بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلْ | hayır |
|
2 | إِيَّاهُ | yalnız O’na |
|
3 | تَدْعُونَ | yalvarırsınız |
|
4 | فَيَكْشِفُ | O da kaldırır |
|
5 | مَا | şeyi |
|
6 | تَدْعُونَ | istediğiniz |
|
7 | إِلَيْهِ | ondan |
|
8 | إِنْ | şayet |
|
9 | شَاءَ | dilerse |
|
10 | وَتَنْسَوْنَ | ve unutursunuz |
|
11 | مَا | şeyleri |
|
12 | تُشْرِكُونَ | ortak koştuğunuz |
|
İnsanlar çeşitli sıkıntılara mâruz kalmakla birlikte, yine Allah’ın mümkün kıldığı bazı tedbirlere, yarattığı bazı çarelere başvurarak bu sıkıntılardan kurtulabilmektedirler. Ancak Allah’ın, tedbir ve çarelerini yaratmadığı, giderme imkânlarını yalnız kendisinde saklı tuttuğu belâ ve musibetler de vardır ki, insanlar böyle durumlarla karşılaştıklarında genellikle, inançlısıyla inançsızıyla, kurtuluş için yalnız Allah’a yalvarır; Allah’ı unutanlar bile taptıkları putlarını, uydurma tanrılarını, taparcasına bağlandıkları servetlerini, makamlarını, liderlerini unutarak, Allah’ın vicdanlarına yerleştirdiği fıtrî bir eğilimle Allah’a yönelir, O’ndan başka kurtarıcı ulu kudret bulunmadığının farkına vararak kurtuluşu yalnız O’ndan dilerler. Allah Teâlâ bu âyetlerde, belirtilen duruma işaret ederek inkârcılara, Allah’ın azabının kendilerine gelmesi, ölüm veya kıyamet vaktinin gelip çatması halinde ne yapacaklarını sormakta, inatlarından veya bizzat kendi fıtratları hakkında cahil olduklarından bu soruya doğru dürüst cevap veremeyecekleri için, sorunun doğru cevabını yine kendisi vermekte ve onların böyle durumlarda yalnız kendi yüce zâtına yönelip kendisine yalvaracaklarını açıklamaktadır. Böylece 38. âyette Allah’ın varlığının ve kudretinin dış dünyadaki bazı delillerinden söz edildikten sonra burada da bir kısım insanların bazı şeylere tanrılık isnat etmelerinin bizzat insanın kendi selim tabiatı tarafından tekzip edildiği, asılsızlığının ortaya konduğu belirtilmekte ve Allah’tan başka dayanılıp güvenilecek gerçek ilâh bulunmadığı bizzat insanın kendi fıtratından gösterilen aklî delil ile kanıtlanmaktadır.
Kuran Yolu Tefsiri/ Diyanet
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
بَلْ; idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اِيَّاهُ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَدْعُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. يَكْشِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ اِلَيْهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru تَدْعُونَ fiiline müteallıktır.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; إن شاء أن يكشف كشف (Açmak isterse..) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. تَنْسَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تُشْرِكُونَ۟’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُشْرِكُونَ۟ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette بَلْ idrab ve iptida harfidir. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan اِيَّاهُ âmili olan تَدْعُونَ fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr-ı ifrad ifade eder. (Âşûr) Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ cümlesine dahil olan فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle istînâfa matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası da muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih anlamı vardır.
تَدْعُونَ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasındaki شَٓاءَ fiilidir. Takdiri, أن يكشف كشف [Açmak] olan cevap cümlesi mahzuftur. Şartın cevabının hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
Şart fiili شَاۤءَ ’nin mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlayan îcaz sanatıdır.
Ayetin son cümlesi, فَيَكْشِفُ cümlesine, وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası da muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih anlamı vardır.
Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, anlamı muhatabın zihnine yerleştirmekte etkili olur.
"Sizler, bu bela ve sıkıntının savuşturulmasını talep etmek için, ancak Allah'a başvurursunuz..." Daha sonra Cenab-ı Hak, "O da, kendisine çağırdığınız herhangi bir şeyi, ...açar" buyurmuştur. Yani, "Allah, kendisi sebebiyle dua etmiş olduğunuz o zararı giderir ve böylece sizler, O'na şirk koştuğunuzu unutursunuz" demektir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: a) İbn Abbas: "Bu, "Onların bir fayda ve zarar veremeyeceğini bildiğiniz için putları terkeder, onlara dua etmezsiniz" anlamındadır" demiştir. b) Zeccâc, mananın, "siz onlara dua etmeme konusunda onları adeta unutmuş gibisiniz.." şeklinde olmasının caiz olduğunu söylemiştir ki, bu aynı zamanda Hasan el-Basrî'nin görüşüdür. Çünkü Hasan el-Basrî, bu ifadeye, "Onlar, unutan kimsenin yüz çevirmesi gibi, o putlardan yüz çevirirler..." manasını vermiştir. Bunun benzeri olan bir ayet de, "Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri, (yolcular da) bununla sevindikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar. Her yerden kendilerine dalgalar hücum eder. Sanırlar ki, onlar çepeçevre kuşatılmışlardır!.. (İşte) onlar, Allah'ın dininde halis ve samimi kimseler olarak Ona dua ederler " (Yunus. 22) ayetidir. Onlar o durumda putlarını hiç anmazlar. (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle şunu açıklar: Onların dualarının kabulü, genel bir kural sonucu değil, fakat gizli hikmetleri olan Allah'ın (cc) iradesine bağlıdır. Allah Teâlâ bu gizli hikmetler ilmini Kendisine tahsis etmiştir. Onun için, dünyevî ve uhrevî azapların kaldırılmasına ilişkin dualardan kimilerini kabul eder, kimilerini de etmez. (Ebüssuûd)
Bu ayet, Allah'ın, isterse bazan duaya icabet ettiğini, bazan da icabet etmediğini gösterir.. Zira Cenab-ı Hak, "O da, kendisine çağırdığınız herhangi bir şeyi, dilerse giderir..." buyurmuştur. Bir kimse şöyle diyebilir: "Allah'ın "Bana dua edin, size icabet edeyim.." (Mümin……..) şeklindeki buyruğu, İcabetin (duanın) kabulüne dair kat'iyyet ifade eder.. Binaenaleyh, bu iki ayet nasıl uzlaştırılabilir?" Cevap: Biz şöyle deriz: Cenab-ı Hak, ya bizim alimlerimizin de görüşü olduğu üzere, sırf meşietinden dolayı; veyahut da Mutezile'nin görüşü olduğu üzere, kulun maslahatını gözetmesi bakımından, duaya bazan kâfi olarak icabet eder, bazan da kâfi olarak icabet etmez.. Bu iki durum da mevcut olunca, şüphesiz ki bu iki ayet, bu iki manaya göre varid olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Atıf yoluyla birbiriyle bağlı bu iki cümle arasına "azabın kaldırılması” cümlesinin girmesi, buna son derece önem verildiğini ortaya koymak ve onun özellikle duaya terettüp ettiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)