Hadid Sûresi 23. Ayet

لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ  ...

Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِكَيْلَا için
2 تَأْسَوْا üzülmemeniz ا س و
3 عَلَىٰ üzerine
4 مَا şey
5 فَاتَكُمْ elinizden çıkan ف و ت
6 وَلَا ve
7 تَفْرَحُوا şımarmamanız (için) ف ر ح
8 بِمَا şey ile
9 اتَاكُمْ size verdiği ا ت ي
10 وَاللَّهُ ve Allah
11 لَا
12 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
13 كُلَّ hiçbirini ك ل ل
14 مُخْتَالٍ kendini beğenenleri خ ي ل
15 فَخُورٍ övünenleri ف خ ر
 

İlk iki âyette insanın hayata bakışını belirlemede çok önemli bir gerçeğe ve bunun hikmetine değinilmektedir: Olan ve olacak her şey Allah’ın ezelî ilminde kayıtlıdır; bunu böylece bilen ve kabul eden insan kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allah’ın kendisine verdiği imkânların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü tüketmez. Çünkü bunların ikisi de olmuş bitmiştir. Bu bir musibetse kendisinin bundaki payını düşünüp sonuç çıkarmalı ve bu sonucun gelecekteki davranışlarına ışık tutmasını sağlamalı, şayet bu bir nimetse asıl kaynağının kendi bilgi, beceri ve çabası değil yüce Allah olduğunu dikkate alıp övünme ve böbürlenmesi için bir sebep bulunmadığı, bilâkis bu nimetin kendisine sorumluluk getirdiği bilinci içinde hareket etmelidir. Buna karşılık insanın asıl yükümlülüğü kaçırılanlar ve elde edilenlerden sonrasında, yani “olacak”lar ve “olması gereken”ler sınırında başlamaktadır. İmtihan gereği olarak başa gelecekleri (musibet) önlemek insanın gücü dahilinde değildir; fakat insan bunları bilemeyeceği için, bu onun yükümlülüğünü etkilemez ve koyu kaderci bir anlayışı haklı kılmaz. Çünkü onun yükümlülüğü, yapılması irade ve tercihine bırakılan davranışlarla ilgilidir, bir başka anlatımla onun görevi hür iradesiyle buyruk ve yasaklara uygun davranmaktır. Nitekim 23. âyetin sonunda ve 24. âyette, kendini beğenmiş, böbürlenen ve elindeki imkânları sırf kendisine ait gibi görüp cimrilik yapan, üstelik başkalarının da öyle davranmasını isteyen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir. 25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır (musibet konusunda değerlendirme için ayrıca bk. Şûrâ 42/30-35; bu bağlamda daha çok “adalet” anlamıyla açıklanan mîzan kelimesinin anlamları için bk. Rahmân 55/7-9).

22. âyetin “biz onu yaratmadan” diye çevrilen kısmındaki “o” zamirinin “musibet, nefisler veya yeryüzü”nün yahut hepsinin yerini tuttuğu yorumları yapılmıştır (Şevkânî, V, 204).

25. âyette, hem güç sembolü olan hem de insanlara çeşitli faydalar sağlayan demirin de bir nimet olarak yaratıldığından söz edilmektedir. “İndirme” anlamına gelen kelime, Zümer 39/6. âyetinde olduğu gibi “yarattı, lutfetti, insana onu kullanabilme yeteneğini ilham etti” anlamındadır (İbn Âşûr, XXVII, 416-417). Âyetin üslûbundan, Allah’ın dinine ve peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin bu gayelerini gerçekleştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî güce ve siyasî otoriteye sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır (Emin Işık, “Hadîd Sûresi”, DİA, XV, 14). Kimyasal element olarak birçok bileşiği bulunan ve değişik endüstri kollarında önemli işlevleri olan demir, metaller arasında da kullanımı en yaygın ve en ucuz olanıdır. Bir bütün olarak yerküreyi meydana getiren elementler arasında yaklaşık üçte birlik oranla ilk sırayı tutan demirin güneşte ve başka yıldızlarda da bolca bulunduğu tesbit edilmiştir. Teknolojinin gelişmesinde demirin tuttuğu yeri özellikle modern çağın insanı günlük hayatının hemen her adımında yaşar ve hisseder. Hayatı kolaylaştıran pek çok ürün demire dayalı olduğu gibi, gerek beşerî zaafların vahşete dönüşmesinden ibaret olan haksız saldırılarda gerekse varlığını koruma amacıyla bunlara karşı koymada, gerek yıkmada gerekse yapmada demir insanın asırlardan beri vazgeçemediği unsur olagelmiştir. Kısacası demir, kontrollü kullanımı insanlık için büyük yararlar, kontrolsüz kullanımı ise büyük tehlikeler taşıyan bir madde olduğu gibi bu özellikleri taşıyan başka nesneleri ve imkânları da güçlü bir biçimde temsil eden bir örnektir. Başka elementlerle birleşmiş durumda pek çok mineralde de bulunan demir insan vücudu bakımından özel bir önemi haizdir. İnsan vücudunda demir eksikliğinin yol açtığı kansızlık, en sık rastlanan kansızlık tipidir. Demirin özellikleri ve insan hayatındaki önemiyle ilgili bu ve benzeri bilgiler ışığında âyetin “Onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır” diye tercüme edilen kısmı daha iyi anlaşılabilmektedir.

 

لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ 

 

لِ  ta’liliyyedir.  كَيْ  nasb ve masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Veya zaiddir.

كَيْ  ve  لِكَيْ  sadece muzari fiilin önüne gelir ve masdar manası verir, onu nasb ederek gelecek zamana çevirir.

أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  mahzuf  fiile mütealliktir. Takdiri, أخبر اللَّه بذلك  (Allah bunu haber verdi) şeklindedir.  تَأْسَوْا   fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  تَأْسَوْا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  فَاتَكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

فَاتَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

تَفْرَحُوا  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü  بِ  harf-i ceriyle birlikte  فَاتَكُمْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰتٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰتٰيكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ  cümlesi mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  یُحِبُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  مُخْتَالٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فَخُورٍ  kelimesi  مُخْتَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

یُحِبُّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

 

لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ 

 

Mecrur mahaldeki ta’lil ifade eden masdar harfi  لِكَيْ  ve sılası masdar tevilinde harf-i cerle birlikte, mahzuf cümlenin fiiline mütealliktir. Takdiri  أخبر اللَّه بذلك (Allah (cc) bunu haber verdi) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel olan  لَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahalde  تَأْسَوْا  fiiline müteallik ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  فَاتَكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

وَلَا تَفْرَحُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  تَأْسَوْا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygada gelen fiiller; teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اَسَٓاؤُ۫ا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰتٰيكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَفْرَحُوا -  تَأْسَوْا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ  cümlesiyle,  لَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetin başındaki  لِ , sözün başlangıcının, sonu için bir sebep kılındığını ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ  cümlesi, müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar ve teceddüt ifade eder. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.

مُخْتَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Menfi siyakta nekre umuma işarettir.

مختال  kelimesi  افتعال  babındadır ve vasıftaki mübalağayı ifade eder.

مُخْتَالٍ  için sıfat olan الفخور , mübalağa vezni olan  فعول  kalıbındandır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فخور  kibir ve gururdaki mübalağayı ifade eder. Bu iki vasfın niçin mübalağa kalıbında geldiği sorulabilir. Çünkü sevginin baskın olduğu bir hitapta böyle gelmemesi gerekir. Bu böyle vehmedildiği gibi değildir. Allah'ın mübalağalı olarak kötü vasıfta olanları sevmemesi, mübalağalı olmayan kötü vasıf sahiplerini sevdiğini göstermez. Bu vasıfların mübalağalı olarak gelmesi makamla alakalıdır. الفخور  kelimesi mübalağa vezni olan  فعول  kalıbındandır. Bu manayı izhar etmekteki çokluğa ve mübalağaya delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 443)

الفخور - مُخْتَالٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.