بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | تَرَى | görürsün |
|
3 | الْمُؤْمِنِينَ | inanan erkekleri |
|
4 | وَالْمُؤْمِنَاتِ | ve inanan kadınları |
|
5 | يَسْعَىٰ | koşar durumda |
|
6 | نُورُهُمْ | ışıkları |
|
7 | بَيْنَ | önlerinde |
|
8 | أَيْدِيهِمْ | önlerinde |
|
9 | وَبِأَيْمَانِهِمْ | ve sağlarında |
|
10 | بُشْرَاكُمُ | müjdeniz |
|
11 | الْيَوْمَ | bugün |
|
12 | جَنَّاتٌ | cennetlerdir |
|
13 | تَجْرِي | akan |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
16 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
17 | خَالِدِينَ | ebedi kalacağınız |
|
18 | فِيهَا | içinde |
|
19 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
20 | هُوَ | o |
|
21 | الْفَوْزُ | başarı |
|
22 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
Âhiret hayatına ait önemli bir sahneye yer verilen bu âyetleri, kalabalık bir insan kitlesinin, etrafı uçurumlar ve tehlikelerle dolu bir ortamda, ama karanlıklar içinde yol almaya çalıştıklarını göz önüne getirerek anlamak daha kolay olacaktır. Bu şartlar altında önleri ve yanları özel olarak aydınlatılmış grup hızla ve kolayca yol alabilmekte ve esenliğe kavuşmakta; daha önemlisi kendilerine kurtuluşa erdikleri ve ebedî mutluluğu hak ettikleri müjdesi verilmektedir. İşte bunlar kadınıyla erkeğiyle müminlerdir. Arkalarında ise böyle bir aydınlıktan mahrum, onlara yetişmeye, ışıklarından yararlanmaya çalışan kadınlı erkekli münafıklar topluluğu bulunmakta ve onlara kendilerini beklemeleri veya ışıklarından yararlandırmaları için yalvarmaktadırlar. Ama onlara söylenecek olan şudur: Geriye dönün ve kendinize başka ışık arayın! Bu esnada iki kesim arasına –kapısı olan fakat aşılamaz– bir duvar konmuştur. Muhtemelen müminler kapıdan girecekler, münafıklar dışarıda kalacaklar; içerisi rahmet ve nimetle dolu olacak ama dış tarafında azap bulunacaktır. Münafıkların kullanabilecekleri tek argüman kalmıştır: “Dünyada sizinle beraber değil miydik?” diye sormak. Alacakları cevabın baş kısmı olumludur: “Evet.” Gerçekten, münafıklar içlerindeki inkârcılığı ve müminlere besledikleri husumeti gizledikleri için zâhiren müslüman muamelesi görmüşler, hatta mescidde beraberce namaz bile kılmışlardı. Ne var ki artık her şeyin içyüzü, hakikati ortaya çıkmış ve onların dünyada iken ne yaptığı ayan beyan anlaşılmıştır; bu sebeple müminlerin cevabı şöyle devam edecektir: “Ama siz başınızı belâya kendiniz soktunuz, fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allah’ın emri gelip çatıncaya kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o aldatan (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırıp durdu.”
12. âyette geçen nûr kelimesi “hidayet” ve “içinde bulundukları hoşnutluk hali” mânasıyla da açıklanmıştır; fakat genel kanaate göre maksat gerçek anlamda “ışık ve aydınlık” demektir. “Sağ yanlarından” ifadesi bazı müfessirlerce “bütün yönlerinden” mânasında anlaşılmıştır. Bazılarınca bu ifadeyle Araplar’da sağ tarafın uğurlu ve değerli sayılması telakkisi arasında bağ kurulmuştur. Diğer bir yoruma göre burada, amel defterlerinin sağ yanlarından verilmesine işaret vardır (İbn Atıyye, V, 261; ayrıca bk. Vâkıa 56/1-10).
13. âyette “Bizi bekleyin de yetişip nurunuzdan bir parça alalım” diye çevrilen cümle, “Bize bakın da nurunuzdan bir parça alalım” şeklinde de anlaşılmıştır. Bu âyetteki “Geriye dönün de başka bir nur arayın!” anlamına gelen sözü meleklerin veya müminlerin söyleyeceği yorumları yapılmıştır. Bu sözde asıl amaç onları azarlamaktır. “Geriye” denirken “nurun elde edilmesine vesile olan amellerin işlendiği dünya” veya “nur taksim edilen yer” ya da –istihza yollu– “arkalarındaki karanlık”kastedilmiş olabilir; fakat ilk ihtimal daha kuvvetli görünmektedir. Yine bu âyette geçen ve “duvar” diye çevrilen sûr kelimesi “a‘râf, münafıkların müminlerden talepte bulunmalarına mani olacak engel, cennet ile cehennem arasında bir set” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 65-66; İbn Atıyye, V, 261-262; Şevkânî, V, 197; Elmalılı, VII, 4739-4740; a‘râf hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/46-48).
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أذكر (zikret) şeklindedir. تَرَى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında اَنْ bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُؤْمِنَاتِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْمُؤْمِنَاتِ kelimesinin nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يَسْعٰى نُورُهُمْ cümlesi الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْعٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نُورُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَ mekân zarfı يَسْعٰى fiiline mütealliktir. اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ألأيدي kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde îrab edilir. Ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz.
بِاَيْمَانِ car mecruru makabline matuf olup يَسْعٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بُشْرٰيكُمُ mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول لهم الملائكة (Melekler onlara şöyle der) şeklindedir.
بُشْرٰيكُمُ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْيَوْمَ zaman zarfı mukadder fiile mütealliktir. Takdiri, يقال لهم بشراكم (Onlara işte müjdeniz denilir)
جَنَّاتٌ haber olup lafzen merfûdur. Muzaf mahzuftur.Takdiri, دخول جنّات (Cennete girmek) şeklindedir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. خَالِد۪ينَ mukadder muzafın zamirinden hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Takdiri, دخولكم جنّات خالدين فيها (Ebedi kalacağınız cennetlere girmeniz) şeklindedir. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ
Fasılla gelen ayette zaman zarfı يَوْمَ , takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İlk görüşe göre 11. ayetteki infak edenlere verilen ecirler bahsiyle alakalı olarak, ibtidai istinafiye olarak gelmiş, müminlere sağlanan bazı faydalar açıklanmıştır. İkinci görüşe göre 11. ayetle ilişkili olarak gelmiştir. (Âşûr)
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan تَرَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar, ve tecessüm ifade etmiştir.
يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ cümlesi الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ izafeti, يَسْعٰى fiiline mütealliktir. بِاَيْمَانِهِمْ car mecruru, اَيْد۪يهِمْ ’e matuftur.
الْمُؤْمِنَاتِ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ - بِاَيْمَانِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlânın يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ sözünde tasrîhî istiare vardır. Nur, onlardaki rıdvan ve hidayet için müstear olmuştur. Müşebbeh hazf edilmiş, müşebbehe bih zikredilmiştir.
يَسْعٰى fiilinin, نُورُ ‘ya isnad edilmesinde aklî mecaz vardır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ [Önlerinden ve sağlarından] buyurmuştur; çünkü cennetliklerin amel defterleri bu iki taraftan verilir; tıpkı cehennemliklere amel defterleri sol ve arka taraflarından verileceği gibi. Bu iki taraflarındaki nuru Allah, onlar için bir sembol ve işaret yapılmıştır; çünkü iyilikleriyle bahtiyar olan, bembeyaz amel sayfalarıyla murada ererler; cennete götürülürlerken ve sıratı koşarcasına geçerlerken, onların koşusuna paralel, nurları da yanlarında ve önlerinde hızla ilerler. (Keşşâf)
وبِأيْمانِهِمْ ifadesindeki بِ harf-i ceri عَنْ manasındadır. Onların şerefine vurgu yapmak için kısaltılarak ‘’sağlarındaki’’ sözüyle yetinilmiştir. Bu harf mülabese için de olabilir. Bu durumda sağlarındaki nur, iyiliklerinin yazılı olduğu kitabın nurudur. (Âşûr)
Onların nurundan murad, önlerinde ve sağlarında görülen ışıktır. Diğer bir görüşe göre ise, nurları, hidayetleridir ve sağlarındakinden murat da, amel defterleridir. Yani onların îman ve salih amellerinin nuru, önlerinde koşup duruyor. Sağlarında da amel defterleri bulunur. (Ebüssuûd)
Burada zikredilen nur, Allah'ın, onların kıyamet yerinden çıkışları sırasında, onları şereflendiren ve o toplanma yerinde onların hallerini vurgulayan gerçek bir nurdur. (Âşûr)
بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
Ayetin bu cümlesi takdiri, تقول الملائكة (Melekler der ki) olan cümlenin mekulü’l kavlidir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan بُشْرٰيكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بُشْرٰيكُمُ mübteda, جَنَّاتٌ haberdir. الْيَوْمَ zaman zarfı, mukadder fiile mütealliktir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
Müsned olan جَنَّاتٌ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
خَالِد۪ينَ , mukadder muzâfın gizli zamirinden haldir. Takdiri بشراكم دخولكم جنات خالدين فيها (Sizin müjdeniz ebedi kalmak üzere cennetlere girmektir.) şeklindedir. Muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
خَالِد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, ف۪يهَا car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.
Bu ayet, kıyametin dehşetinin, müminlere ulaşmayacağına delâlet etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, herhangi bir tahsiste bulunmaksızın, mümin kimselerin kıyamet günündeki durumlarının böyle olacağını beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۚ
Ayetin fasılla gelen son cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Cümle müjdeye dahil olan mükafatların toplamına delalet eden tezyîl cümlesidir. İsm-i işaret tazim ve tenbih, fasıl zamiri haberi takviye içindir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mübteda konumundaki işaret ismi ذٰلِكَ ‘de cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin derecesinin yüksekliğini belirtmek ve dikkat çekmek içindir.
Ayetteki ism-i işaret, önce geçenlerin tümüne, yani o nura ve cennette ebedi kalma müjdesine râcidir. (Fahreddin er-Râzî)
Müminlerin mükâfatına işaret edilen ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ [Ve işte büyük necât budur] sözü, gerçekten mükemmel bir fasıladır. Uzaklık için kullanılan işaret ismi bu kurtuluşun yüceliğine işaret eder.يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | يَقُولُ | derler ki |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | münafık erkekler |
|
4 | وَالْمُنَافِقَاتُ | ve münafık kadınlar |
|
5 | لِلَّذِينَ |
|
|
6 | امَنُوا | mü’minlere |
|
7 | انْظُرُونَا | bize bakın |
|
8 | نَقْتَبِسْ | yararlanalım |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | نُورِكُمْ | sizin nurunuz- |
|
11 | قِيلَ | denilir ki |
|
12 | ارْجِعُوا | dönün |
|
13 | وَرَاءَكُمْ | arkanıza |
|
14 | فَالْتَمِسُوا | ve arayın |
|
15 | نُورًا | nur |
|
16 | فَضُرِبَ | sonra çekilir |
|
17 | بَيْنَهُمْ | aralarına |
|
18 | بِسُورٍ | bir sur |
|
19 | لَهُ | olan |
|
20 | بَابٌ | kapısı |
|
21 | بَاطِنُهُ | onun içinde |
|
22 | فِيهِ | vardır |
|
23 | الرَّحْمَةُ | rahmet |
|
24 | وَظَاهِرُهُ | ve dış |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | قِبَلِهِ | yönünde |
|
27 | الْعَذَابُ | azab |
|
Alıcısı bulunan, satılan, piyasada tükenen giden şey için denmektedir. Bu da ya satılması ya ölümle ya da yok olmak şeklinde gerçekleşir. إنْفاقٌ ise hem maldan hem de başka şeyden olur. Zorunlu da olabilir, gönüllü de...
نِفْقَةٌ ise sadaka olarak verilen şeydir.
نَفَقٌ ise bir yeri yarıp geçen yol, tünel ve ırmak demektir. Bu kökten gelen isimlerden biri de نافِقاء اليَرْبوع dur ki ak tavşanın hareketlerini tanımlar. نِفاق da bu köktendir. Bu da şeraite bir kapıdan girip başka bir kapıdan çıkmaktır.
Nifak küfrü gizleyip imanı izhardır. Yerbu'un(Arap tavşanı) yaptıklarına benzetilerek bu şekilde isimlendirilmiştir ki o yuvasına biri açık diğeri gizli olmak üzere iki delik açar ve biri kendisini yakalamak istediğinde o deliğe kaçar. Küfür ve iman dışında başka bir şeyi gizleyip başka bir şeyi izhar edene bu isim verilmez. Dolayısıyla bir insanda biri gizli diğeri açık her ikisi de bulunursa buna nifak ismi verilir. Riya ise Allah’dan sevap talebi ile değil insanlardan övgü almak amacıyla güzel bir davranış ortaya koymaktır. Bu nedenle riya, nifak türü bir davranış değildir. Birinin diğerinin yerine kullanılması mecazdır.
Kelimenin asıl anlamı hareketin bitip tükenmesidir. Yani bir hayvanın نَفْق'ı onu ölümü, bir ailenin نَفْق' ı onların herhangi bir şey icra etmelerinin kesilmesi, paranın نَفْق oluşu onun tükenmesidir vs..
الاِنْفاق ve النَفَق verme, ihsan etme manasındadır. Nifak ve münafaka (iki yüzlülük); akıl ve kalb arasındaki farklılık itibarıyla sürekli değişim gösteren hayat akışındaki işleyiş anlamına gelir. Nifak, kalpte bulunanın aksinin izharı manasındadır. Örfen itikad ve amelin birbirinden farklı olması anlamındadır. İnfak bitip tükeninceye kadar harcamaktır ve bu anlam mutlaktır. Fakat örfen verme (الاِعْطاء) mefhumuna kaymıştır. Örfte de birbirine muhalif olan amel ve itikadın devamlılığı hakkında kullanılır, o kimse , iman, din ve usulde münafık vakıada ise kafirdir. Onun nifakı, hile hurda ve ziyana sebebiyet veren nihai bir cürümdür. Bu ayette onlara ihtimam sebebiyle münafıkları takdim etmiştir. Münafıkın İslam’a zararı, kafir ve müşrikten daha şiddetlidir. Zira onun iğvası, telkin ve ziyanı dini tezahür ve muvafakat suretinde kendini gösterir. (Müfredat-Furuq-Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 111 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri infak etmek, münafık, nafaka ve nifaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ
Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki يَوْمَ ‘den bedeldir. يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiil cümlesidir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُنَافِقَاتُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, انْظُرُونَا ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
انْظُرُونَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَقْتَبِسْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır.
نَقْتَبِسْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
مِنْ نُورِكُمْ car mecruru نَقْتَبِسْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَقْتَبِسْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قبس ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُنَافِقُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ
Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli, ارْجِعُوا ‘dur. ق۪يلَ fiilinin naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ارْجِعُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. وَرَٓاءَكُمْ mekân zarfı ارْجِعُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْتَمِسُوا atıf harfi فَ ile ارْجِعُوا ‘ya matuftur.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْتَمِسُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْتَمِسُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi لمس ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فرجعوا فضرب بَيْنَهُمْ بِسُورٍ (Geri döndüler hemen sur çekildi.) şeklindedir. Fiil cümlesidir.
ضُرِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. بَيْنَ mekân zarfı ضُرِبَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ harf-i ceri zaiddir. سُورٍ lafzen mecrur, naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ بَابٌ cümlesi بِسُورٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. بَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. بَاطِنُهُ izafeti بَابٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
بَاطِنُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪يهِ الرَّحْمَةُ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرَّحْمَةُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. ظَاهِرُهُ atıf harfi وَ ‘la بَاطِنُهُ ‘ya matuftur.
ظَاهِرُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قِبَلِهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْعَذَابُۜ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
بَاطِنُهُ kelimesi, sülasi mücerredi بطن olan fiilin ism-i failidir.
ظَاهِرُهُ kelimesi, sülasi mücerredi ظهر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemal-i ittisâldir. Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki الْيَوْمَ ’den bedeldir.
يَوْم lafzı 12. ayette marife olarak gelen gün ile aynı gün olduğu için bedeli mutabıktır. (Âşûr)
يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu, لِ harfiyle birlikte يَقُولُ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır. Çünkü buradaki iman eden nur sahipleri, hem mümin erkekler hemde mümin hanımlardır. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan انْظُرُونَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Meczum muzari fiil sıygasında gelen نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ cümlesi, mukadder şartın ف karinesi olmadan gelen cevabıdır. Bu takdire göre mukadder şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ نُورِكُمْ car mecruru نَقْتَبِسْ fiiline mütealliktir.
الْمُنَافِقَاتُ - الْمُنَافِقُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُنَافِقُونَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
ق۪يلَ ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُوراًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavl cümlesi ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَرَٓاءَ mekan zarfı ارْجِعُوا fiiline mütealliktir. Aynı üslupta gelen فَالْتَمِسُوا نُوراً cümlesi atıf harfi فَ ile ارْجِعُوا وَرَٓاءَكُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
نُوراً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
نَقْتَبِسْ - فَالْتَمِسُوا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نُور kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ
Ayet mukadder istînâfa matuftur. Takdiri فرجعوا فضرب (Geri döndüler ve vuruldu) şeklindedir. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur.
Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı بَيْنَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
بَيْنَهم izafetindeki zamir müminlere ve münafıklara aittir. (Âşûr)
بَيْنَهُمْ mekan zarfı, ضُرِبَ fiiline mütealliktir. ضُرِبَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
بِسُورٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olup ضُرِبَ fiilinin naib-i failidir. Kelimeye dahil olan بَ , tekid ifade eden zaid harftir.
لَهُ بَابٌۜ cümlesi, سُورٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُٓ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. بَابٌ muahhar mübtedadır.
بِسُورٍ- بَابٌۜ kelimelerindeki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ
Cümle بَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَاطِنُهُ mübteda, ف۪يهِ الرَّحْمَةُ cümlesi haberdir. Haber olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرَّحْمَةُ , mahzuf haberin muahhar mübtedasıdır.
Aynı üslupta gelen son cümle ظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ makabline vav’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
لَهُ بابٌ وباطِنُهُ وظاهِرُهُ lafızlarındaki zamirlerin hepsi السُّورِ kelimesine aittir. Burada üç sıfat vardır. Sadece üçüncü sıfat ikincisine atfedilmiştir. Çünkü maksat sıfatın birbirine atfedilen iki cümleye birden ait olmasıdır. (Âşûr)
الرَّحْمَةُ - الْعَذَابُ ve ظَاهِرُهُ - بَاطِنُ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, ظَاهِر - بَاطِنُ kelimeleri arasında ayrıca muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
“Aralarına” yani müminlerle münafıkların arasına cennetliklerin gireceği “bir kapısı olan öyle bir sur…” cennet kısmıyla cehennem kısmını birbirine perdeleyen öyle bir duvar “çekilir ki…” -Bunun a‘râf olduğu da söylenmiştir.- Surun veya kapının “içi” yani cennete bakan tarafı [rahmettir]; cehennemliklere görünen “dışı ise, azabın” yani karanlık ve ateşin “geldiği taraftır;” cihettir!” (Keşşâf)
بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ [içinde rahmet vardır] ile ظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُۜ ve [Dışında azap vardır.] cümleleri arasında latîf bir mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
مِنْ قِبَلِهِ lafzındaki مِنْ harfi ف۪ي manasınadır. (Âşûr)
Azap kelimesinden kasıt cehennem ateşidir. Çünkü cehennem azap yurdudur. (Âşûr)
Yani kalplerinizin, Allah'ın zikri karşısında huşu göstermesi, onunla mutmain olması ve gevşeklik ile fütura düşmeden Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uymanızın zamanı daha gelmedi mı? Eğer bu ayette Allah'ın zikrinden murat da, Kur’an ise, ondan sonra Kur’an'ın zikredilmesi, unvan değişikliği içindir. Zira Kur’an, gökten nazil olan bir hak olduğu, gibi, aynı zamanda zikir ve öğüttür. Yok eğer anılan zikirden murat, Kur’an değil ise, o takdirde bu ayet de, ["Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiginde (anıldığında) yürekleri titrer; kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda da imanlarını arttırır."] (Enfal: 2) kabilindendir. (Ebüssuûd)
يُنَادُونَهُمْ اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنَّكُمْ فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْاَمَانِيُّ حَتّٰى جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ وَغَرَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُنَادُونَهُمْ | onlara seslenirler |
|
2 | أَلَمْ |
|
|
3 | نَكُنْ | değil miydik? |
|
4 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
5 | قَالُوا | derler ki |
|
6 | بَلَىٰ | evet |
|
7 | وَلَٰكِنَّكُمْ | ama siz |
|
8 | فَتَنْتُمْ | kötülük ettiniz |
|
9 | أَنْفُسَكُمْ | kendi canlarınıza |
|
10 | وَتَرَبَّصْتُمْ | ve beklediniz |
|
11 | وَارْتَبْتُمْ | ve kuşkulandınız |
|
12 | وَغَرَّتْكُمُ | ve sizi aldattı |
|
13 | الْأَمَانِيُّ | kuruntular |
|
14 | حَتَّىٰ | kadar |
|
15 | جَاءَ | gelinceye |
|
16 | أَمْرُ | emri (ölüm) |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | وَغَرَّكُمْ | ve sizi aldattı |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah(ın affı) ile |
|
20 | الْغَرُورُ | çok aldatıcı (şeytan) |
|
يُنَادُونَهُمْ اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. يُنَادُونَهُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْ mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
نَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَكُنْ ’nün ismi, müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
مَعَ mekan zarfı نَكُنْ ’nün mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنَادُونَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا بَلٰى
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
وَلٰكِنَّكُمْ فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْاَمَانِيُّ حَتّٰى جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ وَغَرَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la mukadder mekulü’l-kavle matuftur. İsim cümlesidir.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُمْ muttasıl zamir لٰكِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ cümlesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَـتَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ fiilleri atıf harfi وَ ‘la فَـتَنْتُمْ ‘e matuftur.
غَرَّتْكُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَمَانِيُّ fail olup lafzen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى harf-i ceriyle غَرَّتْكُمُ fiiline mütealliktir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَ atıf harfidir.
غَرَّكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاللّٰهِ car mecruru غَرَّكُمْ fiiline mütealliktir. الْغَرُورُ fail olup lafzen merfûdur. تَرَبَّصْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
ارْتَبْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُنَادُونَهُمْ اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ
Münafık ve müminler arasındaki diyaloğu bildiren ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ cümlesi, mukadder söz için mekulü’l kavldir. İnkârî istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Menfi muzari sıygada gelen nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
ألَمْ نَكُنْ مَعَكُمْ sorusu takriri istifhamdır. Dünyada olduğu gibi onlara yetişip katılmayı istemekten kinaye olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
Hemze istifham, لَمْ nefy harfidir. Cümlede icazı hazif vardır. مَعَكُمْ izafeti نَكُنْ ’nün mahzuf haberine mütealliktir.
قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنَّكُمْ فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf mekulü’l-kavl cümlesindeki بَلٰى , menfi soruya verilen olumlu cevap harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri بلى كنتم معنا (Evet, bizimle beraberdiniz…) şeklindedir.
وَلٰكِنَّكُمْ فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ cümlesi, mukadder mekulü’l -kavl cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. لٰكِنَّ ’nin haberi olan فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Aynı üslupta gelen تَرَبَّصْتُمْ cümlesi ve mazi fiil sıygasındaki وَارْتَبْتُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Bu iki cümlenin müteallikleri mahzuftur. Takdirleri: فتنتم أنفسكم بالنفاق، وتربصتم بالمؤمنين الدوائر، وارتبتم في الدين (Kendinizi nifakla fitneye düşürdünüz, müminlerin başına bela gelmesini beklediniz ve dinden şüphelendiniz) şeklindedir.
وَغَرَّتْكُمُ الْاَمَانِيُّ حَتّٰى جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ وَغَرَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Cümle atıf harfi وَ ‘la فَـتَنْتُمْ اَنْفُسَكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْاَمَانِيُّ kelimesi, غَرَّتْكُمُ fiilin failidir. Fiil الْاَمَانِيُّ ‘a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan aldatma fiili kuruntuya nispet edilmiş, böylece kuruntular bir canlı yerine konmuştur.
Aldatmanın الْاَمَانِيُّ (boş kuruntular)’a isnad edilmesi mecâzi aklîdir. Çünkü boş kuruntu ve açgözlülük; gururlarının ve kılık değiştirmelerinin sebebidir. (Âşûr)
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte غَرَّتْكُمُ fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf, اَمْرُ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzaf olan اَمْرُ için tazim ve teşrif ifade eder. Bu ifade ölüm manasında istiâredir.
جَٓاءَ fiilinin اَمْرُ ‘ya isnadı da aklî mecazdır. اَمْرُ canlı bir varlığa benzetilmiştir.
غَرَّكُمْ بِاللّٰهِ … şeklindeki ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِاللّٰهِ car mecruru ihtimam için fail olan الْغَرُورُ ’ya takdim edilmiştir.
Zamir makamında zahir isimle zikredilen lafza-ı celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
غَرَّكُمْ fiili الْغَرُورُ ’a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan aldatma fiili aldanmaya nispet edilmiş, böylece aldanmak bir canlı yerine konmuştur.
غَرَّتْكُمُ - غَرَّكُمْ - غَرُورُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. الْغَرُورُ ’daki cins veya ahd içindir. Ahd için ise kastedilen şeytandır. (Âşûr)
غَرَّتْكُمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۜ [Biz sizinle birlikte değil miydik?!] derken, görünüşteki birlikteliği kastetmektedirler. “Ama siz kendinizi ayarttınız!” İki yüzlülüğünüzle kendinizi mahv ve helâk ettiniz! Müminlerin başına felaket gelsin diye “bekleyip durdunuz!.. Ve o kuruntular” ham hayaller ve uzun yaşama arzusu, “sizi aldattı. [Nihayet, Allah’ın emri” yani ölüm “geldi, çattı… Sizi de aldatmıştı Allah’a karşı, o aldatıcı!..] Yani şeytan, Allah’ın size azap etmeyecek kadar affedici ve kerem sahibi olduğunu söyleyerek “sizi de aldatmıştı;” kandırmıştı! (Keşşâf)فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَالْيَوْمَ | bugün artık |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يُؤْخَذُ | alınmaz |
|
4 | مِنْكُمْ | sizden |
|
5 | فِدْيَةٌ | fidye |
|
6 | وَلَا | ne de |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler- |
|
9 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
10 | مَأْوَاكُمُ | varacağınız yer |
|
11 | النَّارُ | ateştir |
|
12 | هِيَ | odur |
|
13 | مَوْلَاكُمْ | sizin layığınız |
|
14 | وَبِئْسَ | ne kötü |
|
15 | الْمَصِيرُ | gidilecek yerdir orası |
|
فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
فَ istînâfiyyedir. الْيَوْمَ zaman zarfı يُؤْخَذُ fiiline mütealliktir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْخَذُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. مِنْكُمْ car mecruru يُؤْخَذُ fiiline mütealliktir. فِدْيَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harf-i ceriyle مِنْكُمْ ‘e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ
İsim cümlesidir. مَأْوٰي mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ haber olup lafzen merfûdur. مَأْوٰي maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَوْلٰي haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَوْلٰي maksur isimdir.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ atıf harfidir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ faili olup lafzen merfûdur. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, هى ‘dir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. Burada fail ال ’la gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
فَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ zaman zarfı, önemine binaen amili olan لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ fiiline takdim edilmiştir.
يُؤْخَذُ fiili, faile değil mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يُؤْخَذُ fiiline müteallik olan car mecrur مِنْكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Bu kelam müminlerin münafıklara yaptığı konuşmadaki azarlama ve pişmanlığın devamı için olabilir. (Âşûr)
وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ car mecruru مِنْكُمْ ’e atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan مَأْوٰيكُمُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Müsned olan النَّارُ ’ın marife gelişi, kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَأْوٰيكُمُ النَّارُ [Sığınağınız ateştir.] ifadesi azabı müjdelemek gibi bir tehekkümî istiare ifade eder. Alay ve hor görmek maksadıyla yapılan istiaredir.
المَأْوى ; İçine sığınılan mekan demektir. Gidip geri dönülen yerdir. Süreklilik ve ebedi kalmaktan kinaye olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
النَّارُ , cehennemden kinayedir.
Müsned, iki durumda marife olur.
1. Muhatap müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur.
2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ‘siz azapta karşılaştığınız dehşet, korku, ızdırap, acı karşısında sığınacak bir yer aradınız ve sığındığınız yerde de ateşten başka bir şey yoktu’ demektir. En korkunç şey, kişinin bir şeyden korkup da sığındığı yerde daha korkuncu ile karşılaşmasıdır. İşte bu manayı ifade etmek için Allah Teâlâ, مَأْوٰيكُمُ النَّارُ [Yeriniz ateştir] buyurmuş, ama “me’vânız cehennem” buyurmamıştır. Cehennemden, النَّارُ (ateş) şeklinde bahsedilmesi, azabın ve cahîmdeki korkunun aslı olması sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.303)
هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. هِيَ mübteda, مَوْلٰيكُمْ haberdir.
مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ هِيَ مَوْلٰيكُمْ [Varacağınız yer ateştir. Yardımcınız odur], yani cehennem ateşinden başka ne dostunuz vardır, ne de desteğiniz ayetinde alay üslubu kullanılmıştır. Bu onlarla alaydır. (Safvetü’t Tefâsir ve Âşûr)
مَوْلٰي kelimesinde istiâre vardır. مَوْلٰيكُمْ (Sizin efendiniz) ifadesi, sizi yakalayıp tutsak etmeye en uygun efendiniz ateştir demektir ki bu, köle azat etmesi yönüyle değil, köle edinmesi bakımından مَوْلٰي anlamındadır. Buna göre sanki ateş- ondan Allah’a sığınırız- onları köle edinen efendileri olmakta, onları azat edip serbest bırakmamaktadır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Daha sonra Hak Teâlâ "Sığınacağınız yer ateştir. Size yakışan da odur. O ne kötü bir varış yeridir!" buyurur. Burada geçen "mevlâ" kelimesi hakkında İbn Abbas(r.a) şöyle demiştir: Sığınacağınız yer "masîr" (varacağınız yer)" dir. Sözün özü şudur: Mevla, "veliyy" kökünün ism-i mekânıdır. Veliyy ise, yakın olmak demektir. BinAenaleyh ayetteki bu ifade, "Cehennem, sizin (Ey münafık ve kâfirler), kendisine yaklaşacağınız, ulaşacağınız, neticede gireceğiniz yerinizdir" manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
مَأْوٰيكُمُ - مَوْلٰيكُمْۜ kelimeleri arasında secî, cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النَّارِ (Nâr, yani Cehennem) ’dir. Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek, النَّارُ ‘ın korkunçluğunu, kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır.
بِئْسَ المَصِيرُ cümlesi görecekleri tüm azabı ifade eden tezyîldir. (Âşûr)
اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَأْنِ | vakti gelmedi mi? |
|
3 | لِلَّذِينَ | için |
|
4 | امَنُوا | inananlar |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | تَخْشَعَ | saygı duymasının |
|
7 | قُلُوبُهُمْ | kalblerinin |
|
8 | لِذِكْرِ | zikrine |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | وَمَا | ve şeye |
|
11 | نَزَلَ | inananlar |
|
12 | مِنَ | -tan |
|
13 | الْحَقِّ | hak- |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | يَكُونُوا | olmasınlar |
|
16 | كَالَّذِينَ | kimseler gibi |
|
17 | أُوتُوا | verilen |
|
18 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | قَبْلُ | bundan önce |
|
21 | فَطَالَ | ve geçen |
|
22 | عَلَيْهِمُ | üzerlerinden |
|
23 | الْأَمَدُ | uzun zaman |
|
24 | فَقَسَتْ | ve katılaşan |
|
25 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
26 | وَكَثِيرٌ | ve çoğu |
|
27 | مِنْهُمْ | onların |
|
28 | فَاسِقُونَ | yoldan çıkmıştır |
|
İniş zamanı ve sebebiyle ilgili rivayetler birbiriyle uyumlu olmadığı için âyetin daha çok bunlarla irtibat kurulmaksızın yorumlanması tercih edilmektedir. Bir yoruma göre bu, iman etmiş görünen münafıklar hakkında inmiş olmalıdır. Bu görüşü ileri sürenler muhtemelen müminin kalbinin huşûsuz olamayacağını ve Allah Teâlâ’nın böyle bir sözü ancak gerçek mânada mümin olmayanlar hakkında söylemiş olabileceğini düşünmektedirler. Fakat yaygın kanaat âyetin müminler hakkında olduğu yönündedir. Bu istikametteki yorumları da şöyle özetlemek mümkündür: a) Müminlerden bir grup, bazı konularda mümine yaraşır bir duyarlılık içinde davranmamış ve bu sebeple uyarılmış olabilir. b) Bazı müminler iman şuuruyla hareket etme hususunda büyük mesafe katetmişken zamanla bu özelliklerinde zayıflama görülmesi üzerine eski hallerine dönmeleri özendirilmiş olabilir.
c) Âyetlerin ilk muhatapları olan sahâbîler iyi birer müslüman olma ve imanın sıcaklığını kalbinin derinliklerinde hissetme konusunda geriledikleri için kınanmış olmayıp, onlara kemale doğru ilerlerken daha üstün bir mertebeye yaklaştıkları hatırlatılmış ve kendilerini bu seviyeye hazırlamaları için teşvikte bulunulmuş olabilir. Nitekim âyetin devamında, iman neşesi ve heyecanını kazanmanın yanı sıra onu korumanın ve sönmesini önlemenin de çok önemli olması dolayısıyla, bir kısım Ehl-i kitabın yaşadığı olumsuz tecrübeye dikkat çekilmektedir.
Meâlde “Allah’ı anma” mânası verilen kısım “Allah’ın Kur’an’daki öğütleri, Allah’ın onlara yaptığı uyarılar” gibi mânalarla da açıklanmıştır. “İnen gerçek” diye çevrilen kısım genellikle “Kur’an-ı Kerîm” şeklinde anlaşılmıştır. Her ikisiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği görüşü de bulunmaktadır ki buna göre burada Kur’an’ın önemine yapılmış bir vurgu söz konusudur. Meâlde Ehl-i kitap’la ilgili kısım, bazı müfessirlerin kanaatine uygun olarak ve “Onlara şunu bildir” anlamındaki bir mâna takdir edilerek tercüme edilmiştir. Çoğu müfessir ise bunu âyetin başındaki ifadeye şu şekilde bağlamıştır: “İman edenlerin Allah’ı ve inen gerçeği anmaktan dolayı kalplerinin heyecanla ürpermelerinin ve daha önce kendilerine kitap verilmiş, üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmamalarının zamanı gelmedi mi?” Bu ifadede “uzun zaman geçmesi”yle “kalplerinin katılaşması” arasında şöyle bağlar kurulmuştur: a) Peygamberleriyle kendi aralarındaki süre uzadı;
b) Dünyaya düşkünlük gösterdiler, Allah’ın buyruklarından yüz çevirdiler; c) Sonu gelmez hülyalar peşine düştüler; d) Daha önceki peygamberler ile Hz. Muhammed arasındaki süre uzadı, böylece kalpleri katılaştı (Râzî, XXIX, 228-230; Şevkânî, V, 200; İbn Âşûr, XXVII, 389-392; Elmalılı, IX, 4743-4746).
اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْنِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. لَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَأْنِ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel amili يَأْنِ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَخْشَعَ fetha ile mansub muzari fiildir. قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِذِكْرِ car mecruru تَخْشَعَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. للّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası نَزَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نَزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ الْحَقّ car mecruru نَزَلَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la masdar-ı müevvele matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
يَكُونُوا nakıs, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl كَ harf-i ceriyle يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru اُو۫تُوا fiiline mütealliktir. قَبْلُ zaman zarfının muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olur: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru طَالَ fiiline mütealliktir. الْاَمَدُ fail olup lafzen merfûdur. فَ atıf harfidir.
قَسَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۫تُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. كَث۪يرٌ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. فَاسِقُونَ haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
فَاسِقُونَ kelimesi, sülasi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dahil olan لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, العتاب (Sitem) , taaccüp ve takrir amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu لِ harfiyle birlikte يَأْنِ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا مِنَ الْحَقِّۙ cümlesi, masdar tevilinde fail konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلُوبُهُمْ izafeti تَخْشَعَ fiilinin failidir. لِذِكْرِ اللّٰهِ car mecruru تَخْشَعَ fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf olan ذِكْرِ اللّٰهِ izafetinde, lafza-ı celâle muzâf olan ذِكْرِ , tazim ve şeref kazanmıştır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, ذِكْرِ اللّٰهِ ’ye matuf olup mecrur mahaldedir. Müşterek ism-i mevsûl olan مَا ‘nın sılası olan نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ
Cümle atıf harfi وَ ‘la تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl كَالَّذ۪ينَ , başındaki harf-i cerle birlikte bu mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫تُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مِنْ قَبْلُ car mecruru اُو۫تُوا fiiline mütealliktir. Kelimenin merfu oluşu mahzuf muzâfun ileyhe işarettir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ cümlesi, atıf harfi فَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
الْاَمَدُ - فَطَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı قُلُوبُ - قَبْلُ arasında ise cinas-ı kalb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا يَكُونُوا (olmayacaklar) ifadesi, تَخْشَعَ (yumuşama) fiiline ma‘tūf olabilir. İltifat üslubuyla yani gaybetten hitaba geçiş yapılarak, tâ ile de okunmuştur. Yine, azarlandıktan sonra, kalp katılığı konusunda Ehl-i kitaba benzemelerini yasaklama ifadesi olarak تَكُونُوا şeklinde de okunmuştur. Zira hak, İsrâiloğullarının, arzu ve isteklerine uymalarına engel oluyordu; İncil ve Tevrat’ı dinlediklerinde kalpleri Allah’a karşı saygıyla doluyor, gönülleri inceliyordu. Ama aradan uzun zaman geçince, cehalet ve kalp katılığı onları bürüdü, ihtilâfa düştüler; ihdas ettikleri o ‘kitabı tahrif’ vs. işleri ihdas ettiler (Keşşâf)
لا يَكُونُوا ifadesinin Cumhur gaib yâ'sı ile, Ruveys an Yakup muhatap tâ'sı ile okumuştur. (Âşûr)
Kastedilen uyarıdır (tahzirdir). Ancak onlar bu duruma kapılmışlardı ve vazgeçmeye niyetli değillerdi. (Âşûr)
فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Cümle hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَسَتْ قُلُوبُهُمْ ibaresinde istiare vardır. قسي ; sertlik olup taşın özelliğidir. Taş değil, taşın sıfatı zikredildiği için istiare vardır. Çimento sertleştikten sonra yani sıvı iken kullanılmadıysa taşlaşır ve hiçbir işe yaramaz. Kalpler de böyle olur. Kalbimiz havuz gibidir. Beş duyudan gelen hislerle dolar. Gelen su berraksa havuz da berrak olur. Ama kalbe gelen olumsuzluklar kin ve düşmanlık oluşmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur. (Ebdeu’l Beyan, Bakara/74)
فَقَسَتْ - تَخْشَعَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ cümlesiyle, فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
قُلُوبُهُمْۜ ve الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَث۪يرٌ mübtedadır. مِنْهُمْ car mecruru كَث۪يرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsned olan فَاسِقُونَ ‘nin, ism-i fail vezninde gelmesi, durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Müsnedün ileyh olan sıfât-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden كَث۪يرٌ kelimesinin nekreliği tahkir içindir.
وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ ; Yani Ehl-i Kitab'ın çoğu kendi dinlerinin sınırları dışına çıkmışlar ve kitaplarını da tamamıyla terk etmişlerdir. (Ebüssuûd)
فَقَسَتْ ve فاسِقُونَ kelimeleri arasında güzel bir cinas vardır. Bu çeşit, cinas-ı kalp ve cinas-ı nakıs olarak isimlendirilen sanatların birleşimidir. Bu ayette ikisi bir aradadır. (Âşûr)
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اعْلَمُوا | biliniz ki |
|
2 | أَنَّ | şüphesiz |
|
3 | اللَّهَ | Allah |
|
4 | يُحْيِي | diriltir |
|
5 | الْأَرْضَ | yeri |
|
6 | بَعْدَ | sonra |
|
7 | مَوْتِهَا | ölümünden |
|
8 | قَدْ | andolsun |
|
9 | بَيَّنَّا | açıkladık |
|
10 | لَكُمُ | size |
|
11 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
12 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
13 | تَعْقِلُونَ | aklınızı kullanırsınız |
|
Kur’an’da değişik vesilelerle değinilen –cansız hale gelmesini takiben– toprağa yeniden hayat verilmesi örneğine, kalp diriliğinin birey ve toplum olarak insanın hayatiyet ölçüsü olduğuna dikkat çekilmesinden sonra yer verilmesi oldukça mânidardır. Böyle bir bağlamda, yakın planda gözlemlenebilen bir realite kanıt gösterilerek Allah Teâlâ’nın ölüye bile can verme kudretinin hatırlatılması, şöyle bir mesaj içermektedir: Bazı sebeplerle kalplerin kararmış, yüreklerin katılaşmış ve imanın küllenmiş olmasından ötürü ümit kesilmemelidir; zira Allah insanı hem birey hem de toplum düzeyinde kendisini yenileyebilecek bir varlık olarak yaratmıştır. Yeter ki o, zihnini kendisine gösterilen deliller üzerinde düşünmeye, gönlünü de bunlardan çıkacak sonuçları kabullenmeye açık tutsun; gaflet bataklığında kaybolup gitmek üzereyken küçücük bir dikenin batmasını bile vesile edinip silkinebilsin, insan olma sorumluluğunun ve yüce yaratıcısı karşısındaki konumunun bilinci içinde kalbinde bir ürperti duyabilsin.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Fiil cümlesidir. اِعْلَمُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili اِعْلَمُٓوا ‘nün iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
يُحْـيِ الْاَرْضَ cümlesi أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْـيِ fiili يِ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı يُحْـيِ fiiline mütealliktir. مَوْتِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحْـيِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. بَيَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمُ car mecruru بَيَّنَّا fiiline mütealliktir. الْاٰيَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır.
Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
بَيَّنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا , masdar tevilinde اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel; اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنَّ ‘nin haberi olan يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَوْتِهَاۜ - يُحْـيِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Burada يُحْـيِ fiilinin faili Allah Teâlâ’dır. Bu isnad hakikidir. Ancak mef’ûl, bu fiilde istiare olduğuna delalet eder, çünkü arz yaşayan, canlanan bir şey değildir.
Denilmiştir ki bu, ilâhi öğüdün (ذِكْرِ اللّٰهِ ) kalplerde yaptığı etkiyi anlatan bir temsildir; ilâhi öğüt tıpkı yağmurun yeryüzünü canlandırdığı gibi kalbi canlandırır. (Keşşâf ve Âşûr)
Burada da canlandırmak, tezyin için müstear olmuştur. Sonra ondan fiili türetilmiştir. Bunun için tebeî istiaredir. Bu istiârede müsteâr lafız, müştak olur. İsmi işaretler ve harflerdeki istiareler de bu gruba girer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
[Bilin ki, Allah, ölümünden sonra yeryüzünü muhakkak canlandırıyor.] Huşû'nun teşvik edilmesi ve kasavetten sakındırılması için, katı kalplerin zikir ve tilavet ile ihya edilmesi, cansız toprağın yağmur ile ihya edilmesi ile temsil edilmektedir. (Ebüssuûd)
قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki قَدْ tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بَيَّنَّا fiiline müteallik olan car mecrur لَكُمُ , ihtimam için, mef’ûl olan الْاٰيَاتِ ‘ye takdim edilmiştir.
Önceki cümledeki lafza-ı celâlden bu cümlede azamet zamirine geçişte, güzel bir iltifat sanatı vardır.
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَعْقِلُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Siz akledesiniz diye… ifadesindeki لَعَلَّ istiare yoluyla irade etme anlamında kullanılmış olup hem irade hem de umma anlamını göz önünde bulundurman gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Arapların anlamasını istediğimiz için ve [“Ayetleri açıkça bildirilseydi ya!”] (Fussilet 41/44) diye itiraz etmesinler diye Kur’an’ı yabancı dilde değil, Arapça olarak yarattık! (Keşşâf ve Âşûr)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
اِنَّ الْمُصَّدِّق۪ينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَاَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ اَجْرٌ كَر۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الْمُصَّدِّقِينَ | sadaka veren erkekler |
|
3 | وَالْمُصَّدِّقَاتِ | ve sadaka veren kadınlar |
|
4 | وَأَقْرَضُوا | ve borç verenler |
|
5 | اللَّهَ | Allah’a |
|
6 | قَرْضًا | bir borçla |
|
7 | حَسَنًا | güzel |
|
8 | يُضَاعَفُ | kat kat yapılır |
|
9 | لَهُمْ | onlara |
|
10 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
11 | أَجْرٌ | bir mükafat |
|
12 | كَرِيمٌ | değerli |
|
Daha önceki âyetlerde iman ile infak arasındaki sıkı ilişkiye değinilmişti; burada infakın önemine yeni bir vurgu yapılmasını, 16 ve 17. âyetlerde sözü edilen ruhî yenilenmede bu davranışın olumlu etkisine ve Allah’ın hoşnutluğunu arama heyecanını beslemedeki rolüne işaret olarak anlamak mümkündür. Bir kıraate göre ilk iki kelime “tasdik eden erkekler ve tasdik eden kadınlar” anlamına gelmektedir. Bu takdirde imandaki derinliğin, peygamberin getirdiklerine içtenlikle ve hiçbir kuşku duymadan inanmanın değerine ve önemine yapılmış bir vurgu söz konusudur (Şevkânî, V, 200).
اِنَّ الْمُصَّدِّق۪ينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَاَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً يُضَاعَفُ لَهُمْ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْمُصَّدِّق۪ينَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْمُصَّدِّقَاتِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً cümlesi اِنَّ ‘nin ismi ve haberi arasında itiraziyyedir. وَ itiraziyyedir. اَقْرَضُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
قَرْضاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَسَناً kelimesi قَرْضاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur. يُضَاعَفُ لَهُمْ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُضَاعَفُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. لَهُمْ car mecruru naib-i fail yerindedir.
اَقْرَضُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قرض ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُضَاعَفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضعف ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُصَّدِّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُمْ اَجْرٌ كَر۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. كَر۪يمٌ kelimesi اَجْرٌ ‘nun sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi )
اِنَّ الْمُصَّدِّق۪ينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَاَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ اَجْرٌ كَر۪يمٌ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالْمُصَّدِّقَاتِ , tezat nedeniyle اِنَّ ’nin ismi الْمُصَّدِّق۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُضَاعَفُ لَهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهُمْ اَجْرٌ كَر۪يمٌ cümlesi habere matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَجْرٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan اَجْرٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev içindir.
كَب۪يرٌ kelimesi اَجْرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَقْرَضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً cümlesi اِنَّ ’nin ismi ve haberi arasında itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَرْضاً , mef’ûlü mutlaktan naib masdardır.
حَسَناً kelimesi قَرْضاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَرْضاً - اَقْرَضُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ bu ayetle, insanları, mallarını İslam'a yardım etme, kâfirlerle savaşma ve müslüman fakirleri destekleme hususunda harcamaları konusunda yaptığı teşviki tekid etmiştir. Böylece de sayesinde cennet vadedildiği için, قَرْضاً (ödünç verilen parçaya) benzetilerek, bu infaka قَرْض denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قَرْضاً sadaka demektir. حَسَناً ise herhangi bir minnet (başa kakmak) ve eziyet söz konusu olmaksızın içinden gelerek (samimiyetle) ve ecrini Allah'tan bekleyerek vermek demektir. (Kurtubî)
Bir görüşe göre bu ayetin metnindeki مُصَّدِّق۪ينَ (sadaka verenler), tağlib (bir tarafı galip saymak) yoluyla sadaka veren kadınları da kapsadığı halde ayrıca, sadaka veren kadınların da zikredilmesi, sadaka vermeye teşvik etmeye daha çok önem verildiğinden dolayıdır. (Beyzâvî)
الْمُصَّدِّق۪ينَ kelimesi التَّفَعُّلِ babında gelmiştir. Bu babdaki tekellüf manası; kişinin sadaka vermenin kendilerine kolay gelinceye kadar bu vasfı yüklenerek kendini zorlamasına delalet eder. (Âşûr)
Kendisi için karaladığı notlardan birinde şöyle yazıyordu:
Münafıkların, müminlerin sahip olduğu nurun peşinden koşmaları üzerine düşünüyordum. Nedendir bilmem ama aklıma dünyanın en sessiz odası diye bilinen ‘Yankısız Oda’ geldi. Bu odada ortalama 10-15 dakika durulabiliyor. Kimi insan daha dakika dolmadan çıkmak isterken, en fazla 50-55 dakika duran olmuş. Daha fazla durmak mümkün değil gibi çünkü dışarıdan gelen her sesin kesildiği bu odada, girenler bedenlerindeki her türlü hareketi duymaya başladıklarını söylüyor. Sağlıklı kulağın duymaya ihtiyacı var. Sessizliğe atıldığında, en ufak sesi yakalamaya çalışıyor.
Sanırım karanlıkta kalan münafıkların, müminlerden nur dilenmeleri de buna benziyor. Bakıyorlar ki; müminlerin etrafı aydınlık, kendileri ise karanlıklarda. Sesin olduğunu bilirken, sessizlik acı verir. Aydınlığın varlığından haberdar iken, karanlık azabın kendisidir. Zira; gözlerini ve kulaklarını dolduracak hiçbir hayra sahip olmadığı için o kişiler kendileri ile başbaşa kalır. Belki de, çaresizliğin her anını aynı şiddette yaşamaya devam ederler. Dikkatlerini dağıtacak ve acılarını hafifletecek hiçbir şey yoktur. Allah’ın rahmetine muhtaçlardır ama bulundukları yerde, ona da layık değillerdir.
Rabbimiz! İki cihanda da karanlıklarda kalanlardan olmaktan muhafaza buyur bizi. Karanlığın her zerresinden arındır hallerimizi. Yerde ve göklerde hiçbir kuluna muhtaç eyleme ve rahmetin ile kuşat bizi. İmanının nuru ile aydınlat ve merhametin ile kolaylaştır, iki cihanda da yürüdüğümüz yolları. Seni anmayı sevenlerden ve Seni andığında huzurla dolup coşanlardan eyle kalplerimizi.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji