Rahmân Sûresi 59. Ayet

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ  ...

O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَبِأَيِّ şimdi hangi?
2 الَاءِ ni’metlerini ا ل و
3 رَبِّكُمَا Rabbinizin ر ب ب
4 تُكَذِّبَانِ yalanlıyorsunuz ك ذ ب
 

Her mümin dünya hayatının sona ermesiyle yokluk içinde kaybolup gitmeyeceğine ve öldükten sonra diriltilip dünyada yaptıklarıyla ilgili bir yargılama için rabbinin huzuruna çıkarılacağına inanır. 46. âyette buna olan derin imanı sebebiyle o anın heyecanını taşıyan ve rabbinin divanına çıkma bilinci, sorumluluğu ve kaygısı içinde yaşayan, sonuçta inkâr ve şirkten uzak durup Allah’ın yasaklarından kaçınma ve buyruklarını yerine getirme çabası içinde olan ve O’nu şükran duyguları içinde daima saygıyla anan kimseler övülmekte ve iki cennetle müjdelenmektedir. Ardından bu cennetlerin geniş bir tasvirine yer verilerek, bir taraftan dünyada her istediğini elde edebilenlerin bu nimetlere bel bağlamamaları için kalıcı nimetleri arzulamaları özendirilmekte, diğer taraftan da dünyada mahrumiyetler çeken müminlerin bunu fazlasıyla telâfi edebileceklerine açıklık getirilip onlara teselli verilmektedir. Müminleri âhiret hayatında bekleyen nimetlerle ilgili birçok örneğe yer verildikten sonra, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğu belirtilerek, bütün bu nimetlerden çok daha değerli olan şeyin Allah Teâlâ’nın hoşnutluğuna erme mutluluğu olacağı hatırlatılmış olmaktadır (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Muhammed 47/14-15; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

46. âyette geçen “iki cennet” ile ne kastedildiği hususunda değişik yorumlar yapılmış olup başlıcaları şunlardır: a) Biri insanlara, diğeri cinlere verilecek cennet; b) Biri buyrukları yerine getirme ve iyi işler yapmanın, diğeri yasaklardan kaçınmanın karşılığı olan cennet; c) Biri hak edilmiş ödül olarak, diğeri buna ilâveten ilâhî ikram olarak verilecek cennet (Zemahşerî, IV, 54); d) Biri cismanî, diğeri ruhanî cennet; 

e) Biri adn cenneti, diğeri naîm cenneti; f) Biri dârü’l-İslâm, diğeri dârü’s-selâm (Elmalılı, VII, 4687). Kaf sûresi (50/24) ve bazı şiirlerdeki kullanımları delil göstererek buradaki cennetân kelimesinin, iki cennet değil aslında bir cennet anlamına geldiğini söyleyenler olmuşsa da İbn Atıyye bunu zayıf ve gereksiz bir yorum olarak niteler (V, 233). Râzî de böyle zorlanmış bir yoruma gerek olmadığını, Allah’ın iki ve daha fazla cennet vermesine herhangi bir engel bulunmadığını belirtir. Daha sonra iki cennetle ilgili yorumları aktarır ve bu arada bunlardan birinin cismanî, diğerinin ruhanî cennet olması ihtimalinden söz edilebileceğini ifade eder (XXIX, 123). Esed ise Râzî’nin anılan eleştirisini dikkatten kaçırdığı için onun zikrettiği bu son ihtimali yanlış anlamış ve şöyle nakletmiştir: Bir cennet, “hem maddî hem de ruhî zevkleri kapsadığı için sanki iki cennetmiş gibi [görünecektir]” (III, 1100). Esasen bu konudaki yorumlar birer tahminden ibaret olduğu için meselâ Taberî ve İbn Atıyye’nin iki cennetin mânası ile ilgili bir rivayet nakletmedikleri görülmektedir. Elmalılı da bazı yorumları aktardıktan sonra bu hususta şöyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştur: Daha başka ihtimaller söylenmişse de âhiret halleri görülmeden ayrıntıları bilinmeyeceği için daha fazla izahına kalkışılması doğru olmaz (VII, 4687). 

48. âyetteki efnân kelimesini “ince dal” anlamına gelen fenenin çoğulu kabul edenler âyeti “İkisinde de çeşit çeşit veya dalları iç içe geçmiş ağaçlar, türlü meyveler bulunur” şeklinde veya buna yakın mânalarla açıklamışlardır. Bunun “tür, çeşit” anlamına gelen fennin çoğulu olduğunu düşünenler ise âyeti “İkisinde de rengârenk, çeşit çeşit nimetler veya meyveler bulunur” yahut “İkisi de başkalarından üstün ve geniştir” tarzında yorumlamışlardır (Taberî, XXVII, 147-148; Zemahşerî, IV, 54; İbn Atıyye, V, 233). Biz bunları dikkate alarak âyeti “İkisinde de çeşit çeşit ve emsalsiz nimetler bulunur” şeklinde çevirdik.

62. âyette geçen dûn kelimesinin anlamları ve konuya ilişkin bazı rivayetler ışığında bu âyete, “Bu ikisinden daha aşağı mertebede iki cennet daha vardır” ve “Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha vardır” mânaları da verilmiştir (derece farkıyla ilgili açıklamalar için bk. İbn Atıyye, V, 234-235; Elmalılı, VII, 4691). Şu var ki İbn Atıyye’nin belirttiği üzere bunlar kesinlik taşımayan çıkarımlardır (V, 235).

Allah Teâlâ’nın Rahmân ismiyle başlayan sûre, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. Âlimler Resûlullah’tan yapılan bir rivayetten esinlenerek, dualarda, Allah’ı burada geçen “zü’l-celâli ve’l-ikrâm” sıfatıyla nitelemeyi tavsiye etmişler ve duaların kabulüne vesile olmasının umulabileceğini belirtmişlerdir (İbn Atıyye, V, 237).

 

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كان الأمر   كما فصّل فبأي آلاء تُكَذِّبَانِ (Durum açıklandığı gibi olduğunda Rabbinizin hangi nimetlerini  yalanlarsınız?) şeklindedir.

اَيِّ  istifham harfi  بِ  harf-i  ceriyle  تُكَذِّبَانِ  fiiline mütealliktir.  اٰلَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  رَبِّكُمَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُكَذِّبَانِ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. 

تُكَذِّبَانِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  إذا كان الأمر كما فصّل ( Durum açıklandığı gibi olduğunda) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

İstifham harfi  بِاَيِّ , mecrur mahalde  تُكَذِّبَانِ  fiiline mütealliktir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar, tevbih ve tariz amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّكُمَا  izafetinde  كُمَا  zamirinin Rabb ismine izafe edilmesi ile zamirin ait olduğu insan ve cin, şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayet surede 31 kez tekrarlanarak Rabbin nimetlerine dikkat çekilmiştir. Zahiren birbirinin aynı olan bu ayetler, hemen öncesinde zikredilen nimetlerin farklılığıyla, tekrar olmayan bir vurguya sahip olurlar.

Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu tekrarların; manayı muhatabın nefsinde pekiştirmek, bir şeyin azametini muhataba hissettirmek, fasılanın uzaması sebebiyle hatırlatma gibi faydası vardır. Ayrıca nefsi rahatlatmak amacıyla sevinç, pişmanlık, hüzün vs. ifade eden ibareler de tekrarlanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

[Rabbinizin… yalanlıyorsunuz] ifadesinde hitap  الثَّقَلَانِۚ  -yani ins ve cinne-dir; (8. ayette)  لْاَنَامِ ’ın (mahlukatın) zikredilmesi ve [Ey insanlar ve cinler! Yakında sadece sizinle ilgileneceğiz!] ayeti de buna delalet etmektedir. (Keşşâf)

Bu surede Allah Teâlâ pek çok nimetini zikretmiştir. Zikredilen her nimetten sonra da bu istifhâm tekrar edilmiştir. Bu tekrarda nimetlerin ne kadar çok olduğuna ve üzerinde düşünmek gerektiğine tenbîh vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Allah bu surede, nimetlerini inkâr edenleri azarlamak için [Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?] ayetini tekrar etmiştir.

Ayetteki soru takrir, yani bu nimetleri kabule ve onlara şükrün gerekli olduğunu itirafa zorlamak içindir. (Rûhu’l Beyân)

Rahmân Suresi’nin bu ayetinde ve diğer ayetlerinde  فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ  ifadesinin tekrar edilmesi en güzel tarîz örneklerindendir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

[O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?] ayetinde hitap, سقلين 'e (insanlarla cinlere)’dir. Bu da  لِلْاَنَامِ  ve السقلان  kavillerinden anlaşılmaktadır. (Beyzâvî) 

Herhangi bir muhatap geçmediği halde, ayetteki böylesi hitabın hikmeti, iltifat sanatı türünden olmasıdır.

Önceki surede, fiiller bizzat Allah'ın zatına isnat edilince, bu surede, rahmetinden bahsedilirken ise, korku ve dehşeti bertaraf edecek bir lafız kullanılmıştır ki, bu da Rabb lafzıdır. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, "O sizin Rabbiniz olduğu halde, siz onun hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?.." buyurmuştur.

Bu ayetin tekrarlanmasının ve bu tekrarın 31 kere olmasının hikmeti nedir? Tekrarın faydası, iyice anlatmak, zihinlere yerleştirmektir. Ama, bu hususî sayının meselâ 31 şeklinde oluşuna gelince, biz deriz ki: Bu manadaki sayılar tevkîfîdir. Bunların niçin bu şekilde takdir edildiğine, insanın aklı ermez, buna muttali olamaz. (Fahreddin er-Râzî) 

Keşfu'l-Esrar adlı eserde şöyle dendi: ”Bil ki, bu surenin bir kısmında zorluklar, azap ve ateşten bahsedildi. Burada iki türlü nimet vardır. Birisi bu azapların müminlerden kâfirlere çevrilmesidir ki, bu, şükrü gerektirecek büyük bir nimettir. İkincisi ise, cehennemden korkutup sakındırmaktır ki, bu da büyük bir nimettir. Zira kişinin kendisini üzecek şeyden sakınma gayreti, ferahlatacak şeye ulaşma gayretinden fazladır." (Rûhu’l Beyân)