Mücâdele Sûresi 18. Ayet

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ  ...

Allah’ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ (o) gün ي و م
2 يَبْعَثُهُمُ tekrar diriltir ب ع ث
3 اللَّهُ Allah
4 جَمِيعًا onların hepsini ج م ع
5 فَيَحْلِفُونَ sonra yemin ederler ح ل ف
6 لَهُ O’na da
7 كَمَا gibi
8 يَحْلِفُونَ yemin ettikleri ح ل ف
9 لَكُمْ size
10 وَيَحْسَبُونَ ve sanırlar ح س ب
11 أَنَّهُمْ kendilerini
12 عَلَىٰ üzerinde
13 شَيْءٍ bir şey ش ي ا
14 أَلَا iyi bilin ki
15 إِنَّهُمْ elbette onlar
16 هُمُ onlar
17 الْكَاذِبُونَ yalancılardır ك ذ ب
 

Allah’a ve peygamberine düşmanlık edenlerin dayanışma görünümü altında gerçekte kendilerini ve birbirlerini aldattıkları ve sonlarının hüsran olduğu belirtildikten sonra samimi müminlerin bu gibi kimselerle ilişkilerinde daha dikkatli olmaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.

14. ve müteakip âyetlerde başlıca özelliklerine değinilen kimselerin müslüman gibi görünen ama gerçekte İslâm düşmanlığı yapan münafıklar olduğu açıktır. Bunların kendileriyle iş birliği yaptıkları kimselerden “Allah’ın gazabına uğramış bir topluluk” diye söz edilmektedir. Âyette kimlikleriyle ilgili açık bir bilgi verilmemekle beraber, bağlamı dikkate alan hemen bütün müfessirler burada, o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerin kastedildiği kanaatindedirler. Dolayısıyla, 8. âyetin tefsiri sırasında belirtilen ihtimallerin bu âyetlerin iniş zamanı konusunda da göz önünde bulundurulması uygun olur (münafıkların müslümanlara tuzak kurmak üzere yahudilerle işbirliği yapmaları ve söz konusu yahudilerin Allah’ın gazabına müstahak olmaları hakkında bk. Enfâl 8/27, 55-57; Ahzâb 33/9-27; Haşr 59/2-6; ilâhî gazaba uğrayanlar hakkında ayrıca bk. Fâtiha 1/7).

Tefsirlerde bu gruptaki âyetlerin veya bir kısmının nüzûl sebebi olarak –bazı rivayetlere göre Abdullah b. Nebtel isimli– bir münafığın, Resûlullah’ın huzurunda onun aleyhine sözler söylemediğine dair yalan yere yemin etmesi ve bulup getirdiği tanıkların da bile bile yalan yere yemin etmeleri olayına yer verilir (Zemahşerî, IV, 76-77). Bununla birlikte âyetin hedefinin bu olaya değinmekle sınırlı olmayıp, bile bile yalan yere yemin etmenin, yeminlerini kalkan olarak kullanmanın, yani yeminlerinin arkasına sığınıp onlarla insanları aldatmanın münafıklara özgü en belirgin özelliklerden olduğuna dikkat çekmek olduğu anlaşılmaktadır. 

17. âyette yer alan “Malları da evlâtları da Allah katında kendilerine hiçbir yarar sağlamayacaktır” anlamındaki cümle değişik vesilelerle başka âyetlerde de bir uyarı ifadesi olarak yer almış, dünya hayatında kişiye güvence sağlayabilen hiçbir yolun kıyamet gününde bir yarar sağlayamayacağına ve herkesin tek başına yaptıklarının hesabını vermek durumunda kalacağına dikkat çekilmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/10).

18. âyetin “... sanacaklar ki işe yarar bir şey yapmaktalar!” diye çevrilen kısmı şöyle açıklanmıştır: Dünyada yalan yere yemin etmek ve muhatabı kandırmaya çalışmak onlarda öylesine bir alışkanlık ve âdeta meleke haline gelmiştir ki âhirette dahi bu tutumlarını sürdürecekler, bunun kendilerine bir fayda getireceğini sanıp Allah’ı bile kandırmaya kalkacaklar, böylece iyiden iyiye rezil rüsvâ olacaklardır. Gerek duyular âlemindeki gerekse bunun ötesindeki her şeyi bilen Allah’a karşı bile böyle bir tutum sergilemeye kalkışan bu insanların dünyada müminleri kandırma çabası içinde olmalarını yadırgamamak gerekir (Zemahşerî, IV, 77; Râzî, XXIX, 274-275). 

22. âyetin nüzûl sebebiyle ilgili birçok rivayet bulunmakla beraber bunları buradaki mânaların uygulanmasına ilişkin örnekler olarak düşünmek uygun olur, yoksa âyetin anlamını bunlardan birine bağlamak gerekmez. Âyet, içeriği bakımından öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır; Allah ve resulüne husumet besleyenlerin, akrabalık bağı gibi motifleri kullanarak müminleri kendileriyle –münafıkların yahudilerle yaptığı iş birliğine benzer– bir dayanışma ilişkisi içine çekmeye çalışabilecekleri tehlikesine karşı uyarı anlamı taşımaktadır (İbn Âşûr, XXVIII, 58). Kur’an-ı Kerîm’in nüzûl sürecinde, müslümanlar başka dinlerin mensuplarıyla, özellikle putperestlerle farklı konumlarda ve çeşitli ilişkiler içinde bulunduklarından, bu konuya ilişkin âyetlerde üslûp ve içerik farklılığının bulunması tabiidir. Dolayısıyla, bu konuda sağlıklı sonuca ulaşabilmek için, her âyeti kendi bağlamında ele almak ve ayrıca müslümanların müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetleri ve Resûlullah’ın uygulamalarını topluca değerlendirmek gerekir (bu konuda genel bir değerlendirme için bk. Âl-i İmran 3/28; sevginin anlamı ve dereceleri ile ilgili tasnif ışığında bu âyette ve daha sonraki yıllarda nâzil olan iki âyette söz konusu edilen sevgi bağının yorumu için bk. Tevbe 9/23-24; ayrıca bk. Mümtehine 60/7-9). 22. âyetin “Onları katından bir ruh ile desteklemiştir” diye çevrilen kısmı “Onları katından bir lutuf ile, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in sözlerinden kaynaklanan ilâhî bir lutuf, ışık ve başarı ile, Kur’an ile, Cebrâil (a.s.) ile desteklemiştir” vb. mânalarla açıklandığı gibi, “Onları iman ruhuyla desteklemiştir” tarzında da yorumlanmıştır; çünkü bizatihî iman, kalplere hayat veren bir ruh mesabesindedir (Zemahşerî, IV, 78; İbn Atıyye, V, 282).

 

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً

 

يَوْمَ  zaman zarfı  تُغْنِيَ  fiiline müteallik olup mahallen mansubdur.  يَبْعَثُهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَبْعَثُهُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  kelimesi  يَبْعَثُهُمُ ‘deki zamirden hal olup lafzen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ

 

يَحْلِفُونَ  atıf harfi  فَ  ile  يَبْعَثُهُمُ ‘e matuf olup mahallen mecrurdur.

Fiil cümlesidir.  يَحْلِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ  car mecruru يَحْلِفُونَ   fiiline mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, حلفا كحلفهم لكم  (Size yemin ettikleri gibi yemin ederek) şeklindedir. 

يَحْلِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  يَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir. يَحْسَبُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyedir.  يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. يَحْسَبُونَ  sanmak manasında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  أَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.


اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ

 

اَلَٓا  tenbih edatıdır. اَلَا  konuşmacı dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tenbih edatı denilmiştir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ) 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُمُ  fasl zamiridir. 

الْكَاذِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْكَاذِبُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  تُغْنِيَ  fiiline mütealliktir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

جَم۪يعاً  kelimesi  يَبْعَثُهُمُ ’deki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَهُ  car mecruru  يَحْلِفُونَ  fiiline mütealliktir.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve sılası, masdar tevili ile mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi olan  يَحْلِفُونَ لَكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَحْلِفُونَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.

وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ  cümlesi haldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍ ,  masdar tevilinde,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru,  اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  

عَلى  mecâzi istila içindir. (Âşûr)

شَيْءٍ 'nin sıfatı makamın manasının açıklığından dolayı mahzuftur. Yani  عَلى شَيْءٍ نافِعٍ şeklindedir. (Âşûr)

شَيْءٍۜ ‘deki nekrelik nev ve tahkir içindir.


اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır.  اِنَّ  harfi,  اَلَٓا  ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş cümle faide-i haber inkâri kelamdır.  اِنَّ ’nin ismi  هُمُ  muttasıl zamirdir. İkinci  هُمُ  fasıl zamiridir. الْكَاذِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir. Fasıl zamiri kasr ifade etmiştir. Onlar yalancılığa hasredilmiştir.

Son cümle tezyîldir. Murad; size söyledikleri yalanın benzeri yoktur. Öyle ki fasıl zamiriyle kasr yapılmış, yalan sıfatı onlara hasredilmiştir. Mübalağa için iddiaî kasrdır. Başkalarının yalanlarına güvenmemeleri için gelmiştir. İddiaî kasr manasını tekid için tekid harfi gelmiştir. Başkalarının yalanları onların yalanları yanında yalan mesabesinde değildir. Bu yalanları öyle yerleşmiş ki ba’s gününde bile devam eder. (Âşûr)

Haber olan  الْكَاذِبُونَ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri,  اَلَٓا , isim cümlesi, fasıl zamiri ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemeler. Gör. Ömer Kara]

Münafıklar ve yahudiler iman edenlerle, ıslah ve sıdk konusunda yardımlaşanlarla alay etmekteydi. O nedenle Kur’an’da onların bu huyunu tekid ederek kınayan ayetler görüyoruz. Çünkü makam bunu gerektirmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)