Vâkıa Sûresi 13. Ayet

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ  ...

Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.  (13 - 14. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُلَّةٌ çoğu bir ümmettir ث ل ل
2 مِنَ -den
3 الْأَوَّلِينَ öncekiler- ا و ل
 

“Mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) diye nitelenen “es-sâbikūne’s-sâbikūn” (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile “Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahâbîler” şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen âyetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve âhiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkânî, V, 172).

13. âyette geçen ve “çoğu” diye tercüme edilen sülle kelimesi “az olsun çok olsun insan topluluğu”nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre âyeti “bir kısmı öncekilerdendir” şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. âyette “birazı” dendiği için buna da “çoğu” anlamı verilmiştir. Burada Kur’an’ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, “sâbikūn”dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahâbe-i kirâmdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden “sâbikūn”un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241).

15-26. âyetlerde ve daha sonra da 28-37. âyetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. âyette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin “hizmet edilen” konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkânî, V, 173-174). 19. âyetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade “toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar”, aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise “içtikleri tükenmez” mânalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

 
Riyazus Salihin, 432 Nolu Hadis
İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Deriden yapılmış bir çadır içinde kırk kadar kişi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunuyorduk. Hz. Peygamber bize:
- “Siz cennetliklerin dörtte biri olmaya razı mısınız? diye sordu. Biz:
-  Evet, dedik. Hz. Peygamber:
- “Cennetliklerin üçte biri olmaya razı mısınız?” buyurdu. Biz:
- Evet, dedik.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Muhammed’in canı, kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki ben, sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı umarım; çünkü cennete müslüman olmayan kimse giremez. Siz, müşriklere nisbetle kara öküzün derisindeki beyaz benek ya da kırmızı (beyaz) öküzün derisindeki siyah benek gibisiniz” buyurdu.
(Buhârî, Rikak 45, 46, Enbiyâ 7, Eymân 3, Tefsîru sûre (22), 1; Müslim, Îmân 377. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 13; İbni Mâce, Zühd 34)
 

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur.  ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir.  مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  car mecruru,  ثُلَّةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyh gereksiz kelime kullanımından kaçınmak için hazf edilmiştir. Çünkü önceki ayetlerde  السَّابِقُونَ (önde olanlar) dan bahsedildiği için müsnedün ileyh bilinmektedir. Hazf edilen bu müsnedün ileyh gaib zamiri olduğu için marifedir. Bu şekilde marife kılınmasının sebebi ise makamın gaiplik (üçüncü çoğul şahıs) makamı olmasıdır.

Müsned, yenilenme ifade etmediği ve üç zamandan biriyle kayıtlanması kastedilmediği için isim olarak gelmiştir. Nekre bir isim olarak müfred kılınmasındaki gaye ise şu iki sebepten birisi olabilir: Birincisi, önceden zikri geçen bir şeye dikkat çekmemekle birlikte ‘kasr’ anlamının da kastedilmemesidir. İkincisi ise müsnedi yüceltmektir. Nitekim nekre bir isim olarak gelen bu müsned,  مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  ve عَلٰى سُرُرٍ  ifadelerini kendisine sıfat alarak tahsis edilmiş, böylece zikredilen grubun  ثُلَّةٌ , sıradan bir grup olmadığı ifade edilmiştir. Son olarak müsnedin muhatapları sıkmamak için îcaz gereği herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir.  (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.106)
 

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur.  ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir.  مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  car mecruru,  ثُلَّةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyh gereksiz kelime kullanımından kaçınmak için hazf edilmiştir. Çünkü önceki ayetlerde  السَّابِقُونَ (önde olanlar) dan bahsedildiği için müsnedün ileyh bilinmektedir. Hazf edilen bu müsnedün ileyh gaib zamiri olduğu için marifedir. Bu şekilde marife kılınmasının sebebi ise makamın gaiplik (üçüncü çoğul şahıs) makamı olmasıdır.

Müsned, yenilenme ifade etmediği ve üç zamandan biriyle kayıtlanması kastedilmediği için isim olarak gelmiştir. Nekre bir isim olarak müfred kılınmasındaki gaye ise şu iki sebepten birisi olabilir: Birincisi, önceden zikri geçen bir şeye dikkat çekmemekle birlikte ‘kasr’ anlamının da kastedilmemesidir. İkincisi ise müsnedi yüceltmektir. Nitekim nekre bir isim olarak gelen bu müsned,  مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  ve عَلٰى سُرُرٍ  ifadelerini kendisine sıfat alarak tahsis edilmiş, böylece zikredilen grubun  ثُلَّةٌ , sıradan bir grup olmadığı ifade edilmiştir. Son olarak müsnedin muhatapları sıkmamak için îcaz gereği herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir.  (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.106)