سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Fiil cümlesidir. سَبَّحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لِلّٰهِ car mecruru سَبَّحَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
وَمَا فِي الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ haber olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Hadîd ve Haşr sûrelerinin ilk ayetleri olan bu ayet, Allah’ın “hadîd” (demir) hakkındaki kudretinden bahsedildiği Hadîd Suresi ve Allah'ın güçlü kâfirleri kalelerinden çıkardığından bahsedildiği Haşr Suresi için güzel bir başlangıç olmuştur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Fail olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, tezat nedeniyle birinci mevsûle atfedilmiştir.
Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul مَا , tağlîb sanatı yoluyla akıllılara da kapsamıştır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
الْاَرْضِۚ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
مَا ve فِي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فِي السَّمٰوَاتِ - فِي الْاَرْضِۚ ibarelerindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Bazı surelerin başında, geçmiş zaman kalıbıyla سَبَّحَ , bazılarında ise muzari kalıbıyla يُسَبِّحُ gelmiştir. Her ikisinde de anlam şöyledir: يُسَبِّحُ fiilinin isnad edilebileceği her varlığa Allah’ı tesbih etmek yakışır. Bu, bütün varlıkların âdet ve uygulamasıdır. Fiil bazen لِ harf-i ceriyle geçişli yapılmış bazen de تُسَبِّحُوهُ [Ve O’nu tesbih edesiniz] (Fetih 48/9) ayetinde olduğu gibi doğrudan doğruya geçişli kılınmıştır. Aslolan, doğrudan geçişli olmasıdır; çünkü سَبَّحَتُهُ ifadesi, ‘O’nu kötülükten uzak tuttu’ anlamındadır. Bu fiilin sülâsîsi سَبَحَ olup ‘gitti ve uzaklaştı’ demektir. Mef‘ûlünün başına bazen getirilen لِ , ya “Ona nasihat ettim.” anlamında kullanılan نصحته ve نصحت له kullanımındaki lâm’a benzer ya da سَبَّحَ لِلّٰهِ ifadesinde kasıt, sırf Allah için ve tamamen O’nun rızasını kazanmak amacıyla tesbih ettiğidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yani tesbih edebilen ve tesbih etmesi mümkün olan her şey demektir. (Keşşâf)
Bu surenin böyle bir giriş ile başlaması, hem önceki surenin sonuna münasip olması hem de zikredilecek çıkarma ve sürgün etme olayında bir haksızlık kokusunun zannedilmemesi bakımından önemlidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
وَ ‘la gelen cümle lafz-ı celâlin hali olarak tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ isimleri marife gelmiştir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümlede, ilk cümledeki zahir isimden gaib zamire iltifat vardır.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)