarak yerine oturur. (Keşşâf)
اَلْوَاحٍ kelimesi, her neden olursa olsun tahta gibi yassı olan şeye denir. ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ maksat, gemidir. Tarif için bir nevi sıfat isim yerine konulmuştur. Yani bir takım tahtaların birbirlerine özel bir biçimde kenetlenmesiyle yapılmış olan gemiye bindirdik. (Elmalılı)
تَجْر۪ي بِاَعْيُنِنَاۚ جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ
تَجْر۪ي بِاَعْيُنِنَاۚ
Ayet, önceki ayetteki ذَاتِ اَلْوَاحٍ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Veya hal olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بِاَعْيُنِنَا car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ
جَزَٓاءً mahzuf fiilin mef’ûlü lieclihi veya mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle جَزَٓاءً ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. كُفِرَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
كُفِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.تَجْر۪ي بِاَعْيُنِنَاۚ جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ
Ayet, öncesindeki ذَاتِ اَلْوَاحٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Car mecrur بِاَعْيُنِنَا , fiildeki zamirden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِاَعْيُنِنَا kelimesindeki بِ harfi ceri mülabese içindir. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf بِاَعْيُنِنَاۚ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَعْيُنِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
الأعْيُنُ : Mecazî anlamda عَيْن kelimesinin cemisidir. Önem ve dikkat anlamındadır. (Âşûr)
جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ cümlesinde جَزَٓاءً , takdiri, جازيناهم (Onları cezalandırdık.) olan fiilin mef'ûlü lieclihi veya mef'ûlü mutlakı olarak mansubdur. şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl لِمَنْ , harf-i cerle birlikte جَزَٓاءً ’e mütealliktir. Sılası olan كَانَ كُفِرَ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
كُفِرَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
جَزَٓاءً (karşılık olarak) kelimesi, önceden zikredilen göğün açılması ve devamındaki fiillerin mef‘ûl leh’idir. Yani biz bunu nankörce inkâr edilip duran kişiye karşılık olarak yaptık demektir. İnkâr edilen kişiden maksat Hz. Nûh’dur (as) Allah onu مكفور (nankörlük edilen) kılmıştır. Çünkü Nebi, Allah’ın lütfettiği bir nimet ve rahmettir. Nitekim Peygamberimiz Hz. Muhammed hakkında [Biz seni sadece, alemlere rahmet olarak gönderdik.”] (Enbiyâ 21/107) buyrulmuştur. Dolayısıyla Hz. Nûh da “kendisine nankörlük edilen bir nimet” olmuştur. (Keşşâf)وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
تَرَكْنَاهَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اٰيَةً kelimesi تَرَكْنَاهَٓا ‘daki gaib zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Har-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كانت قصّة السفينة آية فهل من مدّكر منكم (Gemi kıssası ayet olduğunda sizden düşünen var mıdır?) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُدَّكِرٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
مُدَّكِرٍ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
التَّرْكُ [Bırakmak] kelimesi tutmak ve çıkarmamaktan kinayedir. (Âşûr)
اٰيَةً kelimesi haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. اٰيَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim içindir.
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إذا كانت قصّة السفينة آية (Gemi kıssası ayet olduğunda …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ مُدَّكِرٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir. Cümlede haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
مِنْ harf-i ceri iki sözden daha doğru olanı ispatlamak konusunda cinsin umumuna delalet etmek için zaiddir. (Âşûr)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, taaccüp ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مُدَّكِرٍ kelimesinin aslı zikir masdarından türetilmiş olarak مفتعل ölçüsünde مدتكر ’dir. Sonra kelimedeki dal harfi, ta harfine katılmış, ardından da şeddeli dal harfine dönüşmüştür.
تَرَكْنَاهَٓا [Onu Biz bıraktık] kelimesindeki هَٓا , gemiye veya fiile (yapılan işe) aittir; yani biz onu ibret alınacak bir ayet kıldık. (Keşşâf)فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَ istînâfiyyedir. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَذَاب۪ي kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نُذُرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. نُذُرِ ‘nin sonundaki ي ise fasıladan dolayı mahzuftur.فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَ , istînâfiyyedir. Ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. Takdim istifham isminin sadaret hakkı nedeniyledir.
عَذَاب۪ي , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismine tezayüf nedeniyle atfedilen نُذُرِ izafetinde muzafun ileyh olan mütekellim ي ‘si, fasılaya riayet için hazfedilmiştir.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham, vasfedilen bu azabın şiddeti için taaccüp manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
نُذُرِ makabline matuftur. نُذُرِ ifadesinde muzâfun ileyh fasılaya riayet için hazf edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf عَذَاب۪ي وَنُذُرِ izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَذَاب۪ ve نُذُرِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette müfret mütekellim zamire iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Yani ‘benim azabım ve uyarılarım, anlatılamayacak kadar korkunç bir şekilde gerçekleşmiştir’ demektir. (Ebüssuûd)
Bu soru Yüce Allah'ın azabının ve uyanlarının büyük olduğunu anlatmak ve hayret uyandırmak içindir.
Bu istifham (soru) korkutma, hayret ve dehşet içindir. (Elmalılı)
عَذَاب۪ي - نُذُرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نُذُرِ , inzâr (uyarma ve korkutma) anlamındaki نذير ‘in çoğuludur. (Keşşâf)وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَسَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلذِّكْرِ car mecruru يَسَّرْنَا fiiline mütealliktir. يَسَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا فهل من مدّكر (Kur’an kolay olduğunda ondan öğüt alan var mıdır?) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُدَّكِرٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) olur.
مُدَّكِرٍ sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Haberin لَ ve tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmesi, bunun Allah’tan olduğuna şüphe eden müşriklerin durumunu gözetmek içindir. (Âşûr)
Bu cümle, yemin ifade eden bir cümledir. Bu surede geçen her dört kıssanın sonunda tekrar edilmektedir. Bununla her bir kıssanın kendisiyle öğüt alınması gerektiği hususunda bağımsız ve günahlardan vazgeçme noktasında yeterli olduğunu vurgulamak içindir. Bununla birlikte bu kıssalardan hiç birinden ibret alınmamıştır. (Rûhu-l Beyân)
يَسَّرْنا القُرْآنَ لِلذِّكْرِ cümlesi istiare-i mekniyyedir. يَسَّرْنا lafzı canlandırmak demektir. Kur’an’ı zikredenler için kolaylaştırdık manasında çevrilir. (Âşûr)
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا (Kur’an kolaylaştığında) şeklindedir.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ مُدَّكِرٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşâî isnaddır. Istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
Bu cümle, 15.yetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
مُدَّكِرٍ - ذِّكْرِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ders ve öğüt alınsın diye, içine şifa verici öğütler doldurmak ve orada vaat ve tehditleri (vaat ve vaîd) tekrar tekrar zikretmek suretiyle kolaylaştırdık Kur’an’ı. Ama düşünüp ders alan var mı?” Ayetin mânasının şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz Kur’an’ı ezberlemeyi kolaylaştırdık ve onu ezberlemek isteyene yardım ettik. Onu ezberlemek isteyen bir talebe yok mu ki kendisine yardım edilsin?
Mananın şöyle olması da caizdir: Biz Kur’an’ı ders ve öğüt almak için hazırladık. Bu ifade “Devesini sefere hazırladı.” anlamındaki يسَّر ناقته للسفرِ ve “Savaş için atının eğerini vurdu ve gemini taktı.” anlamındaki فراسهُ للغزو sözünden alınmıştır. (Keşşâf)
Bu ifade, bundan gereği gibi ibret alınmadığını en mükemmel şekilde bildirmektedir. Zira bu kelam, hiç kimsenin bu soruya ‘’evet!’’ diye cevap veremeyeceğini belirtmektedir. (Ebüssuûd)
كَذَّبَتْ عَادٌ فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
Âd, Hûd peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; çok tanrıcı inanca taassupla bağlanma ve tevhid inancına yapılan çağrıya karşı zorba bir tavır sergileme konusunda Kur’an’ın değişik yerlerinde kötü bir örnek olarak anılır (bilgi için bk. A‘râf 7/65-72; Hûd 11/50-60). 20. âyette şiddetli rüzgârın sürüklediği insanlardan söz edilirken onların, “sökülmüş hurma kütükleri”ne benzetilmesi Âd kavmi mensuplarının iri yapılı ve uzun kimseler olması ve kafalarının kopup gövdelerinin kütük gibi yuvarlanıp gitmesiyle açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 99; Zemahşerî, IV, 46).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 190كَذَّبَتْ عَادٌ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَادٌ fail olup lafzen merfûdur.
كَذَّبَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
Cümle, atıf harfi فَ ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, كذّبت عاد فعذّبت فكيف كان عذابي (Âd da yalanladı ve azaba düçar oldu. Azabım nasıl bir düşün) şeklindedir.
كَيْفَ istifham ismi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَذَاب۪ي kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نُذُرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. نُذُرِ ‘nin sonundaki ي ise, fasıladan dolayı mahzuftur.كَذَّبَتْ عَادٌ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
عَادٌ kelimesi كَذَّبَتْ fiilinin failidir.
كَذَّبَتْ fiilinin, تفعيل babında gelmesi anlama, failin ve ve fiilin çokluğu manası katmıştır.
فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
عَذَاب۪ي , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismine tezayüf nedeniyle atfedilen نُذُرِ izafetinde muzafun ileyh olan mütekellim ي ‘si, fasılaya riayet için hazfedilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf عَذَاب۪ي وَنُذُرِ izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَذَاب۪ ve نُذُرِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette müfret mütekellim zamire iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham, kendisinden sonra gelecek habere teşvik etmek için kullanılmıştır. Bu mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
نُذُرِ makabline matuftur. نُذُرِ ifadesinde muzâfun ileyh fasılaya riayet için hazf edilmiştir.
Yani; benim azabım ve uyarılarım, anlatılamayacak kadar korkunç bir şekilde gerçekleşmiştir demektir. (Ebüssuûd)
Bu soru Yüce Allah'ın azabının ve uyarılarının büyük olduğunu anlatmak ve hayret uyandırmak içindir.
عَذَاب۪ي - نُذُرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle, 15.yetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Cenab-ı Hak, Nûh kavminden bahsederken, Nuh kavmi yalanladı demiş, fakat Ad kavmi hakkında, Hûd kavmi yalanladı dememiştir. Çünkü imkan oldukça, marife kullanmayı tercih etmek gerekir. Bu, daha etkilidir. Dolayısıyla özel ismi ile meydana gelen marifelik (belirlilik), izafet yapmakla elde edilen marifelilikten daha evladır. Çünkü sen, Beytullah (Allah'ın evi) dediğinde, bu sözün Kâbe kelimesinin ifade ettiği belirliliği tam ifade etmez. Aynen bunun gibi, Resulullah (Allah'ın peygamberi) sözü, "Muhammed (sav) sözünün ifade ettiğini aynı marifelikle ifade etmez. Binaenaleyh Âd, o kavmin özel ismidir. Bunlara Hûd Kavmi demenin daha marife (belirli) olacağı şu iki sebepten ötürü söylenemez:
1) Çünkü Allah Teâlâ, ["Hûd'un kavmi Âd, (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun"] (Hûd/60) buyurarak "Âd"ı, "Hûd'un Kavmi" ifadesi ile sıfatlandırmıştır. Halbuki daha açık olan, daha kapalı ile, daha husûsî olan, daha genel olanla sıfatlanamaz.
2) Hud (as)'ın kavmi tektir. Âd'ın ise birçok kavimler için kullanılan bir isim olduğu söylenir. Bundan ötürü Hak Teâlâ, Birinci Âd (Necm/50) buyurmuştur. Böyle denilemez. Çünkü diyoruz ki: Hûd'un kavmi Âd ayetindeki, Hûd'un kavmi ifadesi sıfat değildir, aksine bedeldir. Bedellerde de bedelin marifelik bakımından mübdelün minhden daha aşağı olması caizdir. Yine nekrenin, marifeden bedel kılınması da caizdir. Birinci Âd ayetine gelince, daha önce buradaki "birinci" kelimesinin, bu kavmin daha önce yaşamış olduğunu anlatmak için getirildiğini ve "Daha önce yaşamış olan Âd kavmi" manasına olduğunu, yoksa temyiz ve marifelik için olmadığını söylemiştik. Bu tıpkı, Nebî Muhammed, bana şefaat eder, Kerîm Allah benim Rabbimdir, Şerefli Kâbe'nin Rabbi... gibi sözlerine benzer. Bu ifadelerdeki sıfatlar, bahsedileni tarif etmek ve temyiz etmek için değil, şeref ve kıymetlerini belirtmek içindir. Nitekim sen "iki evden mamur olanına girdim", "iki adamdan zahid ve müttaki olanına hizmet ettim" der ve burada maksadını sıfatla göstermiş olursun. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرْسَلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
ر۪يحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. صَرْصَراً kelimesi ر۪يحاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat.
Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي يَوْمِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. نَحْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُسْتَمِرّ kelimesi نَحْسٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْتَمِرّ sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ cümlesi اِنَّٓ ‘nin haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye hudus, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَرْسَلْنَا fiiine müteallik car mecrur عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
اَرْسَلْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
“Kur’an’da rüzgâr anlamına gelen ر۪يح kelimesi genellikle tekil olduğu yerlerde ‘azap’ , çoğul olduğu yerlerde ise ‘rahmet’ anlamında kullanılmıştır
صَرْصَراً kelimesi ر۪يحاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ف۪ي يَوْمِ car mecruru ف۪ي harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ izafetinde, مُسْتَمِرٍّۙ kelimesi muzafun ileyh olan نَحْسٍ için sıfattır.
مُسْتَمِرٍّۙ kelimesi, اسْتَفْعَلَ babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
نَحْسٍ ‘nin يَوْمِ ‘ye nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Asıl isnad edilmesi gereken o günü yaşayanlardır. Yani, uğursuzluğu sürekli olan, insanlardır. İnsanların bulunduğu zamana isnad edilerek gün yaşayan bir varlığa benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır
ف۪ي يَوْمِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla يَوْمِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gün, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. O gündeki azabın korkunçluğunu mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
ر۪يحاً ve نَحْسٍ kelimelerindeki nekrelik, tarifi mümkün olmayan nev ve tazim ifade eder.تَنْزِعُ النَّاسَۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ
تَنْزِعُ النَّاسَۙ
تَنْزِعُ النَّاسَۙ cümlesi, önceki ayetteki ر۪يحاً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تَنْزِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ
كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ cümlesi النَّاسَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamir كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَعْجَازُ kelimesi كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfudur. Aynı zamanda muzâftır. نَخْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُنْقَعِرٍ kelimesi نَخْلٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مُنْقَعِرٍ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْزِعُ النَّاسَۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ
Ayet önceki ayetteki ر۪يحاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ cümlesi النَّاسَ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
هُمْ zamiri كَاَنَّ ’nin ismi, اَعْجَازُ haberidir.
Müsned olan اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
نَخْلٍ ‘in nekreliği nev, kesret ve tahkir içindir.
مُنْقَعِرٍ kelimesi, نَخْلٍ için sıfattır. انفعال babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki teşbih, temsilîdir. Rüzgarla azap edilen Ad kavmine mensup insanlar, sökülüp parçalanmış hurma ağacı köklerine benzetilmiştir.
كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ [Onlar, sökülmüş hurma kütükleri gibi..] terkibinde mürsel mücmel teşbih vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Ki insanları” yerlerinden “söküyor;” kaldırıp atıyordu… Ona direnebilmek için el ele tutuşuyorlar, sıra sıra diziliyorlar, vadi ve dağların aralarına giriyorlar, çukurlar kazıp oraya sığınmaya çalışıyorlardı. Fakat rüzgar onları bulundukları yerlerden söküp atıyor, onları yüzüstü yere seriyor, boyunlarını kırıyordu. Böylece, “yerinden sökülmüş köksüz hurma kütükleri gibi” oluyorlardı; yere serilmiş hurma kütükleri gibi, uzun ve iri cüsseler hâlinde ölü vaziyette yerlere seriliyorlardı. اَعْجَازُ hurma ağaçlarının dalları dışındaki gövde kısmını ifade etmektedir. مُنْقَعِرٍ kökünden, dikim yerlerinden sökülmüş demektir. Denilmiştir ki: Hurma kütüklerine benzetilmişlerdir; çünkü rüzgâr onların kafalarını koparıyordu ve başsız cesetler halinde kalıyorlardı. مُنْقَعِرٍ lafzı نَخْلٍ (hurma) kelimesinin lafzı dikkate alınarak onun sıfatı olarak zikredilmiştir. Mana dikkate alınsaydı kelime مُنْقَعِرِةٍ şeklinde müennes gelirdi. Nitekim اَعْجَازُ نَخْلٍ حاوِيةٍ [İçi boş hurma kütükleri...] (Hâkka 69/7) ayetinde حاوِيةٍ kelimesi mana dikkate alınarak müennes gelmiştir. (Keşşâf - Ebüssuûd)فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَ istînâfiyyedir. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَذَاب۪ي kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نُذُرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. نُذُرِ ‘nin sonundaki ي ise fasıladan dolayı mahzuftur.فَـكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ
فَ , istînâfiyyedir.
Ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. Takdim, istifham isminin sadaret hakkı nedeniyledir.
عَذَاب۪ي , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَاب۪ي izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek ve müsnedün ileyhi tazim teşrif amacına matuftur.
Veciz ifade kastına matuf عَذَاب۪ي وَنُذُرِ izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نُذُرِ ve عَذَاب۪, tazim ve şeref kazanmıştır.
Makabline matuftur. نُذُرِ izafetinde muzâfun ileyh, fasılaya riayet için hazf edilmiştir.
Yani; benim azabım ve uyarılarım, anlatılamayacak kadar korkunç bir şekilde gerçekleşmiştir demektir. (Ebüssuûd)
Bu soru Yüce Allah'ın azabının ve uyanlarının büyük olduğunu anlatmak ve hayret uyandırmak içindir.
عَذَاب۪ي - نُذُرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle, 16. ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
نُذُرِ , inzâr (uyarma ve korkutma) anlamındaki نذير ‘in çoğuludur. (Keşşâf)
نُذُرِ (uyarılarım) yani henüz gelmeden önce onları azapla uyarmam. Veya onları cezalandırmamızda, onlardan sonra gelenler için bir uyarı vardır. (Keşşâf)
Bu cümle, Nuh kavminin kıssasını takip eden ve önceki cümlenin benzerinin bir tekrarıdır. Çünkü korkutma ve tehdidin makamı o ikisinin faydasına olan şeylerin tekrarını gerektirir. Buradaki كَيْفَ onların azap durumlarına işaret eden bir sorudur.
Ve soru şaşkınlık için kullanılmıştır. (Âşûr)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَسَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلذِّكْرِ car mecruru يَسَّرْنَا fiiline mütealliktir.
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا فهل من مدّكر (Kur’an kolay olduğunda ondan öğüt alan var mıdır?) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُدَّكِرٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
مُدَّكِرٍ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا (Kur’an kolaylaştığında) şeklindedir.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ مُدَّكِرٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Istifhamda, tecahül-i arif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşâî isnaddır.
مُدَّكِرٍ - ذِّكْرِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet, 17. ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Ders ve öğüt alınsın diye, içine şifa verici öğütler doldurmak ve orada vaat ve tehditleri (vaat ve vaîd) tekrar tekrar zikretmek suretiyle kolaylaştırdık Kur’an’ı. Ama düşünüp ders alan var mı?” Ayetin manasının şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz Kur’an’ı ezberlemeyi kolaylaştırdık ve onu ezberlemek isteyene yardım ettik. Onu ezberlemek isteyen bir talebe yok mu ki kendisine yardım edilsin? Mananın şöyle olması da caizdir: Biz Kur’an’ı ders ve öğüt almak için hazırladık. Bu ifade ‘Devesini sefere hazırladı’ anlamındaki يسَّر ناقته للسفرِ ve ‘Savaş için atının eğerini vurdu ve gemini taktı’ anlamındaki فراسهُ للغزو sözünden alınmıştır. (Keşşâf)
Bu cümle, yemin ifade eden bir cümledir. Bu surede geçen her dört kıssanın sonunda tekrar edilmektedir. Bununla her bir kıssanın kendisiyle öğüt alınması gerektiği hususunda bağımsız ve günahlardan vazgeçme noktasında yeterli olduğunu vurgulamak içindir. Bununla birlikte bu kıssalardan hiç birinden ibret alınmamıştır. (Rûhu’l Beyân)كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. ثَمُودُ fail olup lafzen merfûdur. بِالنُّذُرِ car mecruru كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir.
كَذَّبَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِالنُّذُرِ car mecruru, fiile mütealliktir.
ثَمُودُ kelimesi alem isim ve manevi müennes olması açısından memnu' mine's-sarf (sarftan yasaklanmış kelime)‘dir. Bir diğer adıyla gayrı munsarif bir kelimedir.
كَذَّبَتْ fiilinin, تفعيل babında gelmesi anlama, failin ve ve fiilin çokluğu manası katmıştır.فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ
فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ
Ayet, atıf harfi فَ ile istînâf cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اَبَشَراً مِنَّا ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. بَشَراً onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. مِنَّا car mecruru بَشَراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاحِداً kelimesi بَشَراً ‘nin ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur.
نَتَّبِعُهُٓ cümlesi tefsiriyyedir. نَتَّبِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِذاً cevap harfidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. سُعُرٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ
Atıf harfi فَ ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manada istirfham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da mütekellim bu soruyla istihza murad ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecahül-i arif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
بَشَراً takdiri, أنتّبع (Tabi mi olacağız?) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Kelimedeki nekrelik mütekellimin tahkir amacına ve muayyen olmayan işaret eder.
مِنَّا car mecruru, بَشَراً ’in mahzuf birinci sıfatına mütealliktir. وَاحِداً ise بَشَراً için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Önceki cümle için tefsiriyye olarak fasılla gelen نَتَّبِعُهُٓ cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً [Kendi içimizden bir insana mı?..] ifadesi, gizli bir fiille mansub kılınmıştır ki hemen peşinden gelen نَتَّبِعُهُٓ (ona uyacağız) fiili onu tefsir etmektedir. Bu ifade mübteda olarak merfû halde اَبَشَراٌ مِنَّا وَاحِداٌ şeklinde de okunmuştur ki buna göre نَتَّبِعُهُٓ (ona uyacağız) ifadesi onun haberi olur. İstifham açısından birinci (mansub) okuyuş daha uygundur. (Keşşâf)
Buradaki soru inkarîdir. Onlar Allah'ın insanlara kendileri gibi bir beşer göndereceğini inkâr ettiler. Yani, لَوْ شاءَ اللَّهُ لَأرْسَلَ مَلائِكَةً "eğer Allah dileseydi elbette melekleri gönderirdi." demektir. (Âşûr)
بَشَرًا kelimesi teklik manasındaki واحِدًا ile vasıflanması: davetinde yalnız olması ve hiçbir takipçisi ve yardımcısı olmamasıdır. Yani ‘korkaklardan değildir’ manasındadır. Medyen halkının Hud/91. Ayetteki ولَوْلا رَهْطُكَ لَرَجَمْناكَ وما أنْتَ عَلَيْنا بِعَزِيزٍ [‘’Eğer kabilen olmasaydı, elbette seni taşlayarak öldürürdük. Senin bizim üzerimize bir üstünlüğün de yoktur!”] sözlerinin aksine insanı bir olarak nitelendirmiştir. (Âşûr)
اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِذاً , cevap harfidir.
Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
اِذاً cevap harfidir, burada amel etmemiştir.
لَف۪ي ضَلَالٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Salih (as) sanki; “Eğer bana uymazsanız haktan uzaklaşıp dalâlete düşersiniz!” diyordu. سُعُرٍ çoğul olup ateş demektir. Kavmi de Salih (as)’a tam tersiyle karşılık verip şöyle dediler: (Eğer biz sana uyarsak, asıl o zaman senin dediğin gibi oluruz!) ضَلَالٍ (hata ve doğru olandan uzaklaşma); سُعُرٍ ise cünûn yani delilik manasında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
إنّا إذًا لَفي ضَلالٍ وسُعُرٍ cümlesi, onların kendilerinden olan bir beşere uymaları gerektiğini inkâr etmelerinden dolayı ta’lildir. Takdiri: أنَتَّبِعُكَ وأنْتَ بَشَرٌ واحِدٌ مِنّا. (Sen bizden bir beşer olduğun sürece sana tabi olacağız) şeklindedir. (Âşûr)
ءَاُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ
ءَاُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. اُلْقِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الذِّكْرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اُلْقِيَ fiiline mütealliktir.
مِنْ بَيْنِ car mecruru عَلَيْهِ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُلْقِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَذَّابٌ haber olup lafzen merfûdur. اَشِرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
كَذَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشِرٌ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)ءَاُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manada istirham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da mütekellim bu soruyla istihza ve kınama murad ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecahül-i arif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
أؤُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِن بَيْنِنا cümlesi istifham-ı inkârî için ta’lildir. (Âşûr)
بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ idrâb harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَذَّابٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اَشِرٌ kelimesi كَذَّابٌ kelimesi için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ [Hayır o, çok yalancı ve şımarığın biridir.] cümlesinde mübalağa kipleri kullanılmıştır. Çünkü فعَّال ve فعِلٌ kalıpları mübalağa içindir.
سَيَعْلَمُونَ غَداً مَنِ الْـكَذَّابُ الْاَشِرُ
سَيَعْلَمُونَ غَداً مَنِ الْـكَذَّابُ الْاَشِرُ
Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. غَداً zaman zarfı olup يَعْلَمُونَ fiiline mütealliktir.
مَنِ الْـكَذَّابُ amili يَعْلَمُونَ ‘nin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.
مَنِ istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. الْـكَذَّابُ haber olup lafzen merfûdur. الْاَشِرُ kelimesi الْـكَذَّابُ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
سَيَعْلَمُونَ غَداً مَنِ الْـكَذَّابُ الْاَشِرُ
Ayet mahzuf fiilin mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri, قال تعالى (Allah Teâlâ dedi ki:) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavle dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَداً zarfı zaman يَعْلَمُونَ fiiline mütealliktir. Yakın gelecek manasında kinayedir.
سَيَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlu yerindeki مَنِ الْـكَذَّابُ الْاَشِرُ cümlesinde, istifham harfi مَنِ , mübteda olarak mahallen merfûdur. الْـكَذَّابُ haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayan cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Soruda tecahül-i arif sanatı vardır.
İbham üslubunda gelen cümle, kendilerinin en kötü yalancı olduğunu anlayacaklar manasındadır.
الْاَشِرُ kelimesi ـكَذَّابُ için sıfattır. الْـكَذَّابُ ve الْاَشِرُ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
غَدًا demekle kastedilen “Yarın bugünle vardır” atasözündeki gibi, yakın gelecek zamandır, yani şimdiki zamanla birlikte gelecek zaman da vardır. (Âşûr)
‘’Öleceği günü istiyor’’. Ayet-i kerimede bununla kastedilen, onlara yakın azabın ineceği gündür. (Âşûr)
Burada "yarın"dan murad, azabın ineceği vakittir.
Yani yakın bir zamanda onlar, kimin yalancı ve şımarık kim olduğunu bileceklerdir; Salih peygamber midir, yoksa onu yalanlayanlar mıdır, anlayacaklardır. (Ebüssuûd)
سَيَعْلَمُون ‘nin zamirinde yarın ifadesi ile, Müslümanların Bedir'de zafer kazanacağı gün ve Mekke'nin fethedileceği gün kastedilmiştir. Yani Semud kıssasındaki yalancılar gibi yalancıların kim olduğunu yakında bilecekler demektir. (Âşûr)
اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ
اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُرْسِلُوا kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı نَ düşmüştür. النَّاقَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فِتْنَةً amili مُرْسِلُوا ‘nun mef’ûlü lieclihi olup fetha ile mansubdur. لَهُمْ car mecruru فِتْنَةً ‘e mütealliktir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya meful bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْسِلُوا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تيقّظ فارتقب (Dikkatli ol, gözetle) şeklindedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. ارْتَقِبْهُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اصْطَبِرْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ارْتَقِبْهُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi رقب ’dir.
اصْطَبِرْۘ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi صبر ‘dır. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَا azamet zamiri اِنَّ ’nin ismidir. Müsned olan مُرْسِلُوا النَّاقَةِ , manayı zenginleştirmek amacıyla izafetle gelmiştir.
فِتْنَةً ism-i fail veznindeki مُرْسِلُوا ‘nun mef’ûlun lieclihidir. مُرْسِلُوا ‘nun ism-i fail vezninde gelmesi, müteallak olmasını sağlamıştır.
فِتْنَةً ‘deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
لَهُمْ car mecruru فِتْنَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مُرْسِلُوا , mezid افعال babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ
فَارْتَقِبْهُمْ cümlesi, takdiri تنبّه (Dikkatli ol!) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاصْطَبِرْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la ارْتَقِبْهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.Hakikatten yüz çevirenin nefsinde yalancı bir cesaret yaşardı. O, hakikat yolunda yürüyenlerle alay etmeyi ve o yoldan uzaklaşmayı kendisine güzel gösterirdi. Nefsine uyarak işlediği ya da desteklediği ya da sadece sessiz kaldığı sapkınlıkların değerini çarparak büyütürdü.
Bu yalancı cesaret sayesinde, batıl yolun insanı, her şeyi atlatacağına inandı. Durup düşünmek yerine sadece istediği gibi yaşamanın peşinden gitti. Derinlerde büyüyen boşluğun ve mutsuzluğun hakiki sebeplerini görmezden gelerek sapkınlıklarında derinleşmeyi seçti.
Yeter ki mutlu ol ya da haklısın sözleriyle kandırıldı. Kendisi gibi olanların destekleriyle ve başkalarının alkış sesleriyle kulakları tıkandı, gözleri ise boyandı. Batıl yolunun yolcusu, bu yolun sonu nereye çıkar sorusunu duymazdan geldi. Zaten dürüst cevap da vermezdi.
Yalancı cesareti nefsinin havasını şişirdi. Ölüm anında ise terk edip gitti. Havası inmiş nefsiyle beraber yalnız kaldı. Sapkınlıklardan geriye hiçbir şey kalmamış yani elde var sıfırdı. Yattığı yerden çağrıldığında: keşke her şey ölümle bitseydi dedi. Dünyada hakikate sırt çevirmişti ama artık kaçış yoktu.
Rabbim! Kur’an-ı Kerim’i okuyanlardan ve üzerinde düşünenlerden eyle. Bizi, geçmiş kavimlerden ibret alanlardan eyle. Günümüzde, geçmiş kavimlerin helak sebepleri ile yaşar olduk; bize yardım eyle. Ayetlerine olan imanımızdan taviz verme gafletinden koru. Bizi ve evlatlarımızı; sapkınlardan ve sapkınlıktan koru. Emrettiğin üzere yaşayanlardan ve salih kul olarak ölenlerden eyle.
Rabbim! Rahmetin ile dünyadan ahirete olan her geçiş kademesini bize kolaylaştır. Diriliş günü çağrıldığımızda; yüzü nurun ile aydınlananlardan, gönlü korkudan arınanlardan, gözü iman ile ışıldayanlardan ve selam ile, hamd ile davete icabet edenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji