يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ
Müfessirlerin bir kısmı buradaki hitabı kıyamet tasviri çerçevesinde değerlendirmişler ve o gün cinlere ve insanlara böyle seslenileceği yorumunu yapmışlardır. Önceki âyetlerde hesap gününe ilişkin bir uyarının bulunması, müteakip âyetlerde de kıyametten ve âhirette karşılaşılacak sonuçlardan söz edilmesi bu yorumu destekleyici niteliktedir. Diğer bir grup müfessire göre ise bu hitap dünya hayatıyla ilgilidir ve önceki âyetlerde yer alan uyarıyı tamamlamaktadır: Cinlere ve insanlara kendilerine dünya hayatında tanınan fırsata aldanmamaları gerektiği hatırlatılmakta, ölümden ve ilâhî huzurda verilecek hesaptan kaçışın asla mümkün olmadığı bildirilmektedir. Derveze 33. âyette geçen sultân kelimesini “kişiyi kurtaracak sâlih ameller” şeklinde izah eder (VII, 136); birçok müfessirin anılan kelimeyi “delil, hüccet” anlamında almaları (İbn Atıyye, V, 230) bu yorumu destekler nitelikte olmakla beraber, 35. âyetin ifadesi belirtilen ihtimali zayıflatmaktadır. Öte yandan, bazı tefsirlerde sultan kelimesinin “güç” anlamı esas alınarak “Büyük bir güç bulunmadıkça geçemezsiniz” ifadesinden, “Böyle bir gücünüz de olmadığına göre göklerin ve yerin sınırını aşıp ötelere geçmeniz de imkânsızdır” anlamı çıkarılmıştır. Fakat sultan kelimesinin “yetki” anlamı dikkate alınarak âyetin ilgili kısmı, “Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak (Allah tarafından verilecek) bir yetki, bir imkânla olabilir” şeklinde de anlaşılabilir. Bu takdirde muhatapların, yüce yaratıcının evrendeki yasaları doğrultusunda ortaya koyacakları çabaları sonucunda elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış demektir. Uzay araştırmalarının ilerlediği ve uzaya seyahatlerin gerçekleştiği günümüz şartları, Kur’an tefsiriyle meşgul olanları bu yorumu benimsemeye ve bu âyetlerde uzayın fethine işaret bulunduğu görüşüne yöneltmiştir. Hatta 35. âyetteki tasvirin modern silâhları çağrıştırdığı yorumları yapılmıştır. Râzî’nin belirttiği gibi, bağlam bu hitabın âhirette olduğu izlenimini vermektedir. Fakat her iki ihtimale göre düşünüp bu âyetlerde, Allah’ın hükümranlığını aşmanın ve verdiği hükümden kaçmanın asla mümkün olmayacağı uyarısı bulunduğunu söylemek daha doğru olur (XXIX, 113-114). Bir başka anlatımla, Allah’a karşı sorumluluğu olan varlıklar ister dünya hayatında ister kıyamet gelip çattığında Allah’ın hükmünden kaçıp kurtulmak için yerin ve göğün sınırlarını zorlayacak kadar güç elde etseler veya kendilerine bu tarz bir imkân verilse, hatta bu varlıklar topyekün bir dayanışma içine girseler dahi, 35. âyette ifade edildiği üzere bunlar sınırlı ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Şu halde ikinci yorum esas alındığında da (dünya hayatı bakımından) bu âyetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilâhî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah’ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların âkıbeti hüsrandır.
35. âyette “erimiş bakır” diye çevrilen kelimeye “bakır gibi kızıl duman” mânası da verilmiştir.
يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ
Fiil cümlesidir. يُرْسَلُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَلَيْكُمَا car mecruru يُرْسَلُ fiiline mütealliktir. شُوَاظٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ نَارٍ car mecruru شُوَاظٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. نُحَاسٌ kelimesi atıf harfi وَ ‘la شُوَاظٌ ‘e matuftur.
فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَنْتَصِرَانِ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
يُرْسَلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَنْتَصِرَانِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمَا , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için naib-i faile takdim edilmiştir.
يُرْسَلُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مِنْ نَارٍ car mecruru شُوَاظٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
شُوَاظٌ - نُحَاسٌ ve نَارٍ kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Onlara gönderilenlerin شُوَاظٌ ve نُحَاسٌ şeklinde sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
شُوَاظٌ , yalın veya dumanla karışık olan alevdir; yahut ateşten ayrılan alevdir; yahut alevden çıkan dumandır; yahut ateş ile dumanın ikisidir.
نُحَاسٌ , dumandır; yahut cehennem ehlinin başına dökülen erimiş bakırdır. (Ebüssuûd, Âşûr)
فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Eğer [Ey cin ve insan cemaatleri] hitabının kıyamet günü yöneltilecek bir nida olduğunu söylersek, Hak Teâlâ sanki bu ayette de, "üzerinize ateşten bir yalın (alev) salıverildiği gün, artık sizin için bir yardımlaşma imkanı yok. Eğer göklerden kaçıp gitmeye muktedir iseniz, haydi geçip gidin" demek istemiştir. Sonra o iki türe hitap edilmesinden sonra, bu iki şeyin getirilmesi, bunlardan her birinin o iki türden her birine tahsis edilmiş olmasından dolayı olabilir... Bu durumda, bu demektir ki, hafif olan ateş (nâr), insan içindin, Çünkü ateş, insanın cevherine muhaliftir. Ağır olan o bakır eriyiği ise, cinler içindir; çünkü bakır eriyiği de cinnin cevherine ters düşer. O halde bu demektir ki, insan ağır, ateşse hafif; cin hafif, bakırsa ağırdır... Ayetteki نُحَاسٌ kelimesi ile dumanın kastedilmiş olduğunu söylememiz halinde de durum aynıdır. Bu iki ifadenin, ins ve cinden her birine göre gelmiş olması da muhtemeldir ki, zahir ve muhtemel olan da budur. (Fahreddin er-Râzî)