بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | امَنُوا | inananlar |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
5 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
6 | هُمُ | onlardır |
|
7 | الصِّدِّيقُونَ | sıddikler |
|
8 | وَالشُّهَدَاءُ | ve şehidler |
|
9 | عِنْدَ | yanında |
|
10 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
11 | لَهُمْ | onların vardır |
|
12 | أَجْرُهُمْ | mükafatları |
|
13 | وَنُورُهُمْ | ve nurları |
|
14 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
15 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
16 | وَكَذَّبُوا | ve yalanlayanlar |
|
17 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
18 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
19 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
20 | الْجَحِيمِ | cehennem |
|
Sıddîk, “inancında samimi olan, içtenlikle tasdik eden; sadakat ve bağlılık örneği; özü sözü bir, dürüst” anlamlarına gelir. Bazı müfessirlere göre bu kelimeyle kastedilen, “peygamberleri hemen tasdik eden ilk müminler”dir. Şehid de “Allah yolunda ve yüce değerler uğruna canını feda eden kimse” demektir. İfade akışından anlaşıldığına göre âyet, Allah’a ve peygamberlerine böylesine (önceki âyette belirtildiği şekilde) iman etmiş olanlara müjde vermekte ve onların da Allah katında sıddîklar ve şehidlerle beraber bulunacaklarını veya onlar gibi değerli olduklarını belirtmektedir. Cümlenin ana yapısı konusunda bu yaklaşıma sahip olan müfessirlerin çoğu, âyetin lafzî karşılığı “Onlar sıddîklar ve şehitlerdir” şeklinde olduğu için, bu ifadeye “Onlar sıddîkların ve şehidlerin mertebesindedir” mânasını vermiştir; bir kısmı ise “Her mümin bir sıddîktır, bir şehiddir” veya “Her mümin bir sıddîktır ve –Bakara sûresinin 143. âyetinde belirtildiği anlamda– bir tanıktır” yorumunu yapmıştır (farklı bir bağlamda “sıddîklar ve şehidlerle beraber olmak”tan söz eden bir ifade için bk. Nisâ 4/69).
Diğer bir yaklaşıma göre ise birinci cümlenin ikinci kısmı müstakil bir cümle olup şöyle bir mâna taşımaktadır: “Rableri katındaki şehidlere gelince, mükâfatları ve nurları onları beklemektedir.” Bu anlayışa sahip müfessirlerin bir kısmı buradaki şehid kelimesini meşhur anlamıyla açıklarken, bazıları “tanık” anlamından hareketle“maksat –Nisâ sûresinin 41. âyetinde belirtildiği üzere– ümmetlerinin lehinde ve aleyhinde tanıklık edecek peygamberlerdir” demişlerdir. Burada geçen nur kelimesi de genellikle 12. âyetteki anlamıyla açıklanmıştır. Âyette Allah’a imanın yanında peygamberlere imandan söz edilmek suretiyle samimi bir mümin olmak için Allah’tan mesaj getiren bütün elçilere inanmanın ön şart olduğu belirtilmekte, sadece mensup oldukları dinin peygamberine iman edenlerin ilâhî din fikriyle çelişen bir ilke hatası yapmış olacaklarına îmada bulunulmaktadır (İbn Atıyye, V, 265-266; Râzî, XXIX, 231-232; Şevkânî, V, 201).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 247-248وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. رُسُلِه۪ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İşaret ism-i اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir.
الصِّدّ۪يقُونَ kelimesi mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الشُّهَدَٓاءُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. عِنْدَ mekân zarfı, الشُّهَدَٓاءُ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُهَدَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرُهُمْ muahhar mübteda olup lafzen mecrurdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نُورُهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ’ya matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا atıf harfi وَ ’la كَفَرُوا ’ya matuftur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ cümlesi mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْجَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. جَح۪يمِ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-ı celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَرَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder. Allah lafzına رُسُلِـه۪ٓ ‘nin atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Bu atıf ehl-i kitaba tarizdir.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَ mübtedanın haberidir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. İzâfî kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
الصِّدّ۪يقُونَۗ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالشُّهَدَٓاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. عِنْدَ mekân zarfı, الشُّهَدَٓاءُ ‘ nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِنْدَ رَبِّهِمْۜ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin ikinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرُهُمْ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan اَجْرُهُمْ ’un izafetle gelmesi gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
نُورُهُمْ makabline matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
اَجْرُهُمْ - نُورُهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَجْرَهُمْ ifadesinde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edenlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
Cümle atıf harfi وَ ’la الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Aynı üslupta gelen وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir.
كَذَّبُوا fiili, تفعيل babındandır. تفعيل babının en yaygın anlamı teksirdir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Önceki cümledeki lafza-ı celâlden sonra بِاٰيَاتِنَٓا ‘da azamet zamirinin zikri, iltifat sanatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَصْحَابُ haber, الْجَح۪يمِ۟ muzâfun ileyhtir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması veciz ifade yanında tahkir ve kınama ifade eder.
اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ izafeti, muzâfın tahkiri içindir. Bu ifadede istiare vardır. Cehennemde bulunmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Bu ifade aralarındaki yakınlığın şiddetine delalet eder. (Âşûr)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِـه۪ٓ cümlesi ile وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, اُو۬لٰٓئِكَ - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرُوا - كَذَّبُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اعْلَمُوا | bilin ki |
|
2 | أَنَّمَا | şüphesiz |
|
3 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
4 | الدُّنْيَا | dünya |
|
5 | لَعِبٌ | bir oyundur |
|
6 | وَلَهْوٌ | ve eğlencedir |
|
7 | وَزِينَةٌ | ve süstür |
|
8 | وَتَفَاخُرٌ | ve övünmedir |
|
9 | بَيْنَكُمْ | kendi aranızda |
|
10 | وَتَكَاثُرٌ | çoğaltma yarışıdır |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْأَمْوَالِ | malda |
|
13 | وَالْأَوْلَادِ | ve evladda |
|
14 | كَمَثَلِ | tıpkı şuna benzer |
|
15 | غَيْثٍ | bir yağmura |
|
16 | أَعْجَبَ | hoşuna giden |
|
17 | الْكُفَّارَ | ekincilerin |
|
18 | نَبَاتُهُ | bitirdiği ot |
|
19 | ثُمَّ | sonra |
|
20 | يَهِيجُ | kurur |
|
21 | فَتَرَاهُ | onu görürsün |
|
22 | مُصْفَرًّا | sapsarı |
|
23 | ثُمَّ | sonra |
|
24 | يَكُونُ | olur |
|
25 | حُطَامًا | çerçöp |
|
26 | وَفِي | ise vardır |
|
27 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
28 | عَذَابٌ | bir azab |
|
29 | شَدِيدٌ | çetin |
|
30 | وَمَغْفِرَةٌ | ve mağfiret |
|
31 | مِنَ | -tan |
|
32 | اللَّهِ | Allah- |
|
33 | وَرِضْوَانٌ | ve rıza |
|
34 | وَمَا | ve değildir |
|
35 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
36 | الدُّنْيَا | dünya |
|
37 | إِلَّا | başka bir şey |
|
38 | مَتَاعُ | bir zevkten |
|
39 | الْغُرُورِ | aldatıcı |
|
Heyece هيج :
هاجَ fiili baklagillerden bitki veya ot sarardı ve uzadı anlamına gelir. Yine fiil هاجَ الدَّمُ şeklinde kan harekete geçti ve هِيجَتِ الحَرْبُ şeklinde savaş kızıştı şeklinde de kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli heyecandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ
اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ cümlesi اِعْلَمُٓوا ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
الْحَيٰوةُ mübteda olup lafzen merfûdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعِبٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَهْوٌ - ز۪ينَة - تَفَاخُرٌ kelimeleri لَعِبٌ kelimesine matuftur. بَيْنَكُمْ mekân zarfı تَفَاخُرٌ kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَكَاثُرٌ kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. فِي الْاَمْوَالِ car mecruru تَكَاثُرٌ kelimesine mütealliktir. الْاَوْلَادِ kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ
كَ harf-i cerdir. كَمَثَلِ car mecruru الْحَيٰوةُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir. غَيْثٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ cümlesi غَيْثٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْجَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْكُفَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نَبَاتُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَه۪يجُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Cümle atıf harfi فَ ile makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرٰيهُ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir olan هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مُصْفَراًّ kelimesi تَرٰيهُ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكُونُ حُطَاماً cümlesi tertip ve terahi ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile تَرٰيهُ مُصْفَراًّ cümlesine matuftur.
يَكُونُ nakıs damme ile merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُ ’nun ismi müstetir olup takdiri, هو’dir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. حُطَاماً kelimesi يَكُونُ ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.
اَعْجَبَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عجب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
مَغْفِرَةٌ atıf harfi و ‘la عَذَابٌ ‘e matuftur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَغْفِرَةٌ kelimesine mütealliktir. رِضْوَانٌ atıf harfi و ‘la مَغْفِرَةٌ 'e matuftur.
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الْحَيٰوةُ mübteda olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَٓا kelimesi الْحَيٰوةُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. مَتَاعُ haber olup lafzen merfûdur. الْغُرُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَز۪ينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindeki … اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ cümlesine dahil olan اَنَّـمَٓا , kasr edatıdır. Kasrla tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا mevsuf/maksûr, لَعِبٌ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Dünya hayatı oyuna tahsis edilmiştir.
Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لَهْوٌ - ز۪ينَةٌ - تَفَاخُرٌ- تَكَاثُرٌ kelimeleri haber olan لَعِبٌ ‘a atfedilmiştir.
لَعِبٌ - لَهْوٌ ve الْاَمْوَالِ - الْاَوْلَادِۜ - ز۪ينَةٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
بَيْنَكُمْ mekân zarfı تَفَاخُرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ car mecrurları, تَكَاثُرٌ ‘e mütealliktir.
فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü mal ve evlat, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Dünya hayatının özellikleri sayarak taksim sanatı yapılmıştır. Cümlede teşbih-i beliğ yoluyla, dünya hayatı oyun ve eğlenceye benzetilmiştir. Müşebbeh dünya hayatı, müşebbehün bih oyun ve eğlencedir. Vech-i şebeh, her ikisindeki, insanı cezbetmesi ve meşgul etmesidir.
لَعِبٌ , kendisiyle meşgul olduğunu, ama o anda kendisinde bir zaruret bulunmayan; gelecekte de, bir faydası umulmayan şeydir. Sonra insan o şeyi yapsa, bu da onu, başkasından alıkoymayıp, daha mühim şeylere eğilmesine mani olmazsa, bu şeye لَعِبٌ (oyun); insanın onu kullanıp, bu şeyin, onu başka şeylerden alıkoyması ve böylece de daha mühim şeyleri yapmasına mani olması halinde de bu şey bir لَهْوٌۜ olur. İşte bundan dolayı insanı başka şeylerden alıkoyduğu için oyun eğlence aletlerine لَهْوٌۜ ; bunun aşağısında olanlara da -mesela satranç oyunu, güvercin uçurmak gibi- لَعِبٌ denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Muhammed/36)
اللَّهْوُ : Zihnî meselelerin ciddiyet zahmetinden uzaklaştırmak için yapılan çalışmadır, böylece kendisini ilgilendiren önemli şeylerden uzaklaştırır ve zihnini strese sokar.
Hayatın bir oyun ve eğlence olduğu sözü, teşbih-i beliğdir. Dünya hayatının şartları, geçici olduğundan hiçbir faydası olmayan bir oyun ve eğlenceye, ahiret de karar yurduna benzetilmiştir. (Âşûr, Muhammed/36)
كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ car-mecruru الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ‘nın mahzuf ikinci haberine mütealliktir. İkinci haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Veciz ifade kastına matuf كَمَثَلِ غَيْثٍ izafet terkibinde muzâfun ileyh olan غَيْثٍ ’in tenkiri, kesret nev ve tazim ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ cümlesi, غَيْثٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan الْكُفَّارَ , konudaki önemi dolayısıyla faile takdim edilmiştir.
فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِۜ ifadesindeki في harfi ya ta’lîl ya da mecazî zarfiyye içindir. Mallar adeta insanların yanında toplandığı zarf gibidir. (Âşûr)
تَفَاخُرٌ , övünme yarışı demektir. Fahr ve iftihar ise, kişinin kendisinden başka şeylere güvenip övünmesidir. وَتَكَاثُرٌ فِى اْلاَمْوَالِ وَاْلاَوْلاَدِ , mal ve evlatta bir çokluk yarışı, bir gururdur. İşte sırf dünya için yaşayanlara hayat, bunlardan ibarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًۜ
يَه۪يجُ cümlesi, rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle اَعْجَبَ ‘ye atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Matuf ve matufun aleyh arasında, maziden muzariye iltifat sanatı vardır.
فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. مُصْفَراًّ kelimesi تَرٰيهُ ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماً rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari sıygada gelen كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
Bu ayet-i kerîmede dünya hayatının güzelliği, cazibesi ve insanın ona aldanması tasvir edilmiştir. İnsan, onun lezzetleriyle meşgul olur ve sanır ki bu hayat ebedî böyle sürecek. Sonra birdenbire bu lezzetler biter. İşte Kur’an, dünyanın bu halini bir çok yerde üzerine yağmur yağan, bu yağmurla büyüyüp gelişen, rengarenk çiçekler açan, çeşit çeşit meyveler veren, öyle ki bu güzel zarif haliyle çiftçiyi hayran bırakan, sonra bu hali değişen, güzelliği kaybolan, sararıp solan ve çöpe dönen nebat şeklinde tasvir etmiştir. İşte dünya hayatı da böyledir. İnsanlar onunla övünürler, meşgul olurlar. Bu halleriyle yemyeşil tarlasıyla uğraşan ve ona hayran olan çiftçiye benzerler. İki mürekkeb taraf, mürekkeb bir vech-i şebehde birleşmiştir. Bu da güzellik ve aldanma, sonra da birden yok olmaktır. Ayet-i kerîme son bölümüyle bu vech-i şebehi tekid etmiştir. Dünya hayatını, cazibeli ve aldatıcı olmasına karşılık yok olan mal-mülke benzetmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Buradaki الْكُفَّارَ kelimesinin akla ilk gelen yakın anlamı kâfirler, uzak anlamı ise çiftçilerdir. Kâfirlerin dünya hayatına yönelik tutkularına üstü kapalı bir dokundurmada bulunan bu kelimenin uzak anlamı olan çiftçilerle ilgili yağmur, bitki, sararma ve çerçöp olma gibi unsurların olması da mübeyyen bir tevriyenin kanıtıdır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ
وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌۜ cümlesi atıf harfi وَ ile الْحَيٰوةُ ’in haberine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
فِي الْاٰخِرَةِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ شَد۪يدٌۙ muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ için sıfat olan شَد۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.
مَغْفِرَةٌ ve رِضْوَانٌۜ , kelimeleri tezat nedeniyle müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ‘a atfedilmiştir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَغْفِرَةٌ ‘a mütealliktir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رِضْوَانٌۜ - مَغْفِرَةٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٌ - مَغْفِرَةٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan iki tekid mesabesindeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا mevsuf/maksûr, مَتَاعُ الْغُرُورِ sıfat/maksûrun aleyhtir. Dünya hayatının bir aldanış vasıtasından başka birşey olmadığı etkili bir şekilde ifade edilmiştir.
مَتَاعُ الْغُرُورِ ifadesinde istiare vardır. (Beliğ teşbih formunda olan bu ifadede dünya hayatı, müşterisini kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen, alındıktan sonra bayağı ve değersiz olduğu anlaşılan ticaret metaına benzetilmiştir.) Çünkü aldatmanın (gurur) gerçekte metaı olmaz. Bununla kastedilen, insanın yararlandığı her metaın, geçici bir gölge ve silinerek yok olan kına [gibi] olmasıdır. (Şerif er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Zemahşeri şöyle der: Allah dünyayı, müşteri aldanıp da alsın diye kusuru gizlenen bir mala benzetmiştir. Aldatan ve kandıran şeytandır. Bu; istiare kabilindendir. (Safvetü’t Tefasîr, Al-i İmran/185)
الدُّنْيَٓا kelimesi الْحَيٰوةُ için sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
[Dünya hayatı sadece aldanma malzemesidir] sözünde dünya hayatı bir alım-satımda müşterinin aldatıldığı bir metaa benzetilmiştir. Bu; dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenler içindir. Oysa dünya hayatı, ahiret hayatını kazanmaya çalışanlar için matluba ulaşmaya yarayan iyi bir vasıtadır. (Ebüssuûd)
مَتاعُ kelimesinin الغُرُورِ kelimesine isnad edilmesi akıbet lamı manasıyladır. (Âşûr)
سَابِقُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۙ اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَابِقُوا | koşun |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | مَغْفِرَةٍ | bir mağfirete |
|
4 | مِنْ | -den |
|
5 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
6 | وَجَنَّةٍ | ve bir cennete |
|
7 | عَرْضُهَا | genişliği |
|
8 | كَعَرْضِ | genişliği gibi (olan) |
|
9 | السَّمَاءِ | gök |
|
10 | وَالْأَرْضِ | ile yerin |
|
11 | أُعِدَّتْ | hazırlanmış |
|
12 | لِلَّذِينَ | için |
|
13 | امَنُوا | inananlar |
|
14 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
15 | وَرُسُلِهِ | ve elçilerine |
|
16 | ذَٰلِكَ | işte bu |
|
17 | فَضْلُ | lutfudur |
|
18 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
19 | يُؤْتِيهِ | vereceği |
|
20 | مَنْ | kimseye |
|
21 | يَشَاءُ | dilediği |
|
22 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
23 | ذُو | sahibidir |
|
24 | الْفَضْلِ | lutuf |
|
25 | الْعَظِيمِ | büyük |
|
Burada cennetin genişliğiyle ilgili anlatımın amacı bu konuda bir sınır tayin etmek ve ölçü vermek değil, bu genişliğin insan tasavvuruna sığmayacak kadar büyük olduğunu ifade etmektir (İbn Âşûr, XXVII, 408; başka yorumlar için bk. Şevkânî, V, 203; benzer bir ifade ve izahı için bk. Âl-i İmrân 3/133). Belirli şartları yerine getirenlerin, Allah’ın kendilerini bağışlamasını ve cennete koymasını O’nun açısından zorunlu bir sonuç gibi düşünmemeleri için âyetin devamında bir uyarı yapılmakta, bütün bu sonuçların gerçekte Allah’ın lutfundan ibaret olduğu hatırlatılmaktadır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 250-251Adde عدّ :
Aded (عدَد) birleşik sayılardır. Bazılarına göre ise sayıların birleştirilmesidir. Aslında bu iki tanımda aynıdır.
عدّ kelimesi değişik şekillerde mecâzi anlamlarda da kullanılır.
ماءٌ عِدٌّ kesintisiz su. عِدّة sayılan şey.
إعْداد kelimesi, عَدَّ kökünden gelmektedir. أعْددْتُ هذا لك ‘Bunu senin için hazırladım’ sözü söylendiğinde şu anlama gelir: Bunu ona olan ihtiyacına göre hazırlayabileceğin ve alabileceğin duruma getirdim.
Kelimedeki asıl anlam bir araya getirerek sayım yapmaktır. Bu kayıtla حَصْىٌ ve ٌحَسْب kelimelerinden ayırdedilir. الحصي ilmen zabıt altına alarak sayım yapmak, الحَسْبُ ise inceleme kastıyla bir şeyi teftiş etmektir.
Yine bu kelimenin diğer bir kullanım yeri de cem edip ayrıntılı olarak zabıt altına almaktır.
اِعْدَاد kelimesi hazırlamak anlamında değildir. Allah (c.c.) seyyiat ve hasenatları bir araya getirir, onları tek tek hesap edip sayar ve insanları her ikisine de (seyyiat ve hasenatlar) mülhak eder yani her ikisini de âmillerine ulaştırır. Onlar hakkında kendi indinden bir azab, ecir, nar yada cennet kararı vermez. (Müfredat-Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 57 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri adet, iddet, müteaddid, isti'dad, idâdi (lise) ve tadattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سَابِقُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۙ
Fiil cümlesidir. سَابِقُٓوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى مَغْفِرَةٍ car mecruru سَابِقُٓوا fiiline mütealliktir. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru مَغْفِرَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَنَّةٍ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ cümlesi جَنَّةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَرْضُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَعَرْضِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. السَّمَٓاءِ muzâfun olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
سَابِقُٓوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi سبق ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ
Cümle جَنَّةٍ kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Fiil cümlesidir. اُعِدَّتْ fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
لَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte اُعِدَّتْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline mütealliktir.
رُسُلِه۪ۜ atıf harfi وَ ’la بِاللّٰهِ ’ye matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
اُعِدَّتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عدد ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَضْلُ haber olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُؤْت۪يهِ fiili mübtedanın ikinci haberidir. يُؤْت۪يهِ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُؤْت۪يهِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
İsim cümlesidir. و atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
Haberi ذُو , harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ’dır. الْفَضْلِ muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur, الْعَظ۪يمِ ise الْفَضْلِ ‘nin sıfatıdır.
سَابِقُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۙ اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِلٰى مَغْفِرَةٍ car mecruru سَابِقُٓوا fiiline mütealliktir. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru مَغْفِرَةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَغْفِرَةٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. رَبِّكُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
وَجَنَّةٍ kelimesi اِلٰى مَغْفِرَةٍ car mecruruna matuftur. Bu kelimelerin nekreliği kesret ve tazim ifade eder.
عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ cümlesi جَنَّةٍ için sıfatır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَرْضُهَا mübteda, كَعَرْضِ السَّمَٓاءِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَرْضِۙ tezat nedeniyle السَّمَٓاءِ ‘ya atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
عَرْضُهَا - كَعَرْضِ - الْاَرْضِۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için mufassaldır. Müşebbeh cennet, müşebbehün bih arzın ve semanın genişliği, vech-i şebeh genişliktir.
Yarışın, sahada akranlarıyla yarışan kimse gibi öyle bir cennete koşun ki bu cennet gök ile yer arasındaki mesafe kadar geniştir. Süddî, “Yedi kat sema ve yedi kat arz’ın eni kadar.” demiştir. (Keşşâf)
Burada Cennet’in genişliği ve büyüklüğü teşbih-i mürsel ile tasvîr edilmiştir. Buna delalet etmek üzere ve teşvik için genişliği gök ve yerin genişliğine benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Enin belirtilip boyun belirtilmemesi şundandır: Eni ve boyu olan her şeyin eni boyundan daha kısadır. Eni genişlikle nitelenen bir şeyin boyunun daha geniş ve daha uzun olduğu zaten anlaşılır. Arzdan kastın ‘en’ değil de genişlik olması da mümkündür. (Keşşâf)
Yüce Allah, dünyayı aşağılayarak durumunun önemsizliğini belirtip ahiretin durumunu da önemli gösterdikten hemen sonra, kullarını ahirette vadetmiş olduğu mükâfata ulaşmak için yarışmaya teşvik etmiştir. Bu da, şiddetli azaptan kurtaracak mağfiret ve cennete girme başarısıdır. (Keşşâf)
جَنَّةٍ için ikinci sıfat cümlesi olan اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ , harf-i cerle birlikte اُعِدَّتْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَرَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Mağfiret ve cennet, ancak günah olan her şeyden vaz geçme ve taat olan her şey ile meşgul olmakla elde edilir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mağfiret, Cennetten önce zikredilmiş, çünkü tahliye süslemeden önce gelir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ mübteda, فَضْلُ اللّٰهِ haberdir.
Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf فَضْلُ اللّٰهِ izafetinde, lafza-ı celâle muzâf olan فَضْلُ , tazim ve şeref kazanmıştır. فَضْلُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile Allah’ın fazlına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesi فَضْلُ ‘den haldir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Lafza-i celâlin tekrarında tecrîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهُ mübtedadır. Haberi olan ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. الْفَضْلِ muzâfun ileyhtir.
الْفَضْلِ için sıfat olan الْعَظ۪يمِ kelimesi, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | yoktur |
|
2 | أَصَابَ | isabet eden |
|
3 | مِنْ | hiçbir |
|
4 | مُصِيبَةٍ | musibet |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yerde |
|
7 | وَلَا | ve ne de |
|
8 | فِي |
|
|
9 | أَنْفُسِكُمْ | kendi canlarınızda |
|
10 | إِلَّا | olmayan |
|
11 | فِي |
|
|
12 | كِتَابٍ | bir Kitapta |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِ | önce |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | نَبْرَأَهَا | biz onu yaratmadan |
|
17 | إِنَّ | doğrusu |
|
18 | ذَٰلِكَ | bu |
|
19 | عَلَى |
|
|
20 | اللَّهِ | Allah’a |
|
21 | يَسِيرٌ | kolaydır |
|
İlk iki âyette insanın hayata bakışını belirlemede çok önemli bir gerçeğe ve bunun hikmetine değinilmektedir: Olan ve olacak her şey Allah’ın ezelî ilminde kayıtlıdır; bunu böylece bilen ve kabul eden insan kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allah’ın kendisine verdiği imkânların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü tüketmez. Çünkü bunların ikisi de olmuş bitmiştir. Bu bir musibetse kendisinin bundaki payını düşünüp sonuç çıkarmalı ve bu sonucun gelecekteki davranışlarına ışık tutmasını sağlamalı, şayet bu bir nimetse asıl kaynağının kendi bilgi, beceri ve çabası değil yüce Allah olduğunu dikkate alıp övünme ve böbürlenmesi için bir sebep bulunmadığı, bilâkis bu nimetin kendisine sorumluluk getirdiği bilinci içinde hareket etmelidir. Buna karşılık insanın asıl yükümlülüğü kaçırılanlar ve elde edilenlerden sonrasında, yani “olacak”lar ve “olması gereken”ler sınırında başlamaktadır. İmtihan gereği olarak başa gelecekleri (musibet) önlemek insanın gücü dahilinde değildir; fakat insan bunları bilemeyeceği için, bu onun yükümlülüğünü etkilemez ve koyu kaderci bir anlayışı haklı kılmaz. Çünkü onun yükümlülüğü, yapılması irade ve tercihine bırakılan davranışlarla ilgilidir, bir başka anlatımla onun görevi hür iradesiyle buyruk ve yasaklara uygun davranmaktır. Nitekim 23. âyetin sonunda ve 24. âyette, kendini beğenmiş, böbürlenen ve elindeki imkânları sırf kendisine ait gibi görüp cimrilik yapan, üstelik başkalarının da öyle davranmasını isteyen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir. 25. âyette de insanın sorumluluk gerekçesi açıklanıp bunun kendisine getirdiği yükümlülükler genel bir ilke halinde ifade edilmiştir: İnsanın sorumluluğu, kanıtları değerlendirebilme melekesine yani akıl ve muhakeme gücüne sahip olma temeline dayalıdır ve yüce Allah ona doğru yolu bulması için yeterli kanıt ve aydınlatıcı vahiy göndermiştir; sorumlu tutmanın amacı, Allah’ın gayb yoluyla iman edip gereğini yapanları ortaya çıkarması yani insanın sınanmasıdır. Bu statünün getirdiği yükümlülük de adaleti yani olması gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak ve bu uğurda Allah’ın lutfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmaktır (musibet konusunda değerlendirme için ayrıca bk. Şûrâ 42/30-35; bu bağlamda daha çok “adalet” anlamıyla açıklanan mîzan kelimesinin anlamları için bk. Rahmân 55/7-9).
22. âyetin “biz onu yaratmadan” diye çevrilen kısmındaki “o” zamirinin “musibet, nefisler veya yeryüzü”nün yahut hepsinin yerini tuttuğu yorumları yapılmıştır (Şevkânî, V, 204).
25. âyette, hem güç sembolü olan hem de insanlara çeşitli faydalar sağlayan demirin de bir nimet olarak yaratıldığından söz edilmektedir. “İndirme” anlamına gelen kelime, Zümer 39/6. âyetinde olduğu gibi “yarattı, lutfetti, insana onu kullanabilme yeteneğini ilham etti” anlamındadır (İbn Âşûr, XXVII, 416-417). Âyetin üslûbundan, Allah’ın dinine ve peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin bu gayelerini gerçekleştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî güce ve siyasî otoriteye sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır (Emin Işık, “Hadîd Sûresi”, DİA, XV, 14). Kimyasal element olarak birçok bileşiği bulunan ve değişik endüstri kollarında önemli işlevleri olan demir, metaller arasında da kullanımı en yaygın ve en ucuz olanıdır. Bir bütün olarak yerküreyi meydana getiren elementler arasında yaklaşık üçte birlik oranla ilk sırayı tutan demirin güneşte ve başka yıldızlarda da bolca bulunduğu tesbit edilmiştir. Teknolojinin gelişmesinde demirin tuttuğu yeri özellikle modern çağın insanı günlük hayatının hemen her adımında yaşar ve hisseder. Hayatı kolaylaştıran pek çok ürün demire dayalı olduğu gibi, gerek beşerî zaafların vahşete dönüşmesinden ibaret olan haksız saldırılarda gerekse varlığını koruma amacıyla bunlara karşı koymada, gerek yıkmada gerekse yapmada demir insanın asırlardan beri vazgeçemediği unsur olagelmiştir. Kısacası demir, kontrollü kullanımı insanlık için büyük yararlar, kontrolsüz kullanımı ise büyük tehlikeler taşıyan bir madde olduğu gibi bu özellikleri taşıyan başka nesneleri ve imkânları da güçlü bir biçimde temsil eden bir örnektir. Başka elementlerle birleşmiş durumda pek çok mineralde de bulunan demir insan vücudu bakımından özel bir önemi haizdir. İnsan vücudunda demir eksikliğinin yol açtığı kansızlık, en sık rastlanan kansızlık tipidir. Demirin özellikleri ve insan hayatındaki önemiyle ilgili bu ve benzeri bilgiler ışığında âyetin “Onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır” diye tercüme edilen kısmı daha iyi anlaşılabilmektedir.
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ
Fiil cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَصَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْ zaiddir. مُص۪يبَةٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sıfata mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. نَبْرَاَهَاۜ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هَاۜ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَصَابَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ ism-i işareti اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يرٌ ’a mütealliktir. يَس۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayette مَا nefy harfi ve اِلَّا hasr edatıyla kasr oluşmuştur. Bu kasr, fiil ve hali arasındadır. İzafi kasr olup kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
الكِتابُ kelimesi Allah’ın ilminden mecazdır. Aradaki benzerlik değişikliği kabul etmemektir. Bu yüzden O’nun ilmi ve takdiri, olayların meydana gelme sebeplerini, yaratılma zamanlarını ve etkilerinin sırasını kapsar. (Âşûr)
مِنْ مُص۪يبَةٍ mahallen merfû olarak اَصَابَ fiilinin failidir. Kelimeye dahil olan مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. اَصَابَ fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri أصابكم şeklindedir.
فِي الْاَرْضِ car mecruru مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي الْاَرْضِ ‘ya matuf olan ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ car mecruruna dahil olan لَا , nefyi tekid için gelmiş zaid harftir.
ف۪ي كِتَاب ve مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ car mecrurları, مُص۪يبَةٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir. كِتَابٍ ‘deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki نَبْرَاَهَا cümlesi, masdar tevili ile قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اَصَابَ - مُص۪يبَةٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَنْفُسِكُمْ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nefisler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Musibet, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felakettir. Arzda vuku bulan musibet, yerde herhangi bir zarar ve harabeye sebep olan afet ve ziyanlardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifadesi içindir. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Cümlede car mecrur عَلَى اللّٰهِ , ihtimam sebebiyle amili olan يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir.
Müsned olan يَس۪يرٌ , nekre gelerek kesret ve tazim ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. نَبْرَاَهَاۜ fiilindeki azamet zamirinden bu cümlede gaib zamire iltifat sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِكَيْلَا | için |
|
2 | تَأْسَوْا | üzülmemeniz |
|
3 | عَلَىٰ | üzerine |
|
4 | مَا | şey |
|
5 | فَاتَكُمْ | elinizden çıkan |
|
6 | وَلَا | ve |
|
7 | تَفْرَحُوا | şımarmamanız (için) |
|
8 | بِمَا | şey ile |
|
9 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
10 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
11 | لَا |
|
|
12 | يُحِبُّ | sevmez |
|
13 | كُلَّ | hiçbirini |
|
14 | مُخْتَالٍ | kendini beğenenleri |
|
15 | فَخُورٍ | övünenleri |
|
لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ
لِ ta’liliyyedir. كَيْ nasb ve masdar harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Veya zaiddir.
كَيْ ve لِكَيْ sadece muzari fiilin önüne gelir ve masdar manası verir, onu nasb ederek gelecek zamana çevirir.
أَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أخبر اللَّه بذلك (Allah bunu haber verdi) şeklindedir. تَأْسَوْا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü عَلٰى harf-i ceriyle birlikte تَأْسَوْا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَاتَكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
فَاتَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
تَفْرَحُوا atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
مَا müşterek ism-i mevsûlü بِ harf-i ceriyle birlikte فَاتَكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰتٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ cümlesi mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مُخْتَالٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فَخُورٍ kelimesi مُخْتَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
یُحِبُّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ
Mecrur mahaldeki ta’lil ifade eden masdar harfi لِكَيْ ve sılası masdar tevilinde harf-i cerle birlikte, mahzuf cümlenin fiiline mütealliktir. Takdiri أخبر اللَّه بذلك (Allah (cc) bunu haber verdi) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel olan لَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahalde تَأْسَوْا fiiline müteallik ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan فَاتَكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
وَلَا تَفْرَحُوا cümlesi atıf harfi وَ ‘la تَأْسَوْا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari sıygada gelen fiiller; teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte اَسَٓاؤُ۫ا fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰتٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَفْرَحُوا - تَأْسَوْا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ cümlesiyle, لَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetin başındaki لِ , sözün başlangıcının, sonu için bir sebep kılındığını ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ cümlesi, müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar ve teceddüt ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
مُخْتَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder. Menfi siyakta nekre umuma işarettir.
مختال kelimesi افتعال babındadır ve vasıftaki mübalağayı ifade eder.
مُخْتَالٍ için sıfat olan الفخور , mübalağa vezni olan فعول kalıbındandır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فخور kibir ve gururdaki mübalağayı ifade eder. Bu iki vasfın niçin mübalağa kalıbında geldiği sorulabilir. Çünkü sevginin baskın olduğu bir hitapta böyle gelmemesi gerekir. Bu böyle vehmedildiği gibi değildir. Allah'ın mübalağalı olarak kötü vasıfta olanları sevmemesi, mübalağalı olmayan kötü vasıf sahiplerini sevdiğini göstermez. Bu vasıfların mübalağalı olarak gelmesi makamla alakalıdır. الفخور kelimesi mübalağa vezni olan فعول kalıbındandır. Bu manayı izhar etmekteki çokluğa ve mübalağaya delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 443)
الفخور - مُخْتَالٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | يَبْخَلُونَ | cimrilik ederler |
|
3 | وَيَأْمُرُونَ | ve emrederler |
|
4 | النَّاسَ | insanlara |
|
5 | بِالْبُخْلِ | cimriliği |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يَتَوَلَّ | yüz çevirirse |
|
8 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | هُوَ | O |
|
11 | الْغَنِيُّ | zengindir |
|
12 | الْحَمِيدُ | övgüye layıktır |
|
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, معذّبون (Azap görürler) şeklindedir.
İsm-i mevsûlun sılası يَبْخَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَبْخَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَأْمُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْبُخْلِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline mütealliktir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık / bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَلَّ şart fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Fasıl zamiri هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْغَنِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يد mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الْغَنِيُّ ve الْحَم۪يدُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَلَّ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولى ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsned konumda olan cemi müzekker has ism-i mevsul اَلَّذ۪ينَ , takdiri معذّبون (Azap görenler) olan mahzuf mübtedanın haberidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûlun sılası olan يَبْخَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında tahkir ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَبْخَلُونَ - الْبُخْلِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sadri sanatları vardır.
وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi مَنْ يَتَوَلَّ , şarttır. Umum ifade eden şart ismi مَنْ mübteda, يَتَوَلَّ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ , fasıl zamiri ve haberin marife gelmesi olmak üzere birden çok tekid içeren bu gibi isim cümleleri, çok muhkem cümlelerdir.
Müsnedün ileyhin الْ takısıyla marife olması kasr ifade eder. Fasıl zamiri kasrı tekid etmiştir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedin yani الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْغَنِيُّ - الْحَم۪يدُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’nın غَنِيُّ ve حَم۪يدُ olması, göklerin ve arzın mülkiyetinde olmasına münasibdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu kelam, tehdit anlamı taşımakta ve infak emrinin, infak edenin maslahatına olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Kurallar, insanı korumak içindir. Kurallara itaatsizlik eden çoğunluğun buluştuğu bir ortak nokta vardır: işin kendileri için kötü sonla bitme ihtimalinin varlığına inanmazlar. Ya yakalanmayacaklarını düşünürler ya da olası yıkıcı sonuçların kendi başlarına gelmeyeceğine inanırlar. Zira; onlar etrafındakilerden daha akıllıdır ya da daha haklı gerekçeleri vardır. Halbuki; insan yaklaştığı kötü sonun içine tek bir anda düşüverir. Çiğnenen kurallardan; kazalar ya da belalar tek bir anda doğuverir.
Allah’ın emir ve yasakları da böyledir. İnsanın kendisini ve etrafındakileri korumak içindir. İslam’ın bütün kurallarında - aklımız alsın ya da almasın - bir hikmet vardır. Allah’ın sınırlarından bile bile uzaklaşanlardan kimisi der ki: kendimi korumasını ya da durmam gereken noktayı bilirim. Ancak dünya hayatı ve insan nefsi öyle değildir çünkü ikisi de dengesizdir. Bu yüzden insanın, kulunu kulunun kendisinden daha iyi tanıyan Allah’a sığınması en hayırlı olandır. Ölüm sonrası anlaşılır ki: onu yeryüzünde koruyan ya da kurtaran dünyalık hiçbir şeyin Allah katında geçerliliği yoktu. Kendisini dilerse, Allah affeder ve kurtarır.
Ey Allahım! Rahmetin ile bizi Sana itaat edenlerden ve Senin katında derecesi yükselenlerden; sıddıklar ve şehitler gibi olanlardan eyle. Kendimizi beğenme ya da böbürlenme gafletine düşmekten Sana sığınırız. Yeryüzünde ve göklerde, daima sınırını bilenlerden, saygı ve tevazu ile Sana teslim olanlardan eyle. Bizi, cehennem azabından koru; mükafatına ve nuruna kavuştur.
Cennete ve rabbinin mağfiretine kavuşmak için yarışanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Nefsinin gönlünü hoş tutmaya çalışan insan evladının değişik alışkanlıkları vardır. Bunlardan bir tanesi, en basit konularda bile yalan söyleme eğilimine sahip olmasıdır.
Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın koyduğu sınırlara bakıldığı zaman kullarının ağızlarından dökülen kelimelerin seçimine ne kadar önem verildiği anlaşılır. Bunun sebebi, bir bakıma insanın kelimelerden ibaret bir varlık olmasıdır çünkü o, her şeyi anlamlandırmaya çalışır. Mesela kendisini doğru ifadesi ile yükü hafifler ya da aynı konuların tükenmeyen şikayeti ile ağırlaşır.
İnsan konuşurken veya düşünürken, hangi kelimelerin kullanımına ağırlık verirse, iç dünyasında onların barındığı sıfatlar ortaya çıkar. Yani bu bir ‘fikri ne ise zikri, zikri ne ise fikri’ de odur şeklindeki bir kısır döngüye dönüşür. İşte bu yüzden, belli durumlar ve belli kişiler haricinde bir çocuğu kandırmak için bile yalan söylemek hoş karşılanmamıştır.
En basit konularda bile yalan söyleyen insan, devamlı bir gerçeği örtme çabası içindedir. Küçük olayları çarpıtarak açıklama alışkanlığı ile iç dünyasında da bir sıfat yetiştirir ve özenle onu besledikçe uygun şartlar altında yalanlarının çapı da büyümeye başlar. Sözü bozulanın, özü de bozulur çünkü aslında insan, en çok kendisine yalan söyleyendir.
‘Allah’tan saklamak ve saklanmak diye bir şey yoktur’ ifadesini kavrayan, yalan söylemekten sakınır. Zira, yalana başvuran, asıl olarak kimden kaçmaktadır yani yalanları ile neyi örtmeyi istemektedir?
Ey Allahım! Bizi özü ve sözü doğru olan kullarından eyle. Kendimize ve etrafımıza yalan söylemekten ve bunu bir alışkanlık haline getirmekten muhafaza buyur. Senin rızan için şaka bile olsa her türlü yalandan sakınanlardan eyle. Bizi, nefsimize yalanı hoş gösteren manevi hastalıklardan arındır ve somut sebeplerden uzaklaştır. Kendimize ve etrafımıza yumuşak bir uslüp ile dürüst davranarak her adımımızda, sözümüzde ve işimizde Senin rızanı gözetenlerden eyle. Bizi her manada, samimiyet ile Sana teslim olan ve tevekkül ile elinden geleni yaptıktan sonra kendisini, sevdiklerini ve her işini Sana bırakan kullarından eyle. İki cihanda da bizi, özü ve sözü doğru olan kullarınla beraber kıl.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji