هُوَ الَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | أَخْرَجَ | çıkaran |
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | كَفَرُوا | inkar eden(leri) |
|
6 | مِنْ | -nden |
|
7 | أَهْلِ | sahipleri- |
|
8 | الْكِتَابِ | kitap |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
11 | لِأَوَّلِ | ilk |
|
12 | الْحَشْرِ | haşirde |
|
13 | مَا |
|
|
14 | ظَنَنْتُمْ | siz sanmamıştınız |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | يَخْرُجُوا | onların çıkacaklarını |
|
17 | وَظَنُّوا | onlar da sanmışlardı |
|
18 | أَنَّهُمْ | kendilerini |
|
19 | مَانِعَتُهُمْ | koruyacağını |
|
20 | حُصُونُهُمْ | kalelerinin |
|
21 | مِنَ | -tan |
|
22 | اللَّهِ | Allah- |
|
23 | فَأَتَاهُمُ | fakat onlara geldi |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | مِنْ | -den |
|
26 | حَيْثُ | yer- |
|
27 | لَمْ |
|
|
28 | يَحْتَسِبُوا | ummadıkları |
|
29 | وَقَذَفَ | ve saldı |
|
30 | فِي | içine |
|
31 | قُلُوبِهِمُ | yürekleri |
|
32 | الرُّعْبَ | korku |
|
33 | يُخْرِبُونَ | harap ediyorlardı |
|
34 | بُيُوتَهُمْ | evlerini |
|
35 | بِأَيْدِيهِمْ | kendi elleriyle |
|
36 | وَأَيْدِي | ve elleriyle |
|
37 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerin |
|
38 | فَاعْتَبِرُوا | ibret alın |
|
39 | يَا أُولِي | sahipleri |
|
40 | الْأَبْصَارِ | akıl |
|
Hicretten kısa bir süre sonra Hz. Peygamber Medine’ye yakın bir mahallede oturan Nadîroğulları ile bir tarafsızlık antlaşması yapmıştı. Uhud Savaşı’na kadar Nadîroğulları bu antlaşmaya uydular. Hatta müslümanların Bedir zaferine sevindiklerini ve Tevrat’ta anılan âhir zaman peygamberinin Hz. Muhammed olduğuna kanaat getirdiklerini söylemeye başladılar; ama Uhud savaşının müslümanlar aleyhine sonuçlanması üzerine fikir değiştirdiler ve antlaşmayı bozdular. Reisleri Kâ‘b b. Eşref, yanına bazı adamlarını alarak gizlice Mekke’ye gidip müşriklerin reisi Ebû Süfyân ile bir ittifak antlaşması yaptı. Bu ihaneti haber alan Hz. Peygamber, onları hiç beklemedikleri bir anda kuşatma altına aldı. Bir rivayete göre Hz. Peygamber bir diyet konusunu görüşmek üzere Nadîroğulları’na gittiğinde onların kendisini güler yüzle karşılayıp o arada hakkında suikast düzenlemeye kalkmaları (ki bunu kendisi fark ettiği gibi vahiyle de teyit edilmişti) bardağı taşıran son damla olmuştu. Her hâlükârda âyetlerden kolayca anlaşıldığı üzere yüce Allah müslümanlar için yakın bir tehlike oluşturan bu topluluğun bulunduğu yerden uzaklaştırılmasını mukadder kılmış, müslümanların da tahmin etmediği biçimde kıskıvrak yakalanmalarını sağlamıştı. Nadîroğulları ise, muhkem kalelerine (ki altı kaleleri vardı), evlerinin çok sağlam olmasına ve münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl ile Mekke müşriklerinden ve diğer yahudi kabilelerinden gelecek yardımlara güveniyorlardı. Ama hiçbir yerden yardım gelmedi, Allah onların yüreklerine korku düşürdü ve müslümanların bu kuşatması karşısında çaresiz kalıp yurtlarını terk etmeye razı oldular. Silâhları dışındaki eşyalarını yanlarına almalarına müsaade edildi, 600 deve yüküyle kuzey yönünde yola çıktılar; Hayber, Hîre ve Şam (Suriye) bölgesindeki bazı şehir ve kasabalara yerleştiler (bilgi için bk. Zemahşerî, IV, 78-79; İbn Âşûr, XXVIII, 65-72; Emin Işık, “a.g.m.”, XVI, 425).
“İlk sürgünde” diye çevrilen li-evveli’l-haşr ifadesindeki haşr kelimesi “toplanma ve bir yere doğru toplu olarak sevk etme” demektir; kelimenin bu bağlamda neyi ifade ettiği hususunda değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar içinde, daha makul görüneni, Nadîroğulları’nın veya Hz. Peygamber’in ashabının savaş için toplanmalarının kastedildiği yorumlarıdır. Bu yaklaşıma göre, savaş için toplanmanın hemen başında sonuç alındığına işaret edilmiş olur. Yahudilerin Arap yarımadasından çıkarılmak üzere toplanmalarının kastedildiği yorumuna göre ise haşr kelimesini “sürgün” anlamıyla karşılamak ve bu kısma “ilk sürgünde” mânasını vermek uygun olmaktadır. Öte yandan bazı müellifler, bu kelimeyle kıyamet gününde, mahşer yerindeki toplanmanın kastedildiği yorumunu eleştirirler (bk. İbn Atıyye, V, 283-284; İbn Âşûr XXVIII, 68-69; Derveze, VIII, 210-211).
Olayla ilgili bazı rivayetlere göre Nadîroğulları, müslümanların yararlanmaması için veya kendi yanlarında götürmek üzere kapı ve eşik gibi unsurlarla evlerin iç kısımlarından bazı parçaları söküyorlardı. 2. âyetin “evlerini hem kendi elleriyle ... harap ediyorlardı” diye çevrilen kısmıyla bu durumun kastedilmiş olması muhtemeldir. Burada geçen fiilin “bir şeyi âtıl ve metruk hale getirmek” anlamı (Beyzâvî, VI, 217) esas alındığında ise bu ifadeyi “evlerini ... ıssız ve terkedilmiş bir hale getiriyorlardı” şeklinde açıklamak mümkündür. Bu sonucun meydana gelmesinde hem kendilerinin hem müminlerin katkısından söz edilmesini “müslümanlar dışarıdan kendileri içeriden” şeklinde açıklayan, bunu kısmen veya tamamen mecazî ifade olarak değerlendiren yorumlar da yapılmıştır (bk. Zemahşerî, IV, 79; İbn Âşûr, XXVIII, 71-72).
2. âyetin son cümlesinde “ibret alın” diye çevrilen fiilin kökünde “bir yerden bir yere veya bir durumdan bir duruma geçme” anlamı bulunmaktadır. Esasen kıyas işlemi de, hükmü bilinen bir olay ile yeni bir olay arasında gerekçe birliği açısından kurulan fikrî bağ (illet) sebebiyle bilinen hükmü yeni olaya geçirmekten ibaret olduğu için, genellikle fıkıh usulünde kıyasın muteber bir delil (hüküm çıkarma metodu) olduğunun Kur’an’daki dayanakları arasında bu âyete yer verilir. Bunun izahı kısaca şöyledir: Yüce Allah, bir hıyanet olayını ve buna bağlanan hükmü (verilen cezayı) açık bir örnek olarak göstermiş, sonra akıl ve muhâkeme sahiplerini düşünmeye ve yeni olaylara zihnî geçişler yapmaya yani benzer durumların benzer sonucu hak edeceğini dikkate almaya çağırmıştır. Bu olayda Nadîroğulları’nın asıl mahkûm edilen davranışı, ahdi bozma ve antlaşma yaptıkları müslümanları arkadan vurma çabası içine girmeleridir. Bunun yanı sıra, mevcut durumlarına (kalelerinin ve evlerinin sağlamlığına) ve iki yüzlü davrandıkları defalarca görülmüş olan münafıkların vaadlerine güvenip hiçbir hazırlık yapmamaları yani rehavete kapılmaları da burada dolaylı olarak eleştirilip akıl sahibi herkes ve özellikle müminler bundan ders çıkarmaya davet edilmiştir. Râzî, inkârcılık ve hıyanet yapanların hep burada belirtilen sonuçla karşılaşmadıkları, buna mukabil Hz. Peygamber ve ashabının –bu durumda olmadıkları halde– birçok mihnete maruz kaldıkları gerekçesine dayanılarak kıyas delili için yapılan istidlalin yanlışlığı ileri sürülecek olursa şöyle cevap verilebileceğini belirtir: Asıl sonuç ve hüküm, bu davranış içinde olanların mutlaka cezayı hak edecekleri hususudur; bunun dünyada veya âhirette olması, dünyadakinin de şu veya bu şekilde gerçekleşmesi esas sonucu etkilemez (XXIX, 281-282).
3. âyete göre Allah Teâlâ (müslümaların savaşa girip kayıp vermemeleri gibi) bazı hikmetlerle bu yahudi topluluğunun sürgün edilmesi sonucunu mukadder kılmıştır. Şayet bunu yapmasaydı onlar belirtilen hıyanetleri sebebiyle zaten başka cezalara çarptırılacaklardı, ama her hâlükârda âhiretteki azaptan da kurtulacak değillerdir.
4. âyette yer alan “Allah ve resulüne karşı gelme, cephe alma” ifadeleriyle daha çok yukarıda izah edilen ihanet ve suikasta işaret edildiği belirtilir. Öncelikli amaç bu olsa da, siyer kaynaklarındaki bilgiler bu topluluk mensuplarının Hz. Peygamber ve arkadaşlarına karşı zaman zaman çirkin davranışlar ortaya koyduklarını, özellikle Kâ‘b b. Eşref’in Resûlullah’ı ve müslümanları şiirlerinde ağır biçimde hicvederek küçük düşürmeye çalıştığını gösterdiğinden, bu ifadeyi daha genel yorumlamak, onların bu kapsamdaki bütün eylemlerine ve tavırlarına yapılmış bir gönderme olarak düşünmek uygun olur (Derveze, VIII, 211).
5. âyette müslümanların kuşatma sırasında bazı hurma ağaçlarını kestikleri fakat bunun meşruiyet temelinden yoksun olmadığı belirtilmektedir. Savaş sırasında tabiat varlıklarının korunmasını; sivillerin, kendilerini ibadete vermiş din bilginlerinin, kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülmemesini ilke haline getirme konusunda insanlık tarihinde öncü konumunda bulunan müslümanların bizzat rahmet peygamberi Hz. Muhammed’in yönetiminde gerçekleştirilen bir kuşatmada ağaçları özel bir haklılık gerekçesi olmadan hoyratça kesmeleri düşünülemez. Hatta bir rivayete göre bu âyet, yahudiler tarafından, getirdiği vahiyde böyle bir buyruk mu bulunduğu yönünde Resûl-i Ekrem’e yöneltilmiş hayret ve hicivle karışık bir soru üzerine inmiştir. Askerî strateji açısından gerekli görülmesi üzerine Hz. Peygamber’in onayı, dolayısıyla Allah’ın müsaadesiyle gerçekleşen ağaç kesme olayına değinilen bu âyette, bir yandan müslümanların bu sınırlı eyleminin töhmet altında tutulamayacağı belirtilirken, diğer yandan da Kur’an’ın –kuşatma şartları altında da olsa– birkaç ağacın kesilmesine bile kayıtsız kalmadığına ve çevrenin korunmasına büyük önem verdiğine dikkat çekilmiş olmaktadır. Hatta “kökleri üzerinde ayakta bırakmanız” ifadesindeki tasvirin, onların doğal durumundaki güzelliğe işaret eden edebî bir üslûp olduğu da söylenmiştir. Bu olayla ilgili rivayetlerde yakma eyleminden söz edilmesi ağaçlara zarar verilmesini anlatan mecazi bir ifade olabileceği gibi kesilen ağaçlar yemek pişirme veya geceleyin ısınma amacıyla yakılmış da olabilir. Bazı âlimlerin bu âyete dayanarak savaş sırasında zafer açısından gerekliliği anlaşıldığında düşman yurdundaki ağaçların yakılabileceği sonucuna ulaşmalarını da yukarıdaki izah çerçevesinde değerlendirmek uygun olur (konuyla ilgili rivayetler ve farklı yorumlar için bk. Taberî, XXVIII, 32-35; Zemahşerî, IV, 80; İbn Âşûr, XXVIII, 75-78).
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَخْرَجَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَخْرَجَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme ile merfu muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ اَهْلِ car mecruru كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru اَخْرَجَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِاَوَّلِ car mecruru اَخْرَجَ fiiline mütealliktir. الْحَشْرِ muzâfun ileyh olup kesra mecrurdur.
اَخْرَجَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ظَنَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, ظَنَنْتُمْ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) يَخْرُجُوا fiili ن ' un hazfıyla mensub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَانِعَتُهُمْ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُصُونُهُمْ kelimesi ismi fail olan مَانِعَتُهُ ‘nun faili olup lafzen merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَانِعَتُهُ ‘e mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذاب الله (Allah’ın azabından) şeklindedir.
مَانِعَتُهُمْ kelimesi sülâsî mücerred olan منع fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اٰتٰي elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ حَيْثُ car mecruru اٰتٰي fiiline mütealliktir.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.
لَمْ يَحْتَسِبُوا ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَحْتَسِبُوا fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَحْتَسِبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi حسب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَذَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru قَذَفَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الرُّعْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Fiil cümlesidir. يُخْرِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بُيُوتَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاَيْد۪يهِمْ car mecruru يُخْرِبُونَ fiiline mütealliktir. اَيْدِي atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
ألأيدي kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki ي harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda ي harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir. يد kelimesinin bir diğer çoğulu أياد şeklindedir. Aynı şekilde îrab edilir. Ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz.
الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا شأن الكافرين فاعتبروا بحالهم (Eğer kâfirlerin durumu böyleyse, onların durumlarından ibret alın.) şeklindedir.
اعْتَبِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَٓا nida harfidir. اُو۬لِي münada olup cemi müzekkere mülhak olduğu için nasb alameti ى ‘ dır. الْاَبْصَارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında kasr ifade etmiştir.
Küfredenleri diyarlarından çıkarma sıfatı, Allah Teâlâ’ya hasredilmiştir. Kasr, iddiaîdir. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَخْرَجَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ car mecruru كَفَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ دِيَارِ ve لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ car mecrurları اَخْرَجَ fiiline mütealliktir.
مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ
مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَخْرُجُوا cümlesi, ظَنَنْتُمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ , masdar teviliyle ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret eden مَانِعَتُهُمْ , masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin haberidir.
مَانِعَتُهُمْ kelimesi; مِنَ اللّٰهِ car mecrurunun müteallakı, fail olan حُصُونُهُمْ ‘un da amilidir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا cümlesiyle, وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ظَنُّٓوا - مَا ظَنَنْتُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette haber olan مَانِعَتُهُمْ , mübteda olan حُصُونُهُمْ kelimesinin önüne geçmiştir. Beydavi bu ayeti tefsir ederken, gerek haberin takdimini, gerek nazmın değişimini gerekse cümlenin zamire isnadını gayet veciz bir takdirle: انّ حصونهم تمنعهم من بعث (Kalelerinin kendilerini ba’sten korumasını temenni edenler) şeklinde ifade ettikten sonra şu ince tahlilleri yapar: “Nazmın değişmesi, haberin başa alınması, مَانِعَتُهُمْ lafzının حُصُونُهُمْ mübtedasının önüne geçmesi ve cümlenin zamire isnad edilmesi; kalelerine çok güvenmelerinden, bundan dolayı da kendilerinin güçlü ve yaklaşılmaz olduklarına inanmalarındandır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ
Cümle atıf harfi فَ ile … وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mehabeti ve haşyeti artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ يَحْتَسِبُوا cümlesi فَاَتٰيهُمُ fiiline müteallik olan mekân zarfı مِنْ حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي قُلُوبِهِمُ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfi zarfiye manasındadır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmî’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır.
قَذَفَ الرٌُعب ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, Allah Teâlâ’nın onların kalplerine en ağır cihetten gelen bir korkuyu, aniden basan en fena bir ürperti şeklinde kalplerine salması, düşürmesidir. Bu ifade insanın habersiz olduğu bir sırada kendisine çarpacak bir taşın ona atılması durumuna benzetilmiştir ki, hiç kuşkusuz bu durum kalbine daha çok korku ve ürperti salar, daha korkutucu olur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
بِاَيْد۪يهِمْ ve ona matuf اَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ car mecrurları يُخْرِبُونَ fiiline mütealliktir.
اَيْدِي kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan فَاعْتَبِرُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri إن كان هذا شأن الكافرين (Eğer kafirlerin hali böyleyse…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida harfi, اُو۬لِي münadadır. الْاَبْصَارِ muzâfun ileyhtir.
“O halde, Allah’ın işleri yürütmesinden, onların çıkarılma işini kolaylaştırmasından ve savaş söz konusu olmaksızın Müslümanları onlara musallat etmesinden ibret alın (ey basiret sahipleri)!” (Keşşâf)
عْتَبِرُوا , ibret almak, taaccüp ederek öğüt almak demektir. İbret, "Besâir" ve "Müfredât"da zikredildiği üzere, müşahede edileni öğrenmekle henüz müşahede edilmeyeni bilmeye vesile kılınan duruma denir. Bunun aslı olan عَبْر kelimesi, bir halden bir hale geçmek manasını ifade eder. عُبُور : gerek yüzerek, gerek gemi veya hayvan, gerek köprü gibi her ne suretle olursa olsun suyu ve dereyi geçmek demektir. Bu münasebetle göz yaşına da ع'ın fethasiyle عَبْر denilir. Aynı kökten gelen عِباَر , söyleyenden dinleyene geçen söz, tabir, rüyanın zahirinden batınına geçmek manasındadır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
‘İbret almak’ demek olan عِتِبَار, bir şeyden başka bir şeye geçmek manasından alınmadır. Göz yaşına da o şey gözden yanağa (yüze) geçtiği (aktığı) için عَبْرَة denilmiştir. Sayesinde geçme sağlandığı için geçite de مَعْبَر denilmiştir. Rüya yorumlama ilmine de tabir ismi verilmiştir. Çünkü bu ilmin sahibi, hayalî olandan makul (aklî) olana intikal eder. Lafızlara da ibareler ismi veriler. Çünkü ibareler, manaları konuşanın dilinden dinleyenin aklına intikal ettirir. (Fahreddin er-Râzî)