بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. قُطِـعَ meçhul mebni mazi fiildir. دَابِرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. الْقَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْقَوْمِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Takdiri, واَجِبٌ veya ثاَبِةٌ (gereklidir veya sabittir) şeklindedir.
رَبِّ lafzı لِلّٰهِ lafzının sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
الْعَالَم۪ينَ lafzı رَبِّ lafzının muzâfun ileyhi olduğundan mecrurdur. الْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ
Ayet önceki ayetteki هُمْ مُبْلِسُونَ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَقُطِـعَ دَابِرُ [Arkasının kesilmesi] ifadesi, topluluğun yok edilmesinden kinayedir. Çünkü yok edilen toplumun arkasından onu izleyen başka bir toplum meydana gelir. Bunların ardından başkası gelince bu toplum da yok edilir. Bu böyle devam edip gider. Bu tabir Kur’an’da çok tekrar edilmiştir. (Âşûr)
Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Mecrur mahaldeki الْقَوْمِ ,الَّذ۪ينَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Hudûs ifade eder.Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Burada zamir makamında zahir ismin kullanılması (onların değil de zalimler topluluğu denmesi) hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü onların helak edilmesi, zulümleri sebebiyledir. Bu da,küfrü şükür, isyanı da itaat yerine koymaktır.
(Ebüssuûd)
الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ’dan murad, müşriklerdir. Şirk en büyük zulümdür. Çünkü şirk, Rabb olarak sadece Allah’ı kabul etmek konusunda Allah’ın kulları üzerindeki hakkına bir tecavüzdür. Yine şirk, bir takım haksızlıkları da beraberinde getirir. Çünkü müşrikler, insanları adaletsizlikten alıkoyan bir kanuna inanmazlar. (Âşûr)
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Cümle müstenefedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَلْحَمْدُ, kelimesinin başındaki اَل takısı istiğrak ifade ettiği için, övgüde mübalağa sanatı vardır. Hitap şeklini zenginleştirme babındandır. Çünkü hitap; lafzen haber, manen emir cümlesidir. Yani “elhamdulillah deyiniz” demektir. Hamd’in Allah’a mahsus olduğunu ifade eder.
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ [Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.] Denildiğine göre bu hamd, zalimler topluluğunun helak edilmeleri dolayısıyladır. Allah’a nasıl hamd edeceklerinin müminlere öğretilmesi için olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
لِلّٰهِ lafzındaki ل tahsis ifade eder. (Sâbûnî)
Ayetin isim cümlesi olduğu görülmektedir. İsim cümlesinin fiil cümlesine tercih edilmiş olması, isim cümlesinin süreklilik /devamlılık /sübût gibi manalar içeriyor olmasındandır. Zira ayetin anlatmak istediği, hamdin belirli zaman dilimi ve şahıslarla sınırlı olmadığı, ezelden ebede Allah'a olduğunu beyan etmektir. (Murat Ataman, Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili)
رَبّ kelimesi her ne kadar yaygın bir kullanım alanına sahip olsa da اَل takısıyla veya izafetsiz kullanıldığında bütün mevcudatın maslahatına kefil olduğundan sadece Allah için kullanılır. Ancak izafetli olduğu zaman hem Allah hem de başkaları için kullanılabilir.
الْعَالَم۪ينَ lafzının cemi gelme nedeni, kelimeye dahil olan ال takısının istiğrak ifade etmesindendir. Şayet müfret gelseydi o zaman ال’in ahd veya cins için olduğu akla gelebilirdi. Dolayısıyla cemi gelmiş olması ال’in istiğrak için olduğunu belirtmektedir. ( Âşûr)
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti الْعَالَم۪ينَۙ için tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve رَب isminde tecrîd sanatı vardır.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | söyleyin bana |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | أَخَذَ | alsa |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | سَمْعَكُمْ | işitme(duyu)nuzu |
|
7 | وَأَبْصَارَكُمْ | ve gözlerinizi |
|
8 | وَخَتَمَ | ve mühür vursa |
|
9 | عَلَىٰ | üstüne |
|
10 | قُلُوبِكُمْ | kalblerinizin |
|
11 | مَنْ | kimdir? |
|
12 | إِلَٰهٌ | tanrı |
|
13 | غَيْرُ | başka |
|
14 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
15 | يَأْتِيكُمْ | size getirecek |
|
16 | بِهِ | bun(lar)ı |
|
17 | انْظُرْ | bak |
|
18 | كَيْفَ | nasıl |
|
19 | نُصَرِّفُ | türlü türlü açıklıyoruz |
|
20 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
21 | ثُمَّ | sonra yine |
|
22 | هُمْ | onlar |
|
23 | يَصْدِفُونَ | yüz çeviriyorlar |
|
Bu ayetle beraber, Kur’an’ın akışı Allah’a ortak koşanları, kendi şahıslarına, işitme ve görme organlarına, kalplerine yönelik Allah’ın korkunç azabıyla karşı karşıya getiriyor. Onlar bu azabı geri çevirmekten acizdirler. Şayet yüce Allah işitme ve görme organlarını, kalplerini işlevsiz hale getirecek olursa, bunları kendilerine geri verebilecek Allah’dan başka bir ilâh da bulamazlar.
Bu bir açıdan onların Allah’ın azabı karşısındaki çaresizliklerini somutlaştıran tasvirin bir sahnedir. Bir diğer açıdan da Allah’a ortak koştukları şeylerin gerçek mahiyetlerini son derece ciddi bir şekilde tasvir etmektedir. Ancak bu sahne onları oldukça derinden sarsıyor. Kuşkusuz insan fıtratının yaratıcısı onun şu tasvir sahnesindeki ciddiyeti ve O’nun ötesindeki gereği kavrayacağını biliyordu. Fıtrat, yüce Allah’ın bunları kendisine yapabileceğini, işitme ve görme organlarını işlevsiz hale getirebileceğini, kalpleri mühürleyebileceğini, bu organlarını artık işlevlerini yerine getiremeyeceklerini algılıyor. Fıtrat biliyor ki, yüce Allah, bunu yapacak olursa O’nun azabını geri çevirecek bir ilâhın varlığı söz konusu değildir.
Gönüllerde ve bedenin diğer organlarında titremeye neden olur, aynı zamanda şirk inancının tutarsızlığını ve Allah’dan başka dostlar edinmenin sapıklığını ortaya koyan bu sahnenin gölgesinde… Evet bu sahnenin ışığında, kendilerine ayetler, çeşitli yollarla açıklanmasına rağmen tıpkı kendisine isabet eden bir hastalıktan ötürü yabancı yönlere, dışarıya eğilim gösteren deve gibi yan çizmeleri şaşkınlık yaratıyor.
“Nasıl ayetlerimizi çeşitli açılardan açıkladığımız ve sonra da onların nasıl yüz çevirdiklerini görüyor musun?”
Bir tarafa eğilimli olarak yürüme, yan çizme sahnesiyle birlikte dile getirilen hayret ifadesidir bu. Bu sahne Araplarca bilinmektedir. Tıpkı hep bir tarafa eğilimli olarak yürüyen devenin sahnesini hatırlatmaktadır. Ayrıca insanın gönlünce horlama, küçümseme ve alaya alma duygularını uyandırmaktadır.
ANSIZIN VE AÇIK AZAB
Beklenen bu sahnenin etkisinden kurtulmadan önce onları ilerde olacak yeni bir olguyla karşılamaktadır. Bu da Allah için uzak değildir. Burada zalim oldukları -yani müşrik oldukları- halde yok olacakları ortam gösterilmektedir. Ansızın gelip çattığı ya da karşı karşıya kaldıkları, habersizken ya da uyanıkken meydana geldiği zamanki zalimlerin yerle bir edilişleri çizilmektedir.Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub
خَتَمَ Hateme: خَتْمٌ kelimesi iki şekilde kullanılır: Birincisi; mühürün nakşı ile bir nesne üzerinde etki/tesir bırakmak. İkincisi; bu nakşın sonucunda ortaya çıkan eser/izdir. Mecâzî olarak bazen, birini bir şeyden korumak, emniyet altına almak ve ondan men’ etmek anlamında; bazen ortaya çıkan, elde edilen nakış göz önünde bulundurularak bir nesneden bir iz elde etmek ,üretmek anlamında kullanılmıştır. Bazen de bu kelimede, bir şeyin sonuna ulaşma anlamı göz önünde bulundurulur. Örneğin buradan hareketle Kur’an’ın sonuna ulaştım anlamında O’nu hatmettim denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hatim, Hatem(u’l Enbiyâ), (hüsn-ü) hâtime ve hitâmdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
صدف Bir anlamı devenin ayaklarındaki eğrilik demek olan sedef gibi düzeltilemez ya da denizden çıkan sedef gibi sert bir şekilde yüz çevirdi demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sedef ve tesâdüftür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت’dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَخَذَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. سَمْعَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَبْصَارَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la سَمْعَكُمْ ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, إن أخذ الله سمعكم (Allah sizin işitme duyunuzu alsa…) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. خَتَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru خَتَمَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ cümlesi رَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلٰهٌ haber olup lafzen merfûdur.
غَيْرُ kelimesi اِلٰهٌ ’in sıfatı olup merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَأْت۪يكُمْ fiili اِلٰهٌ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَأْت۪يكُمْ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِهِ car mecruru يَأْت۪يكُمْ fiiline müteallıktır.
اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
Fiil cümlesidir. اُنْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
كَيْفَ istifham ismi نُصَرِّفُ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. نُصَرِّفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَصْدِفُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَصْدِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُصَرِّفُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صرف ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir.
اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır.
Bu ayette ك zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l Kur’an (Thk.: Yusuf Abdurrahman el-Meraġşelî, Cemâl Hamdî ez-Zehebî, İbrahim Abdullah el-Kurdî),
Beyrût, 1994)
اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyedir.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama bazıları, önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir.
اَرَاَيْتَكُمْ; dikkat çekme tabirlerinden biridir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla sorularda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَخَذَ fiili hislerin iptal edilmesine benzetilmiştir. İstiare vardır. (Beyan İlmi)
Müspet mazi fiil sıygasındaki اَخَذَ şart fiilidir. Aynı üsluptaki …وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ cümlesi, şart cümlesine atfedilmiştir.
İstifhamın delaletiyle takdiri فأخبروني من إله غير الله (Allah’tan başka kimin ilah olduğunu bana haber verin.) olan cevap hazfedilmiştir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِ cümlesi اَرَاَيْتَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. يَأْت۪يكُمْ بِهِ cümlesi اِلٰهٌ için ikinci sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Bu cümledeki ve اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ cümlesindeki istifham, kınama ve onların hallerine taaccüp anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Fiilin ilk mef’ûlü mahzuftur. اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ cümlesinin delaletiyle hazfolmuştur.
قُلُوبِكُمْ - اَبْصَارَكُمْ - سَمْعَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ ifadesinde, işitmenin, görmeden önce zikredilmesi, Kur’an ayetlerinin telakki vasıtası olduğundan dolayıdır. سَمْعَ kelimesinin tekil gelişi masdar olması dolayısıyladır. (Ebüssuûd)
اَخَذَ: Bir şeyi almak ve onu bulunduğu yerden ele geçirmek demektir. Burada ise yok etme ve zorla alma anlamında mecazdır. Çünkü zorla alma, kendisinden alınana nispetle ondan almanın lâzımı olduğundan mecaz-ı mürseldir. Bu bir temsil de kabul edilebilir. Allah Teâlâ işitme ve görme duyularını verendir. Bunları yok eder, giderirse bu; verdiğini almak gibidir. Yaratanın mahlukun bazı yeteneklerini yok etme hali de alıcının bir şeyi bir yerden zorla almaya benzetilmiştir. Müşebbeh aklî, müşebbehün bih ise hissîdir. (Âşûr)
Burada üç şey sayılmıştır. Bunlar alınsa bunları geri getirecek kim vardır derken yine çoğul bir kullanım bekliyoruz ama بِهِ şeklinde tekil bir zamir gelmiştir. Bunun sebebi bu üç hasletin bir arada anlamayı sağlamasıdır. Hiç biri tek başına bizim anlamamız için yeterli değildir. O yüzden hepsi tek bir şey yerine konmuş veya “Bunlardan birini bile getirebilecek olan var mıdır? manası ifade edilmiştir.
Görme çoğul, işitme tekil gelmiştir. Bu, Kur’an’da her zaman böyle kullanılmıştır. Beyinde iki tane görme merkezi, ama bir tane işitme merkezi vardır.
İman açısından kulağın tek bir fonksiyonu vardır, o da vahyi işitmektir. Ama gözlere gelen sayısız delil vardır. Bu üç haslet bir arada kullanılarak imana erme gerçekleşir.
Kalplerin mühürlenmesi, işitme ve görme duyularının alınmasının tefsiri de olabilir. Zira işitmek ve görmek, kalbe giden iki yoldur. İdrak konusu olan şeyler o iki yoldan kalbe ulaşır. Bu itibarla o iki duyunun alınması, kalp yolunun tamamen kapanması demektir. Zaten onların, kalbin mühürlenmesinden önce zikredilmesinin sırrı da budur. (Ebüssuûd)
اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Soru ismi كَيْفَ hal olarak gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ cümlesi اُنْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
الْاٰيَاتِ’ın marifeliği ahd içindir. Bu surenin başındaki اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ (Enâm;1) ayetinden bilinmektedir. (Âşûr)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Makabline terahi ifade eden ثُمَّ ile atfedilmiş ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir.
ثُمَّ, kelimesi harika bir tarzda açıklanan deliller karşısında hakka yönelmeleri gerekirken, İslam’dan uzaklaşmalarının çok yadırgandığını ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتَكُمْ | söyleyin bana |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | أَتَاكُمْ | size gelse |
|
5 | عَذَابُ | azabı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | بَغْتَةً | ansızın |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | جَهْرَةً | açıkça |
|
10 | هَلْ | mi? |
|
11 | يُهْلَكُ | helak edilir |
|
12 | إِلَّا | başkası |
|
13 | الْقَوْمُ | toplumdan |
|
14 | الظَّالِمُونَ | zalim |
|
Allah’ın azabı ne şekilde ve ne durumda gelirse gelsin, azap, ister onlar gafilken ve beklemedikleri bir sırada ansızın gelsin, ister feryad ettikleri ve hazırlıklı oldukları bir sırada açıktan açığa gelsin zalimler güruhu -yani Kur’an’ın genel ifadesiyle müşrikler- yok olacaklardır. Azap başkasına değil, sadece onlara ulaşacaktır. İster ansızın gelsin, ister açıktan açığa gelsin bu azabı kendilerinden uzaklaştıramazlar. Çünkü onlar karşı koysalar bile azabı uzaklaştıracak güce sahip değildirler. Allah’a ortak koşup yöneldikleri hiç kimse de bu azabı savacak durumda değildir. Hepsi de Allah’ın zayıf kullarıdır.
İMAN EDENLER VE YALANLAYANLAR
Ayetlerin akışı olması beklenen bu olguyu sakınmalarına meydana gelmeden önce sebeplerinden korunmaları için sunmaktadır. Yüce Allah’ın beklenen bu olguyu insan bünyesine hitap eden bu sahnede sunması, insana sorunu olduğu gibi öğretmekte, bunun da ötesinde kalpleri titreten gerçeği göstermektedir.
Ayet dalgaları şu peş peşe gelen sahneleri, çeşitli ilhamları bahşeden değerlendirmeleri ve ruhların derinliklerini uyarıp taşıyan melodiyi sunmakla ulaşabilecekleri en son noktaya ulaşınca, kan soydaşlarının kendilerinden olağan-üstü şeyler istedikleri peygamberlerin görevlerini açıklamakla son buluyor. Peygamberler sadece tebliğ ederler, müjdeler ve korkuturlar. Bundan sonra insanların konumları, peygamberlere karşı takındıkları ve ahirette karşılığını görecekleri tavır uyarınca belirlenecektir.(Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتَكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَتٰيكُمْ şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.
بَغْتَةً hal olup fetha ile mansubtur. جَهْرَةً kelimesi atıf harfi اَوْ ile بَغْتَةً ’e matuftur.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فأخبروني şeklindedir.
يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ cümlesi اَرَاَيْتَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
هَلْ istifham harfidir. يُهْلَكُ meçhul mebni muzari fiildir. اِلَّا hasr edatıdır.
الْقَوْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. الظَّالِمُونَ kelimesi الْقَوْمُ ‘nun sıfatı olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama bazıları açıkça söylenmezken önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir.
اَرَاَيْتَكُمْ; dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَاَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî Ulûmi’l Kur’an (Thk.: Yusuf Abdurrahman el-Meraġşelî, Cemâl Hamdî ez-Zehebî, İbrahim Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)
Cümledeki istifham, kınama ve onların hallerine taaccüp anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu istifham, takrir içindir. Yani helakin kendilerine mahsus olduğunu açıklamak üzere onlara da demektir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki اَتٰيكُمْ şart fiilidir. بَغْتَةً ,جَهْرَةً ‘ne atfedilmiştir.
بَغْتَةً, “bir şeyin anlaşılmaksızın ve belirtileri ortaya çıkmaksızın (aniden) gerçekleşmesi” anlamında olduğu içindir ki ًبَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً aniden ya da göz göre göre denilerek cehrin karşılığında kullanılmıştır. (Keşşâf)
Kasr üslubuyla tekid edilmiş هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ cümlesi اَرَاَيْتَكُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır.
هَلْ olumsuzluk manasındadır. Meçhul muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, fiille naib-i faili arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
عَذَابُ اللّٰهِ izafetinde Allah lafzına muzâf olan عَذَابُ şan ve şeref kazanmıştır.
Zamir makamında الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ [zalimler topluluğu] ifadesinin kullanılması, onların zulmünü tescil etmek ve helak sebebi olarak iman yerine küfrü koymak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | نُرْسِلُ | biz gönderimeyi |
|
3 | الْمُرْسَلِينَ | elçileri |
|
4 | إِلَّا | dışında |
|
5 | مُبَشِّرِينَ | müjdeciler olmak |
|
6 | وَمُنْذِرِينَ | ve uyarıcılar olmak |
|
7 | فَمَنْ | o halde kim |
|
8 | امَنَ | inanır |
|
9 | وَأَصْلَحَ | ve uslanırsa |
|
10 | فَلَا | yoktur |
|
11 | خَوْفٌ | korku |
|
12 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
13 | وَلَا | ve değildir |
|
14 | هُمْ | onlar |
|
15 | يَحْزَنُونَ | üzülecek de |
|
Kuşkusuz bu din insanlığı akli olgunluğa hazırlıyordu. Yüce Allah’ın insana bağışladığı bu büyük cihazı, işaretleri varlık bütününün aşamalarından, hayatın değişik alanlarından ve yaratılışın sırlarından fışkıran gerçeğin kavranmasında eksiksiz bir şekilde kullanmaya alıştırıyordu. Nitekim Kur’an bu gerçeği ortaya çıkarmak, iyice belirginleştirmek ve insanın kavrayışını ona yöneltmek için gelmiştir.
Bütün bunlar, insanlığı gözle görülen maddi harikaların zorlaması karşısında boyunları büken, karşı çıkanları kabullenmeye zorlayan somut mucizeler evresinden insan anlayışını varlık bütünündeki ilahı sanatın güzelliklerini düşünmeye yöneltme aşamasına getirmeyi gerektiriyordu. Bu da bizzat bir harika, bir mucizedir. Ancak varlığın dayandığı ve temellerini yükselttiği sürekli bir mucize… Aynı zamanda insanın kavrayışına Allah katından gelen erişilmez kitapla hitap etmeyi gerektiriyordu. Bu kitap, ifade bakımından, metot açısından bir mucizedir. Eşsiz bir şekilde oluşturmaya çalıştığı hareket halindeki, organik toplumsal yapısında bir olağan-üstülük vardır. Bundan sonra hiçbir örnek onun düzeyine ulaşamaz.
İnsanın kavrama yeteneği bu tür bir değişime, bu boyutta bir ilerleme alışına ve insanlar ilahı direktiflerin, Kur’an’ı kontrolün ve peygamberi eğitimin ışığında beşeri kavrayışlarıyla varlık bütününün sayfalarını okumaya yönelene kadar bu iş uzun bir eğitim ve sürekli bir yönlendirmeyi gerektirmişti. Bu sayfaları okuma tarzı, bir anda gerçekleşen gaybi, realist ve yapıcı bir okuma tarzıdır. Bu tarz, bir kısım Yunan felsefesine ve hristiyan teolojisine egemen soyut zihinsel düşüncelerin yöntemlerinden farklı, bir de hem bu felsefelerin bir kısmında, hem de bazı Hind, Mısır, Budist ve Mecusi felsefelerinde yaygın somut ve maddi yöntemlerinden uzak, aynı zamanda cahiliye döneminin Arap inançlarına egemen basit ve somut metodun dışında bir tarzdır.
Bu eğitimin ve bu yönlendirmenin bir yönü peygamberin görevinin ve şu iki ayetin belirttiği şekliyle -nitekim surenin akışı içinde yeralan aşağıdaki bölümde de belirtilecektir- peygamberlikteki rolünün gerçek mahiyetinin açıklanmasında somutlaşmaktadır. Peygamber bir insandır. Allah onu müjdelemesi ve uyarıda bulunması için gönderir. O’nun görevi burada biter. Bundan sonra insanların karşılık vermesi gelir. Bu karşılık vermeyle birlikte yüce Allah takdir ve irade fonksiyonunu yerine getirir. İş insanların tavrına uygun verilen ilahi cezayla sonuçlânır. Kim inanır ve imanı somutlaştıran iyi davranışlarda bulunursa, gelecek için bir endişesi, geçmiş için de bir üzüntüsü söz konusu değildir. Çünkü geçmişi için bağışlanma ve işlediği iyilikler için sevap vardır. Aynı şekilde kim peygamberlerin getirdiği ve varlık safhalarında dikkat çektiği Allah’ın ayetlerini yalanlarsa, burada “fasıklıklarından ötürü” şeklinde ifade edilen kâfirliklerinden dolayı azaba çarpılırlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde şirk ve küfür genellikle zulüm ve fısk (yoldan çıkma) olarak ifade edilir.
Bir karmaşıklık, bir kapalılık söz konusu olmayan açık ve sade bir düşünce… Peygambere, görevine ve dindeki fonksiyonunun sınırına ilişkin sağlam bir açıklama… Yüce Allah’ı ilahlıkta ve ilahlığın özelliklerinden birleyen, her şeyi Allah’ın iradesine ve kaderine bağlayan, bundan sonra insana yöneliş ve yönelişin sorumluluğunu yüklenme özgürlüğü tanıyan, gayet net bir şekilde Allah’ın emirlerine itaat edenlerle isyan edenlerin sonlarını açıklayan ve cahiliye toplumlarında yaygın olduğu şekliyle peygamberin tabiatına ve işlevine ilişkin efsaneleri ve kapalı düşünceleri bertaraf eden bir düşünce… Böylece insanlık zihinsel felsefelerin ve nesiller boyu insanın kavrama yeteneğini boşu boşuna tüketen teolojik tartışmaların şaşkınlığına dalmaksızın akli olgunluk aşamasına geliyor.
PEYGAMBERİN MAHİYETİ
Okuyacağımız bölüm -surenin akışı içinde yeralan geçen bölümde kimi örneklerini sunduğumuz- mucize istemeleri münasebetiyle müşrikleri peygamberliğin gerçek mahiyeti ve peygamberin tabiatıyla karşı karşıya getirmenin devamı niteliğindedir. Hem Arap cahiliyesi hem de çevrelerindeki toplumlar bu düşüncelerle boşu boşuna oyalanıyorlardı. Bunların yüzünden risalet ve nübüvvetin vahiy ve peygamberin gerçek mahiyetini unutup, peygamberlik sihir ve kahinlikle, vahiy de cin ve cinnetle karıştırılmıştı. Böylece bu toplumlar efsane, kuruntu ve sapıklıkların girdabına dalmışlardı. İşte bu ders peygamberlikler ve peygamberler konusunda -tüm insanlık bazında- cahiliye düşüncelerinin düzeltilmesini ele alan geçen konunun devamı mahiyetindedir. Nitekim bu tür cahili düşüncelerin etkisiyle gaibten haber vermesi, olağan-üstü şeyler meydana getirmesi ve cinlerle ilişkisi bulunan kimselerin ve sihirbazların alışılagelen numaraları yapması istenirdi peygamberden. Sonra gerçeği batılın üzerine vurmak, batılı paramparça edip yok etmek, insanları imanî düşünceye, onun açıklığına, sadeliğine, doğruluğuna, realistliğine döndürmek, peygamberlik ve peygamberin görüntüsünü tüm cahiliye toplumlarında yaygınlık kazanan hurafelerden, efsanelerden, kuruntu ve saplantılardan kurtarmak için İslâm inancı gelmiştir. Aralarındaki inanç ve doktrin farklılığına rağmen Arap müşriklerine en yakın cahiliye toplumları yahudi ve hıristiyanlardan oluşan ehl-i kitap idi. Bunlar peygamberlik ve peygamberin görünümünü en kötü bir şekilde çirkinleştirmede ortak tavır içindeydiler.
Peygamberlik ve peygamberin gerçek durumu açıklandıktan, bunlar nübüvvet ve nebi olgularının görünümünü bulandıran, asılsız kuruntu ve saplantılardan arındırılmış bir şekilde insanların dikkatlerine sunulduktan sonra Kur’an-ı Kerim kendi tabiatının dışında kalan tüm aldatmacalardan ve kendi gerçeğine sonradan iliştirilmiş her türlü süsten soyutlanmış inanç sistemini sunmaktadır. Buna göre Kur’an’ı insanların ilgisine sunan peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- bir insandır. Allah’ın hazinelerine sahip değildir. Gaybi bilemediği gibi “Ben bir meleğim” de demez. O söylediklerini ve hareket tarzını Rabbinden edinir. Rabbinin kendisine vahyettiğinin dışında herhangi bir şeye uyamaz. O’nun çağrısını benimsemezler, Allah katında insanların en üstünüdürler. Peygamber de onların hak yolunda kalıcı olmalarını sağlamak, onları yönlendirmek ve yüce Allah’ın onlara yönelik olarak üzerine aldığı rahmet ve bağışlamayı duyurmak zorundadır. Aynı şekilde ahiret korkusuyla gönülleri titreyenleri takva derecesine ulaştırmak için gerekli uyarıyı yapmak da peygamberin görevidir. Görevi bu iki hususta sınırlıdır. Nitekim gerçek konumu da “insan olma” ve “vahiy” olmakla sınırlıdır. Bu şekilde peygamberin düşüncelerde yer eden görevi ve gerçek konumu bütünüyle düzeltilmiş oluyor. Sonra, bu düzeltme ve uyarı sayesinde, yol ayırımında suçluların yolu iyice belli olmuş, hak ve batıl açığa kavuşmuş, peygamberin tabiatı ve peygamberliğin gerçek mahiyeti etrafındaki kapalılık ve vehim giderilmiş oluyor. Hidayet ve sapıklığın çevresindeki kapalılık giderildiği, mü’minlerle mü’min olmayanlar arasındaki ayrılık son derece aydınlık bir ortamda ve katışıksız bir inançla tamamlandığı gibi.
Bu gerçeklere ilişkin olarak yapılan açıklama sırasında ayetlerin akışı ilahlık gerçeğinin bir yönünü, gerek peygamberin, gerekse -itaat edeni ve isyan edeniyle- tüm insanların bu gerçekle ilgisini gözler önüne sermekte, hem hidayet hem de bu gerçekten sapmanın tabiatından söz etmektedir. Buna göre bu gerçeğe ilişkin olarak doğru yolda olmak basirettir. Ondan sapmak ise körlüktür. Yüce Allah, tevbe ettikleri, bundan sonra da doğru yolda hareket ettikleri zaman kullarına yönelik olarak tevbede somutlaşan rahmeti ve bilmeden işledikleri günahları bağışlamayı üzerine almıştır. Yüce Allah suçluların yolunun belli olmasını dilemektedir. Bundan sonra inanan bir kanıta dayanarak inansın, sapıtan da bir kanıta dayanarak sapıtsın. İnsanlar asılsız hurafelerin ve sanıların baskısından uzak bir açıklıkla konumlarını belirlesinler…
Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutub
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُرْسِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْمُرْسَل۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
اِلَّا hasr edatıdır. مُبَشِّر۪ينَ hal olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُبَشِّر۪ينَ ’ye matuftur.
الْمُرْسَل۪ينَ - مُبَشِّر۪ينَ kelimeleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُبَشِّر۪ينَ ;مُنْذِر۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
فَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart fiili اٰمَنَ olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَصْلَحَ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. خَوْفٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْزَنُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَحْزَنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûle dikkat çekmek içindir.
İrsal etmek/göndermek fiilinin, نُرْسِلُ [göndeririz] şeklinde muzari/geniş zaman kipi ile gelişi, bunun geçmişten Peygamberimize (s.a.) kadar devam edegelen ilâhî bir adet olduğunu göstermesi bakımından son derece dikkate şayandır. خَوْفٌ (korku) kelimesinin önce zikredilmesi ise makamın gereğidir. (Ebüssuûd)
İzafî kasrdır. Teklif ettikleri gibi onlara bir ayet getirmediği için Hz. Muhammed Allah’ın elçisi değildir, iddiasında bulunanlara bir reddiyedir. Kasr-ı kalptir. Yani resul harikulade şeyler getirerek hayranlık uyandırmak için gönderilmemiştir. Bu mana tebliğdeki tebşir ve inzar ile kinaye olarak ifade edilmiştir. Çünkü tebliğ, terğib (teşvik) ve terhib (korkutma) olan iki durumu gerektirir. Bu kinaye veciz bir şekilde gelmiştir. Çünkü lâzımın zikri ile yetinilmiştir. (Âşûr)
Cümle nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşmuş kasrla tekid edilmiştir. Kasr, faille hali arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
نُرْسِلُ - الْمُرْسَل۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُبَشِّر۪ينَ - مُنْذِر۪ينَۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Gönderilenlerin görevinin uyarıcı ve müjdeleyici olmak şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İkinci cümle istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اٰمَنَ وَاَصْلَحَ cümlesi مَنْ’in haberidir. Cevap cümlesinin haber olması da caizdir.
فَ karinesiyle gelen, menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelam olan nefy sıygasıyla gelmiş فَلَا خَوۡفٌ عَلَیۡهِمۡ, şartın cevabıdır.
Müsnedün ileyh olan خَوْفٌ ’daki tenvin, nev ve kıllet içindir. Yani “hiçbir korku” demektir. Bilindiği gibi nefy siyakta nekre, umum ifade eder.
Car mecrurun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَ’la öncesine atfedilen وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haber, muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrar ifadesiyle birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefy harfinden sonra gelmesi, cümlede fasıl zamiri kullanılması da tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teâlâ, onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Burada ayrıca ولاهم يحزنون cümlesinde, هم munfasıl zamirinin kullanılışında kasr vardır. Sadece “Allah’ın hidayetine tabi olanların mahzun olmayacaklarını, başkalarının değil” manasını vermektedir. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Ruveyni)
خَوْفٌ - يَحْزَنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
خوف ve حزن arasındaki fark; خوف, insanın, gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlendirmesi, حزن ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir. Burada ayrıca خوف kelimesinin önce حزن kelimesinin sonra zikredilmesinde bir incelik vardır. Şöyle ki gelecekte meydana gelecek bir şeylerden korkmak, geçmişte olmuş olanlarınkinden daha şiddetlidir. Bu nedenle خوف, önce zikredilmiştir. Yine burada خوف ve حزن kelimelerinde kinaye vardır. خوف, günahlardan dolayı cezalandırılmayacaklar, حزن de sevaplarından da mahrum bırakılmayacaklar manasında kinaye yapılmıştır. Ayrıca sonrasında gelen والذين كفرو ا و كذبوا باياتنا اولئك اصحاب النار هم غيها خالدون ayetiyle de mukabele sanatı oluşmuştur. Böylelikle muttakilere verilen karşılık ile sonrasında kâfirlere verilecek ceza da zikredilerek aralarındaki fark tamamen beliğ bir şekilde beyan edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Ebüssuûd)وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَمَسُّهُمُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَمَسُّهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte يَمَسُّهُمُ fiiline müteallıktır.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَفْسُقُونَ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
يَفْسُقُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Ayet, önceki ayetteki مَنْ اٰمَنَ cümlesine matuftur. Ayet, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu istînafî kelam peygamberlerin gönderilmesinde ve semavî kitapların indirilmesinde tesis edilmiş olan ilâhî nizamı açıklar. Amaç, Resulullah’ın (s.a.) durumu itibarıyla onların tekliflerinin temel gerekçesinden ne kadar uzak olduğunu ortaya koymaktır. (Ebüssuûd)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası كَذَّبُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabı etkiler.
Mecrur mahaldeki müşterek ismi mevsûlün sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِ sebebiyye, مَا masdariyyedir. Yani fısklarının sebebiyle demektir. Fıskın aslı; hayr çizgisinden çıkmaktır. Kur’an’da fıskın, küfür ve Allah’ın sınırlarını aşmak anlamında kullanımı yaygındır. (Âşûr)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye,hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabı etkiler.
Azabın dokunması ifadesinde mecazî aklî vardır. Azabın dokunması, eylemi yapabilecek şahsa benzetilmiştir.
كَذَّبُوا - يَفْسُقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَا |
|
|
3 | أَقُولُ | ben demiyorum |
|
4 | لَكُمْ | size |
|
5 | عِنْدِي | yanımdadır |
|
6 | خَزَائِنُ | hazineleri |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | أَعْلَمُ | bilmem |
|
10 | الْغَيْبَ | gaybı |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | أَقُولُ | demiyorum |
|
13 | لَكُمْ | size |
|
14 | إِنِّي | ben |
|
15 | مَلَكٌ | meleğim |
|
16 | إِنْ |
|
|
17 | أَتَّبِعُ | ben uyuyorum |
|
18 | إِلَّا | sadece |
|
19 | مَا | şeye |
|
20 | يُوحَىٰ | vahyolunan |
|
21 | إِلَيَّ | bana |
|
22 | قُلْ | de ki |
|
23 | هَلْ | midir? |
|
24 | يَسْتَوِي | eşit |
|
25 | الْأَعْمَىٰ | kör |
|
26 | وَالْبَصِيرُ | ve gören |
|
27 | أَفَلَا |
|
|
28 | تَتَفَكَّرُونَ | düşünmüyor musunuz? |
|
Hz. Peygamber gerek kendi kavmine gerekse bütün insanlara yalnızca “Allah’ın âyetleri”ni, akıl ve kalplere, vicdanlara hitap eden delillerini duyuruyordu. Kureyş müşrikleri ise öteden beri kâhin, sâhir, arrâf gibi isimlerle andıkları kişilerde olağanüstü güçlerin mevcut olduğuna inanıyor; peygamber olduğunu ve Allah katından bilgiler getirdiğini söyleyen Hz. Muhammed’de de bu şekilde güçler bulunması gerektiğini düşündükleri için ondan meselâ bir dağı altın kütlesi haline getirmesini (Müsned, I, 242, 258), gökten melekler indirmesini ve onlarla konuştuğunu kendilerine göstermesini… (En‘âm 6/8) istiyorlardı. Âyet, Hz. Peygamber’in bu cahilce taleplere vermesi istenen çarpıcı cevabı içermektedir. Aslında zihni ve gönlü hakikate açık, önyargılardan uzak, ruhu ihtiraslarla kirlenmemiş, kalbi inkâr ve isyan duygularıyla körleşmemiş insanlar için, Allah’tan vahiy aldığı birçok kanıtla anlaşılan bir kimsenin, hiçbir komplekse kapılmadan, engin bir tevazu hali sergileyerek böylesine gerçekçi ve samimi beyanlarda bulunması, dağları altına çevirmekten daha güçlü ve ikna edici bir delildir. Fakat “Hiç kör ile gören bir olur mu?” Onun için âyetin sonunda “Hiç düşünmez misiniz?” buyurulmuştur
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 407
Resul-i Ekrem’e vahyedilen Kur’an-ı Kerim ‘dir. Bu ayet, onun sünnetinin de tümüyle Kur’an’la uyum halinde olduğuna dair bir teminat içermektedir. Ayrıca Peygamberimizin, karşılaştığı bazı problemleri Cebrail’in yardımıyla çözmesi de sağlanmıştır. Kur’an ayetleri dışındaki bu ilahi yardımdan söz eden Peygamber Efendimiz: “ Bana Kur’an’la birlikte onun bir benzeri daha verildi” buyurmuştur.
(Ebu Davut ,Sunne ,6;Ahmed b. Hanbel, Musned ,IV,131)(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİPROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت’dir.
Mekulü’l-kavli لَٓا اَقُولُ لَكُمْ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَقُولُ fiiline müteallıktır. عِنْد۪ي mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَزَٓائِنُ muahhar mübtedadır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri انا ’dir.
الْغَيْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَقُولُ fiiline müteallıktır. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي مَلَكٌ’dir. اَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَلَكٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûlu olan مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يُوحٰٓى اِلَيَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُوحٰٓى mukadder damme ile merfû, meçhul, mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اِلَيَّ car mecruru يُوحٰٓى fiiline müteallıktır.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. هَلْ istifham harfidir. يَسْتَوِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
الْاَعْمٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْبَص۪يرُ kelimesi atıf harfi وَ ‘la الْاَعْمٰى’ya matuftur.
Hemze inkârî istifhamdır. فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَفَكَّرُونَ۟ muzari fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَفَكَّرُونَ۟ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftial babındadır. Sülâsîsi سوي’dir. İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ
Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci mekulü’l-kavl عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ cümlesinde takdim-tehir ve icâz-ı hazif sanatı vardır. عِنْد۪ي mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan خَزَٓائِنُ اللّٰهِ izafetinde خَزَٓائِنُ lafza-i celâle muzâf olduğu için şan ve şeref kazanmıştır.
خَزَٓائِنُ اللّٰهِ ifadesi, Allah’ın kudretini nimetlerle ilişkilendirmek ve insanlara dünyada nafile hayırlar bahşetmek manasında müsteardır. Elde edip faydalanmalarına rağmen insanların gözlerinden gizli olan bu sağlıklı ve doyurucu ilişkiler; para, vergi, hula ve yiyecek toplayan servet ehlinin hazinelerine benzetilmiştir. (Âşûr)
Menfi muzari, fiil cümlesi وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ ve aynı üsluptaki وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ cümleleri …لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي cümlesine matuftur. İkinci لَٓا اَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli اِنّ۪ي مَلَكٌۚ faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir. Burada da muhataplar kâfirdir. Resul’ün (s.a.) kendisine vahyolunana tâbi olduğunu inkâr ediyor ve eskilerin masallarını anlattığına inanıyorlardı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
Ta’lîliyye olarak fasılla gelen cümle menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatıyla oluşan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır.
اَتَّبِعُ ifadesi, bir şeyi ve levazımını başkalarını dikkate almaksızın sınırlandırmak, kısaltmak manasında mecaz-ı mürseldir. Çünkü bu hakiki anlamda tâbi olmanın lâzımıdır ve tevhid edilen zatın arkasından yürümek demektir. Yani “Harikulade olaylar, ilave rızıklar veya gayb haberleri getirmek gibi teklifler karşısında bana vahyedilene cevap olarak tebliğden ayrılmam.” manasını taşır. (Âşûr)
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka me’'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef’ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası da muzari fiil cümlesidir. Cümledeki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmektedir.
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الْاَعْمٰى - الْبَص۪يرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلْ emrinin tekrarı, delille susturmak ve bağlayıcılığı pekiştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, dalalete düşenle hidayete ereni belirten mutlak bir temsildir. Bu soru, inkâr ve ret anlamındadır. Maksat, zikredilen hakikatleri bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını belirtmek ve dalaletten nefretle hidayete teşvik etmektir. (Ebüssuûd)
Cümle mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Takdiri, ألا تسمعون فتتفكرون في (İşitmiyor musunuz ki ibret alasınız.) şeklindedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Öyleyse hâlâ düşünmeyecek misiniz?” ki körlere benzeyen sapkınlar olmayasınız ya da insana yakışmayan bir şeyi iddia etmediğimi öğrenesiniz veya bana vahyolunana uymamın gerekli olduğunu bilesiniz!? şeklindedir. (Keşşâf)
الا, tenbih edatıdır. ف ise atfa işaret eder. Yani bu cümleden önce hazfedilen bir cümle vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ sorusu azarlama ve kınama için gelmiştir, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümle aslında mukadder bir cümleye matuftur, “Siz hakikatten gafil kalıp akletmez misiniz?” demektir. (Ebüssuûd)
Kur’an’da fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تعقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْذِرْ | ve uyar |
|
2 | بِهِ | onunla |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | يَخَافُونَ | korkan(ları) |
|
5 | أَنْ | ki |
|
6 | يُحْشَرُوا | toplanacaklardır |
|
7 | إِلَىٰ | (huzuru)na |
|
8 | رَبِّهِمْ | Rablerine |
|
9 | لَيْسَ | yoktur |
|
10 | لَهُمْ | kendilerinin |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
13 | وَلِيٌّ | ne dostları |
|
14 | وَلَا | ne de |
|
15 | شَفِيعٌ | destekçileri |
|
16 | لَعَلَّهُمْ | belki |
|
17 | يَتَّقُونَ | korunurlar |
|
Uyarı ve sakındırma ancak öldükten sonra ba‘s (yeniden dirilme) ve haşir (mahşerde toplanma) gibi âhiret hallerinin vuku bulacağına inanan veya en azından böyle bir ihtimali göz önüne alan, bunun kaygı ve korkusunu hisseden kimseler üzerinde etkili olabileceği için âyette özellikle bunların uyarılması emredilmiş ve bu suretle tamamen inkâra saplanan muannit kâfirleri, ateistleri vb. inkârcıları uyarmak için çaba harcamanın yararsız olacağına işaret edilmiştir. Zemahşerî, uyarıdan yararlanması umulan zümreleri şöyle sıralamıştır:
a) Müslüman oldukları halde yanlış işler yapanlar,
b) âhirete inanan Ehl-i kitap mensupları,
c) ba‘s ile ilgili haberleri duyup da bunların doğru olabileceğini düşünerek kaygılanan müşrikler (II, 16).
Aynı müfessir, âyetin “Kendileri için rablerinden başka bir koruyucu ve bir aracı bulunmaksızın” meâlindeki bölümünü, mensubu bulunduğu Mû‘tezile mezhebinin görüşü doğrultusunda, âhirette Allah’tan başka hiçbir kimsenin şefaat edemeyeceği şeklinde yorumlamışsa da, Ehl-i sünnet mensubu müfessirler, özellikle Bakara sûresindeki “Âyetü’l-kürsî” diye bilinen 255. âyeti göz önüne alarak, Allah’ın iznine bağlı olmak üzere, peygamberler ve diğer Allah dostlarının şefaat etmesinin câiz olduğunu düşünmüşlerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 408-409
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنْذِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
بِهِ car mecruru اَنْذِرْ fiiline müteallıktır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَخَافُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَخَافُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَخَافُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُحْشَرُٓوا fiili نْ ’un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يُحْشَرُٓوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. مِنْ دُونِه۪ car mecruru وَلِيٌّ ’un mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلِيٌّ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَف۪يعٌ kelimesi وَلِيٌّ ’e matuftur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَتَّقُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّقُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi, وقي ’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan ayet önceki ayetteki emir cümlesine atfedilmiştir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası müspet muzari fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
اَنْ ve akabindeki يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ cümlesi masdar teviliyle يَخَافُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. يُحْشَرُٓوا fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Mutlak malikiyet ve küllî tasarruf anlamını ifade eden “Rabb” unvanının zikri, mehabeti artırmak ve korkuyu gerçekleştirmek içindir. (Ebüssuûd)
لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَيْسَ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَيْسَ ,لَهُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. وَلِيٌّ, muahhar ismidir.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ve ona matuf olan شَف۪يعٌۚ ’un tenvinli gelmesi taklîl ifade eder. Ayrıca menfi siyakta nekre, umuma işaret ederek cümleye “hiçbir” anlamı katmıştır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِه۪, müteallakı olan وَلِيٌّ ’a önemine binaen takdim edilmiştir.
شَف۪يعٌ ’a dahil olan nefy harfi لَا, olumsuzluğu tekid eden ıtnâb sanatıdır.
لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ ifadesi, korkuyu mûcib haşrin Allah’ın dostluğundan mahrum kalmış insanlar için söz konusu olduğunu belirtir. Bu ifadeye göre haşr, başlı başına korkunç değildir. Onu korkunç kılan Allah’ın dostluğundan yoksun kalmış olmaktır. Haşr gününden korkması gerekenler, onun gerçekleşeceğini inkâr edenlerle ona inanmakla beraber o günde Allah'tan başkasının yardımına güvenenlerdir. (Ebüssuûd)
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşa cümlesidir.
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
وَلِيٌّ - شَف۪يعٌ ve يَخَافُونَ - يَتَّقُونَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle va’z edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medariku’t Tenzîl ve Hakaiku’t Te’vîl)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَطْرُدِ | kovma |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | يَدْعُونَ | yalvaranları |
|
5 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
6 | بِالْغَدَاةِ | sabah |
|
7 | وَالْعَشِيِّ | ve akşam |
|
8 | يُرِيدُونَ | isteyerek |
|
9 | وَجْهَهُ | O’nun rızasını |
|
10 | مَا | yoktur |
|
11 | عَلَيْكَ | sana |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | حِسَابِهِمْ | onların hesabı- |
|
14 | مِنْ | hiçbir |
|
15 | شَيْءٍ | şey (sorumluluk) |
|
16 | وَمَا | ve yoktur |
|
17 | مِنْ | -dan |
|
18 | حِسَابِكَ | senin hesabın- |
|
19 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | شَيْءٍ | şey (sorumluk) |
|
22 | فَتَطْرُدَهُمْ | onları kovup da |
|
23 | فَتَكُونَ | olasın |
|
24 | مِنَ | -den |
|
25 | الظَّالِمِينَ | zalimler- |
|
Bu âyetin işaret ettiği bir olayla ilgili olarak Müslim’in Sahîh’i (“Fezâilü’s-sahâbe”, 45-46) ve diğer bazı hadis kaynaklarında yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Mes‘ûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir gibi bazı yoksul ve kimsesiz sahâbîlerin de bulunduğu bir toplulukla birlikte olduğu bir sırada müşriklerin ileri gelenleri Hz. Muhammed’le görüşmek istediklerini, ancak bunun için yanındaki müslümanları oradan uzaklaştırması gerektiğini, zira kölelerle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını bildirmişlerdi. Resûlullah “Ben müminleri kovamam” cevabını verince, hiç olmazsa kendileri geldiğinde onların ayakta durmasını istemişler; Hz. Peygamber, belki onlara İslâm’ı kabul ettirebileceği ümidiyle bu son teklifi kabul etmeyi düşünürken kendisini ikaz edip bu düşüncesinden vazgeçiren 52. âyet inmiştir. Ancak müfessirlerin çoğu bu sûrenin, parça parça değil, tamamının bir defada indiğini bildiren haberleri de dikkate alarak, bu âyetin söz konusu olayla ilişkisi olamayacağını ifade etmişlerdir. Âyetin böyle bir olay üzerine indiği kabul edilse bile, bu olayın sadece âyetteki evrensel ahlâkî öğretinin ortaya konması için bir vesile oluşturduğu düşünülmelidir.
“Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur…” cümlesindeki “onlar” zamiriyle müşriklere işaret edildiğini düşünenler olmuşsa da ağırlıklı görüş, bununla yukarıda anılan müslümanların kastedildiği yönündedir. Rivayete göre müşrikler, Hz. Peygamber’in çevresinde toplanan söz konusu kişilerin, aslında –samimi dindarlıklarından değil– barınma imkânı buldukları, yiyip içtikleri için orada toplandıklarını ileri sürmüşlerdi. İşte –bir görüşe göre– âyet-i kerîmede, öyle olsa bile, Resûlullah ile o yoksul müslümanların sorumluluklarının ayrı olduğu, herkesin kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu yine kendisinin taşıdığı bildirilerek Resûl-i Ekrem’in onlara olan ilgisini sürdürmesi istenmiş, aksi halde haksızlık yapmış olacağı ifade edilmiştir. Başka bir yoruma göre bu insanlar sabah akşam ibadet ve taatle meşgul oldukları için maişetlerini temin edemeyecekler kaygısıyla Hz. Peygamber’in onları –işlerine güçlerine baksınlar diye– meclisinden ayrılmaya zorlamaması istenmiş; onların geçimleriyle ilgili hesabın kendisine ait olmadığına yani ne yiyip ne içeceklerini hesap etmesi gerekmediğine, çünkü herkesin rızkını verenin Allah Teâlâ olduğuna işaret buyurulmuştur (Râzî, XII, 236-237).
Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın bu âyet, İslâm dininde insanın, mevki, zenginlik ve soyuna göre değil iman zenginliğine, Allah’asaygı ve ruh yüceliğine göre değer taşıdığını ortaya koyması, ayrıca Hz. Peygamber’in yüce ahlâkının Kur’an ilkelerine göre şekillendiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Âyetin sonunda Resûlullah’a sorumluluğu hatırlatıldıktan sonra, kâfirlerin gözünde değersiz olsalar bile, iman ve yaşayışlarıyla Allah nezdinde değerli olan insanlara karşı küçültücü davranışlarda bulunan bir kimsenin, –farzımuhal bu kimse peygamber bile olsa– zalim olarak gösterilmesi son derece ilgi çekicidir. Muhtemelen yukarıda sözü edilen altı kişiden biri olan Habbâb’ın anlattığına göre bu âyetin inmesinden sonra Hz. Peygamber’le yoksul ve kimsesiz müslümanlar arasındaki yakınlık o kadar artmıştır ki meclislerde diz dize oturur olmuşlar; Hz. Peygamber daha önce, bir aradayken yanındakilerin kalkmasını beklemeden kendisi kalkarken bu âyet geldikten sonra incitici olmasın diye daima onların kalkmasını beklemiştir (Zemahşerî, II, 16).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 409-410
Peygamber Efendimiz’in fakir ve kimsesiz müslümanlarla beraber oturup kalkması Mekke’nin kendini begenmis zenginlerinin canını sıkıyordu. Onlara göre fakirler ayrı bir sınıftı . Böyle olduğu için de herkesin kendine denk olanlarla beraber oturup kalkması gerektiğini düşünüyorlardi.
Bu müşrikler bazı konuları görüşmek üzere Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde, Habbâb İbni Eret, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşi gibi kölelerin ve diğer yoksullarin , en azından kendileri gidene kadar dışarı çıkmalarını istediler. Bunun üzerine, yukaridaki âyet-i kerîme nâzil oldu. Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem’ine hitâben, sen o adamlarin dediklerine bakma. Sabah aksam sadece Rablerinin rızasını kazanmak için ibadet edip duran o yoksul, ama samimi müslümanları,kâfirlerin sözüne bakarak yanından kovma. Allah’ın kendilerinden râzı olduğu insanlar bu yoksul ve kimsesiz mü’minlerdir. Sen hep onlarla birlikte olmaya bak. Malına, mülküne güvenip şımaran o adamlari kazanmak pahasına da olsa, fakir müslümanları gücendirme, buyurdu
(Muslim ,Fezailu’s- sahabe 45,46;İbni Mace ,Zuhd 7)
طَرْدٌ Küçümseyerek birini yerinden edip uzaklaştırmaktır. مُطَارَدَة savaşta düşmanların birbirlerini itip kakmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tard etmek ve istitrattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَطْرُدِ meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ رَبَّهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ izafeti يَدْعُونَ fiilinin mefûlun bihidir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْغَدٰوةِ car mecruru يَدْعُونَ fiiline müteallıktır. الْعَشِيِّ kelimesi atıf harfi وَ ’la بِالْغَدٰوةِ ‘ye matuftur.
يُر۪يدُونَ fiili يَدْعُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. يُر۪يدُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَجْهَهُ mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ حِسَابِهِمْ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ حِسَابِكَ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
فَ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ما يكون مؤاخذة فطرد (Suçlanmadı ki kovulsun) şeklindedir.
تَطْرُدَهُمْ fiili mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَكُونَ fiili atıf harfi فَ ile تَطْرُدَ fiiline matuftur. تَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ
Ayet önceki ayetteki اَنْذِرْ cümlesine matuftur. İlk cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tazim ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِالْغَدٰوةِ [Sabah] - وَالْعَشِيّ [akşam] kelimelerinin zikredilmesinden maksat devamlılıktır. Bunun anlamının “Sabah ve ikindi namazını kılarlar.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. Ayrıca ُيُر۪يدُونَ وَجْهَهُ (Rabblerinin rızasını dileyerek) sözüyle Allah Teâlâ onları, ibadette samimiyet ile nitelemiştir. Bir şeyin zatı ve gerçek varlığı وَجْهَ kelimesiyle ifade edilir. (Keşşâf)
يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan müekked hal cümlesidir.
Cümlenin وَ ’sız gelmesi, bu özelliğin hal sahibi olan يَدْعُونَ fiilinin failinde, sabit ve kalıcı olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
وَجْهَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması وَجْهَ’ye şan ve şeref kazandırmıştır. Ayrıca bu ifadede tecrîd sanatı vardır.
رَبَّهُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
الْغَدٰوةِ - الْعَشِيِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
تَطْرُدِ - يُر۪يدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Duanın sabah akşam olduğunun belirtilmesi taksim sanatıdır.
وَجْهَهُ [Onun yüzü] ibaresi istiaredir. Yüz (وَجْهَ) bir şeyin zatı ve kendisi demektir. Ya da burada rızası kelimesi hazfedilmiştir. Îcaz-ı hazif şeklinde bir hükmî mecaz vardır.
Allah Teâlâ’nın rızasını (vechini) dileyerek yalvarmaktan maksat, ihlasla O’na ibadet etmektir. Bu kaydın zikredilmesi, nehyin (kovma) illetini tekid içindir. Zira ihlas, kovmanın zıddı olan ikramın en kuvvetli sebeplerinden biridir. (Ebüssuûd)
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
Beyanî istînâf veya ta’lîliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. عَلَيْكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan شَيْءٍ, zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Aynı üslupta gelen وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, tezat sebebiyle makabline matuftur
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi ile وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا - مِنْ - حِسَابِكَ - عَلَيْهِمْ - شَيْءٍ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَيْكَ حِسَابِهِمْ - حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ kelimeleri arasında akis ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam beş tekid öğesini birarada toplamıştır. Bunlar, beyaniyye olan مِنْ , zaid olan مِنْ, mamulun takdimi, مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ kavlinin hasr sıygasıyla gelmesi,
وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ şeklindeki mukabil olumsuzlukla mananın tekid edilerek tamamlanmasıdır. Çünkü bu mukabil olumsuzluğun zikri lafzî tekide benzer. Bunların hepsi, önerilerine yanıt verme girişimlerinden nihai olarak uzak durması içindir. (Âşûr)
Harflerde olan akis sanatı (ki buna Kazvînî ve Sekkâkî kalb derler) kelamın harflerinin sıralı olarak yer değiştirmesidir. Harflerin harekesinin, meddinin, şeddesinin, cezminin, elifinin hemzeye ya da hemzenin elife dönüşmesinin bir etkisi olmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi)
فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Müspet muzari fiil cümlesine dahil olan فَ, atıf harfi ve sebebiyyedir. Fiili gizli أن’le masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel önceki cümledeki nehiyden kaynaklanan masdara matuftur.
Ayetin فَ ile makabline atfedilen son cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. كان ,مِنَ الظَّالِم۪ينَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
لَا تَطْرُدِ - تَطْرُدَهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.İlim meclislerinden birinde, yeşilliklerin içindeki bir sınıfta, bir hoca öğrencilerine ders veriyordu:
Zalimlerin, İslam yoldaşlarına verdiği en büyük zararlardan birisi: çaresizliği öğretmiş olmalarıdır. Çünkü milletine ve topraklarına dair umudu kalmayan birinin, kendisi ve milleti için çalışmasının bir anlamı yoktur. Yaptığımız en büyük hatalardan bir tanesi, bize öğretilen genellemelere boyun eğmiş olmamızdır. O genellemeleri dillerimize dolamış ve çaresizliğimizi kendimiz itiraf eder hale gelmişizdir: İslam ülkeleri fakir, Müslümanlar geri, işe yaramaz, tembel, cahil gibi aklınıza hangi genellemeler geliyorsa, ekleyebilirsiniz. Ve bu genellemelerin yanlış olduğunu kabul edin. Çünkü bir kaç çürük, koca toplumu temsil etmez, edemez. Aynı genellemelere inanan bir toplum, o genellemelerin tutsağıdır ve onların aleyhine hareket etme gücünü, daha çabalamadan, yitirmiş olandır. Artık sadece o genellemelerin beslediği olumsuz tarafları görür, olumluları ise göremeyecek hale gelmiştir.
Meşhur bir örnek vardır: Eğitmen, fili yavruyken bağlar. Yavru ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bulunduğu yerden, kendi isteğiyle uzaklaşamaz. Bir süre sonra çabalamaktan vazgeçer. Aradan aylar geçer ve o fil büyür. Tonlarca ağırlığa ulaşır. Artık istediği zaman, bulunduğu yerden uzaklaşabilecek güce sahiptir ama fil hala hareket etmemektedir. Çünkü çaresizliğini kabullenmiş ve karşısına çıkan fırsatları değerlendiremeyecek hale gelmiştir.
Şimdi de tarihten bir örnek verelim: Peygamber ordusunun karşısında, müşrik ordularının titremelerinin sebebi neydi? Ashabın en modern silahlara sahip olması mıydı? En iri yapılı adamlardan meydana gelmesi miydi? Daha kalabalık olmaları mıydı? Hayır. Onların hallerinden, cesaretleri ve özgürlükleri okunuyordu. Kalplerini dünyadan kopararak, Allah rızası için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarının kokusu alınıyordu.
İslam davasının peşinden koşan, dünya ve ahiret ilimlerinde, sanatta ve bilimde çığır açacak müslümanların yetiştirilmesine ihtiyaç var. Onlara bu cesareti ve umudu aşılayacak olan da büyükleridir: Geçmişte, zalimlerin kökü kesildi. Gelecekte de kesilecek. Zafer, eninde sonunda, Allah rızası için çabalayanların olacak. O yüzden, Allah’a teslim oldum diyen kulun göğsünde, imanının hemen yanında, umut ışığı da yanmalı. Ki her adımında, her kararında ve her işinde, yolu aydınlansın. Sor kendine, kimlerden olmak istiyorsun: Zafere ortak olanlardan mı? Zaferi kutlayanları uzaktan seyredenlerden mi? Elimden geleni yaptım diyenlerden mi? Geçersiz bahanelerinin arkasına saklanarak, keşke yerin dibine girsem diye umanlardan mı?
Allahım! Tembellikten ve miskinlikten. Öğretilmiş çaresizlikten ve umutsuzluktan. Cahillikten ve inatçılıktan. Dindaşımızı küçümsemekten ve kin beslemekten. Zalimlerin oyunlarına gelmekten: Sana sığınırız. Karşısına çıkan fırsatları değerlendirenlerden, Dünyasıyla ahireti arasındaki dengeyi sağlayanlardan, Kalbi imanla, cesaretle ve umutla dolup taşanlardan, Müslüman olmaktan gurur duyanlardan ve İslam’ı temsil etmek için elinden geleni yapanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji