Rahmân Sûresi 39. Ayet

فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذَنْبِه۪ٓ اِنْسٌ وَلَا جَٓانٌّۚ  ...

İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيَوْمَئِذٍ o gün
2 لَا
3 يُسْأَلُ sorulmaz س ا ل
4 عَنْ -ndan
5 ذَنْبِهِ günahı- ذ ن ب
6 إِنْسٌ insana ا ن س
7 وَلَا ne de
8 جَانٌّ cin’e ج ن ن
 

Kıyamet tasvirlerinden birine yer verilen 37. âyetin ardından insanlara ve cinlere günahları hakkında soru sorulmayacağı, günahkârların yaka paça cehenneme atılacakları ve inkâr edip durdukları bu gerçeği iyice bellemeleri için cehennem ateşine sokulup çıkarılacakları, ama bunun bir ferahlama getirmeyeceği çünkü bu defa ateş yerine kaynar suyun içine düşecekleri belirtilmektedir. Şu var ki, 39. âyetteki “İşte o gün ... günahı hakkında soru sorulmaz” anlamındaki ifadeyi, “âhirette sorgu olmayacak” diye anlamamak gerekir. Zira birçok âyette burada çok kısa değinilen bu konuya ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Söz konusu açıklamalar ışığında bu ifadeyi şöyle anlamak uygun olur: Âhirette herkesin durumu öylesine kesin ve apaçık ortaya konacak ki kimsenin kendi ifade ve beyanına baş vurmaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Birçok âyette belirtildiği üzere herkes dünyada yapıp ettiklerinin tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkârların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41. âyette ifade edildiği gibi günahkârlar simalarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla beraber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak; yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adalet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir âkıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan, sorgulama ve yargılamadan geçirecektir (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Sâffât 37/24; Zemahşerî, IV, 53).

37. âyetin “gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman” diye çevrilen kısmı, “kızarmış yağ veya kırmızı deri yahut al kısrak gibi bir gül rengine büründüğü zaman” mânalarında da anlaşılmıştır. Bu mânalara göre yapılan benzetme göğün rengindeki değişmeyi anlatmış olur. Meâlde bir ölçüde bu anlamlar da yansıtılmış olmakla beraber göğün yapısal değişmesiyle ilgili mâna esas alınmıştır (bk. Taberî, XXVII, 141-142; İbn Atıyye, V, 231). Yine, güle yapılan benzetme genellikle renk değişikliği ve göğün kızıl bir renge bürünmesi olarak anlaşılmıştır. İbn Âşûr bunun göğün yarılmasındaki şiddeti ve pek çok parçaya ayrılacağını anlatan bir teşbih de olabileceği kanaatindedir (XXVII, 261).

 

فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذَنْبِه۪ٓ اِنْسٌ وَلَا جَٓانٌّۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır. لَا يُسْـَٔلُ  fiiline müteallıktır. إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُسْـَٔلُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَنْ ذَنْبِه۪ٓ  car mecruru  لَا يُسْـَٔلُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِنْسٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  

وَلَا جَٓانٌّ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
 

فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذَنْبِه۪ٓ اِنْسٌ وَلَا جَٓانٌّۚ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki şart cümlesinin mahzuf cevabına atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  önemine binaen amili olan  لَا يُسْـَٔلُ fiiline takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Cümlenin takdiri … يوم إذ انشقت السماء  (Semanın yarıldığı gün) şeklindedir. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

يُسْـَٔلُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سْـَٔلُ  fiili istemek demektir.  عَنْ  harfiyle kullanıldığında ‘sormak’ manasına gelir.

اِنْسٌ ‘a matuf olan  لَا جَٓانٌّۚ ‘deki nefy harfi  لَا , olumsuzluğu tekid etmek için gelmiş zaid harftir.

اِنْسٌ  -  جَٓانٌّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik, cins ifade eder. 

[İnsana da cine de günahından sorulmaz.] Çünkü onlar yüzlerinden tanınırlar. Bir kimse mahşer halkının durumlarına vakıf olmak isterse günahkârı başkasından ayırmak için kişiye günahını sorma ihtiyacı duymaz. Bu hâl, mertebelerinin değişik oluşu itibariyle kabirlerden çıkarılıp bölük bölük mahşere sevk edildikleri ilk vaziyete göredir. [Rabbin hakkı için onların hepsine mutlaka soracağız.] (Hicr: 92) ve benzeri ayetler hesap ve duruşma yerlerindeki hallerle ilgilidir. Yani hesap vaktine kadar hesap sorulmaz. Ancak hesap merhalesinde sorulur. İbn Abbas'tan, şöyle rivayet edildi: ”Allah onlara şöyle şöyle yaptınız mı?" diye sormaz. Çünkü Allah bunu onlardan daha iyi bilir. Ancak ”niçin şöyle şöyle yaptınız?" diye sorar. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

ذَنْبِه۪ٓ ‘deki zamir insana aittir. Çünkü makam itibariyle öncedir. Tekil olması insan cinsinden herhangi bir ferdin kastedilmesinden dolayıdır. Sanki şöyle denilmiştir: Cin ve insanlara ait hiçbir kimseye sorulmaz. جَٓانٌّۚ 'dan maksat cindir. (Rûhu’l Beyân)