26 Ağustos 2024
En'âm Sûresi 36-44 (131. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 36. Ayet

اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ  ...


(Davete), ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca) Allah diriltir. Sonra da hepsi O’na döndürülürler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 يَسْتَجِيبُ icabet eder ج و ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 يَسْمَعُونَ işiten(ler) س م ع
5 وَالْمَوْتَىٰ ölülere gelince م و ت
6 يَبْعَثُهُمُ onları diriltir ب ع ث
7 اللَّهُ Allah
8 ثُمَّ sonra
9 إِلَيْهِ O’na
10 يُرْجَعُونَ döndürülürler ر ج ع

اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ 


اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يَسْتَج۪يبُ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْمَعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَسْمَعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْمَوْتٰى  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

يَبْعَثُهُمُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَبْعَثُهُمُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُرْجَعُونَ  fiiline müteallıktır.  يُرْجَعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  

اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlere tazim ifade eder. Sılası olan  يَسْمَعُونَ  cümlesi de müspet muzari fiiil cümlesidir. Mevsûllerde müphem yapıları gereği tevcih sanatı vardır.

Fiillerin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun yabancısı değildir.

Yalnızca işiten ve kendisine söylenen şeyi kavrayabilenlerin cevap vereceğini herkes bilir. Onun için kasr  اِنَّمَا  ile gelmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ [Ölülere gelince Allah onları yeniden diriltir.] cümlesinde istiare vardır. Kalpleri ölü olduğu için kâfirler ölüye benzetilmiştir.

Allah Teâlâ onların imanı kabul etmeyen ve küfrü terk etmeyen hallerinin sebebini açıklamış ve “Davetine, ancak seni (can kulağıyla) dinleyenler icabet eder…” buyurmuştur. Bu, “(Ey Muhammed), Seni tasdik etmeleri için aşırı gayret gösterdiğin o kimseler, hiçbir şeyi duymayan ölüler gibidirler. Çünkü ancak duyan kimseler sese cevap verirler.” demektir. Cenab-ı Hakk’ın, “Sen ölülere o daveti duyuramazsın.” (Rûm Suresi, 52) ayeti de bu manadadır. (Fahreddin er-Râzî)


وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ 


Cümle وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Bu cümle ölüleri diriltip mezarlarından kaldırma kudretinin Allah Teâlâ’ya mahsus olduğu gibi onları imana muvaffak kılmanın da Allah Teâlâ’ya has bir kudret olduğunu belirtir.

Fakat bu konuda başka görüşler de ileri sürülmüştür. Şöyle ki:

  1. Onların hali mezarlarından kaldırılan ölülere benzetilmek suretiyle küfürlerinin devamlı olduğu ifade edilmiştir.
  2. Kâfirlerin cehaleti ölümlerine benzetilmek suretiyle halleri mecazî olarak anlatılmıştır.

Yani Allah o kâfirleri, diriltip mezarlarından kaldıracak, sonra mükâfat ve ceza için Kendine döndürecektir. İşte o zaman onlar ilâhî davete uyacaklardır. Ondan önce uymaları mümkün değildir. (Ebüssuûd)


ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

 

Atıfla gelen cümle müspet fiil sıygasındadır. Atıf sebebi temâsüldür. Muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ifadesinde car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Hasr ifade eder. Yani dönülecek, varılacak tek yer Allah’ın yanıdır başkası yoktur. Bu da şirk inancını iptal eder.

Kasrla tekid edilen cümle faide-i haber talebî kelamdır.  اِلَيْهِ  maksûrun aleyh,  يُرْجَعُونَ  maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ (O’na döndürüleceksiniz) sözü, lafzen sarih olarak Allah’a dönüşe delalet eder, bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî, Zuhruf Suresi 85, C. 4., s. 370) Dolayısıyla bu cümlede idmâc sanatı vardır. Ya da lazım-melzum alakasıyla mecâzı mürsel vardır.

ثُمَّ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يُرْجَعُونَ: İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.

Hiç şüphesiz, ruhsuz bir cesette kokuşmalar, irinler, cerahatlar ve çeşitli çürümeler meydana gelir. Ona yapılacak en güzel şey, onu toprağa gömmektir. Aynı şekilde akıldan yoksun bir ruhun sahibi de zincirlenmesi ve hapsedilmesi gereken bir delidir. Binaenaleyh ruha nispetle akıl, bedene nispetle ruh gibidir. Aynı şekilde marifetullahtan Allah’ın sıfatlarının ve O’na itaatin bilgisinden yoksun olan akıl da boşa gitmiş, yok olmuş gibidir. Bundan dolayı tevhidin ve marifetullahın akla nispeti (akla göre durumu), aklın ruha, ruhun da bedene nispeti (göre durumu) gibidir. Böylece marifetullah ve muhabbetullah (Allah bilgisi ve sevgisi), ruhun ruhunun ruhudur. Binaenaleyh bu marifetullahtan yoksun olan kimse ölülerin sıfatına bürünmüş olur. Bundan dolayı Hak Teâlâ, küfürde direten bu kâfirleri “ölüler” diye isimlendirmiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

 
En'âm Sûresi 37. Ayet

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” (Ey Muhammed!) De ki: “Şüphesiz Allah’ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَوْلَا değil miydi?
3 نُزِّلَ indirilmeli ن ز ل
4 عَلَيْهِ ona
5 ايَةٌ bir mu’cize ا ي ي
6 مِنْ -nden
7 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
8 قُلْ de ki ق و ل
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 قَادِرٌ kadirdir ق د ر
12 عَلَىٰ üzerine
13 أَنْ
14 يُنَزِّلَ indirmeğe ن ز ل
15 ايَةً bir mu’cize ا ي ي
16 وَلَٰكِنَّ fakat
17 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
18 لَا
19 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

Aslında Hz. Muhammed’e birçok âyet indiği ve vahiy başlı başına bir mûcize olduğu halde müşrikler inatlarından dolayı bu indirilenlere inanmayıp yeni âyetler indirilmesini veya Resûlullah’tan Safâ tepesinin altına çevrilmesi (Müsned, I, 242, 258), Mekke arazisinin genişletilmesi ve bu topraklar içinden nehirler akıtılması ya da 8. âyette işaret edildiği tarzda melekler gönderilmesi gibi kendi istedikleri şekilde mûcizeler gösterilmesini istiyorlardı (krş. İsrâ 17/90-95). Yüce Allah onların bu sözlerine, istedikleri şekilde bir mûcize ve âyet indirmeye de kadir olduğunu, ancak onların çoğunun bunu da doğru dürüst değerlendirmeyeceklerini belirterek, bazılarının ise âyetleri bilip anladıkları halde inatlarından dolayı inanmayacaklarına işaret ederek cevap veriyor. Zira âyet ve mûcize indirmekten maksat, insanların bunu doğru olarak anlayıp hakka teslim olmalarıdır. Ayrıca Allah Resulü kendisine indirilen âyetleri onlara eksiksiz bildirmiştir ve doğru düşünenlerin inanmaları için bu âyetler yeterlidir. Şu halde müşrikler, daha önce indirilen âyetlere ve mûcizelere karşı nasıl davrandılarsa bu istedikleri gerçekleştirilince de öyle davranacaklardı. 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 398-399  

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَا نُزِّلَ ‘dir.  لَوْلَٓا  cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için gelmiştir,  هلا  yani “değil mi” manasındadır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

نُزِّلَ  meçhul mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline müteallıktır.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzaen mansubtur.  قَادِرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte  قَادِرٌ ’e müteallıktır.

يُنَزِّلَ  mansub muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  اٰيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi  أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لٰكِنَّ ‘nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ ’dir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

Cümlenin başındaki  لَوْلَٓا  tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Burada tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.

لَوْلَا , bu ayette “değil miydi” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

Kâfirlerin sözlerinden oluşan mekulü’l-kavl, mahallen mansubtur. 

اٰيَةٌ ’daki tenvin kesret ve nev ifade eder.

رَبِّه۪  izafetinde muzâfun ileyh şeref kazanmıştır.

نُزِّلَ  fiil meçhul olarak gelmiş, böylece mefûl olan  اٰيَةٌ  kelimesi naib-i fail olarak vurgulanmıştır.

Bu kelamda, Allah Teâlâ’nın “Rabb” unvanıyla ve Peygamberin (sav) yerini tutan zamire izafe edilerek zikredilmesi (Rabbinden denmesi), hükmün illet ve sebebini bildirmekle beraber onlar tarafından ima veya tariz yoluyla yapılan bir alay içindir. (Ebüssuûd)


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً 


İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sorulan soruya cevaptır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  اَن’i takip eden müspet muzari fiil cümlesi  يُنَزِّلَ اٰيَةً, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel,  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  قَادِرٌ ‘na müteallıktır.

اٰيَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. Ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُنَزِّلَ - نُزِّلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ âyet indirmeye elbette muktedirdir. Fakat onların çoğu bilmezler. Buna muktedir iken, onu indirilmesinin sebebi şudur:

  1. İhtiyar etmek üzerine bina edilmiş olan mükellefiyet esasını ortadan kaldırır.
  2. Onların helakine, köklerinin kazınmasına yol açar.

İşte onlar cehaletleri yüzünden böyle bir mucize istiyorlar ve onun indirilmemesini tekzib vesilesi yapıyorlardı. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Münafıklar kendilerinin değil müminlerin akılsız olduklarına inanıyorlardı. Allah Teâlâ onların bu inancını ters çevirerek, inananların değil kendilerinin akılsız olduğunu ama bunu bilmediklerini dile getirdi. Bunun için kasr-ı kalb olmuştur.

“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.

(Ebüssuûd)

 
En'âm Sûresi 38. Ayet

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ  ...


Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا yoktur ki
2 مِنْ hiçbir
3 دَابَّةٍ yürüyen hayvan د ب ب
4 فِي -nde
5 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
6 وَلَا ve hiçbir
7 طَائِرٍ kuş ط ي ر
8 يَطِيرُ uçan ط ي ر
9 بِجَنَاحَيْهِ iki kanadiyle ج ن ح
10 إِلَّا olmasınlar
11 أُمَمٌ birer ümmet ا م م
12 أَمْثَالُكُمْ sizin gibi م ث ل
13 مَا
14 فَرَّطْنَا biz eksik bırakmamışızdır ف ر ط
15 فِي
16 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
17 مِنْ hiçbir
18 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
19 ثُمَّ sonra
20 إِلَىٰ -(nin huzuru)na
21 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
22 يُحْشَرُونَ toplanacaklardır ح ش ر

Görenler, düşünenler için yeryüzünde ve insanları kuşatan tabiatta da birçok âyet, mûcize, Allah’ın kudretini apaçık gösteren deliller vardır. Âyette bu delillerden birkaçına işaret edilmektedir. Buna göre yeryüzünde yürüyüp dolaşan bütün canlılar, gökyüzünde kanat çırpıp uçan bütün kuşlar da insanlar gibi birer “ümmet”, düzenli birer topluluktur; insanlar gibi onlar da birer canlı sınıfıdır. Hepsi de Allah’ın kudretinin eseri olup O’nun verdiği rızıkla beslenmekte, O’nun verdiği canla yaşamakta ve üremekte, ilâhî kudretin birer nişanesi olarak cinsler, türler oluşturmaktadır. Bütün bunları düzenleyen kanunlar Allah tarafından konulmuş olup O’nun varlığına, ilmine ve kudretine delâlet etmektedir.

Âyette “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyuruluyor. Buradaki kitap birkaç şekilde anlaşılmıştır. Bir görüşe göre bu kitap levh-i mahfûzdur. Yüce Allah, âlemde olmuş ve olacak her şeyi, her varlığı ve her olayı, ilm-i ezelîsinin bir ifadesi olarak levh-i mahfûzda bütün ayrıntı ve kanunlarıyla tesbit ve tayin etmiştir. Âlemde vuku bulan her şey O’nun ilmi, O’nun kurduğu düzen içinde gerçekleşmekte, ilmine ve kudretine şahadet etmektedir. Daha zayıf olan diğer bir görüşe göre bu kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü Kur’an’da insanların muhtaç olduğu pek çok bilgi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı gerekli kılan yeteri kadar delil mevcuttur. Buna rağmen inanmayanlar, Kur’an’da eksik bilgi verildiğinden değil, inatlarından veya İslâm’ın getirdiği hükümleri kendi menfaatlerine aykırı bulduklarından dolayı inanmamaktadırlar. Fakat yüce Allah, insanlara muhtaç oldukları her bilgiyi, her uyarıyı bildirdiği halde yine de inanmamakta direnenler hakkında şöyle buyuruyor: “Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir.” Tıpkı karanlıkta kalanın nereye gittiğinin farkında olmaması, bastığı yeri görememesi gibi bunlar da hak ile bâtılı ayıramaz, hayatın anlamının ve hakikatinin ne olduğundan habersiz olarak yaşarlar; bundan dolayı ne hakka kulak verirler ne de hakkı konuşurlar. Bu yüzden Allah onları dalâlete düşürmüş yani dalâleti böyleleri için yaratmıştır. “Allah kimi dilerse onu şaşırtır.” Diğer bir görüşe göre ise “Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar” (Yûnus 10/44). Böyle olunca Allah, yalnızca hakka karşı direnenlerin dalâlete düşmesini ister. Bu, O’nun kötülüğü istemesinden değil, adaleti istemesinden ileri gelir. Buna karşılık, “O, dilediği kimseyi de doğru yola iletir”; sırât-ı müstakîm üzere yaşatır. Her kim inattan, peşin hükümlerden ve kötü niyetlerden arınmış olarak kulağını hakkı dinlemeye açık tutar, dilini hakkı söylemeye âmâde kılarsa yüce Allah böylelerinin de hidayette olmalarını ister ve onları doğru yolda yaşatır. Bu da Allah’ın adalet ve lutfunun bir sonucudur. Bu ve benzeri âyetlerden anlaşılması gereken, Cebriyye mezhebi mensuplarının ileri sürdükleri gibi, Allah’ın–hâşâ– bir zalim ve gaddarın keyfî tutumuna benzer şekilde, adaletsiz, hikmetsiz ve nizamsız olarak insanları rastgele iyilik veya kötülük yapmaya mecbur ettiği değil; O’nun irade ve kudretinin hiçbir kayıt ve şartla sınırlanamayacağı, O’nun mutlak hükümran olduğudur. Hükümranlık, ancak kötüler tarafından zalimce kullanılır. Allah ise mutlak iyidir; zulüm ve haksızlık yapmaktan münezzehtir. Bu sebeple hükümranlığını kendi adaletiyle uyum halinde kullanır ve sonuçta, tamamen hür ve sınırsız olan iradesiyle kötüleri dalâlete, iyileri hidayete yöneltir. Mu‘tezile mezhebi, Allah’ın bu şekilde adaletli iş yapmasını hikmet olarak adlandırmış ve hikmete uymayı Allah için “gerekli” görmüştür. İmam Mâtürîdî bu görüşü eleştirirken özetle şöyle der: Allah’ın fiillerinin hikmete uygun olması O’nun için bir mecburiyet değildir. Nasıl ki tecrübî âlemde adalet ve hikmete uygun iş yapan insanlar bunun aksini yapmaya kadirseler, aynı şekilde Allah da hikmetin zıddına kadirdir. Ancak, insanların hikmetten sapmalarının sebepleri ya “ihtiyaç” veya “bilgisizlik”tir. Yüce Allah bu nevi kusurlardan münezzeh olduğu için adalet ve hikmetin dışına çıkması düşünülemez; dolayısıyla hiçbir insanı, hak etmediği halde dalâlete düşürmez (Kitâbü’t-Tevhîd, s. 216).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 399-401  

Riyazus Salihin, 206 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”  

Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2

دبّ debbe: دَابَّة   yavaş yavaş, belli belirsiz yürümektir. Bu kelime hayvanlar; daha çokta haşerat için kullanılır.  (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri dabbe ve dabbe(tülarz)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فرط : Bir kimse bir maksadla öne geçtiğinde, önden gittiğinde فَرَطَ-يَفْرِطُ denir. إفْرَاط Öne geçme noktasında haddi aşmak/ fazla ileri gitmektir. تَفْرِيط ise yeteri ölçüde öne geçmemek/ öne geçmede yetersiz kalmak demektir.  (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ifrat, müfrit ve tefrittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ


وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  مِنْ  zaiddir.  دَٓابَّةٍ  lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  دَٓابَّةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıftır.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  طَٓائِرٍ  kelimesi  دَٓابَّةٍ ’e matuf olup lafzen mecrur mahallen merfûdur.

يَط۪يرُ  fiili  طَٓائِرٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrur veya merfûdur.

يَط۪يرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.  بِجَنَاحَيْهِ  car mecruru  يَط۪يرُ  fiiline müteallıktır.  جَنَاحَيْهِ  muzâf olup müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اُمَمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  اَمْثَالُكُمْ  kelimesi  اُمَمٌ  kelimesinin sıfatıdır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  فَرَّطْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

فِي الْكِتَابِ  car mecruru  فَرَّطْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنْ zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mahallen mef’ûlun bih  olarak mansubtur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اِلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  يُحْشَرُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحْشَرُونَ  fiili meçhul, muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَرَّطْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  فرط’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid harfler olan  مِنْ  لَا  ve kasrla tekid edilmiştir. Kasr mübteda ve haber arasındadır. 

 دَٓابَّةٍ  maksûr/mevsuf,  اُمَمٌ  maksûrun aleyh/sıfattır. Dolayısıyla kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

اُمَمٌ ,اَمْثَالُكُمْ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

طَٓائِرٍ - يَط۪يرُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

دَٓابَّةٍ - طَٓائِرٍ  ve   طَٓائِرٍ- بِجَنَاحَيْهِ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ  ifadesi ما من دابة ولا طائر  şeklinde gelmiş olsaydı da anlam tam olurdu. İlaveten gelen  فِي الْأَرْضِ  ve  يَطِيرُ بِجَناحَيْهِ  kelimelerinin zikri, Allah’ın sonsuz kudretini, latif ilmini, engin hakimiyetini vurgulamak amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu anlatımın amacı Allah Teâlâ’nın muazzam kudretini, her tür inceliğe nüfuz edebilen ilmini, otoritesinin her şeyi kapsadığını, farklı cinslerdeki ve arttıkça artan türlerdeki bunca mahlukatı planladığını göstermektir. Allah, bunların lehindeki - aleyhindeki her şeyi korumaktadır, durumlarını kontrol altında tutmaktadır. Herhangi bir durum, başka bir durumla ilgilenmesini engellemez ve bu, O’nun sadece mükellef mahlukları ile alâkalı olmayıp buların dışındaki diğer canlıları da kapsamaktadır (Keşşâf)

“Kanadıyla uçan” şeklindeki açıklaya aslında gerek yoktur. Kuş deyince kanadıyla uçtuğu anlaşılır ama bu açıklamalar bu kelimelerin mecazî bir anlamda kullanılmadığını göstermek için gelmiştir.

اِلَّٓا اُمَمٌ  tabirinde cem’ sanatı vardır.

Cenab-ı Hak önceki ayette eğer diğer mucizelerin indirilmesi onların yararına olsaydı, onları izhar edeceğini ancak bu mucizeleri izhar etmenin, o mükellefler için bir fayda ifade etmeyeceğini, işte bu sebeple de onları izhar etmediğini açıklamıştı. Bu cevap ancak Allah Teâlâ’nın, kulların faydalarını gözetip buna göre onlara lütufta bulunduğu sabit olduğu zaman tamamlanır. Bundan dolayı Yüce Allah, “Yerde yürüyen hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş hariç olmamak üzere” hepsi de Allah’ın fazl-ı kereminin, alakasının, rahmetinin ve ihsanının kendilerine ulaşması hususunda “hepsi sizin gibi ümmetlerdir” diyerek durumun böyle olduğunu açıklamış ve iyice anlatmıştır. Bu adeta müşahede olunan ve hissedilen bir şey gibidir. Allah'ın inayetinin eserleri bütün canlılara ulaştığına göre eğer bu ezici mucizeleri izhar etmek kulların yararına olsaydı, Allah onu yerine getirir, onları izhar eder. Allah Teâlâ’nın, faydaları ve maslahatları hususunda hiçbir canlıya cimri davranmadığı açıkça malum olduğu için bu hususta da cimri davranması imkansız olurdu. Bu, Cenab-ı Hakk’ın bu mucizeleri izhar etmeyeceğine delalet eder. Zira bu mucizeleri izhar etmek, kulların faydalarını haleldar eder. İşte, bu ayet ile önceki ayet arasındaki ilgi ve münasebetin izahı budur. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İki car-mecrurun da amili  فَرَّطْنَا ’dır.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

الْكِتَابِ ’tan murad, Kur’an-ı Kerim’dir

الْكِتَابِ  kelimesinin başındaki  ال  ahd-i haricidir. Levh-i mahfuz veya Kur’an-ı Kerim kastedilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

شَيْءٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Tertip ve terahi bildiren atıf harfi  ثُمَّ  ile makabline atfedilen  اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Bu cümle mamulün âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.

رَبِّهِمْ  izafeti muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmıştır. Bu ifadede tecrîd sanatı vardır. Çünkü cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Kādî şöyle demiştir: Her canlının, kendisine isabet eden elem ve acıdan ötürü Allah’tan bir karşılık almaya hakkı vardır. Bu karşılık ona dünyada verilmemiştir. Binaenaleyh Allah’ın, bu canlıları, kendilerine o karşılıkları tastamam ödemek için ahirette haşr etmesi aklen vâciptir. Bir alacağı bulunmayan hayvanın haşr edilmesi ise aklen gerekmez. Ne var ki Allah, ayette hepsini haşr edeceğini haber vermiştir. Bu haşr, naklî deliller bakımından kesindir. Biz, hayvanlar içerisinde, herhangi bir karşılığı haketmemiş olanların da mutlaka bulunacağını söyledik. Zira bu hayvanlar, çoğu kez her türlü elem ve acıdan korunmuş olarak kalırlar. Sonra da Hak Teâlâ onların acı vermeksizin canını alır. Zira ölürken bir acının mutlaka mevcut olduğu bir delil ile sabit değildir. Bu durumda o hayvan, herhangi bir bedel hak etmiş olmaz. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet-i kerime hayvanlara rıfk ile muamele etmeyi teşvik eder. “Onlar da sizin gibi bir ümmet” diyerek kendinizden ayrı saymayın haklarına riayet edin buyurulmuştur. (Âşûr)

 
En'âm Sûresi 39. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah, kimi dilerse onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 كَذَّبُوا yalanlayan(lar) ك ذ ب
3 بِايَاتِنَا bizim ayetlerimizi ا ي ي
4 صُمٌّ sağırdırlar ص م م
5 وَبُكْمٌ ve dilsizdirler ب ك م
6 فِي içinde
7 الظُّلُمَاتِ karanlıklar ظ ل م
8 مَنْ kimseyi
9 يَشَإِ dilediği ش ي ا
10 اللَّهُ Allah
11 يُضْلِلْهُ şaşırtır ض ل ل
12 وَمَنْ ve kimseyi de
13 يَشَأْ dilediği ش ي ا
14 يَجْعَلْهُ koyar ج ع ل
15 عَلَىٰ üzerine
16 صِرَاطٍ yol ص ر ط
17 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

صُمٌّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  بُكْمٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  صُمٌّ ’e matuftur.  فِي الظُّلُمَاتِ  car mecruru  بُكْمٌ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.  

Atıf; atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir. Atıf edatından önce gelen kelime veya cümleye “matufun aleyh”, sonra gelene “matuf” denilir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atfedilmez. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

 مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَشَأِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

يُضْلِلْهُ  fiili şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri,  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَشَأِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

يَجْعَلْهُ  fiili şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  يَجْعَلْهُ  fiiline müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ  kelimesinin sıfatıdır.

مُسْتَق۪يمٍ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babından ism-i faildir.

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcîh sanatı vardır.

Mevsûlün sılası olan  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

الظُّلُمَاتِۜ - كَذَّبُوا  ve  صُمٌّ وَبُكْمٌ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.

“Biz, Kur’an’da bütün önemli şeyleri zikrettik. Böylece bütün bahane ve mazeretleri ortadan kaldırdık. Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar sağırdırlar. Çünkü tefekkür ve anlayış kulağıyla bunları dinlemiyor ve duymak istemiyorlar. Onlara eskilerin masalları gözü ile bakıyorlar. Bunları mucize saymıyor ve başka mucizeler istiyorlar. Aynı zamanda onlar dilsizdirler. Çünkü hakkı konuşamazlar.

Bu sebeplerle (Resulüm) Senin davetine icabet etmiyorlar.”

فِي الظُّلُمَاتِ  [karanlıklar içinde] ifadesi “karanlıklar içinde kaybolmuş” manasına geldiği gibi dilsizlerin sıfatı olarak “karanlıklar içinde kalmış dilsizler” anlamına da gelebilir.

Bundan maksat, onların cehaletinin son derece köklü ve hallerinin kötü olduğunu belirtmektir. Çünkü sağır ve dilsizler görebiliyorlarsa, işaretle anlayabilir ve düşüncelerini, işaretle anlatabilirler.

Ama eğer sağır ve dilsiz olmanın yanı sıra bir de âmâ ise veya karanlıklar içinde ise o takdirde anlama ve anlatma kapısı tamamıyla ona kapanmış olur. (Ebüssuûd)


مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

Cümle müstenefedir.  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَشَأِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.

Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cevap cümlesi  يُضْلِلْهُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede müsnedlerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

مَنْ - يَشَأِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Aynı üsluptaki …وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ  cümlesi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir.

مَنْ يَشَأِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ  cümlesiyle   وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُضْلِلْهُۜ - مُسْتَق۪يمٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  sıfat tamlamasının nekre kelimelerle belirsiz olarak gelişi tazim ifade eder. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıratı müstakimden kasıt hak dindir. Bu ibarede istiare vardır. Sırat kelimesi; hak din manasında müsteardır. (Âşûr)

Bu ayet-i kerimede ibhamdan sonra açıklamak maksadıyla mef'ûl hazf olmuştur. Çünkü  يَشَأِ  denildiğinde birşey istendiği bellidir ama istenen şey müphemdir. Şartın cevabı gelince bu müphemlik ortadan kalkar. Genel olarak  يَشَأِ  fiilinin mef'ûlü bu şekilde hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu cümleler onların, kalplerinin mühürlenmiş ve imana gelmeleri asla mümkün olmayan kimseler olduğunu beyanla hakikati tespit ve geçen ayetleri açıklar.

Allah Teâlâ, dilediği kimsede dalalet yaratır. Ancak bu, o kimsenin hiç dahli olmadan cebir yoluyla değil, fakat o kimsenin ihtiyarî iradesini dalaleti kazanma yönünde harcaması halinde gerçekleşir. “Allah, dilediğini idlâl eder.” ifadesinin izahı böyledir.

Allah Teâlâ, doğru yolda gideni ondan saptırmaz ve o yolda sabit olan ayakları oradan kaydırmaz. (Ebüssuûd)

 
En'âm Sûresi 40. Ayet

قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَرَأَيْتَكُمْ gördünüz mü? ر ا ي
3 إِنْ eğer
4 أَتَاكُمْ size gelse ا ت ي
5 عَذَابُ azabı ع ذ ب
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أَوْ ya da
8 أَتَتْكُمُ gelse ا ت ي
9 السَّاعَةُ o sa’at س و ع
10 أَغَيْرَ başkasına mı غ ي ر
11 اللَّهِ Allah’tan
12 تَدْعُونَ yalvarırsınız د ع و
13 إِنْ şayet
14 كُنْتُمْ iseniz (söyleyin) ك و ن
15 صَادِقِينَ doğru (sözlü) ص د ق

İnsanlar çeşitli sıkıntılara mâruz kalmakla birlikte, yine Allah’ın mümkün kıldığı bazı tedbirlere, yarattığı bazı çarelere başvurarak bu sıkıntılardan kurtulabilmektedirler. Ancak Allah’ın, tedbir ve çarelerini yaratmadığı, giderme imkânlarını yalnız kendisinde saklı tuttuğu belâ ve musibetler de vardır ki, insanlar böyle durumlarla karşılaştıklarında genellikle, inançlısıyla inançsızıyla, kurtuluş için yalnız Allah’a yalvarır; Allah’ı unutanlar bile taptıkları putlarını, uydurma tanrılarını, taparcasına bağlandıkları servetlerini, makamlarını, liderlerini unutarak, Allah’ın vicdanlarına yerleştirdiği fıtrî bir eğilimle Allah’a yönelir, O’ndan başka kurtarıcı ulu kudret bulunmadığının farkına vararak kurtuluşu yalnız O’ndan dilerler. Allah Teâlâ bu âyetlerde, belirtilen duruma işaret ederek inkârcılara, Allah’ın azabının kendilerine gelmesi, ölüm veya kıyamet vaktinin gelip çatması halinde ne yapacaklarını sormakta, inatlarından veya bizzat kendi fıtratları hakkında cahil olduklarından bu soruya doğru dürüst cevap veremeyecekleri için, sorunun doğru cevabını yine kendisi vermekte ve onların böyle durumlarda yalnız kendi yüce zâtına yönelip kendisine yalvaracaklarını açıklamaktadır. Böylece 38. âyette Allah’ın varlığının ve kudretinin dış dünyadaki bazı delillerinden söz edildikten sonra burada da bir kısım insanların bazı şeylere tanrılık isnat etmelerinin bizzat insanın kendi selim tabiatı tarafından tekzip edildiği, asılsızlığının ortaya konduğu belirtilmekte ve Allah’tan başka dayanılıp güvenilecek gerçek ilâh bulunmadığı bizzat insanın kendi fıtratından gösterilen aklî delil ile kanıtlanmaktadır.

 

Kuran Yolu Tefsiri/ Diyanet  

قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

 أنت’dir.

Mekulü’l-kavli  اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتَكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اَتٰيكُمْ; şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, إن أتاكم عذاب الله فأخبروني عنه أتدعون غير الله لكشفه (Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse sizi kurtarması için Allah’tan başkasını mı çağırırsınız?) şeklindedir.

اَوْ  harfi tahyir/ tercih ifade eder.  اَتَتْكُمُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

Hemze istifham harfidir.  غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ


اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberidir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ 

 

Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَرَاَيْتَ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l Kur’an (Thk.: Yusuf Abdurrahman el-Meraġşelî, Cemâl Hamdî ez-Zehebî, İbrahim Abdullah el-Kurdî),Beyrût, 1994) 

اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ  cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَتٰيكُمْ  şart fiilidir. Aynı üsluptaki  اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ  cümlesi  اَوْ  atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ  cümlesi  اَرَاَيْتَكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır.

Bu cümledeki ve  اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ  cümlesindeki istifham, kınama ve onların hallerine taaccüb anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ cümlesinde mamul amiline kasr edilmiştir. Ziyade tehdit ve kınama vardır. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla sorularda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَتٰيكُمْ - اَتَتْكُمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَذَابُ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  عَذَابُ  şan ve şeref kazanmıştır.

السَّاعَةُ  kıyamet gününden kinayedir.

قُلْ  kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir  قُلْ  lafzı vardır ama bazıları, önemli olan hususlarda  قُلْ  lafzı açık olarak söylenmiştir.

اَرَاَيْتَكُمْ; dikkat çekme tabirlerinden biridir.

Ayetin manası şudur: "Allah Teâlâ, Hz, Muhammed'e şöyle demiştir: "Ey Muhammed, o kâfirlere "O, Allah'ın azabı, eğer size dünyada iken gelirse veyahut da bu azap size, Kıyamet koparken gelirse, siz bu belayı ve zararı savuşturma hususunda Allah'tan başkasına mı, yoksa Allah'a mı müracaat eder, başvurursunuz?" de.." Onların, bu bela ve sıkıntıları savuşturma hususunda, putlarına ve tasvirlerine değil de, Allah'a müracaat edecekleri zaruri olarak bilinince, muhakkak ki Cenab-ı Hak "Hayır, ancak Onu çağırırsınız.." buyurmuştur. Yani, "Sizler, bu bela ve sıkıntının savuşturulmasını talep etmek için, ancak Allah'a başvurursunuz..." demektir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye veya tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  كان ,كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  فادعوا غير الله  olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. 

Bu ifade, iskâtı (muhatabı susturmayı) tekid eder ve onların yalanlarını ortaya çıkarır. Burada onların doğru sözlü olmaları, Allah Teâlâ'dan başkasına yalvarıp yalvarmayacaklarını söylemelerini gerektiren bir şart cümlesidir. (Ebüssuûd)

En'âm Sûresi 41. Ayet

بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟  ...


Hayır! (Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz, O da dilerse (kurtulmak için) dua ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı unutursunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ hayır
2 إِيَّاهُ yalnız O’na
3 تَدْعُونَ yalvarırsınız د ع و
4 فَيَكْشِفُ O da kaldırır ك ش ف
5 مَا şeyi
6 تَدْعُونَ istediğiniz د ع و
7 إِلَيْهِ ondan
8 إِنْ şayet
9 شَاءَ dilerse ش ي ا
10 وَتَنْسَوْنَ ve unutursunuz ن س ي
11 مَا şeyleri
12 تُشْرِكُونَ ortak koştuğunuz ش ر ك

بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟


بَلْ; idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  اِيَّاهُ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  يَكْشِفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ اِلَيْهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  تَدْعُونَ  fiiline müteallıktır.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; إن شاء أن يكشف كشف (Açmak isterse..) şeklindedir. 

وَ  atıf harfidir.  تَنْسَوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تُشْرِكُونَ۟’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تُشْرِكُونَ۟  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  بَلْ  idrab ve iptida harfidir. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اِيَّاهُ  âmili olan  تَدْعُونَ  fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr-ı ifrad ifade eder. (Âşûr)  Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ  cümlesine dahil olan  فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle istînâfa matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası da muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih anlamı vardır.

تَدْعُونَ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberi isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasındaki  شَٓاءَ  fiilidir. Takdiri,  أن يكشف كشف  [Açmak] olan cevap cümlesi mahzuftur. Şartın cevabının hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır. 

Şart fiili  شَاۤءَ ’nin mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlayan îcaz sanatıdır.

Ayetin son cümlesi,  فَيَكْشِفُ  cümlesine,  وَ ’la atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası da muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih anlamı vardır.

Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, anlamı muhatabın zihnine yerleştirmekte etkili olur.

"Sizler, bu bela ve sıkıntının savuşturulmasını talep etmek için, ancak Allah'a başvurursunuz..." Daha sonra Cenab-ı Hak, "O da, kendisine çağırdığınız herhangi bir şeyi, ...açar" buyurmuştur. Yani, "Allah, kendisi sebebiyle dua etmiş olduğunuz o zararı giderir ve böylece sizler, O'na şirk koştuğunuzu unutursunuz" demektir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır: a) İbn Abbas: "Bu, "Onların bir fayda ve zarar veremeyeceğini bildiğiniz için putları terkeder, onlara dua etmezsiniz" anlamındadır" demiştir. b) Zeccâc, mananın, "siz onlara dua etmeme konusunda onları adeta unutmuş gibisiniz.." şeklinde olmasının caiz olduğunu söylemiştir ki, bu aynı zamanda Hasan el-Basrî'nin görüşüdür. Çünkü Hasan el-Basrî, bu ifadeye, "Onlar, unutan kimsenin yüz çevirmesi gibi, o putlardan yüz çevirirler..." manasını vermiştir. Bunun benzeri olan bir ayet de, "Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri, (yolcular da) bununla sevindikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar. Her yerden kendilerine dalgalar hücum eder. Sanırlar ki, onlar çepeçevre kuşatılmışlardır!.. (İşte) onlar, Allah'ın dininde halis ve samimi kimseler olarak Ona dua ederler " (Yunus. 22) ayetidir. Onlar o durumda putlarını hiç anmazlar. (Fahreddin er-Râzî)

 

Bu cümle şunu açıklar: Onların dualarının kabulü, genel bir kural sonucu değil, fakat gizli hikmetleri olan Allah'ın (cc) iradesine bağlıdır. Allah Teâlâ bu gizli hikmetler ilmini Kendisine tahsis etmiştir. Onun için, dünyevî ve uhrevî azapların kaldırılmasına ilişkin dualardan kimilerini kabul eder, kimilerini de etmez. (Ebüssuûd)

Bu ayet, Allah'ın, isterse bazan duaya icabet ettiğini, bazan da icabet etmediğini gösterir.. Zira Cenab-ı Hak, "O da, kendisine çağırdığınız herhangi bir şeyi, dilerse giderir..." buyurmuştur. Bir kimse şöyle diyebilir: "Allah'ın "Bana dua edin, size icabet edeyim.." (Mümin……..) şeklindeki buyruğu, İcabetin (duanın) kabulüne dair kat'iyyet ifade eder.. Binaenaleyh, bu iki ayet nasıl uzlaştırılabilir?" Cevap: Biz şöyle deriz: Cenab-ı Hak, ya bizim alimlerimizin de görüşü olduğu üzere, sırf meşietinden dolayı; veyahut da Mutezile'nin görüşü olduğu üzere, kulun maslahatını gözetmesi bakımından, duaya bazan kâfi olarak icabet eder, bazan da kâfi olarak icabet etmez.. Bu iki durum da mevcut olunca, şüphesiz ki bu iki ayet, bu iki manaya göre varid olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Atıf yoluyla birbiriyle bağlı bu iki cümle arasına "azabın kaldırılması”  cümlesinin girmesi, buna son derece önem verildiğini ortaya koymak ve onun özellikle duaya terettüp ettiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


En'âm Sûresi 42. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ  ...


Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ muhakkak
2 أَرْسَلْنَا (elçiler) gönderdik ر س ل
3 إِلَىٰ
4 أُمَمٍ ümmetlere ا م م
5 مِنْ
6 قَبْلِكَ senden önce de ق ب ل
7 فَأَخَذْنَاهُمْ onları yakalayıp cezalandırmıştık ا خ ذ
8 بِالْبَأْسَاءِ darlık ile ب ا س
9 وَالضَّرَّاءِ ve sıkıntı ile ض ر ر
10 لَعَلَّهُمْ belki onlar
11 يَتَضَرَّعُونَ yalvarırlar diye ض ر ع

Bundan önceki iki âyette inkârcılar, Allah’ın azabı ve ölümle (veya kıyamet) tehdit edilerek uyarılmışlardı. Bu âyette ise onlara daha önce bu şekilde cezalandırılmış olan âsi kavimlerden söz edilerek bundan ibret almaları amaçlanmıştır. Ayrıca burada müşriklerin inat ve inkârlarından dolayı üzüntü duyan Hz. Peygamber için de bir teselli vardır. Çünkü kendilerine bildirilen ilâhî hakikatleri reddedenler sadece Arap müşrikleri değildir. Bu âyette verilen bilgilere göre Hz. Muhammed’den önceki ümmetlere de peygamberler gönderilmiş; yüce Allah, bunlar arasında inkârcı olanların, akıllarını başlarına toplayıp doğru yolu seçmeleri için peygamberlerini tasdik ederek kendisine niyazda bulunmaları, yalvararak af dilemeleri için onları geçim sıkıntısı, hastalık gibi sıkıntılara mâruz bırakmıştı.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 401-402  

وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ


وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlun bih mukadderdir. Takdiri;  رسلا  şeklindedir.

اِلٰٓى اُمَمٍ  car mecruru  اَرْسَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru aynı şekilde  اَرْسَلْـنَٓا fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَرْسَلْـنَٓا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  رسل’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  اَخَذْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِالْبَأْسَٓاءِ  car mecruru  اَخَذْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. 

الضَّرَّٓاءِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْبَأْسَٓاءِ ’ye matuftur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَتَضَرَّعُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَضَرَّعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَضَرَّعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ضرع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ 

 

و  istînâfiyyedir.  لَ  ise mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.

Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ  cümlesi  لَ  ve  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Azamet zamiriyle gelen mazi fiil  اَرْسَلْـنَٓا  hudûs ifade eder.

اُمَمٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

وَلَقَدْ  ifadesi bu cümlenin anlamına ziyadesiyle ehemmiyet verildiğini ortaya koymak içindir. (Ebüssuûd)

 

فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

 

فَ  atıftır. Cümle takdiri  فكذبوهم  [Onları yalanladılar.] olan mahzufa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِالْبَأْسَٓاءِ - الضَّرَّٓاءِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَأْسَٓاءِ ; korkunun hakim olduğu hayatî sıkıntı,  ضَّرَّٓاءِ ; ekonomik sıkıntı için kullanılır. (Farklar sözlüğü)

Ayetin son cümlesi ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.

Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ, vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.

لَعَلَّ ‘ nin haberi olan  يَرْجِعُونَ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır yani “sakınıp korunmanız için” demektir, der. (Nesefî, Medariku’t Tenzîl Ve Hakaiku’t Te’vîl)

الضَّرَّٓاءِ - يَتَضَرَّعُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu istinafî kelamdan açıkça anlaşıldığı gibi o kâfirlerden bazıları, azap gelmesine rağmen Allah'a (cc) yalvarmıyorlar, azgınlık ve sapıklıkta ısrarlı davranıyorlardı. (Ebüssuûd)

Bu ayetin manası: "Allah Teâlâ peygamberine, kalp katılığında, canları ve malları hususunda çeşitli belalar ve sıkıntılarla muaheze edilme derecesine ulaşmış olan topluluklara peygamberler gönderdiğini ama onların, inkiyâd ederek yalvarıp yakarmadıklarını bildirmiştir" şeklindedir. Bundan maksat ise Hz. Peygamber'i teselli etmektir. (Fahreddin er-Râzî)

En'âm Sûresi 43. Ayet

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَوْلَا hiç olmazsa
2 إِذْ zaman
3 جَاءَهُمْ kendilerine geldiği ج ي ا
4 بَأْسُنَا baskınımız ب ا س
5 تَضَرَّعُوا yalvarsalardı ض ر ع
6 وَلَٰكِنْ fakat
7 قَسَتْ katılaştı ق س و
8 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
9 وَزَيَّنَ ve süslü gösterdi ز ي ن
10 لَهُمُ onlara
11 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
12 مَا şeyleri
13 كَانُوا oldukları ك و ن
14 يَعْمَلُونَ yapmış ع م ل

Bu ümmetlerin, musibet gibi görünen bu fırsatlardan yararlanarak Allah’a tazarru ve niyazda bulunmaları gerekirdi. Çünkü az çok basîreti olanların, olaylardan ibret almaya yatkınlığı bulunanların, bunun bir uyarı olduğunu farketmeleri gerekirdi. Nitekim bazı âyetlerde insanların genellikle, hiç olmazsa zor durumda kaldıklarında, Allah’ın dinini tanıyarak ihlâsla O’na yalvardıkları bildirilmektedir (meselâ bk. İsrâ17/67; Ankebût 29/65; Lokmân 31/32). Ancak burada ifade buyurulduğuna göre söz konusu eski ümmetlerin “kalpleri iyice katılaşmış, şeytan da onlara yaptıklarını (tuttukları bâtıl yolu) şirin göstermiş” ve bu yüzden onlar kötüyü iyi görmüşlerdi. Sonuçta terbiye olmaları için uğratıldıkları musibetler de kâr etmedi.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 403-404  

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا


فَ  atıf harfidir.  لَوْلَٓا  tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir.

اِذْ  zaman zarfı  تَضَرَّعُوا  fiiline müteallıktır.  جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بَأْسُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَضَرَّعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَضَرَّعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ضرع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  قَسَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  قُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  زَيَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  زَيَّنَ  fiiline müteallıktır.

الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen masubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan  وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

زَيَّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا 


فَ  atıftır.  فَلَوْلَٓا  tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. تَضَرَّعُوا müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman zarfi  تَضَرَّعُوا , اِذْ ’ya müteallıktır.  جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır. 

بَأْسُنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  بَأْسُ  tazim kazanmıştır.

بَأْسُنَا - تَضَرَّعُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Azabımız kendilerine geldiğinde yalvarıp yakarsalardı ya!] cümlesi yalvarıp yakarmanın olmadığını anlatmaktadır. Burada adeta “azabımız onlara geldiğinde yalvarıp yakarmadılar” denmektedir.  يَتَضَرَّعُونَ  fiili  لَوْلَٓ  edatıyla kullanılmıştır ki yakarmayı terk ederken -inatlarından, kalplerinin katı oluşundan ve şeytanın kendilerine cazip gösterdiği tutum ve davranışlarını beğenmekten başka- hiçbir mazeretleri bulunmadığı gösterilmiş olsun. (Keşşâf)

Cübbaî, "olur ki, böylece yalvarırlar" buyruğuna tutunarak şöyle demektedir: "Bu ifade, Cenab-ı Hakk'ın, onların yalvarıp yakarmalarını ve iman etmelerini dilediği için, onlara peygamberler gönderdiğine ve onlara yoksulluğu ve çeşitli hastalıkları musallat ettiğine delalet eder.. Bu da, Allah Teâlâ'nın, herkesin taatte bulunup iman etmesini dilediğini gösterir." (Fahreddin er-Râzî)

Bu cümle, makablindeki ibhamı giderir. Yani, onların kalpleri katı olduğu ve daha da katılaştığı için boyun eğmediler ve yalvarmadılar. demektir. (Ebüssuûd)


وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

وَ ’la makabline atfedilen cümleye dahil olan  لٰكِنْ  istidrak harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki …وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ  cümlesi  قَسَتْ قُلُوبُهُمْ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.  زَيَّنَ  fiilinin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.  كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

 قَسَتْ قُلُوبُهُمْ  ibaresinde istiare vardır.  قسي; sertlik olup taşın özelliğidir. Taş değil, taşın sıfatı zikredildiği için istiare vardır. Çimento sertleştikten sonra yani sıvı iken kullanılmadıysa taşlaşır ve hiçbir işe yaramaz. Kalpler de böyle olur. Kalbimiz havuz gibidir. Beş duyudan gelen hislerle dolar. Gelen su berraksa havuz da berrak olur. Ama kalbe gelen olumsuzluklar kin ve düşmanlık oluşmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur. 
En'âm Sûresi 44. Ayet

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ  ...


Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 نَسُوا unutunca ن س ي
3 مَا
4 ذُكِّرُوا yapılan uyarıları ذ ك ر
5 بِهِ kendileri
6 فَتَحْنَا açıverdik ف ت ح
7 عَلَيْهِمْ üzerlerine
8 أَبْوَابَ kapılarını ب و ب
9 كُلِّ her ك ل ل
10 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
11 حَتَّىٰ nihayet
12 إِذَا sırada
13 فَرِحُوا sevince daldıkları ف ر ح
14 بِمَا şey ile
15 أُوتُوا kendilerine verilen ا ت ي
16 أَخَذْنَاهُمْ onları yakaladık ا خ ذ
17 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
18 فَإِذَا böylece
19 هُمْ onlar
20 مُبْلِسُونَ bütün umutlarnı yitirdiler ب ل س

İnsanlar kıtlıktan bolluğa, hastalıktan sağlığa, sıkıntıdan esenliğe kavuştukları zaman, bunlarda kendileri için imtihanlar bulunduğunu düşünmeli ve her zamankinden daha dikkatli, daha sorumlu hareket etmeli, bu nimet ve imkânları veren Allah’a minnet ve şükran hissi duymalıdırlar. Âyette söz konusu edilen kavimler, bu imkânların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrâc (insanın günahlarını daha da arttırmasına yol açabilecek nimetler; bilgi için bk. A‘râf 7/182), bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; “sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada” Allah Teâlâ onları ansızın yakaladı. “Bir anda bütün ümitlerini yitirdiler; böylece artık zulmeden –yani şükretmeleri gerekirken küfredip başkaldıran– kavmin kökü kesildi.” Bu şekilde ıslah olma ümidi kalmamış olan kötülerin Allah tarafından yok edilmesi iyiler hakkında bir rahmet olduğu için, bu gelişmeleri anlatan âyetlerin sonunda “Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” buyurulmuştur. Rivayete göre Hz. Peygamber, “Bir topluluk günah işlemekte ısrar ederken yine de Allah’ın onlara istedikleri şeyleri verdiğini görürseniz bilin ki bu bir istidrâcdır” buyurmuşlar, ardından da bu âyeti okumuşlardır (İbn Atıyye, II, 292) 

Kuran Yolu Diyanet Tefsiri  

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ 


فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

نَسُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  ذُكِّرُوا بِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ذُكِّرُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  ذُكِّرُوا  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ ’dir.  فَتَحْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  فَتَحْنَا  fiiline müteallıktır. اَبْوَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.

كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ


حَتّٰٓى  ibtida harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

  • Harf-i cer olarak, 
  • Başlangıç edatı olarak, 
  • Atıf edatı olarak.

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.

فَرِحُوا  şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَرِحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  فَرِحُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تُٓوا  damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı  اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً ’dir. sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بَغْتَةً  hal olup fetha ile mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  isim cümlesine dahil olduğunda mufacee harfi olur. ‘Birdenbire, aniden’ anlamı verir.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُبْلِسُونَ  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبْلِسُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bu cümlenin isim cümlesi olarak varid olması, bu korkunç halin sürekli olduğuna delalet eder. (Çünkü isim cümlesi, süreklilik manasını verir.)

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ


فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  ذُكِّرُوا  mazi fiil cümlesidir.

Cevap cümlesi olan  فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ  önemine binaen mef’ûl olan  اَبْوَابَ ’ye takdim edilmiştir.

نَسُوا - ذُكِّرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَتَحْنَا  kelimesi burada keder ve gamı giderme manasına istiaredir.  (Âşûr) 

كُلِّ  lafzı, kesret manasına veya hakiki manada kullanılmıştır. Sıfatı mahzuftur. Takdiri;  “كُلَّ شَيْءٍ صالِحٍ” dır. (Âşûr) 

Bil ki, bu söz de birinci kıssanın tamamlayıcısıdır. Orada yüce Allah yalvarsınlar diye onları fakirlik ve hastalıklarla muaheze ettiğini, yakaladığını beyan buyurmuştu. Sonra da bu ayette, onlar, kendilerine hatırlatılmış olan hastalık ve yoksulluğu unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açarak, onları fakirlik ve yoksulluktan kurtarıp rahat, bolluk ve çeşitli nimetlere sevk edeceğini beyan buyurdu. Bundan maksat ise şudur: Allah Teâlâ, onlara bazan musibet ve belaları musallat kılmak suretiyle muamele etmiş; ama onlar bundan gereken istifadeyi elde edememişlerdir. Bunun üzerine de Allah onları, bu durumun aksi olan başka bir hale geçirmiştir ki bu da, onlara her türlü hayrın kapılarını açması; onlar için sürür ve saadet vesilelerini kolaylaştırmasıdır.. Ama onlar bundan da yararlanamamışlardır. Bu tıpkı, şefkatli bir babanın çocuğuna karşı olan şu davranışına benzer: Baba, çocuğunun iyiliği için ona bazan sert bazan da yumuşak davranır.. Onlar kendilerine verilen hayır ve nimetler sebebiyle sevinip, herhangi bir şükür edasında bulunmaksızın ve de herhangi bir mazeret beyanında bulunmaya, tövbe etmeye yönelmeksizin, sevinme ve şımarmadan fazla bir şey yapmadılar... İşte bu sebeple de, biz onları ansızın yakaladık...(Fahreddin er-Râzî)


حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ

 

حَتّٰٓى  ibtidaiyye, اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi  فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bil ki, "üzerlerine her şeyin kapılarını açtık..." buyruğunun manası, "Onlara kapalı olan bütün hayırların ve her şeyin kapılarını açtık..." demektir, "ferahlandıkları zaman" sözünün manası ise, "Onlar, başlarına gelen bu fakirlik ve hastalıkların, Allah'tan bir intikam almak üzere olmadığını zannedip, Allah da onlara her türlü hayırların kapılarını açınca, bunu kendilerinin hak etmiş olduklarını zannedince, işte o vakit onların kalplerinin katılaşıp öldüğü ve artık kalplerinden hiçbir uyanıklık ve intibahın ümit edilemeyeceği ortaya çıkar.. İşte bu sebeple Allah, fark edemeyecekleri bir yönden, onların başına ansızın azabını getirivermiştir" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

Mecrur müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, tevcih ihtiva eder. Sılası, müspet mazi fiil sıygasında, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

Cevap cümlesi olan  اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin fasılası olan  فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ , şartın cevabına  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleye dahil olan  اِذَا, mufacee harfidir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ  cümlesi isim cümlesi olarak gelerek bu korkunç halin devamlı olduğuna delalet eder.  (Ebüssuûd)

Ferra: "Müblis" ümitleri sona eren kimse demektir. İşte bundan dolayı, delili sona erdiğinde susup kalan kimseye denildiğini söylerken; Zeccac: "Müblis"in, çok şiddetli bir üzüntü ve tahassür duyan kimse manasına geldiğini" söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

"İblâs" kelimesi Arapçada şu manalara gelir: a) Helak edici musibetler geldiğinde, kurtulma ümidini yitirme... b) Delilin sona ermesi, bitmesi, tükenmesi... c) Kişinin, başına gelen belalardan dolayı hayrete düşmesi, şaşması... Bütün bunlar ise, birbirlerine yakın manalardır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette iki farklı görevdeki  اِذَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَرِحُوا - مُبْلِسُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

41. ayetten itibaren son dört ayet arasında lüzum mâ lâ yelzem vardır.

 
Günün Mesajı
39. ayeti doğru anlamaya çalışmalıyız. Bu ayeti kerimede iman ve küfür Allah'ın dilemesine bağlanmıştır.
İlim maluma tabidir. Allah insanın nasıl davranacağını iradesine ne yönde kullanacağını bilir. Çünkü onun için zaman, dolayısıyla geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman söz konusu değildir. Hepsi onun için aynı mesabededir. Her zaman insanın iradesini ne yönde kullanacağını bilir.
İnanmayı da inanmamayı da insan kendisi diler ve dilemesini herhangi bir yönde kullanır.  Fakat insanın dilemesine vücut veren, yani iman ve inkar gibi kalbi olanlar da dahil bütün amellerimizi yaratan Allah'tır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allahım! 

Senin yolunda kulağını ve gözünü açanlardan,

İşitmek için dinleyenlerden ve görmek için bakanlardan,

Bir şeyin doğrusunu öğrendiğimizde, nefsimizin itirazlarına rağmen, daima hakikatin peşinden gidenlerden,

Aleminde şahit olmamıza izin verdiğin her ibreti görenlerden ve gördüklerinden de ibret alanlardan,

Doğru yolda yürüyen kullarından,

Bolluk ya da darlık, sağlıklı ya da hastalıklı, sevinçli ya da üzüntülü, güvenli ya da korkulu dönemlerimizde yalnız Sana sığınanlardan ve yalnız Sana yalvaranlardan,

Senden af dileyenlerden ve affedilenlerden,

Senden iki cihanını da isteyenlerden ve ikisinde de nimetlerine kavuşanlardan,

Senden rızanı umanlardan ve razı olduklarından,

Senin dostluğunla yetinenlerden,

Salihlerden,

Sıddıklardan,

Sevdiklerinden,

Sevindirdiklerinden,

Sevdiğin kulların tarafından sevilenlerden,

Ve sevdiğin kullarını sevdirdiklerinden olmamızı nasip et.

Gönüllerimizi hayırlı dualarla, zihinlerimizi hayırlı ilimlerle ve kalplerimizi zikrinle meşgul et. Bedenimizin her uzvunu iman nuruyla süsle Rabbim. 

Amin.

***

Yeryüzünde yapılan her işin samimiyet derecelendirmesi vardır. Samimiyet, kulun Allah’a yaklaşma isteğine göre ya artar ya da dünyaya yönelen kişininki gibi azalır. Kısacası, samimi niyetlerle Allah’ın emirlerine itaat etme yolunda gösterilen çabadır.

Dinlemek fiili, dünyevi-uhrevi kapılar açan, her günün önemli bir parçasıdır. İnsanın kendi kalbini, alemde ve ömürde gizlenen hakikat alametlerini, başkalarını dinlemesi diye çeşitlere ayrılır. Samimiyetle kulaklarını açanın adımları hakikat yoluna ve dünyada da başarıya çıkar.

İnsan arası ilişkilerde de, gerçekten dinleyenle dinlemeyeni ayırt etmek kolaydır. Bakışları ya da sonrasında sorduğu sorularla kendisini ele verir. Doğru şekilde dinlemezse eğer, mesafeyle ya da kan bağıyla yakın olduğuna bile zamanla yabancılaşır. 

Ey Allahım! Bizi dünyevi ve uhrevi meselelerin hepsinde samimiyetle dinlemesini bilenlerden eyle. Kendimize, yaptıklarımıza, sevdiklerimize ve yaşadığımız aleme yabancılaşmaktan koru. En önemlisi ise halimizin, Sana yabancılaşanlara benzemesinden muhafaza buyur. Hakikati işitenlerden ve kelamını kalbiyle dinleyip amel edenlerden eyle. Attığımız her adımla ve aldığımız her nefesle; bizi daima Sana yaklaşanlardan ve rızanı kazananlardan eyle. Dünyada ve ahirette, başarıya ve huzura ulaşanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji