بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | böylece |
|
2 | فَتَنَّا | biz denedik |
|
3 | بَعْضَهُمْ | onların kimini |
|
4 | بِبَعْضٍ | kimi ile |
|
5 | لِيَقُولُوا | demeleri için |
|
6 | أَهَٰؤُلَاءِ | şunlara mı? |
|
7 | مَنَّ | lutfu layık gördü |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
10 | مِنْ | -dan |
|
11 | بَيْنِنَا | aramız- |
|
12 | أَلَيْسَ | değil midir? |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | بِأَعْلَمَ | daha iyi bilen |
|
15 | بِالشَّاكِرِينَ | şükredenleri |
|
Yüce Allah, insanların kimine türlü nimetler, kimine de sıkıntılar vermek suretiyle birbirlerine karşı nasıl tutum takınacakları hususunda onları sınamaktadır. İnsanların soy sop, makam ve mal gibi fâni ve aldatıcı durumlara göre değer taşıdıklarını zanneden inkârcıların ileri gelenleri “Aramızda Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı?”; yani “Biz büyükler ve soylu önderler varken Allah’ın gerçeğe ulaştırdığı, hidayete kavuşturduğu kimseler bunlar olamaz!” şeklindeki alaylı ifadelerle onları küçümsemişler; sahip oldukları imkânlar kendileri için birer fitne olmuş; küstahça davranışlarıyla Allah’a karşı kötü bir imtihan vermişlerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 410
Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil , kalblerinize ve amellerinize bakar.
(Müslim ,Birr 33,34;İbni Mâce ,Zühd 9;Ahmed b. Hanbel, Müsned II ,284,539).
“Saçı başı dağınık,eli yüzü tozlu, kapılardan koğulmuş öyleleri vardir ki , bu şöyle olacak diye yemin etseler , Allah onlarin dediğini yapar.”
(Müslim ,Birr 138;Cennet 48).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi ‘’gibi’’ demektir. Bu ibare, amili فَتَنَّا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; وفتونا مثل ذلك فتنّا (Bunun gibi bir fitneyle fitneye düşürdük) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَتَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بَعْضَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِبَعْضٍ car mecruru فَتَنَّا fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يَقُولُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
يَقُولُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte فَتَنَّا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ ’dir. يَقُولُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir. İsaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مَنَّ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru مَنَّ fiiline müteallıktır.
مِنْ بَيْنِنَا car mecruru مَنَّ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.
1. كَانَ
2. لَيْس
3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ
4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ
5. مَا دَامَ
Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.
İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.
كَانَ ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:
a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.
b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.
c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.
d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.
Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harfi cerli isim) olarak gelebilir.
Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâli, لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِ zaiddir. اَعْلَمَ lafzen mecrurdur, çünkü ism-i tafdil kalıbı esre yerine fetha alır, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir. بِ harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْلَمَ burada gayri munsarif olabilen tekil kalıplara girer.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif sınıfına girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالشَّاكِر۪ينَ car mecruru اَعْلَمَ ’ye müteallıktır. الشَّاكِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الشَّاكِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شكر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ
و , atıf veya istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, takdiri فتونا (Bir fitne) olan فَتَنَّا fiilinin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır.
Bu istînafî kelâm, geçen nehyin (O'na yalvaranları kovma) neden kaynaklandığını açıklar. (Ebüssuûd)
Bu ayet acilen açıklamak maksadıyla birbirine atfedilmiş iki cümle arasına girmiş bir itiraziyye cümlesidir. İtiraziyye olduğuna tenbih için başına و harfi gelmiştir. Buna istinaf vav’ı denir. (Âşûr)
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)
Teşbihten maksat müşebbehe olan taaccüptür. Çünkü müşebbeh gerçekten çok şaşılacak bir şeydir. (Âşûr)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ cümlesine dahil olan لِ sebep bildiren harf-i cerdir. Gizli bir أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde فَتَنَّا fiiline müteallıktır.
يَقُولُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لِيَقُولُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze istifham içindir. İstifhamın amacı inkâr ve taaccübtür. (Âşûr)
"Şükredenleri en iyi bilen Allah değil mi ?" Bu kelam, onların o sözünü ret ve iptal ediyor ve şuna işaret ediyor: "İlâhî ihsana liyakat, nimetin değerini bilmek ve nimeti ihsan edenin hakkını takdir etmekle mümkündür."
İstifham, Allah'ın (cc) ilminin kemâlini açıklamak içindir. Yani şöyle buyuruluyor:"- Allah (cc) nimetlerine şükredenleri en iyi şekilde bilmiyor mu ki, O'nun müminlere ihsanını yadırgıyorsunuz?" (Ebüssuûd)
İsm-i işaret olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edileni tahkir amacına matuftur.
Haber konumundaki mazi fiil cümlesi مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Alay ve hor görme kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَذٰلِكَ uzağı gösteren işaret sıfatıdır. İsaret edilenin konumunun derecesini ve mertebesini bildirir.
Onların birbirleriyle imtihan edilmiş olmalarının keyfiyeti hakkında şu izahlar yapılmıştır:
b) Soylu olanın, daha aşağı makamda olanla imtihan edilmesi...
c) Zeki olan kimsenin aptal kimse ile imtihan edilmesi…
Netice olarak diyebiliriz ki, kemâl sıfatları farklı farklıdır. Bunların hepsi, tek bir insanda asla bir araya gelmezler. Aksine bunlar, mahluklara taksim edilmiştir. Kemâl sıfatları, zatları gereği sevilirler; dolayısıyla herkes, Allah'ın kendisine vermiş olduğu kemâl sıfatlarından dolayı başkasına haset eder. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
İstînâfiyye olan cümle fasılla gelmiştir. لَيْسَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî kelamdır.
Bu cümle, tüm cümlenin tezyîlidir. Allah’ın kelamıdır. Başkasının sözünün nakli değildir. Bunun için fasılla gelmiştir. İstifham ise takrir manasınadır. (Âşûr)
لَيْسَ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Tevbih ve korkutma kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Zaid بِ harfi sebebiyle lafzen mecrur بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ cümlesi, لَيْسَ ‘nin haberidir. Hudûs ifade eden mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. اَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ [şükredenleri bilir] ifadesinde Allah Teâlâ, şükredenleri bilir anlamının yanında, lâzım-melzûm alakasıyla ‘şükretmeyenleri de bilir’ manasını kasdetmiştir. Mecaz-ı mürseldir.
Son cümlenin mefhumu muhalifi olarak Allah çok şükredenleri iyi bildiği gibi çok şükretmeyenleri de bilir. O halde her nimete yeterince şükrediyor muyuz diye düşünmek gerekir.
Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Anlamı tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır.
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | جَاءَكَ | sana geldikleri |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | يُؤْمِنُونَ | inanan(lar) |
|
5 | بِايَاتِنَا | ayetlerimize |
|
6 | فَقُلْ | de ki |
|
7 | سَلَامٌ | selam olsun |
|
8 | عَلَيْكُمْ | size |
|
9 | كَتَبَ | yazmıştır |
|
10 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
11 | عَلَىٰ | üzerine |
|
12 | نَفْسِهِ | kendi |
|
13 | الرَّحْمَةَ | rahmeti |
|
14 | أَنَّهُ | kuşkusuz |
|
15 | مَنْ | kim |
|
16 | عَمِلَ | yaparsa |
|
17 | مِنْكُمْ | sizden |
|
18 | سُوءًا | bir kötülük |
|
19 | بِجَهَالَةٍ | bilmeyerek |
|
20 | ثُمَّ | sonra |
|
21 | تَابَ | tevbe eder |
|
22 | مِنْ |
|
|
23 | بَعْدِهِ | ardından |
|
24 | وَأَصْلَحَ | ve uslanırsa |
|
25 | فَأَنَّهُ | muhakkak ki O |
|
26 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
27 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Her ne kadar –İbn Atıyye’nin kaydettiği gibi (III, 296)– müfessirlerin çoğunluğu âyetin ilk cümlesindeki “inananlar”la bilhassa Hz. Peygamber’in yanındaki yoksul müslümanlar olduğunu söylemişlerse de aynı müfessire göre âyet, herhangi bir zümre kastetmeksizin bütün müslümanları içermektedir. Âyetteki cehâlet kelimesi “günah olduğunu bile bile sefihlere ve hoyratlara özgü bir şekilde” veya –meâlinde gösterildiği gibi– “(günah olduğunu) bilmeyerek” şeklinde açıklanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 17). Yüce Allah’ın, daha önce bilerek veya bilmeyerek bazı kötülükler işledikleri halde, sonradan tövbe edip inanç ve yaşayışlarını düzeltenlere merhamet edeceğini bu şekilde kesin bir ifadeyle vaad etmesi, O’nun iyi kulları için eşsiz bir lutuf ve keremidir. Ayrıca burada,ilâhî rahmete mazhar olabilmek için yalnızca tövbe edip hakka ve hayra yönelmenin şart koşulduğu, dolayısıyla insanların makam, servet, cinsiyet veya milliyet gibi durumlarına bakılmayacağı, böylece İslâm’ın –kelimenin en doğru anlamıyla– adaletçi ve eşitlikçi bir din olduğuna işaret edildiği görülmektedir. Yine bu âyette İslâm dininin en güzel ve köklü şiarlarından olan selâmlaşmanın önemine dikkat çekildiğini görüyoruz. Meâlinde “selâm size!” diye çevrilen cümlenin âyetteki karşılığı “selâmünaleyküm”dür. Diğer bazı âyetlerde ise bu ifade “esselâmüaleyküm” şeklindedir (ayrıca bk. Nisâ 4/86).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 411-412
Riyazus Salihin, 427 Nolu Hadis
Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben, merkeb üzerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in terkisinde idim. Hz. Peygamber:
“Ey Muâz! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” buyurdu. Ben:
Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak tutmayan(lar)a azâb etmemesidir” buyurdu. Ben hemen:
Ey Allah’ın Resûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedim.
“Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler” buyurdu.
Buhârî, Cihâd 46; Müslim Îmân 48, 49. Ayrıca bk. Buhârî, Libâs 101, İsti’zân 30, Tevhîd 1; Tirmizî, Îmân 18; İbni Mâce, Zühd 35
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا: Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا dan sonraki şart cümlesinin fiili mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ‘dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَتَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى نَفْسِهِ car mecruru كَتَبَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرَّحْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur ve şan zamiridir.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)
NOT: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.
İş zamirleri 3’e ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazfolmuş iş zamiri) كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.
İş zamirlerinin özellikleri:
1) İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)
2) İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.
3) Muttasıl olduğunda ya huruf-u müşebbehe bil fiil’in ismi yahut efali kulûb’un birinci mefulu olur.
4) İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.
5) Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sigaları kullanılmaz. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ عَمِلَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمِلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
مِنْكُمْ car mecruru عَمِلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. سُٓوءاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بِجَهَالَةٍ car mecruru عَمِلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; متلبسا بجهالة (Cehalete bürünmüş olarak) şeklindedir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru تَابَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَصْلَحَ fiili atıf harfi وَ ’la عَمِلَ fiiline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. غَفُورٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise اَنَّ ’nin ikinci haberidir.وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ
وَ atıftır. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi … جَٓاءَكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bu kişilerin bilinen şahıslar olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur. Mevsûlün sılası muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır. يُؤْمِنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
بِاٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi … فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil mekulü’l-kavl olan سَلَامٌ عَلَيْكُمْ cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ mahzuf habere müteallıktır. Müsnedün ileyh olan سَلَامٌ ’un nekre gelmesi teksir ve tazim ifade eder.
Zeccâc şunu söylemiştir: سَلَامٌ عَلَيْكُمْ "Selam sizlere" buyruğundaki "Selam" kelimesinin şu manaya gelmesi muhtemeldir:
Bunun, السَّرَاحُ ve التَّسْرِيحُ (salıvermek, bırakmak) masdarlarında olduğu gibi,- سَلَّمْتُ تَسْلِيمًا سَلَامًا bir masdar olmasıdır. Buna göre, سَلَّمْتُ عَلَيْهِ سَلَامًا ifadesinin manası, "Ona, dini ve canı hakkında, bela ve musibetlerden emin olması için dua ettim..." şeklindedir. Buna göre "selâm", "teslim" (emin kılmak, salim kılmak) manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
Burada geçen her iki عَلى harf-i ceri de imanla mülabeset ve temekküne delalet eder. Yani iman sizde karar kılmış ve size giydirilmiştir. Yani korkma demektir. (Âşûr)
O müminlerin bu vasfı, birinci vasıftan (ihlasla ibadete devam) önce geldiği halde ondan sonra zikredilmiş olması, rahmet ve mağfiret vaadinin ana sebebi, Allah'ın (cc) ayetlerine iman etmiş olmalarıdır. Tıpkı geçen kelamda kovma nehyinin ölçütü, ibadete müdavemet olduğu gibi. (Ebüssuûd)
Müstenefe olan cümle mekulü’l-kavl mahallindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Rab ismiyle marife olması rububiyet sıfatını ön plana çıkarmak amacına matuftur.
رَبُّكُمْ izafetinde Rab unvanının, müminler zamirine izafe edilmesi, onların ilâhî lütfa mazhar olduklarını belirtmek ve hükmün illetini de zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Arapların كُتِبَ كَذَا عَلَى فُلَانٍ "Falancanın üzerine yazıldı, farz kılındı" tabiri, vâcip kılmayı ifade eder. عَلَى harf -i ceri de aynı manayı ifade eder. Dolayısıyla, bu ikisinin toplamı, vâcip kılmada çok ileri bir dereceyi gösterir. Binaenaleyh bu da, Cenab-ı Hakk'ın, vücûbiyet üzere, kullarına merhametli ve onlara merhametli olmasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Beyanî istînaf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle الرَّحْمَةَۙ ’den bedeldir.
اَنَّهُ daki هُ zamiri اَنَّ ’nin ismi ve şan zamiridir. … مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً cümlesi, şan zamirini tefsir eder. اَنَّ ’nin haberi olan مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sıygasında gelen عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءاً بِجَهَالَةٍ şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda mübteda olan مَنْ ’in haberidir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin, مَنِ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.
Şartın cevabı فَ , اَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ karînesiyle gelmiştir. Şarta bağlayan kelime şöyle takdir edilir: غفور رحيم به . (Mahmut Sâfî)
Mercii olmayan ''şan zamiri'' ancak اَنَّ ile gelir ve kelama zarafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir.
Cahillik iki türlü anlaşılabilir: Duygularına kapılarak veya bilmeyerek.
سُٓوءاً (kötülük) kelimesi nekre gelmiş, çok büyük bir günahı, çok küçük bir günahı ifade ettiği gibi bilinmeyen bir günahı da ifade edebilir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri nekre olarak ve aralarında و harfi olmaksızın gelmiştir. Nekre gelmesi tarifsiz olduklarını ifade eder. Aralarında و olmaması da Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Çok müjdeleyici bir ayettir. Tövbe etmeyi ve kendimizi düzeltmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz.
غَفُورٌ- رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu sıfatların ayetle anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetteki تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ [Sonra arkasından tövbe etmiş ve kendini düzeltmiş ise…] buyruğundaki تَابَ [tövbe etmiş] ifadesi, bu kimsenin geçmişte yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duyması manasına; وَاَصْلَحَ [düzeltmiş] lafzı da, o kimsenin bundan sonra yapacağı salih amellerine bir işarettir.
Daha sonra Cenab-ı Allah فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ [Şüphesiz ki O (Allah), çok mağfiret eden, çok merhametli olandır] buyurmuştur. Binaenaleyh Allah, cezayı silmesi sebebiyle Gafûr, rahmette son nokta olan mükâfat vermesi sebebi ile de Rahîm’dir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Bazı tefsirlerde, “suçlular” diye çevirdiğimiz âyetteki “mücrimler”den, özellikle Hz. Peygamber ve çevresindeki mâsum müslümanlara karşı haksız tutumlarıyla cürüm (suç) işleyen, türlü şekillerde hakarete yeltenen müşriklerin kastedildiği belirtilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 412
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل ; ‘gibi’ demektir. Bu ibare نُفَصِّلُ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır. Takdiri; تفصيلا مثلَ ذلك نفصل الآيات (Bunun benzeri bir açıklamayla ayetleri açıklarız) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تَسْتَب۪ينَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte نُفَصِّلُ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lâm-ı cuhuddan sonra, 4) Lâm-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَب۪يلُ fail olup lafzen merfûdur. الْمُجْرِم۪ينَ۟ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِم۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَب۪ينَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi بين ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
وَ , istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, takdiri تفصيلا olan fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)
Cümle önce geçen enam suresi 51. ayetteki وأنْذِرْ بِهِ الَّذِينَ يَخافُونَ أنْ يُحْشَرُوا إلى رَبِّهِمْ cümlesi için tezyîldir. (Âşûr)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ cümlesi وَ ’la takdiri ليظهر الحق [Hakkı ortaya koymak için] olan mahzufa atfedilmiştir. Cümleye dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde نُفَصِّلُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
53. ayet gibi وَكَذٰلِكَ ile başlamıştır. Bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَبِيلَ المُجْرِمِينَ [Günahkârların yolu] ile kastedilen zulümde, hasette, kibirde, insanları hor görmede ve inkârda katılıkları şeklindeki yolları ve yaşayış biçimleridir. (Âşûr)
Günahkârlar müşriklerdir. Kastedilenin ne olduğunu belirtmek ve kendilerinin suçlarını anlatmak için zamir yerine açık isim olarak getirilmiştir. (Âşûr)
Cenab-ı Hak niçin, لِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ "Mücrimlerin yolu iyice belli olsun" diyerek, mücrimlerin yolundan bahsetmiş de, müminlerin yolundan bahsetmemiştir?
Cevap: "Bu iki kısımdan birinin zikredilmesi, diğerine delalet eder. Nitekim, "Sizi sıcaktan koruyacak libaslar... " (Nahl, 81) ifadesinde, (elbiselerin) "soğuktan" kelimesi zikredilmemiştir. Yine iki zıt şey, aralarında bir ilgi olmayacak bir şekilde bulunup, her ne zaman birinin özelliği ortaya çıkarsa, diğerinin özelliği de oraya çıkar. Hak ile batıl arasında da bir ilgi yoktur. Dolayısıyla mücrimlerin yolu iyice belli olunca, hak ehlinin yolu da iyice belli olur. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنِّي | elbette ben |
|
3 | نُهِيتُ | men’olundum |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | أَعْبُدَ | tapmaktan |
|
6 | الَّذِينَ |
|
|
7 | تَدْعُونَ | yalvardıklarınıza |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | دُونِ | başka |
|
10 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
11 | قُلْ | de ki |
|
12 | لَا |
|
|
13 | أَتَّبِعُ | ben uymam |
|
14 | أَهْوَاءَكُمْ | sizin keyiflerinize |
|
15 | قَدْ | çünkü |
|
16 | ضَلَلْتُ | sapıtmış olurum |
|
17 | إِذًا | o takdirde |
|
18 | وَمَا | ve olmam |
|
19 | أَنَا | ben |
|
20 | مِنَ |
|
|
21 | الْمُهْتَدِينَ | yola gelenlerden |
|
Hz. Peygamber’e, inançsızlar istiyor diye onların taptıklarına tapmaktan, böylece tebliğinin birinci esası olan tevhid ilkesini ihlâl etmekten menedildiğini açıklaması emrolunmaktadır. Bu, onun şahsında bütün müslümanlara yöneltilen ve imanlarından tâviz vermelerini yasaklayan bir tâlimattır. 56-57. âyetler, Hz. Peygamber’in, tebliğ ettiği din ve ondaki esasların doğruluğu hakkında en küçük bir tereddüdü bulunmadığının güzel bir örneğidir. Zira, burada açıkça ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed, Allah’tan gelmiş bulunan bir “delil”e, yani kesin bilgiye (veya başka bir yoruma göre Kur’an’a) dayanmakta, imanının gücünü, gerek kendisi gerekse sağlıklı düşünen her insan için apaçık olan bu gerçeklerden almaktadır. Hak peygamberi yalancılardan, sahte önderlerden ayıran en belirgin özelliklerden biri de onun, savunduğu inanç ve fikirlerin doğruluğuna, önerdiği hayat tarzının güzelliğine öncelikle kendisinin kuşkusuz olarak inanması ve yaşamasıdır. Bu açıdan hiçbir gerçek peygamber, kendisini yükümlülük ve sorumlulukların dışında, kural ve kanunların üstünde görmemiştir. Bu âyette, Hz. Muhammed’in de –farzımuhal– tevhidden sapması halinde “dalâlete düşmüş ve hidayete erenlerden ayrılmış” olacağı açıkça ifade edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 413-414
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي نُه۪يتُ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
نُه۪يتُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نُه۪يتُ sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf عن harfi ceriyle birlikte نُه۪يتُ fiiline müteallıktır. اَعْبُدَ mansub muzari fiildir. Fail müstetir olup takdir انا ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru تَدْعُونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتَّبِـعُ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdir انا ’dir.
Muttasıl zamir اَهْوَٓاءَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. ضَلَلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. اِذاً cevap harfidir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنَا۬ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ car mecruru مَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُهْتَد۪ينَ kelimesinin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُهْتَد۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتَّبِـعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl olan …اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Failin zikrine ihtiyaç olmadığı, kastedilen açıkça belli olduğu için نُه۪يتُ fiili meçhul getirilmiştir. Yani Allah nehyetti demektir. (Âşûr)
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle, mahzuf bir عَنْ harf-i ceriyle birlikte نُه۪يتُ fiiline müteallıktır.
اَعْبُدَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Putlar hakkında akıllılar için kullanılan ism-i mevsûl getirilmiştir. Çünkü onlar putlara akıl sahibi imiş gibi davrandıkları veya cinlere ve bazı insanlara da taptıkları için itikatlarına uygun bir zamir gelmiştir. (Âşûr)
تَدْعُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında اِنّ۪ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına اِنّ۪ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
دُونِ اللّٰهِ izafeti, az sözle çok anlam ifade etmek ve gayrıyı tahkir içindir.
دُونِ kelimesi ise bir şeyin mekân itibarıyla altıdır. أَلشَّيْئُ أَلدُّونُ hakir, bayağı ve değersiz şey demektir. Bu kökten türeyen دَوَّنَ kelimesi, kitapları toplamak anlamında دَوَّنَ أَلْكُتُبَ şeklinde kullanılır. Çünkü bir şeyleri toplamak demek, onları birbirlerine yaklaştırmak, aralarındaki mesafeyi azaltmak demektir. Bir şey diğerinden azıcık daha aşağı, değersiz ise “bu şunun dûnudur / dûnundadır” denir. دُونَكَ هذا (şunu al) ifadesinin aslı, “Bunu yakınına al, yani sana en yakın olan yere al” şeklindedir. İşte bu kelime bu anlamdan istiare yoluyla hal ve rütbe farklılığı ifade anlamına intikal ettirilmiştir. (Keşşâf)
قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ şeklinde menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَهْوَٓاءَكُمْۙ izafeti, hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir içindir.
İstînâfi beyani olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide haber talebî kelamdır.
"O zaman gerçekten sapmış (dalalete düşmüş) olurum..."Bu istinafî kelâm,
- Peygamberin, men olduğu şeyden sakındığını tekid eder,
- Onların büyük bir dalalet ve azgınlık içinde olduklarını belirtir.
Daha açık bir deyişle bunun anlamı şudur:"- Ben, sizin heva ve heveslerinize uyarsam işte o zaman gerçekten dalalete düşmüş olurum."
- "...Ve hidayete erenlerden olmam." Burada isim cümlesine dönülmesi, devamlılık manasını ifade etmek içindir. Bu olumsuzluğun sürekli olması demektir. Bunun anlamı da şudur: "- Ben, o arzu ve heveslerine uyanlarla beraber olursam hiçbir zaman hidayetten bir nasibim olmaz." (Ebüssuûd)
قَدْ ضَلَلْتُ إذًا cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Yani “Eğer arzularınıza uyarsam o takdirde sapmış olurum” demektir. Bu durumda إذًا kelimesi müstakbel manası taşımayan fiilin başına gelmiş olur. Yani إنَّ ile şarta bağlanmış mukadder bir şartın veya açıkça zikredilmiş bir لَوْ harfinin cevabı olarak gelmiştir. (Âşûr)
Bu ayette cevabın إذًا kelimesine takdimi ihtimamı dolayısıyladır. (Âşûr)
Cevap harfi اِذاً ile gelen وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ cümlesi menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder.
اَنَا۬ zamirinin başına olumsuzluk harfi مَٓا geldiği için kasır cümlesi olmuştur.
الْمُهْتَد۪ينَ ‘deki elif lam ahdi ilmidir. الْمُهْتَد۪ينَ ‘deki tarif cins içindir. (Âşûr)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنِّي | elbette ben |
|
3 | عَلَىٰ | üzerindeyim |
|
4 | بَيِّنَةٍ | açık bir delil |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | رَبِّي | Rabbim- |
|
7 | وَكَذَّبْتُمْ | siz ise yalanladınız |
|
8 | بِهِ | onu |
|
9 | مَا | değildir |
|
10 | عِنْدِي | benim yanımda |
|
11 | مَا | şey (azab) |
|
12 | تَسْتَعْجِلُونَ | acele istediğiniz |
|
13 | بِهِ | onu |
|
14 | إِنِ |
|
|
15 | الْحُكْمُ | hüküm vermek |
|
16 | إِلَّا | yalnızca |
|
17 | لِلَّهِ | Allah’a aittir |
|
18 | يَقُصُّ | (O) anlatır |
|
19 | الْحَقَّ | gerçeği |
|
20 | وَهُوَ | ve O |
|
21 | خَيْرُ | en iyisidir |
|
22 | الْفَاصِلِينَ | ayırdedenlerin |
|
İlk âyet, bir bakıma, inkârcıların Resûlullah’ı “şair, sihirbaz, mecnun” gibi hiçbir gerçeklik taşımayan ifadelerle itham etmelerine karşı bir cevap teşkil etmekte; onun tebliğlerinin kesin ve apaçık delile (beyyine) dayandığını haber vermektedir. 57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir.
59. âyet, yüce Allah’ın ilminin ne kadar geniş, ne kadar kapsamlı olduğunun çok veciz ve eşsiz ifadelerindendir: Gaybın anahtarları (başka bir kıraate göre gaybın hazineleri) Allah’ın yanındadır (gayb terimi için bk. Bakara 2/3). Burada Allah’ın ilminin, karalar ve denizler gibi en geniş varlık ve olaylardan, düşen bir yaprağa, yerin karanlıklarındaki bir bitki tanesine, kuruluk, yaşlılık vb. keyfiyetler gibi en basit varlık ve olaylara kadar her şeyi kuşatıp kapsadığı, dolayısıyla bütün bunların en yüce, en ince bilgi ve kudretle yaratılıp düzenlendiği ifade buyurulmuştur. Bundan dolayı kelâm bilginleri tarafından söz konusu âyet, bazı düşünürlerin,ilm-i ilâhînin cüz’iyyâtı (değişken varlık ve olayları) kapsamadığı yolundaki iddialarını çürüten en kesin delillerden biri olarak gösterilmiştir. “Apaçık bir kitap” diye çevirdiğimiz “kitâbin mübîn” tamlaması, “hafaza melekleri tarafından tutulan amel defteri”, “levh-i mahfûz” veya “Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19; İbn Atıyye, II, 300). Râzî son yorumu tercih eder (XIII, 11).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 414-415
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. مِنْ رَبّ۪ي car mecrurunda bir muzâf hazfi vardır. بَيِّنَةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri; من عند ربي şeklindedir.
Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye (yani bir şeyin başlangıcı) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. كَذَّبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و” gelir. Nadiren “و” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِه۪ car mecruru كَذَّبْتُمْ fiiline müteallıktır.
مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ
مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. عِنْد۪ي mekân zarfı, مَا ’nın mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تَسْتَعْجِلُونَ fiiline müteallıktır. اِنِ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الْحُكْمُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. لِلّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
Fiil cümlesidir. يَقُصُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُصُّ الْحَقَّ cümlesi hal cümlesidir.
Hal müspet muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ haber olup lafzen merfûdur.
الْفَاصِل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْفَاصِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan فصل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Önce geçen قُلْ أرَأيْتَكم إنْ أتاكم عَذابُ اللَّهِ أوْ أتَتْكُمُ السّاعَةُ şeklindeki 40. ayette açıklaması yapılan işin önemi dolayısıyla قُلْ emri tekrar edilmiştir. (Âşûr)
Mekulü’l-kavl olan اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ , عَلٰى بَيِّنَةٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Cümle tekid harfiyle tekid edilmiştir. Çünkü onlar Rablerinden bir delil üzere olduklarını inkâr ediyorlardı. (Âşûr)
البَيِّنَةُ kelimesi aslında بَيِّنٍ kelimesinin müennesidir. Yani açıklamaktır. O sıfattır ve bilindiği için mevsuf mahzuftur. دَلالَةٌ بَيِّنَةٌ veya حُجَّةٌ بَيِّنَةٌ şeklindedir. (Âşûr)
البَيِّنَةُ kelimesinden muradın Kuran olması caizdir. عَلى harfi mülazemet alakasıyla mecazı mürsel olarak kullanılmıştır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Yani Kuran’ın getirdiği şeye muhalefet etmem, demektir. (Âşûr)
Bu kelamda "Rabb" unvanının Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yerini tutan zamire izafe edilmesi, apaçık teşrif ve mertebenin yüksekliğini ifade eder. (Ebüssuûd)
مِنْ ibtidaiyye içindir. Yani Rabbimden bana gelen delil demektir. (Âşûr)
وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ cümlesi وَ ’la gelen hal cümlesidir. Mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبْتُمْ kelimesi fiilin manasının mef’ûle yapışık olduğunu tekid etmek için بِ harf-i ceri ile tadiye edilmiştir. (Âşûr)
كَذَّبْتُمْ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ
Cümle istînâfi beyaniyedir. (Âşûr)
Fasılla gelen cümleye dahil olan مَا nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu istinaf cümlesi, onların kendi yalanlarını, hatalarını ortaya koyar, bu da, Kur’an'da vadedilen ve onların acele gelmesini istedikleri azabın gerçekleşmemesidir. Nitekim onlar, istihza yoluyla veya kendi batıl iddialarına göre şöyle diyorlardı:" Eğer doğru sözlüler (sadıklar) iseniz bu vadedilen azap ne zaman?" (Sebe' 34/29) (Ebüssuûd)
عِنْد۪ي ifadesi ما بِيَدِي كَذا (Bu iş benim kudretimde değil) manasındadır. العِنْدِيَّةُ burada ilim ve kudretle davranmak manasında mecazdır. Mana; ben alîm ve kadîr değilim şeklindedir. Yani ‘’ilah değilim ama gönderilmiş bir elçiyim. Gönderildiğim şeyin arkasında duruyorum’’ demektir. Aslında عِنْد۪ yakın mekân için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için mecaz olarak kullanılır. وعِنْدَهُ مَفاتِحُ الغَيْبِ (Enâm/59) cümlesi de bunun gibidir. Bir şeyi kontrol altında tutmak manasında da mecazî olarak kullanılır. وعِنْدَهُ عِلْمُ السّاعَةِ (Zuhruf/85) ve وعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ (İbrahim/46) ayetleri bu manadadır. ما تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ sözünden maksat onların tehdit edildiği azaptır. (Âşûr)
Burada zarf olan müsnedin takdimi kasr-ı kalp ifade eder. Çünkü Peygamberin (sav) onlara olan tehditlerinin, kendi gücü dahilinde olduğunu vehmetmişlerdir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عِنْد۪ي mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübtedadır. Sılası تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
بِ harf-i ceri burada tadiye içindir. مَا عِنْد۪ي sözü delalet ettiği için mef’ûl burada mahzuftur. Takdiri; تَسْتَعْجِلُونَنِي بِهِ (Beni acele ettirdiğiniz şey) şeklindedir. (Âşûr)
تَسْتَعْجِلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
Ta’lîl hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsme isnad formunda gelen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنِ ve istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşmuştur. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Cümlede haberin hazf îcaz-ı hazif sanatıdır. لِلّٰهِۜ bu mahzuf habere müteallıktır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُصُّ الْحَقَّ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan müekked hal cümlesidir.
Cümlenin وَ ’sız gelmesi, bu özelliğin hal sahibi olan Allah Teâlâ’da, sabit ve kalıcı olduğunun işaretidir.
Makabline matuf olan son cümle وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir.
Cenab-ı Allah, "Hüküm ancak Allah'a aittir" buyurmuştur. Bu, genel bir ifade olup, her türlü hükmü içine almaktadır. Burada, "onların başına gelecek azabı geciktirme hususundaki hüküm ve tasarruf ancak Allah'a aittir" manası kastedilmiştir. Ayetteki يَقُصُّ الْحَقَّ "O, hakkı haber verir" ifadesi, "Allah, tehir etme ve acele verme hususundaki her hükmünde, hak olanı yapar" demektir. "O, ayırt edenlerin yani hükmedenlerin, en hayırlısıdır." (Fahreddin er-Râzî)
Alimlerimiz, "Hüküm ancak Allah'a aittir" ayetini, kulun, Allah'ın takdir ve hükmettiği şeyler dışında hiç bir şeye kadir olamayacağına delil getirmişlerdir. Bundan dolayı Allah Teâlâ takdir ve hükmetmediği müddetçe, kuldan inkâr sadır olmaz. Bunun delili, Allah Teâlâ'nın, "Hüküm ancak Allah'a aittir" ayetidir. Çünkü bu söz, hasr manasını ifade eder. Zira bu, "Allah'dan başka hiç kimse için hüküm söz konusu değildir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَوْ | eğer |
|
3 | أَنَّ | elbette |
|
4 | عِنْدِي | benim yanımda olsaydı |
|
5 | مَا | şey |
|
6 | تَسْتَعْجِلُونَ | acele istediğiniz |
|
7 | بِهِ | onu |
|
8 | لَقُضِيَ | bitirilmişti |
|
9 | الْأَمْرُ | iş |
|
10 | بَيْنِي | aramızda |
|
11 | وَبَيْنَكُمْ | ve sizin aranızda |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah |
|
13 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
14 | بِالظَّالِمِينَ | zalimleri |
|
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; لو ثبت وجود ما تستعجلون به لقضي الأمر (Acele ettiğiniz bir şey olduğu kanıtlanırsa, konu karara bağlanır.) şeklindedir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
عِنْد۪ي mekân zarfı, اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, اَنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تَسْتَعْجِلُونَ fiiline müteallıktır.
لَ harfi لَوْ ‘in cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُضِيَ meçhul, mebni mazi fiildir.
الْاَمْرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
بَيْن۪ي mekân zarfı, mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la بَيْن۪ي ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ haberdir.
بِالظَّالِم۪ينَ car mecruru اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir. اَعْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir. بِ harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır:
1) Fail bilinmediği zaman, 2) Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, 3) Fail herkes tarafından bilindiği zaman, 4) Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl olan لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.
اَنَّ masdar ve tekid harfidir. اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle takdiri ثبت (Sabit oldu) olan mahzuf fiilin failidir. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Zarf-mazruf olan اَنَّ , عِنْد۪ي ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında haberî isnaddır.
قَضَى fiilinin mef’ûl (meçhul) kipi ile قُضِيَ şeklinde zikredilmesi,
- fiilin fâilinin Allah (cc) olduğunu,
- durumun pek korkunç olduğunu,
- ancak ifadede husn-ü edep gözetildiğini bildirir.
تَسْتَعْجِلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Rabıta harfi لَ ile gelen لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelam olup, اَنَّ ’nin haberidir.
Son üç ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الأمْرُ kelimesinin başındaki harf-i tarif ahd içindir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
[Allah zalimleri iyi bilir.] Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu halde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Keşşâf)
‘Allah zalimleri bilir’ lafzıyla, onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Bu, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اَعْلَمُ isminin tafdil kalıbında olması dolayısıyla, ‘’Allah zalimlerin ciğerini bilir’’ şeklinde tercüme edilebilir.
Ayette هم şeklinde zamir değil de ظَّالِم۪ينَ şeklinde zahir ismin kullanılması, onları zemmetmek kastıyla yapılan ıtnâbtır.
واللَّهُ عَلِيمٌ بِالظّالِمِينَ cümlesi tezyîldir. (Âşûr)
"Allah, zalimleri en iyi bilendir." Bu itirazî cümle;
- İlâhî azap işinin Peygamber'e havale edilmediğini,
- bu yüzden işin bitirilmediğini,
- ve bunun illetini açıklar.
Yani anlam şudur:"Allah (cc) o zalimlerin halini, onların azaplarının ağırlaştırılması için, istidrâc (yavaş yavaş azaba yaklaştırılmak) yoluyla mühlet verilmeye müstahak olup olmadıklarını en iyi bilendir. Onun içindir ki azap işi bana havale edilmedi ve sonuç olarak, azap acele gönderilerek iş bitirilmedi." (Ebüssuûd)
واللَّهُ أعْلَمُ بِالظّالِمِينَ cümlesi tezyildir. Yani Allah, azabı geciktirmenin hikmetini ve iniş zamanını benden ve herkesten daha iyi bilir, çünkü O, acele etmekte olduğunuz şeyleri en iyi bilendir. (Âşûr)
Allah zalimleri iyi bilir cümlesinin mefhumu muhalifi de doğrudur. Yani zalim olmayanları da bilir.
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعِنْدَهُ | ve O’nun yanındadır |
|
2 | مَفَاتِحُ | anahtarları |
|
3 | الْغَيْبِ | gayb’ın |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يَعْلَمُهَا | onları bilmez |
|
6 | إِلَّا | başkası |
|
7 | هُوَ | O’ndan |
|
8 | وَيَعْلَمُ | ve (O) bilir |
|
9 | مَا | ne varsa |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْبَرِّ | karada olan |
|
12 | وَالْبَحْرِ | ve denizde olan |
|
13 | وَمَا |
|
|
14 | تَسْقُطُ | düşmez |
|
15 | مِنْ | hiçbir |
|
16 | وَرَقَةٍ | yaprak |
|
17 | إِلَّا | dışında |
|
18 | يَعْلَمُهَا | onun bilgisi |
|
19 | وَلَا | ve (yoktur) |
|
20 | حَبَّةٍ | bir dane |
|
21 | فِي | içinde |
|
22 | ظُلُمَاتِ | karanlıkları |
|
23 | الْأَرْضِ | yerin |
|
24 | وَلَا | ve (yoktur) |
|
25 | رَطْبٍ | yaş |
|
26 | وَلَا | ve |
|
27 | يَابِسٍ | kuru |
|
28 | إِلَّا | ancak |
|
29 | فِي | vardır |
|
30 | كِتَابٍ | bir Kitapta |
|
31 | مُبِينٍ | apaçık |
|
ورق veraka: وَرَقُ الشَّجَرِ ağacın yaprağı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri varak, evrak ve varakadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سقط Bir nesnenin yüksek bir yerden alçak bir yere bırakılması, atılması veya düşmesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sakat, sakatat, sâkıt olmak ve iskattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ٌرَطْب kurunun zıddıdır. Nemli, rutubetli, taze, yaş ve sulu anlamlarına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı türevde 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli rutûbettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَفَاتِـحُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْغَيْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَعْلَمُهَٓا cümlesi مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُهَٓا merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “ و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. Munfasıl zamir هُوَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
فِي الْبَرِّ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
الْبَحْرِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak
olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile
yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi
Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْقُطُ merfû muzari fiildir.
مِنْ zaiddir. وَرَقَةٍ lafzen mecrur, تَسْقُطُ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. يَعْلَمُهَا merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Zaid olan مِنْ harf-i ceri لَيْسَ ’ye benzeyen مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan مِنْ harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına لَيْسَ ’ye benzeyen nefy مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. حَبَّةٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la وَرَقَةٍ ’e matuftur.
ف۪ي ظُلُمَاتِ car mecruru حَبَّةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. رَطْبٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la وَرَقَةٍ ’e matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. يَابِسٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la رَطْبٍ ’e matuftur.
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru حَبَّةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. مُب۪ينٍ kelimesi كِتَابٍ ’in sıfatıdır.
مُب۪ينٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. يَابِسٍ kelimesi sülâsî mücerred olan يبس fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
Ayet وَ ’la وَاللّٰهُ اَعْلَمُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Takdim kasrı ile tekid edilmiştir.
مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ için hal olan لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsuftur.
Müsnedün ileyhin izafet terkibiyle gelmesi veciz anlatım kastıyladır.
Hükümde ortaklık nedeniyle وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ cümlesine atfedilen وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
MEFTAH", mim'in fethiyle mekân (yer), açılacak yer demektir. Mim'in kesriyle de "miftah" âlet ismi olup anahtar demektir. Yani daha açılmamış, vücuda gelmemiş, bizim ilmimiz ulaşmamış o kadar gayb hazineleri vardır ki bütün bunların kapıları veya anahtarları ancak Allah'ın katında, Allah'ın elindedir. Onları, O'ndan başka kimse bilmez. O, bütün bu gaybları bildiği gibi, hali hazırdaki bütün varlıkları da, bütün teferruat ve kısımlarına varıncaya kadar bilir. (Elmalılı)
مَفَاتِـحُ kelimesinde istiare vardır. İlim manasında kullanılmıştır. İzafet kısa yoldan izah içindir.
Ayette iki kasr şekli vardır. Birincisi وَعِنْدَهُ bölümündeki takdim, ikincisi de لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ bölümündeki nefy ve istisna harfi ile yapılmış olandır. Burada ifade edilen şey de; gaybın anahtarlarının başkasının değil onun yanında olduğu, yani bunun bilgisinin de O’nda olduğu, başka kimsede olmadığıdır. Kasrın tekrarı bu hakikatı tekid eder ve sabit kılar. Yani gaybı bilmek O’na mahsustur ve mahlukatının hiç birinde bu bilgi yoktur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
الْبَرِّ- الْبَحْرِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَعْلَمُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bilinenlerin kuru ve yaş olarak belirtilmesi taksim sanatıdır.
Gaybın anahtarları ile anlatılmak istenen şeyin; Lokman suresi son ayette geçen beş bilinmeyen olduğu söylenmiştir. Kıyametin kopma zamanı, yağmurun yağması, rahimlerdeki ceninin durumu, insanın yarın ne yapacağı, nerede
Öleceğidir.
Gaybın hazineleri O'nun yanındadır". Burada "gayb işler" yerine müstear olarak مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ [kapısı açılan mahzenler] ifadesi kullanılmış ve içlerinde gayp şeylerin saklandığı mahzenlere benzetilmiştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah istiare yoluyla, "gayb" için "anahtarlar" kelimesini kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla ulaşılır. Gaybları sadece Allah bilir. (Sâbûnî)
Burada meknî, tahyilî istiare vardır. Mahzenlerde ve güvenli hazinelerde insanlardan saklanan gizli, nefis ve değerli şeyler kilitlere benzetilmiştir. Vech-i şebeh, bunları sadece anahtarı elinde olan kişinin bilmesidir. (Âşûr)
مَفَاتِـحُ kelimesi, "miftah" ve "meftah" kelimesinin cemisidir. "Miftâh" kelimesi, kendisi ile kilidin açıldığı şey (anahtar) manasındadır. "Meftah" kelimesi ise bir şeyin saklanıp kitlendiği (hazine) yer manasınadır. Her bir çeşit eşyanın saklanıp belirdiği yere, "meftah" denir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Cenab-ı Hak gaybın anahtarları ifadesini mecazî olarak kullanmıştır. Çünkü anahtarlar sayesinde, demir zincirlerle emniyet altına alınmış hazinelerdeki şeylere ulaşılır. O halde, anahtarları ve bunların kilitleri açmada nasıl kullanılacağını bilen kimsenin, o anahtarlar sayesinde hazinelerde mevcut şeylere ulaşması ve elde etmesi mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak önce, "Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Ondan başkası bunları bilmez" buyurmuş, sonra da sırf aklî ve küllî olan bu cümleyi, maddi ve cüzi olan bir cümle ile tekid ederek, "Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir" buyurmuştur.
Çünkü Allah'ın bildiği şeylerden bir kısmı da, kara ve denizde yaşayanların tamamıdır. Hisler ve hayal, kara ve denizin büyüklüğünü bilir. İşte bu sebeple Allah, aklî olan bu şeyin, gerçek büyüklüğünü ortaya koymak için, maddi olan (yani görülen-bilinen) bu şeylerden bahsetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada şu şekilde bir başka incelik daha vardır: Allah Teâlâ ayette önce, karayı zikretmiştir. Çünkü insan yeryüzünün hallerini ve orada bulunan pek çok şehir, köy, ova, sahra, dağ, tepe ile canlılar, bitkiler ve madenleri görür, bilir. Denize gelince, insan aklı onun hallerinin pek azını görüp, bilebilir. Fakat duyularımız az da olsa, denizin enteresan hallerinin daha çok, eninin boyunun daha fazla ve ondaki canlılar ile çeşitli varlıkların daha şaşırtıcı olduğunu anlar. Binaenaleyh hayalimiz (düşüncemiz), denizin ve karanın durumlarını bu şekilde zihinde toplayıp, sonra da bunların ikisinin toplamının, Hak Teâlâ'nın, "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Ondan başkası bunları bilmez" ifadesinin hükmüne giren şeylere nazaran, önemsiz olduğunu anlayınca, işte insanların görüp bildiği bu maddi misal, "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O’ndan başkası bunları bilmez" ayetinin hükmündeki büyüklüğü tekid edici ve tamamlayıcısı olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır" cümlesi, "hasr" ifade eder. Yani, "Başkasının değil, ancak O'nun yanındadır" demektir. Binaenaleyh şayet, "vacibu'l-vücûd" (eşyanın tamamı ve varlıkların bütünü) olan bir başka varlık daha olsaydı, o zaman, "Gaybın anahtarları" onun yanında da mevcut olurdu. Bu durumda da hasr manası batıl olur, bozulurdu. Hem, ayetin lafzı bu tevhide, tekliğe delalet ettiği gibi aklî delil de buna muvafıktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Menfi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. يَعْلَمُهَا cümlesi وَرَقَةٍ için haldir. مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, fail ve hal arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Fiilin faili وَرَقَةٍ ’ya dahil olan مِنْ harfi gibi ona matuf olan, حَبَّةٍ , رَطْبٍ ve يَابِسٍ kelimelerindeki لَا harfleri de zaiddir. Bu zaid harfler olumsuzluğu tekid eden ıtnâb sanatıdır. اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ibaresi, اِلَّا يَعْلَمُهَا ’dan bedeldir. Bedel ıtnâb babındandır.
ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla karanlık içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü karanlık hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak ilimdeki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ ifadesinde karanlıklar yerin derinlikleri manasında kinayedir.
Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmektedir.
رَطْبٍ - لَا يَابِسٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Yaş-kuru ile mecazen tüm varlık alemi kastedilmiştir.
وَرَقَةٍ - حَبَّةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَرَقَةٍ - حَبَّةٍ - رَطْبٍ - يَابِسٍ kelimelerindeki tenvin kıllet ve nev ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Çünkü olumsuz siyaktaki nekre, selbin umumuna işarettir.
كِتَابٍ ’deki tenvin ise tazim içindir. مُب۪ينٍ sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Kara ve deniz olaylarından sonra düşme olaylarının yaprak ve tane ile temsil olunması, bütün gök cisimlerinin birer yaprak ve tane gibi durma kanunlarına tabi bulunduğuna dair bir delaleti içerir. Ve dikkate şayandır ki bu delalet, varlıklardan nasıl ve ne şekilde okunabilirse, Kur'an'dan da o kadar okunabilmektedir. Doğrudan doğruya cisimlerin duruş ve hareketleri ifade olunmayıp da yaprağın ve tanenin duruşunun açıklanması, hem Allah'ın bilgilerinin çokluk ve inceliğini tasvir etmek, hem de insanlara göre durma kanunlarının yapraklar ve tanelerde açık ve seçik bir cereyan ve cisimlerde gizli ve istidlâle dayalı olduğuna ve yerde karanlıklara bir tane düşmesinin gök boşluğunda cisimlerin duruş ve hareketlerini bilmeye bir anahtar teşkil edebileceğine bir işarettir. Burada önce görünmeyenden görünene, düşünülenden hissedilene, sonra derece derece hissedilenden düşünülene, görünenden görünmeyene giden öyle bir ince tertip vardır ki, bunun ne açıklaması biter, ne incelikleri tükenir. (Elmalılı)
Allah Teâlâ, bu ayette bütün cüz’îleri –yani, yaprak, dane, yaş ve kuruyu– hasretmiş ve onları küllîye –yani, gaybın anahtarlarına ve karada ve denizde olan şeylere– katmıştır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî İlmi Ve Sanatları)
Rabbim! En güzel dost Sensin. En güzel derman Sensin. Selamın, rahmetin ve bereketin üzerimize olsun.
Ey şükredenleri bilen! Bizi de şükredenlerden ve yarattığın her cana merhamet edenlerden eyle.
Ey her derdimizden haberdar olan! İhtiyacımız olan her türlü şifayı karşımıza çıkar ve bizi maddi manevi şifalandır.
Ey ölümü ve hayatı yaratan! Hayırlı, huzurlu ve bereketli bir ömür ile hayırlı, kolay ve ferah bir ölüm nasip et.
Ey merhamet etmesini seven! Bizi de affettiğin ve rahmetinle muamele ettiğin kulların arasına kat.
Ey cezalandırması çetin olan! İki cihanda da, bizi gazabından ve azabından muhafaza buyur. Şefkatinle doğru yoluna ilet, yanlışlarımızdan kurtar ve halimizi düzelt.
Ey halimizdeki her kusuru gören! Nefsimizi terbiye etmemiz ve güzelleştirmemiz için yardımcımız ol. Kalbimizi reziletlerden arındır ve faziletlerimizi güçlendir.
Ey yeri ve gökleri yaratan! Dünyadaki her işimizi kolaylaştır ve bereketlendir. Dünyada ve ahirette, yükümüzü hafiflet ve bizi huzurla kuşat.
Ey gaybın anahtarları yanında olan! Gönüllerimizle zihinlerimizi; en hoş duygularla, fayda verici düşüncelerle ve bize göz aydınlığı olacak dualarla doldur. Beni Salih kulların arasına kat ve canımı müslüman olarak al.
Amin.
***
Geleceğe dair belirsiz olasılıklara odaklandıkça yaşamak zorlaşır. İçinde bulunduğu anlar, doğru düzgün yaşanamadan geçmiş zaman kipine dönüşür. Bitmeyen hesapların arasında kaybolur ve bazen kendisini bile bırakıp gitmek ister.
Böyle zamanlarda bile bir nebze olsun daha sakin hissettiği anları vardır. Kalbinin, huzur sebebi hakikatleri hatırlattığı fısıltılarına kulak verir ve onlara tutunarak kalkmaya çalışır. Vesveselerin gürültüsünü kısmak için bulunduğu anı Allah rızasını kazanma umuduyla değerlendirmek ister.
Bunun için de kalkar ve abdest alır. Suyun sesini dinler ve teninde açtığı yolları izler. Yıkadığı her uzvundan kendindeki belki faydasız, belki zararlı hallerin akıp gittiğini düşünür ve onlardan Allah’a sığınır. Yerine Allah’ın rahmetiyle beraber temizliğin ve tazeliğin gelişine şükreder.
Hesaplayıp hesaplayamadığı bütün belirsizliklerden Allah’a kaçar. Zihnine uğrayan düşüncelerden ürkmektense verdiği tepkiyi değiştirir. Zira göremediği yolun sonunun Allah katında belli olması ve kendisine yabancı halleri Allah’ın bilmesi gerçeğiyle rahatlar.
Şüphesiz ki gaybın anahtarları yalnız Allah’tadır ve dolayısı ile en emin ellerdedir. Böylece kontrol etme çırpınmalarını da Allah’a arzeder ve hafiflediğini farkeder. Yaşadıklarından ve alemde olan her şeyden haberdar olan Allah’a teslim olur. Ve hep orada kalmak ister.
Ey Allahım! Devamlı kontrolü eline almaya çalışan nefsin vesveselerinden Sana sığınırız. Sorumluluğumuz dahilinde olmayan yükleri taşımaya çalışmak gafletinden de Sana sığınırız. Tek başına, Senin halimizi bildiğini bilmek ve rızanı gözetmeye çalışan için hiçbir şeyin boşa gitmediğine inanmak, huzur sebebimiz olsun. Bizi hakiki manada Sana güvenen ve Sana teslim olan kullarından eyle. Salih mütevekkil kulların arasına kat. Mütevekkil ve mutmain mü’min bir kalp ile yaşat, öldür ve dirilt.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji