Hadid Sûresi 22. Ayet

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ  ...

Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا yoktur
2 أَصَابَ isabet eden ص و ب
3 مِنْ hiçbir
4 مُصِيبَةٍ musibet ص و ب
5 فِي
6 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
7 وَلَا ve ne de
8 فِي
9 أَنْفُسِكُمْ kendi canlarınızda ن ف س
10 إِلَّا olmayan
11 فِي
12 كِتَابٍ bir Kitapta ك ت ب
13 مِنْ
14 قَبْلِ önce ق ب ل
15 أَنْ
16 نَبْرَأَهَا biz onu yaratmadan ب ر ا
17 إِنَّ doğrusu
18 ذَٰلِكَ bu
19 عَلَى
20 اللَّهِ Allah’a
21 يَسِيرٌ kolaydır ي س ر
 

İlk iki âyette insanın hayata bakışını belirlemede çok önemli bir gerçeğe ve bunun hikmetine değinilmektedir: Olan ve olacak her şey Allah’ın ezelî ilminde kayıtlıdır; bunu böylece bilen ve kabul eden insan kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allah’ın kendisine verdiği imkânların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü tüketmez. Çünkü bunların ikisi de olmuş bitmiştir. Bu bir musibetse kendisinin bundaki payını düşünüp sonuç çıkarmalı ve bu sonucun gelecekteki davranışlarına ışık tutmasını sağlamalı, şayet bu bir nimetse asıl kaynağının kendi bilgi, beceri ve çabası değil yüce Allah olduğunu dikkate alıp övünme ve böbürlenmesi için bir sebep bulunmadığı, bilâkis bu nimetin kendisine sorumluluk getirdiği bilinci içinde hareket etmelidir. Buna karşılık insanın asıl yükümlülüğü kaçırılanlar ve elde edilenlerden sonrasında, yani “olacak”lar ve “olması gereken”ler sınırında başlamaktadır. İmtihan gereği olarak başa gelecekleri (musibet) önlemek insanın gücü dahilinde değildir; fakat insan bunları bilemeyeceği için, bu onun yükümlülüğünü etkilemez ve koyu kaderci bir anlayışı haklı kılmaz. Çünkü onun yükümlülüğü, yapılması irade ve tercihine bırakılan davranışlarla ilgilidir, bir başka anlatımla onun görevi hür iradesiyle buyruk ve yasaklara uygun davranmaktır. Nitekim 23. âyetin sonunda ve 24. âyette, kendini beğenmiş, böbürlenen ve elindeki imkânları sırf kendisine ait gibi görüp cimrilik yapan, üstelik başkalarının da öyle davranmasını isteyen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir. 25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır (musibet konusunda değerlendirme için ayrıca bk. Şûrâ 42/30-35; bu bağlamda daha çok “adalet” anlamıyla açıklanan mîzan kelimesinin anlamları için bk. Rahmân 55/7-9).

22. âyetin “biz onu yaratmadan” diye çevrilen kısmındaki “o” zamirinin “musibet, nefisler veya yeryüzü”nün yahut hepsinin yerini tuttuğu yorumları yapılmıştır (Şevkânî, V, 204).

25. âyette, hem güç sembolü olan hem de insanlara çeşitli faydalar sağlayan demirin de bir nimet olarak yaratıldığından söz edilmektedir. “İndirme” anlamına gelen kelime, Zümer 39/6. âyetinde olduğu gibi “yarattı, lutfetti, insana onu kullanabilme yeteneğini ilham etti” anlamındadır (İbn Âşûr, XXVII, 416-417). Âyetin üslûbundan, Allah’ın dinine ve peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin bu gayelerini gerçekleştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî güce ve siyasî otoriteye sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır (Emin Işık, “Hadîd Sûresi”, DİA, XV, 14). Kimyasal element olarak birçok bileşiği bulunan ve değişik endüstri kollarında önemli işlevleri olan demir, metaller arasında da kullanımı en yaygın ve en ucuz olanıdır. Bir bütün olarak yerküreyi meydana getiren elementler arasında yaklaşık üçte birlik oranla ilk sırayı tutan demirin güneşte ve başka yıldızlarda da bolca bulunduğu tesbit edilmiştir. Teknolojinin gelişmesinde demirin tuttuğu yeri özellikle modern çağın insanı günlük hayatının hemen her adımında yaşar ve hisseder. Hayatı kolaylaştıran pek çok ürün demire dayalı olduğu gibi, gerek beşerî zaafların vahşete dönüşmesinden ibaret olan haksız saldırılarda gerekse varlığını koruma amacıyla bunlara karşı koymada, gerek yıkmada gerekse yapmada demir insanın asırlardan beri vazgeçemediği unsur olagelmiştir. Kısacası demir, kontrollü kullanımı insanlık için büyük yararlar, kontrolsüz kullanımı ise büyük tehlikeler taşıyan bir madde olduğu gibi bu özellikleri taşıyan başka nesneleri ve imkânları da güçlü bir biçimde temsil eden bir örnektir. Başka elementlerle birleşmiş durumda pek çok mineralde de bulunan demir insan vücudu bakımından özel bir önemi haizdir. İnsan vücudunda demir eksikliğinin yol açtığı kansızlık, en sık rastlanan kansızlık tipidir. Demirin özellikleri ve insan hayatındaki önemiyle ilgili bu ve benzeri bilgiler ışığında âyetin “Onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır” diye tercüme edilen kısmı daha iyi anlaşılabilmektedir.

 

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مِنْ  zaiddir.  مُص۪يبَةٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ  car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي كِتَابٍ  car mecruru  مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru mahzuf sıfata mütealliktir.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  نَبْرَاَهَاۜ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَاۜ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَصَابَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ذٰلِكَ  ism-i işareti  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru يَس۪يرٌ ’a mütealliktir. يَس۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

 

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Ayette  مَا  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla kasr oluşmuştur. Bu kasr, fiil ve hali arasındadır. İzafi kasr olup kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

الكِتابُ  kelimesi Allah’ın ilminden mecazdır. Aradaki benzerlik değişikliği kabul etmemektir. Bu yüzden O’nun ilmi ve takdiri, olayların meydana gelme sebeplerini, yaratılma zamanlarını ve etkilerinin sırasını kapsar. (Âşûr)

مِنْ مُص۪يبَةٍ  mahallen merfû olarak  اَصَابَ  fiilinin failidir. Kelimeye dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. اَصَابَ  fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  أصابكم  şeklindedir.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

فِي الْاَرْضِ ‘ya matuf olan  ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ  car mecruruna dahil olan لَا , nefyi tekid için gelmiş zaid harftir.

ف۪ي كِتَاب  ve  مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ  car mecrurlarıمُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir. كِتَابٍ ‘deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نَبْرَاَهَا  cümlesi, masdar tevili ile  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

اَصَابَ - مُص۪يبَةٍ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَنْفُسِكُمْ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  nefisler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Musibet, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felakettir. Arzda vuku bulan musibet, yerde herhangi bir zarar ve harabeye sebep olan afet ve ziyanlardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifadesi içindir. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Cümlede car mecrur  عَلَى اللّٰهِ , ihtimam sebebiyle amili olan  يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir. 

Müsned olan  يَس۪يرٌ , nekre gelerek kesret ve tazim ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.  نَبْرَاَهَاۜ  fiilindeki azamet zamirinden bu cümlede gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.