اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْتَحْوَذَ | kuşatmıştır |
|
2 | عَلَيْهِمُ | onları |
|
3 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
4 | فَأَنْسَاهُمْ | ve onlara unutturmuştur |
|
5 | ذِكْرَ | anmayı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
7 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
8 | حِزْبُ | hizbidir |
|
9 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
10 | أَلَا | dikkat edin |
|
11 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
12 | حِزْبَ | hizbi |
|
13 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
14 | هُمُ | onlar |
|
15 | الْخَاسِرُونَ | kaybedecektir |
|
Allah’a ve peygamberine düşmanlık edenlerin dayanışma görünümü altında gerçekte kendilerini ve birbirlerini aldattıkları ve sonlarının hüsran olduğu belirtildikten sonra samimi müminlerin bu gibi kimselerle ilişkilerinde daha dikkatli olmaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.
14. ve müteakip âyetlerde başlıca özelliklerine değinilen kimselerin müslüman gibi görünen ama gerçekte İslâm düşmanlığı yapan münafıklar olduğu açıktır. Bunların kendileriyle iş birliği yaptıkları kimselerden “Allah’ın gazabına uğramış bir topluluk” diye söz edilmektedir. Âyette kimlikleriyle ilgili açık bir bilgi verilmemekle beraber, bağlamı dikkate alan hemen bütün müfessirler burada, o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerin kastedildiği kanaatindedirler. Dolayısıyla, 8. âyetin tefsiri sırasında belirtilen ihtimallerin bu âyetlerin iniş zamanı konusunda da göz önünde bulundurulması uygun olur (münafıkların müslümanlara tuzak kurmak üzere yahudilerle işbirliği yapmaları ve söz konusu yahudilerin Allah’ın gazabına müstahak olmaları hakkında bk. Enfâl 8/27, 55-57; Ahzâb 33/9-27; Haşr 59/2-6; ilâhî gazaba uğrayanlar hakkında ayrıca bk. Fâtiha 1/7).
Tefsirlerde bu gruptaki âyetlerin veya bir kısmının nüzûl sebebi olarak –bazı rivayetlere göre Abdullah b. Nebtel isimli– bir münafığın, Resûlullah’ın huzurunda onun aleyhine sözler söylemediğine dair yalan yere yemin etmesi ve bulup getirdiği tanıkların da bile bile yalan yere yemin etmeleri olayına yer verilir (Zemahşerî, IV, 76-77). Bununla birlikte âyetin hedefinin bu olaya değinmekle sınırlı olmayıp, bile bile yalan yere yemin etmenin, yeminlerini kalkan olarak kullanmanın, yani yeminlerinin arkasına sığınıp onlarla insanları aldatmanın münafıklara özgü en belirgin özelliklerden olduğuna dikkat çekmek olduğu anlaşılmaktadır.
17. âyette yer alan “Malları da evlâtları da Allah katında kendilerine hiçbir yarar sağlamayacaktır” anlamındaki cümle değişik vesilelerle başka âyetlerde de bir uyarı ifadesi olarak yer almış, dünya hayatında kişiye güvence sağlayabilen hiçbir yolun kıyamet gününde bir yarar sağlayamayacağına ve herkesin tek başına yaptıklarının hesabını vermek durumunda kalacağına dikkat çekilmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/10).
18. âyetin “... sanacaklar ki işe yarar bir şey yapmaktalar!” diye çevrilen kısmı şöyle açıklanmıştır: Dünyada yalan yere yemin etmek ve muhatabı kandırmaya çalışmak onlarda öylesine bir alışkanlık ve âdeta meleke haline gelmiştir ki âhirette dahi bu tutumlarını sürdürecekler, bunun kendilerine bir fayda getireceğini sanıp Allah’ı bile kandırmaya kalkacaklar, böylece iyiden iyiye rezil rüsvâ olacaklardır. Gerek duyular âlemindeki gerekse bunun ötesindeki her şeyi bilen Allah’a karşı bile böyle bir tutum sergilemeye kalkışan bu insanların dünyada müminleri kandırma çabası içinde olmalarını yadırgamamak gerekir (Zemahşerî, IV, 77; Râzî, XXIX, 274-275).
22. âyetin nüzûl sebebiyle ilgili birçok rivayet bulunmakla beraber bunları buradaki mânaların uygulanmasına ilişkin örnekler olarak düşünmek uygun olur, yoksa âyetin anlamını bunlardan birine bağlamak gerekmez. Âyet, içeriği bakımından öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır; Allah ve resulüne husumet besleyenlerin, akrabalık bağı gibi motifleri kullanarak müminleri kendileriyle –münafıkların yahudilerle yaptığı iş birliğine benzer– bir dayanışma ilişkisi içine çekmeye çalışabilecekleri tehlikesine karşı uyarı anlamı taşımaktadır (İbn Âşûr, XXVIII, 58). Kur’an-ı Kerîm’in nüzûl sürecinde, müslümanlar başka dinlerin mensuplarıyla, özellikle putperestlerle farklı konumlarda ve çeşitli ilişkiler içinde bulunduklarından, bu konuya ilişkin âyetlerde üslûp ve içerik farklılığının bulunması tabiidir. Dolayısıyla, bu konuda sağlıklı sonuca ulaşabilmek için, her âyeti kendi bağlamında ele almak ve ayrıca müslümanların müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetleri ve Resûlullah’ın uygulamalarını topluca değerlendirmek gerekir (bu konuda genel bir değerlendirme için bk. Âl-i İmran 3/28; sevginin anlamı ve dereceleri ile ilgili tasnif ışığında bu âyette ve daha sonraki yıllarda nâzil olan iki âyette söz konusu edilen sevgi bağının yorumu için bk. Tevbe 9/23-24; ayrıca bk. Mümtehine 60/7-9). 22. âyetin “Onları katından bir ruh ile desteklemiştir” diye çevrilen kısmı “Onları katından bir lutuf ile, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in sözlerinden kaynaklanan ilâhî bir lutuf, ışık ve başarı ile, Kur’an ile, Cebrâil (a.s.) ile desteklemiştir” vb. mânalarla açıklandığı gibi, “Onları iman ruhuyla desteklemiştir” tarzında da yorumlanmıştır; çünkü bizatihî iman, kalplere hayat veren bir ruh mesabesindedir (Zemahşerî, IV, 78; İbn Atıyye, V, 282).
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. اِسْتَحْوَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru اِسْتَحْوَذَ fiiline mütealliktir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْسٰيهُمْ atıf harfi فَ ile اِسْتَحْوَذَ ‘ye matuftur. اَنْسٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ذِكْرَ اللّٰهِ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِسْتَحْوَذَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi حوذ ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَنْسٰيهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نسي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ
İsim cümlesidir. İşaret zamiri اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حِزْبُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الشَّيْطَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
اَلَا tenbih edatıdır. Konuşmacı dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tenbih edatı denilmiştir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. حِزْبَ kelimesi اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الشَّيْطَانِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْخَاسِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
الشَّيْطَانُ kelimesi اِسْتَحْوَذَ fiilinin failidir.
Aynı üslupta gelen فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf olan ذِكْرَ اللّٰهِ izafetinde, lafz-ı celâle muzâf olan ذِكْرَ , tazim ve şeref kazanmıştır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الِاسْتِحْواذُ ; istila etmek ve fethetmek (galip gelmek) demektir. حاذَ حَوْذًا 'den türetilen istif'al babıdır. Bir şeyi kuşatıp dilediği gibi kullanan manasında şöyle denir: العِيرَ إذا جَمَعَها وساقَها غالِبًا لَها (Deveyi toplayıp sürdüğü zaman onu ele geçirdi.) (Âşûr)
اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Müsned olan حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ ‘nin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi, onların şeytanın grubundan olduğuna dair şüphe kalmamasını daha fazla açıklamak için gelmiştir. (Âşûr)
Zamir yerine حِزْبُ الشَّيْطانِ kelimesinin açık isim olarak gelmesi; ifadeyi daha sarih (açık bir hale getirmek) ve cümlenin anlamından bağımsız müstakil olarak temsil edilmeye uygun olması içindir. (Âşûr)
اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve اَلَٓا tenbih harfi ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Fasıl zamiri kasr ifade eder. Hüsrandaki mübalağa için iddiaî kasrdır. Sanki bunun dışında hüsran yoktur.
اِنَّ ’nin ismi حِزْبَ الشَّيْطَانِ dir. الْخَاسِرُونَ haberidir.
Müsnedün ileyh olan حِزْبَ الشَّيْطَانِ ‘nin, izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
Bu cümle öncekinin sebebi konumunda gelmiştir. Normalde فاِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ şeklinde gelmesi beklenirdi. Ehemmiyetine binaen اَلَٓا ile başlamış, اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiştir.
Müsnedinin الْ takısıyla marife olması bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtir.
Zamiru’l fasl kasr ifade eder. Onların zararlarının miktarını abartmak, bundan daha ağır bir zararın bulunmadığını, onun dışında hiçbir kaybın bulunmadığı manasını abartmak için gelen kasrı iddiaîdir. Hüsrana uğrayanlar onlara kasredilmiştir. (Âşûr)
Zamir makamında الشَّيْطَانِ ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zamir yerine açık isim gelerek حِزْبَ الشَّيْطَانِ tekrar edilmiştir. Zihinlerde yerleşmesi içindir. Bu ayette حِزْبَ الشَّيْطَانِ izafesi ikinci seferde tahkir için zamir yerine gelmiştir. (Suyûtî, İtkân, V, 1674)