Vâkıa Sûresi 96. Ayet

فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ  ...

Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَبِّحْ öyleyse tesbih et س ب ح
2 بِاسْمِ adını س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م
 

Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah’ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah’ı O’na yaraşır biçimde anmaya, O’nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 232
 
Riyazus Salihin, 1411 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben Yüce Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim”
(Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 60; İbni Mâce, Edeb 56)

Riyazus Salihin, 1454 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim sabah akşam yüz defa subhânallâhi ve bi-hamdihî: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.”
(Müslim, Zikir 26)
 

فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كانت قدرة الله في الخلق والإنشاء والتنظيم كما ذكر فسبّح باسم (Allah’ın yaratılış, yeniden yaratma ve nizama koymada zikredildiği gibi ise O’nun ismini tesbih et)  şeklindedir.

Fiil cümlesidir. سَبِّحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْعَظ۪يمِ۟  kelimesi  رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ

 

فَ , takdiri إن كانت قدرة الله في الخلق والإنشاء والتنظيم كما ذكر (Eğer Allah’ın yaratmak, inşa ve tanzim konusundaki kudreti zikredildiği gibiyse..) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi olan  فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اسْمِ  kelimesi, cins manasınadır. Yani maksat, Rabbinin isimlerini an, demek olur. Azîm kelimesi, ise Rabbin sıfatıdır. (Rûhu’l Beyân)

رَبِّكَ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

الْعَظ۪يمِ۟  kelimesi, رَبِّكَ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Öyleyse, tenzih ve takdis et [ulu] Rabbinin adını; yani Rabbinin adını anmak suretiyle tesbihte bulun.  اسْمِ (ad) ile zikir kastedilmiş de olabilir; yani Rabbini zikretmek suretiyle tesbihte bulun. “Ulu” anlamındaki  الْعَظ۪يمِ۟  muzâfın ya da muzâfun ileyhin sıfatıdır; birinciye göre “Rabbinin ulu adını”, ikinciye göre de “Ulu Rabbinin adını” demek olur. Ayetin anlamı şöyledir: Allah Teâlâ kudretine ve kullarına olan nimetlerine delâlet edecek hususları anınca; “Bütün bunların karşısında tesbihde bulun!” buyurmuştur. Tesbih, “Sübhânallah!” diyerek Allah’ı her türlü noksanlıktan uzak ve yüce görmektir. Bu ya O’nun vahdaniyetini inkar edip nimetlerine nankörlük eden zalimlerin iddialarına karşı O’nu tenzih etmek anlamındadır ya [Fesübhânallah! diyerek] Allah’ın bunca, apaçık nimetle onları bürümesine karşı gösterdikleri nankörce tutuma hayret anlamındadır ya da Allah’ın [yukarıda] saydığı, dikkat çektiği nimetlere karşı O’na şükretmek anlamındadır. (Keşşâf)

Surenin son ayeti hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Suredeki ayetlerin fasılalarını teşkil eden نِۚ - وَ  ve  نِۚ - ي  harflerinin oluşturduğu mükemmel ahenk, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmaktadır. Bu fasılalarda secî ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟  [Ulu Rabbinin adını tesbih et.] Bu sure-i kerimenin içinde ayrıntısıyla anlatılan şeylerin gerçek yüzü, Yüce Allah'tan, şanına layık olmayan şeylerin tenzih edilmesini gerektirir. Ki bunlar, ona şirk koşmak, hakkı haykıran ayetlerini yalanlamak, gibi şeylerdir.

Ebû Osman (ks) der ki: ”Ayetin son kısmının manası şudur: Senin ümmetine, sünnetine yapışmayı muvaffak kılmamızdan dolayı şükretmek için Rabbinin adını an."

Fethu'r-Rahman'da denir ki: ''Bu ifade kâfirlerin sözlerinden ve dünyaya mahsus diğer işlerden kaçınmayı, âhiret işlerine yönelmeyi, Yüce Allah'a ibadete ve O'na duaya yönelmeyi gerektiren bir ifadedir."

Rivayet olunur ki, ''öyleyse ulu Rabbinin adını an," ayet-i kerimesi nazil olduğu zaman Resulullah (sav): ”Bu ayeti rükuda okuyunuz" buyurmuştur. [”Yüce Rabbinin adını tesbih et,"] (A'lâ: 1) ayet-i kerimesi nazil olduğu zaman Resulullah (sav): ”Bu ayeti secdede okuyun" buyurmuştur. Resulullah (sav) namazda rükuda  سبحان ربى العظيم (Ulu Rabbimi tesbih ederim), secdede ise سبحان ربى الاعلى (Yüce Rabbimi tesbih ederim) derdi.

Hadisi İmam Ahmed b. Hanbel, Ebıı Davud ve İbn Mâce Ukbe b. Amir el-Cühenî'den rivayet etmişlerdir. Bkz. Muhtasar-u Tefsir-i İbn Kesîr. 3/441. (Rûhu’l Beyân)

Bu sûrenin de tekrar eden âyeti budur. Allah Teâlâ, hakkı beyan ettikten sonra kâfirlerin kabule yanaşmamaları üzerine Resulüne buyuruyor ki, kâfirler kabul etmeseler de sen onları bırak. Onlar ister tasdik etsinler ister yalanlasınlar, sen Rabbini tesbih et, hem de "Azîm" (yüce) ismiyle tesbih et. Böylece söz konusu bu ayetin üst tarafıyla, yani önceki ayetlerle mana yönünden irtibatı olduğu gibi gelecek sûrenin baş tarafıyla da münasebetinin olduğu anlaşılmaktadır. Sonraki sûreyle münasebeti şu şekilde kurulabilir. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar, Allah'ı tesbih eder. Sen, onlara nazaran küçücük bir grup demek olan kafirlere bakma da, bütün kainat ile beraber Rabbini tesbih et ve O'nu, en yüce ismiyle noksan sıfatlardan tenzih et. (Elmalılı)