Vâkıa Sûresi 46. Ayet

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ  ...

Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَانُوا ve ediyorlardı ك و ن
2 يُصِرُّونَ ısrar ص ر ر
3 عَلَى üzere
4 الْحِنْثِ günah (işlemek) ح ن ث
5 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م
 

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106). 

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245). 

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222
 

  Sarra صرّ :

  إصْرارٌ bir suça/günaha sıkıca kendini düğümleme, kendini sıkı sıkıya bağlama ve ondan kopmaktan imtina etme, sakınma, uzak durma veya kopmayı reddetme anlamındadır. Kelimenin aslı sıkıca bağlamak anlamına gelen صَرٌّ sözcüğünden gelir.

  Türkçede de kullanılan sürre صُرَّةٌ içine içine dirhemlerin düğümlendiği kesedir(para kesesi).

  إصْرارٌ kişinin kalben üzerine bağlandığı, azim ve kararlılık gösterdiği her türden arzudur.

  Son olarak صَرَّةٌ'e gelince bir kapta toplanmışçasına birbiriyle kenetlenmiş topluluktur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de if'al babında fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere 6 defa geçmiştir.

 (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri ısrar ve sürre (alayı)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ

 

 

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يُصِرُّونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen mansubdur.

يُصِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى الْحِنْثِ  car mecruru  يُصِرُّونَ  fiiline mütealliktir.  الْعَظ۪يمِ  kelimesi  الْعَظ۪يمِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki … كَانُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil  كَانُوا ’nun dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

عَلَى الْحِنْثِ car mecruru  يُصِرُّونَ  fiiline mütealiktir.

الْحِنْثِ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

الْحِنْثِ , esasen günah manasınadır. Yemini bozmaya da  الْحِنْثِ  denir. Müfessirlerin çoğu, burada  الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ’i büyük günah diye tefsir etmişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

الْحِنْثِ  kelimesi, ذنب  kelimesinin ifade ettiği günahın üstünde bir günahı ifade eder. Zira الْحِنْثِ , Arapça’da ‘küçük günah’ manasında neredeyse hiç kullanılmaz.  ذَنْبٌ  kelimesi ise, küçük günahlar için de kullanılır.  الْحِنْثِ  kelimesini Araplar, ‘yemini bozma’ manasında da kullanmışlardır. Çünkü insanlar nezdinde yalan, çirkin bir şeydir. Çünkü âlemin maslahatı (menfaati), doğruluğa bağlıdır. 

الْعَظ۪يمِ kelimesi, buradaki  الْحِنْثِ (günah) ile kullanıldığında ‘şirk’ manasının kastedildiğini ifade eder. Çünkü böyle vasıflar, şirkten başka bir günahta toplanmaz. (Fahreddin er-Râzî)