Rahmân Sûresi 33. Ayet

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ  ...

Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا مَعْشَرَ topluluğu ع ش ر
2 الْجِنِّ cinler ج ن ن
3 وَالْإِنْسِ ve insanlar ا ن س
4 إِنِ eğer
5 اسْتَطَعْتُمْ gücünüz yeterse ط و ع
6 أَنْ
7 تَنْفُذُوا geçip gitmeğe ن ف ذ
8 مِنْ -ndan
9 أَقْطَارِ bucakları- ق ط ر
10 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
11 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
12 فَانْفُذُوا geçin gidin ن ف ذ
13 لَا
14 تَنْفُذُونَ geçemezsiniz ن ف ذ
15 إِلَّا ancak (geçebilirsiniz)
16 بِسُلْطَانٍ kudretle س ل ط
 

Müfessirlerin bir kısmı buradaki hitabı kıyamet tasviri çerçevesinde değerlendirmişler ve o gün cinlere ve insanlara böyle seslenileceği yorumunu yapmışlardır. Önceki âyetlerde hesap gününe ilişkin bir uyarının bulunması, müteakip âyetlerde de kıyametten ve âhirette karşılaşılacak sonuçlardan söz edilmesi bu yorumu destekleyici niteliktedir. Diğer bir grup müfessire göre ise bu hitap dünya hayatıyla ilgilidir ve önceki âyetlerde yer alan uyarıyı tamamlamaktadır: Cinlere ve insanlara kendilerine dünya hayatında tanınan fırsata aldanmamaları gerektiği hatırlatılmakta, ölümden ve ilâhî huzurda verilecek hesaptan kaçışın asla mümkün olmadığı bildirilmektedir. Derveze 33. âyette geçen sultân kelimesini “kişiyi kurtaracak sâlih ameller” şeklinde izah eder (VII, 136); birçok müfessirin anılan kelimeyi “delil, hüccet” anlamında almaları (İbn Atıyye, V, 230) bu yorumu destekler nitelikte olmakla beraber, 35. âyetin ifadesi belirtilen ihtimali zayıflatmaktadır. Öte yandan, bazı tefsirlerde sultan kelimesinin “güç” anlamı esas alınarak “Büyük bir güç bulunmadıkça geçemezsiniz” ifadesinden, “Böyle bir gücünüz de olmadığına göre göklerin ve yerin sınırını aşıp ötelere geçmeniz de imkânsızdır” anlamı çıkarılmıştır. Fakat sultan kelimesinin “yetki” anlamı dikkate alınarak âyetin ilgili kısmı, “Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak (Allah tarafından verilecek) bir yetki, bir imkânla olabilir” şeklinde de anlaşılabilir. Bu takdirde muhatapların, yüce yaratıcının evrendeki yasaları doğrultusunda ortaya koyacakları çabaları sonucunda elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış demektir. Uzay araştırmalarının ilerlediği ve uzaya seyahatlerin gerçekleştiği günümüz şartları, Kur’an tefsiriyle meşgul olanları bu yorumu benimsemeye ve bu âyetlerde uzayın fethine işaret bulunduğu görüşüne yöneltmiştir. Hatta 35. âyetteki tasvirin modern silâhları çağrıştırdığı yorumları yapılmıştır. Râzî’nin belirttiği gibi, bağlam bu hitabın âhirette olduğu izlenimini vermektedir. Fakat her iki ihtimale göre düşünüp bu âyetlerde, Allah’ın hükümranlığını aşmanın ve verdiği hükümden kaçmanın asla mümkün olmayacağı uyarısı bulunduğunu söylemek daha doğru olur (XXIX, 113-114). Bir başka anlatımla, Allah’a karşı sorumluluğu olan varlıklar ister dünya hayatında ister kıyamet gelip çattığında Allah’ın hükmünden kaçıp kurtulmak için yerin ve göğün sınırlarını zorlayacak kadar güç elde etseler veya kendilerine bu tarz bir imkân verilse, hatta bu varlıklar topyekün bir dayanışma içine girseler dahi, 35. âyette ifade edildiği üzere bunlar sınırlı ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Şu halde ikinci yorum esas alındığında da (dünya hayatı bakımından) bu âyetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilâhî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah’ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların âkıbeti hüsrandır. 

35. âyette “erimiş bakır” diye çevrilen kelimeye “bakır gibi kızıl duman” mânası da verilmiştir. 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 208-209
 

  Nefeze نفذ : 

   Bu kökün en çok kullanıldığı yerler ok, matkap ve yetki ile ilgilidir. Örnek olarak 'Ok hedefe saplandı', 'Matkap tahtayı deldi geçti' ve 'Falan kişi bu işi nüfuz edici bir şekilde ve gayretle yerine getirdi' verilebilir. 

   Son olarak menfez مَنْفَذٌ kelimesi bir taraftan diğerine geçen geçiş yeridir. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Nâfiz, infaz, menfez, nüfuz etmek ve tenfizdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ

 

يَا  nida harfidir. مَعْشَرَ  münada ve muzâftır.  الْجِنِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاِنْسِ  kelimesi atıf harfi وَ ‘la  الْجِنِّ ‘ye matuftur.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنِ اسْتَطَعْتُمْ ‘dur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْتَطَعْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْفُذُوا   fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ اَقْطَارِ  car mecruru  تَنْفُذُوا   fiiline mütealliktir. 

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

انْفُذُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.     

اسْتَطَعْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


 لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَنْفُذُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اِلَّا  hasr edatıdır. بِسُلْطَانٍ  car mecruru  تَنْفُذُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. 

 

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan, اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ  cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi,  اسْتَطَعْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَانْفُذُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslûbunda gelmiş olmasına rağmen, vaz edildiği anlamın dışında taciz kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.  

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْاِنْسِ  -  الْجِنِّ  ve  السَّمٰوَاتِ  - الْاَرْضِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatları vardır.

تَنْفُذُوا - انْفُذُواۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَعْشَرَ , aşerelerin (onlukların) toplandığı yer demektir. Bu da büyük bir topluluk manasınadır. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr)

Bu ayette cinin, insandan önce, [Bu Kur'an gibisini getirmek üzere insan ve cin toplansa, bunu yapamazlar…] (İsra 88) ayetinde ise, "insan"ın, "cin"den önce getirilişinin hikmeti; Cenab-ı Hakkın, her bir yerde, bahsedilen işi yapması ihtimali fazla olanları önce zikretmesidir.(Fahreddin er-Râzî)

Kâmus'da  النفاذ , bir şeyin bir şeyi aşması ve ondan kurtulması, şeklinde izah edilir. الاقطار  ise قطر  kelimesinin çoğuludur. قطر  da taraf, çevre demektir. Buna göre  mana: Allah'tan ve onun kazasından kaçarak göklerin ve yerin hudutlarından çıkmaya gücünüz yeterse hemen çıkın, kendinizi Benim cezamdan kurtarın. Bu, onları aciz bırakma emridir. Maksat, onların Cenab-ı Hakk'ı aşamayacak ve kendilerini yakalamaktan aciz bırakamayacak olmalarıdır. (Rûhu’l Beyân ve Âşûr)


لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ

 

Beyanî istînaf olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasırla tekid edilen muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  

Nefy harfi  لَا ve  اِلَّا  ile  ile oluşan kasr, fiil ve car-mecrur arasında kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. تَنْفُذُونَ  maksûr, car mecrur  بِسُلْطَانٍ , maksûrun aleyhtir.

Ya da faille car mecrur arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir 

بِسُلْطَانٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

تَنْفُذُوا - لَا تَنْفُذُونَ  kelimeleri arasında cinası iştikak, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ  cümlesi ile  لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetteki hitap dünyada mı yoksa ahirette mi yöneltilecektir? Diyoruz ki: Zahir olan bu hitabın ahirette olmasıdır. Çünkü cin ve insanlar, o azaptan kaçmak isterler, fakat göklerin ve yerin etrafını, yedi sıra meleğin sardığını görecekler. Evlâ olan, bu ifadenin, "Sizin için kaçma imkanı yok. Allah'ın mülkünden dışarı çıkmanız imkansız. Her neye yönelseniz ve gitseniz, orası da Allah'ın mülküdür. Nerede olursanız olun, Allah'ın hükmü gelip sizi bulacaktır" manasında, genel bir  ifade olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)

لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ  (Allah'ın verdiği) bir güç olmadan geçemezsiniz. Bir güç ve kuvvetle ancak geçebilirsiniz. Siz ise bundan oldukça uzaksınız.

Bu ayette, cinlerin ve insanların göklerin ve yerin derinliklerine hiç geçemeyecekleri değil, fakat ancak kudret ve kuvvetle geçebilecekleri, göklere geçmeye ne kadar uğraşsalar, üzerlerine gönderilen ”dumansız bir alev veya ateşsiz bir duman"la engellenecekleri ve bu engelleri yenemiyecekleri anlatılıyor. İnsanoğlu bugün aya ulaşmış, içinde bulunduğumuz Güneş Sisteminin bazı gezegenlerine insansız peykler göndermiştir. Fakat henüz kendi Güneş Sisteminin dışına çıkmadığı gibi, kendi sistemimizde de ayın sınırından öteye gidememiştir. Ayette Güneş Sistemi içinde bazı yıldızlara gitme çabalarının olabileceğine işaret vardır. Ama insanların daha fazla ileriye gidemeyeceklerine de işaret vardır. Aynı zamanda Allah'ın yüce kudretine ve insanoğluna verdiği nimetlerin bolluğuna dikkat çekilmektedir. Müellifin de gayet güzel belirttiği gibi Allah'tan kaçmanın -dünyada da, ahirette de- hiç mümkün olmayacağının açık delili vardır. Ayetteki asıl maksat da budur. (Naşir.) (Rûhu’l Beyân ve Âşûr)