Kamer Sûresi 51. Ayet

وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ  ...

Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَهْلَكْنَا biz helak ettik ه ل ك
3 أَشْيَاعَكُمْ sizin benzerlerinizi ش ي ع
4 فَهَلْ yok mudur?
5 مِنْ hiç
6 مُدَّكِرٍ öğüt alan ذ ك ر
 

Nice nesiller vadelerini tamamlayıp bu dünyayı terkedip gitmişlerdir; ama bu hayatın sona ermesi yaptıklarının da silinip gittiği, olanların olmamış gibi kabul edileceği anlamına gelmez. Küçük büyük her eylem tek tek kayda geçirilmiştir, belgeler halinde korunmaktadır. Âyette somut bir anlatım içinde hatırlatılan bu gerçeğe iman eden bir kimsenin artık bile bile sicilini kirletici bir iş yapması akıl kârı değildir; fakat rasyonel düşünme anlamıyla akıl bütün davranışları disipline etmeye yetmemekte, bunun yanında aklı doğru kullanıp sonuçlar çıkardıktan sonra buna uygun davranma iradesini ortaya koymak, bu gerçeklerle ters düşen kişisel istek ve arzulara gem vurmak gerekmektedir. 17, 22, 32, 40. âyetlerde geçen “Düşünecek yok mu?” tarzındaki ilâhî çağrıya, bu defa 51. âyette hemen herkesin kolayca kavrayabileceği bir gerçeğe, daha önce nice nesillerin helâk edilmiş olduğuna dikkat çekildikten sonra bir kez daha yer verilmektedir. 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 193-194
 

وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

اَهْلَكْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اَشْيَاعَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَهْلَكْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا فهل من مدّكر  (Kur’an kolay olduğunda ondan öğüt alan var mıdır?) şeklindedir.

هَلْ  istifham ismidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifâde ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. مُدَّكِرٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,موجود (Vardır) şeklindedir. 

مُدَّكِرٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ 


وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi   اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Buradaki  اَشْيَاعَكُمْ  kelimesinde istiare vardır. Bu kişiler küfür konusunda nesli tükenmiş kişilere benzetilmiştir. 

Müşriklere ait gaib zamirinden muhatab zamirine dönülerek iltifat yapılmıştır. Tehdidin  asıl hedefi onlardır. (Âşûr)

Bu haber helak ile tehdit manasında gelmiştir. Onlar da önceki ümmetler gibi aniden helak edilecektir. Bunun için yemin  لَ ‘ı ve  قَدْ  harfi ile tekid edilmiştir. Yoksa öncekilerin helak olduğu bilinen bir şeydir ve tekid edilmesine gerek yoktur. (Âşûr)  

Ayet metninde geçen  اَشْيَاعَكُمْ  kelimesi  شيعة  kelimesinin çoğuludur. Anlamı Müfredat'da ifade edildiği gibi insanın onlarla kendisini güçlü hissettiği ve ondan yayıldığı kimse, demektir, Kamus’a göre bir kimsenin şiası demek, onun ardından gidenler ve kendisine yardımcı olan yandaşlar, demektir. (Rûhu’l Beyân) 


فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ


Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  Takdiri, إذا كان القرآن ميسّرا (Kur’ânı kolaylaştırdığımız halde…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ مُدَّكِرٍ  , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer  مِنْ  cümleyi tekid etmiştir. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayetin bu cümlesi surede 6. tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)