بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي | kimseler |
|
3 | يَتَوَفَّاكُمْ | sizi öldüren |
|
4 | بِاللَّيْلِ | geceleyin |
|
5 | وَيَعْلَمُ | ve bilir |
|
6 | مَا | şeyi |
|
7 | جَرَحْتُمْ | işlediğiniz |
|
8 | بِالنَّهَارِ | gündüzün |
|
9 | ثُمَّ | sonra |
|
10 | يَبْعَثُكُمْ | sizi diriltir |
|
11 | فِيهِ | onda |
|
12 | لِيُقْضَىٰ | tamamlanıncaya kadar |
|
13 | أَجَلٌ | süre |
|
14 | مُسَمًّى | belirlenmiş |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | إِلَيْهِ | O’nadır |
|
17 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşünüz |
|
18 | ثُمَّ | sonra |
|
19 | يُنَبِّئُكُمْ | size haber verecektir |
|
20 | بِمَا | şeyleri |
|
21 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
22 | تَعْمَلُونَ | yapmış |
|
Bu ve bundan sonraki âyetler, sûrenin genel muhtevasına uygun olarak yüce Allah’ın varlığını ve birliğini, kudret ve ilminin mükemmelliğini gösteren yeni deliller ve örnekler ortaya koymaktadır.
“Geceleyin öldürme”den maksat, insanın uykuya daldırılması, “diriltme”den maksat da uykudan uyandırılmasıdır. Uyku ve uyanma için vefat ve ba‘s kökünden fiillerin kullanılması, uyku ile ölüm, uyanma ile de yeniden dirilme arasında, bir ölçüde ruhî ve fizyolojik bir benzerlik olmasından dolayıdır. Uyku sırasında organizmanın faaliyetlerinin bir kısmı tamamen durmakta, bir kısmı da yavaşlamaktadır. Özellikle görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularıyla hareket, konuşma gibi faaliyetlerin; ayrıca birçok duygusal tepkilerin durması yahut yavaşlaması, uykunun ölümü hatırlatan bir olay olduğunu gösterir. Uyanma ise çeşitli bedenî ve psikolojik faaliyetlerin yeniden normale dönmesini sağladığından, bir bakıma yeniden hayata dönüştür. Âyette dikkati çeken önemli bir husus da öldürme (uyutma) ve diriltme (uyandırma) fiillerinin Allah’a nisbet edilmesi, böylece insanın uyuması ve uyanmasının kendi iradesine bağlı olmadığının gösterilmesidir. Uyuma, bedenin ve ruhun dinlenmesi için bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Allah’ın değişmez kanunları uyarınca beden ve ruh, uyku yoluyla dinlenme ihtiyacı hissettiği zaman normal şartlarda ve zorunlu olarak uyku olayı meydana gelir. Hiçbir insan bu zorunluluğu ortadan kaldırma gücüne sahip değildir.
“Sizi öldüren … sizi dirilten O’dur” şeklindeki vurgulu ifadeler, yüce Allah’ın hem kudretini hem de lutfunu göstermektedir. Zira bu ifadeler “O istemeseydi siz uyuyamazdınız; uyuduğunuz takdirde de uyanamazdınız” anlamını taşıyor. Âyetteki “ceraha” fiili genellikle “işleme, yapma” mânasında kullanılmakla birlikte, kök anlamı (delme, yırtma, yaralama) itibariyle öncelikle kötülük işlemeyi ifade eder ve Allah’ın belirtilen lutfuna karşı kulun nankörlüğüne işaret eder. Yine de Allah her insanı “belirlenmiş ecel”ine kadar yaşatmak suretiyle rahmetini tecelli ettirir. Ancak eninde sonunda herkes O’na dönecek ve O, bütün insanlara neler yaptıklarını haber verecektir.
Tefsirlerde uyku sırasında ruhun durumunun ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şevkânî âyetin “yeteveffâküm bi’l-leyli”kısmını şöyle açıklamıştır: “Allah sizi uyutunca, kendileriyle temyiz sahibi olduğunuz nefislerinizi (ruhlarınızı) kabzeder. Ancak bu hakiki ölüm değildir. Bir görüşe göre uyku sırasında ruh bedenden çıkmakla birlikte hayat bedende kalmaya devam eder. Başka bir görüşe göre ruh bedenden çıkmaz; fakat sadece zihin çıkar (şuur faaliyetleri durur). Ancak, doğrusu şudur ki, bu olayın mahiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez (Şevkânî, II, 143).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 416-417
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَوَفّٰيكُمْ fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَوَفّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِالَّيْلِ car mecruru يَتَوَفّٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası جَرَحْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
جَرَحْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِالنَّهَارِ car mecruru جَرَحْتُمْ fiiline müteallıktır.
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
يَبْعَثُـكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ف۪يهِ car mecruru يَبْعَثُ fiiline müteallıktır. لِ harfi, يُقْضٰٓى fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَتَوَفّٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُقْضٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mansub meçhul mebni muzari fiildir. اَجَلٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٌ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَفّٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي’dir. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ
Ayet وَ ’la عِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi herkes tarafından bilinen olmasının yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani gece öldürmek, gündüz ne yaptıklarını bilmek, sonra diriltmek vasıfları Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz. Bu vasıfların sıralanması taksim sanatıdır.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder.
يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ cümlesi mevsûlün sılasıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir. يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile يَتَوَفّٰيكُمْ’e atfedilen يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada في harfi zarfiyedir. Zamir, لنَّهارِ kelimesine aittir. البَعْثُ kelimesi uykudan uyanmak manasında müsteardır. Çünkü bu kelimenin قالُوا أئِذا مِتْنا وكُنّا تُرابًا وعِظامًا أئِنّا لَمَبْعُوثُونَ (Müminun Suresi, 82) ayetinde olduğu gibi özellikle de Kur’an’da ölüyü diriltmek manasında kullanılması yaygındır. Bu istiare akılları karıştıran ba’s ın keyfiyetini zihinlerde canlandırmak için uykuda ölüm şeklinde gelmiştir. İki istiare birbiri için muraşşaha olmuştur. (Âşûr)
لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ cümlesi, fiile dahil olan sebep bildiren cer harfi lam-ı ta’lîl sebebiyle masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel cer mahallinde يَبْعَثُـكُمْ fiiline müteallıktır.
يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ cümlesi ile يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِالَّيْلِ - بِالنَّهَارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَبْعَثُـكُمْ - يَتَوَفّٰيكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَجَلٌ ’ün لِيُقْضٰٓى fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. Kelimedeki tenvin tazim ifade eder.
Buradaki iki manası olan جَرَحْتُمْ kelimesinde tevriye vardır: Yakın manası bilindiği gibi vücûdu yaralamaktır, uzak manası ise günah işlemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَتَوَفّٰيكُمْ fiilinde istiare vardır. “Uyutur” yerine bu fiil gelmiştir.
Duyuların ve temyiz kudretinin zail olması bakımından ölüm ile uyku hali arasında ortaklık bulunduğu için ölüm kelimesi mecazen uyku için kullanılmıştır.
Vefatın asıl manası, bir şeyi olduğu gibi tamamı ile almaktır. Bu fiil Kur’an’da vefat eden kişi için değil, bu fiili gerçekleştiren kişilere isnad edilmiştir.
لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ [belirlenmiş ecel tamamlansın diye,...] cümlesi, يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ cümlesine atıf olduğu halde ikisinin arasına, وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ cümlesinin girmesi, onların uyandırılmalarında büyük bir ihsan olduğunu beyan etmek içindir. Bu cümle ile şu noktaya dikkat çekilir:
Onların işledikleri günahlar, ölü olarak bırakılmalarını hatta hemen helak edilmelerini gerektirdiği halde Allah yine de onlara hayat bahşeder ve kendilerine mühlet verir. Nitekim terahî (ثُمَّ) kelimesinin kullanılması da bunu bildirir. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ Burada incelenmesi gereken konu şudur: Uyuyan kimse hiç şüphesiz diridir. O kimse her ne zaman diri olursa onun ruhu kesinlikle kabz olmamış demektir. Durum böyle olunca “Allah onu öldürdü.” denilmesi doğru olmaz. Binaenaleyh burada mutlaka bir tevil yapmak gerekir. Bu tevil de şudur: Uyku hali, duyan ve hisseden ruhların, zahirden çıkıp batına dalmasıdır. Böylece zahirî duyu organları iş yapamaz hale gelir. Binaenaleyh uyurken de bedenin zahiri bazı işleri yapamaz hale gelir. Halbuki ölüm halinde bedenin tamamı hiçbir işi yapamaz hale gelir. İşte böylece uykuyla ölüm arasında bu açıdan bir benzerlik bulunmuş olur da bu sebepten dolayı “vefat” ve “ölüm” lafızlarının uyku hakkında kullanılması doğru olur. (Fahreddin er-Râzî)
جرح, lügatta, bir şeye tesir icra edip zedelemektir. Bunun gereği olarak ele geçirmek, kazanmak manasında da bilinmektedir. Nitekim bedenin el, ayak, diş, dil gibi etkili ve amil uzuvlarına “cariha” ve “cevarih” adı verilir ki, “kasibe (kazanan)” ve “kevasib (kazananlar)” demektir. Ve ayette geçen cerh, bu manadadır. Yani siz o gün uyumadan önce organlarınızın hareketleriyle birtakım tesirler icra etmiş, işler yapmış, maddi veya manevi, hayır veya şer birtakım şeyler kazanmış bulunuyorsunuz ki bunlar sizin amellerinizdir. Bedeninizin, organlarınızın yıpranması, yaralanmış olması da bu kazanılmışlar cümlesindendir. Siz gündüzün uyanık iken kazandığınız ve hatta kendi elinizle yaptığınız bu işlerin bir kısmını bilmezsiniz de bazısını bilirsiniz. Fakat gece oldu mu Allah düşünme yeteneğinizi sizden alır, siz ölü gibi kendinizden geçersiniz, şuur ve idrakinize sahip ve malik olamazsınız. O zaman gündüzün bildiklerinizi ve kendi eseriniz olmak üzere en yakın bildiklerinizi bile bilemez olursunuz. Halbuki siz böyle ölü bir halde iken Allah onların hepsini bilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
ثُمَّ يَبْعَثُـكُمْ ف۪يهِ Sonra gündüzün yine sizi diriltir. Bedeninizde zedelenen, uzuvlarınızdan ölen kısımlarınızı uykuda haberiniz olmadan telafi ederek yeniler ve sizden aldığı şuur ve idraklerinizi yine sabahleyin size geri verip önceki gibi maddi ve manevi hayatınızla sizi tekrar diriltir, uyandırır ve o zaman siz geceyi gündüzü fark eder, kendinizi ve geçmiş kazançlarınızı hiç kaybetmemiş, arada hiçbir durgunluk fasılası geçmemiş gibi bilir tanırsınız. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَلْقَضَاءُ kelimesi, tastamam bir biçimde işi halletmek, bitirmektir. (Fahreddin er-Razi)
ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ
ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ cümlesi, tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile يَبْعَثُـكُمْ ’e atfedilmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلَيْهِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (O'na döndürüleceksiniz) sözü, lafzen sarih olarak Allah’a dönüşe delalet eder, bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
ثُمَّ ile makabline atfedilen fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı haber verir.] ifadesinde Allah Teâlâ, “yaptıklarınızın karşılığı verilecektir” manasını kasdetmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
تَعْمَلُونَ۟ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O |
|
2 | الْقَاهِرُ | tek hakimdir |
|
3 | فَوْقَ | üstünde |
|
4 | عِبَادِهِ | kulların |
|
5 | وَيُرْسِلُ | ve gönderir |
|
6 | عَلَيْكُمْ | size |
|
7 | حَفَظَةً | koruyucu(melek)ler |
|
8 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
9 | إِذَا | zaman |
|
10 | جَاءَ | geldiği |
|
11 | أَحَدَكُمُ | birinize |
|
12 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
13 | تَوَفَّتْهُ | onun canını alırlar |
|
14 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
15 | وَهُمْ | onlar |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يُفَرِّطُونَ | hiç geri kalmazlar |
|
“Koruyucular” diye tercüme edilen hafaza kelimesi, eski tefsirlerde genellikle “Kirâmen Kâtibîn” (değerli yazıcılar) adı verilen ve insanların bütün amellerini kaydetmekle görevlendirilen melekler şeklinde yorumlanmıştır. Şevkânî, daha ihtiyatlı bir ifade ile, hafazayı “sizi koruyan melekler” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca “Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var” (İnfitâr 82/10) meâlindeki âyeti de zikrederek, bunların insanları “âfetlerden koruyan” ve “amelleri tesbit eden kimseler” (melekler) olduklarını belirtir (Şevkânî, II, 144). Bazı yeni tefsirlerde hafaza kelimesinin yukarıdaki anlamı yanında, canlıların bedenî ve ruhî varlığını koruyan çeşitli psikolojik güçler, yetenekler ve organlar olabileceği yönünde görüşler de yer alır (bk. Elmalılı, II, 1951; Ateş, III, 160).
Şüphesiz –59. âyette açık olarak belirtildiği üzere– yüce Allah’ın ilmi, böyle yazıcı meleklerin tuttukları amel defterlerine gerek kalmayacak şekilde, insanların bütün yaptıklarını kuşatmaktadır. Bu durumda meleklerin amelleri yazmalarının hikmeti, “insanların, yapmakta oldukları işlerin anında yazıldığını ve âhirette yazıcı meleklerin şahitliğiyle amel defterlerine kaydedilmiş olan işlerinin kendilerine tek tek okunacağını düşünerek daha dikkatli davranmalarını sağlama” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, II, 19).
Yine 61. âyette geçen “elçiler”den maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, Azrâil ismiyle bilinen “ölüm meleği” ile onun yardımcıları olan başka meleklerdir. Bu melekler insanların amellerini kaydetmekte veya ömrü bitenlerin ruhunu kabzetmekte asla kusur etmezler (ayrıca bk. Bakara 2/30; Secde 32/11). Sonunda insanlar “gerçek mevlâlarına döndürüleceklerdir”. Hüküm yalnız O’na aittir ve O insanların hesabını çok çabuk görecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 417
Resul-i Ekrem Allah’a iman eden ve etmeyen kimselerin canlarının nasıl alınacağını uzun bir hadiste anlatmış,
bir mu’min öleceği zaman , yüzleri Güneş gibi parlayan meleklerin ellerindeki Cennet kefeni ve Cennet kokularıyla onun yanına geleceğini , ölüm meleği ona;
“ Ey güzel can ! Allah’ın affına ve rızasına kavuşmak üzere artık çık! deyince canının bir damla su gibi akiverecegini, meleklerin o canı Cennet kefenine sarıp güzel kokular sürdükten sonra , 62. ayette belirtildiği üzere, Allah Teale’nın huzuruna çıkarılacaklarını, Cenab-ı Hakk’ın “Kulumun amel defterini İlliyyun’a kaydedin”buyurduktan sonra onu tekrar yeryüzüne götürmelerini emredeceğini, sonrada onu alıp Cennet’e bakan , içine Cennet kokuları dolan ve ufuklar boyunca genişleyen kabrine götüreceklerini, iyilik ve ibadetlerinin de güzel yüzlü bir insan şeklinde yanına gelip kıyamete kadar ona arkadaşlık edeceğini söylemiş;
Buna karşılık Allah’ı inkar eden kimsenin canını çirkin yüzlü meleklerin “ Ey pis can! Allah’ın öfke ve gazabına uğramak üzere çık!” diyerek azapla alacaklarını, ruhunun göklere çıkamayacağını , Cenab-ı Hakk’ın onun amel defterinin ise Siccin’e kaydedilmesini emredeceğini ve kabrinde ona kıyamete kadar azap edileceğini haber vermiştir.
(Ahmed b. Hanbel ,Müsned ,IV ,287-288;İbni Mâce ,Zühd 31;ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned ,II ,364-365;Nesai ,Cenaiz 9).
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَاهِرُ haber olup lafzen merfûdur.
فَوْقَ mekân zarfı, الْقَاهِرُ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, مستعليا (üstün gelecek) şeklindedir. عِبَادِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يُرْسِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru يُرْسِلُ fiiline müteallıktır. حَفَظَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الْقَاهِرُ kelimesi sülâsî mücerred olan قهر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَ اَحَدَكُمُ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَحَدَكُمُ kelimesi جَٓاءَ fiilinin mukaddem mef'ûludur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ٱلۡمَوۡتُ muahhar faildir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, دواعي الموت (Ölüm emareleri) şeklindedir.
Şartın cevabı تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا ’dir. تَوَفَّتْهُ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُفَرِّطُونَ haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفَرِّطُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَوَفَّتْهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُفَرِّطُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فرط ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ
Ayet önceki ayetteki …وَهُوَ الَّذ۪ي cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani kullarının üzerinde kahir olma vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
عِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عِبَادِ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
الْقَاهِرُ ‘ya matuf olan وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan حَفَظَةً’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
عَلَيْكم’deki عَلَيْ mecazi istila manasındadır. Kuvvet ve zorlama demektir. (Âşur)
“Kahr” sıfatını ifade eden “fevkiyet (üstünlük)” ise cihet bakımından değil, kudret bakımından olan üstünlüktür. Zira mekân bakımından yüksek olan şeyin bazan makhûr (yönetilen, hükmedilen) olduğu malum bir keyfiyettir. (Fahreddin er-Razi)
حَفَظَةً ile Kiramen Kâtibin’in kastedildiği söylenmiştir.
حَفَظَةً kelimesi (süper çoğul) diyebileceğimiz çokluk çoğuludur.
قهر kelimesinin izahı: Şüphesiz bu beden, dört asıl mizaçtan (hararet,bürudet, nütubet ve yübuset) meydana gelmiştir. Halbuki bunlar birbirine zıt, birbirini sevmeyen ve tabiatları itibariyle birbirinden uzak şeylerdir. Binaenaleyh bunların bir araya gelmeleri, mutlaka bunları buna zorlayan bir zorlayıcının zorlaması ile olmuştur. Bu zorlayıcının, bizzat insanın kendisi olduğunu söyleyenler hatadadır. Bunu, İbn Sina “el-İşarat” adlı eserinde zikretmiştir. Bu hatadır, çünkü ruhun bedenle ilgisi, ancak bu karışımın ve birleşimin hasıl olmasından sonra olmuştur. Bu elementleri bir araya gelmeye zorlayan, bu birleşmeden önce mevcuttur. Bu birleşmeden önce bulunan ise birleşmeden sonra ortaya çıkan şeyden başkadır. Binaenaleyh bu dört asıl elementi bir araya gelmeye zorlayanın ancak Allah Teâlâ olduğu sabit olur. Nitekim O, [O, kullarının üzerine kahru galebe sahibidir.] buyurmuştur.
Hem beden kesif, süflî, zulmânî (karanlık) ve kokuşabilen bir varlıktır. Ruh ise latif, ulvî, nuranî, aydın, bakî ve temiz bir varlıktır. Binaenaleyh bu ikisi arasında da alabildiğine bir uzaklık ve zıtlık vardır. Sonra Cenab-ı Hakk, bu ikisini zorla bir araya getirip her birini diğeri ile tamamlanan ve diğerinden faydalanan bir varlık kılmıştır. Mesela ruh, bedeni kokuşmaktan, bozulmaktan ve dağılıp parçalanmaktan korur. Beden ise ruhun ebedî saadetleri ve ilâhi bilgileri elde etme vesilesi olur. Bundan dolayı işte bu birleşme ve birbirinden faydalanma işi, ancak Hak4k Teâlâ’nın bu dört asıl tabiatı kahren bir araya getirmesiyle mümkün olmuştur.
Keza ruh bedene girdiğinde ruha iki zıt şeyi yapma ve iki zıttan birini elde edebilme gücü verilir. Fakat bazen yapma tarafının, yapmama tarafına bazen de yapmama tarafının yapma tarafına üstün gelmesi imkânsız olur. Ancak ne var ki bu üstünlük (tercih), muarızdan uzak kesin bir sebebin bulunmasıyla olur. Eğer böyle bir sebep bulunmaz ise bir şeyi yapmak veya yapmamak imkansızlaşır. Binaenaleyh kulun kalbinde Allah tarafından yaratılan bu sebep vasıtasıyla failin (kulun) bazen yapmaya bazen de yapmamaya yönelmesi, bir kahr (zorlama) yerine geçer. Böylece de Allah, kulu bu bakımdan zorlamış olur. Bu hususları iyice düşündüğünde, mümkinatın, mahlukatın, adi ve yüce şeylerin, zatların ve sıfatların hepsinin, Allah’ın kahr-u galebesi altında olduklarını, Allah’ın âmâde kılması ile musahhar olduklarını görürsün. (Fahreddin er-Razi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
حَتّٰٓى ibtida harfi olarak cümleye dahil olmuştur. Akabindeki cümle, şart üslûbunda haberî isnaddır.
Şart fiili olan جَٓاءَ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan اَحَدَكُمُ önemine binaen faile takdim edilmiştir.
اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ [Sizden birine ölüm geldiği zaman] ifadesinde istiare vardır. Ölümün vuku bulması gelmek fiiliyle ifade edilmiştir.
وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ cümlesi رُسُلُنَا ’dan haldir. İsim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin takdim edildiği bu cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi kasr ifade etmiştir. Yani onlar görevlerinde asla kusur etmezler.
Müsnedin muzari fiil sıygasında faide-i haber iptidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَٓاءَ - يُرْسِلُ ve الْمَوْتُ - تَوَفَّتْهُ kelime grupları arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُرْسِلُ - رُسُلُنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki cümledeki gaib zamirden, رُسُلُنَا’da mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | رُدُّوا | döndürülürler |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | مَوْلَاهُمُ | Tanrıları |
|
6 | الْحَقِّ | gerçek olan |
|
7 | أَلَا | doğrusu |
|
8 | لَهُ | yalnız O’nundur |
|
9 | الْحُكْمُ | hüküm |
|
10 | وَهُوَ | ve O |
|
11 | أَسْرَعُ | en çabuğudur |
|
12 | الْحَاسِبِينَ | hesap görenlerin |
|
Bazı müfessirler, âyetteki hak kelimesini “adaletli” diye açıklamışlarsa da (Nesefî, I, 327), bu âyetlerin genellikle müşriklere hitap ettiği, onların da Allah’tan başka tanrılar, mevlâlar tanıdıkları göz önüne alınarak, âyetin ilgili kısmı “Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler” şeklinde tercüme edilmiştir
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 418
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. رُدُّٓوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru رُدُّٓوا fiiline müteallıktır. مَوْلٰيهُمُ lafza-i celâlin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَقّ ikinci sıfat olup kesra ile mecrurdur.
اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
اَلَا tenbih harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْحُكْمُ muahhar mübtedadır.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَسْرَعُ haber olup lafzen merfûdur. الْحَاسِب۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
اَسْرَعُ ism-i tafdil kalıbındandır.
الْحَاسِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan حسب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ
… تَوَفَّتْهُ cümlesine ثُمَّ ile atfedilen ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْحَقّ ve مَوْلٰيهُمُ mecrur mahaldeki lafza-i celal için sıfattır. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesi tecrid sanatıdır.
[Sonra bunlar, Allah'a döndürülmüşlerdir.] buyruğu, ruhun bedenden önce mevcut olduğunu ihsas etmektedir. Çünkü bu âlemden o celâl sahibi Allah’ın huzuruna döndürülmek, ruhun bedenle alaka kurmadan önce mevcut olması halinde ancak mümkün olur. (Fahreddin er-Razi)
Allah Teâlâ bu ayette zatını iki isimle adlandırmıştır:
a. اَلْمَوْلَى ismi. اَلْمَوْلَى ve الولى lafızları, yakınlık manasına gelen اَلْوَلْىُ kelimesinden iştikak etmiştir. Allah Teâlâ, yakın-uzak, zahir-batın olandır. Zira Cenab-ı Hakk, وَنَحۡنُ أَقۡرَبُ إِلَیۡهِ مِنۡ حَبۡلِ ٱلۡوَرِیدِ [Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)] buyurmuştur. Yine kölesini azad eden kimseye de mevlâ denmiştir. Bu da Allah’ın kullarını azabından azad edeceğini hissettirmektedir.
b. الحق ismi: Âlimler, “Hakk…” kelimesinin, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak denilmiştir ki “hak” kelimesi bir masdar olup, batılın zıddıdır. Halbuki masdar olan isimler, faillerine ancak mecazî olarak verilebilir.. Mesela bizim, فُلَانٌ عَدْلٌ وَ رَجَاءٌ وَ غِيَاثٌ وَ كَرَمٌ وَ فَضْلٌ “Falanca adalettir, ümittir, berekettir, keremdir, fazldır.” dememiz gibi.
Şöyle de denilebilir: Hakk, mevcut olan demektir. Eşyanın içinde var olmaya en layık ve müstehak olan ise Allah Teâlâ’dır. Çünkü Cenab-ı Hakk, zatı gereği vacibu’l-vücûd olandır. Binaenaleyh eşya (varlıklar) içinde hak olmaya müstehak olan sadece o olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
اَلَا tenbih harfidir, tekid ifade eder. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْحُكْمُ muahhar mübtedadır.
الْحُكْمُ kelimesindeki tarif, hakiki istiğrak ifade eder.
Ayetin son cümlesinde وَ atıftır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin izafetle marife olması veciz ifade kastının yanında tahsis ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani en hızlı hesap görme vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ [O, hesabı çabuk olandır.] cümlesinde isim tamlaması gelmiştir. Aslı, sıfat tamlamasıdır. Bu ifade daha vurgulu olduğu için tercih edilmiştir.
Bu cümle tezyîl olarak gelmiştir. Bunun için haberin önemine işaret eden tenbih harfiyle başlamış, ihtisas ifadesi için لَهُ car mecruru takdim edilmiştir. Yani başkasına değil O’na aittir demektir. Hüküm kelimesiyle cins manası kast edildiyse kasr ya mübalağa ifadesi için başkalarının hükmünü yok sayma manasında hakiki kasırdır ya da müşrikleri ret manasında izafî kasrdır. Yani sizin putlarınızın bir hükmü yoktur demektir. Hüküm kelimesinden maksat hesap manası ise yani kıyamet günündeki malum hüküm ise kasr hakikidir. Hatta bu olasılık arkadan gelen وهُوَ أسْرَعُ الحاسِبِينَ sözü dolayısıyla daha kuvvetlidir. Yani “Dikkat edin! Hesap sadece O’na aittir.” demektir. O, hesabı çabuk gören ve cezayı geciktirmeyendir. (Âşur)قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | يُنَجِّيكُمْ | sizi kurtarıyor |
|
4 | مِنْ | -ndan |
|
5 | ظُلُمَاتِ | karanlıkları- |
|
6 | الْبَرِّ | karanın |
|
7 | وَالْبَحْرِ | ve denizin |
|
8 | تَدْعُونَهُ | O’na yakardığınızda |
|
9 | تَضَرُّعًا | gizli olarak |
|
10 | وَخُفْيَةً | ve açık olarak |
|
11 | لَئِنْ | eğer |
|
12 | أَنْجَانَا | bizi kurtarırsa |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | هَٰذِهِ | bundan |
|
15 | لَنَكُونَنَّ | elbette olacağız |
|
16 | مِنَ | -den |
|
17 | الشَّاكِرِينَ | şükredenler- |
|
Müfessirlere göre 63. âyette geçen “karanın ve denizin karanlıkları”ndan maksat, insanların buralarda karşılaştıkları tehlikeler, acılar, felâketlerdir. Bu suretle müşrikler, inkârları ve günahları sebebiyle, benzer durumdaki eski kavimler gibi, türlü felâketlere mâruz bırakılmakla tehdit edilmekte ve bu durumlardan kendilerini ancak Allah’ın kurtarabileceği hatırlatılmaktadır. Âyette “Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?” diye sorulması, müşriklerin Allah’a inandıklarını gösterir. Nitekim cevap müsbet olacağı için zikredilmeye gerek görülmemiştir. Şevkânî’nin de belirttiği gibi, Allah’ın kurtarıcılığının soru şeklinde ifade buyurulması, müşrikler hakkında bir kınama anlamı da taşımaktadır (II, 145). Buna göre 63-64. âyetlerin anlamını şöylece açmak mümkündür: Sizi karanın ve denizin tehlikelerinden ancak Allah’ın koruduğunu bildiğiniz, üstelik O’na gizli gizli yalvararak “Eğer bizi bundan kurtarırsa andolsun şükredenlerden olacağız” diye söz de verdiğiniz halde, nasıl olur da daha sonra tekrar eski halinize dönerek birer cansız ve âciz nesneler olan putlarınızı Allah’a ortak koşarsınız!”
Bu iki âyet insanoğlunun önemli bir zaafına işaret etmektedir: İnsanlar çoğunlukla sağlık, güvenlik, bolluk ve rahatlık gibi imkânlar içinde yaşarken; özellikle ihtiraslarının, hevâ ve heveslerinin peşinde koşarken mânevî hayatlarını, hâlika ve mahlûka karşı ödevlerini ihmal eder, bunları düşünmek istemezler. Açıktan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr veya göz ardı ederek başka nesnelere ya da insanlara tapar yahut taparcasına bağlanır, boyun eğerler; yalnız Allah’tan beklemeleri gereken şeyleri fânilerden bekler; onları önder, rehber, hatta rab edinirler. Buna karşılık, genellikle Allah’tan başkasının gideremeyeceği türlü felâketlerin insanlar üzerinde bir uyarıcılık ve onları kendine getirme, sağlıklı düşünmelerini, değerlendirme yapmalarını ve sonuçta Allah’ı hatırlayıp O’na yönelmelerini sağlama gibi olumlu tesirleri sayesinde insanlar Allah’a yönelip kurtuluş için O’na yalvarır, hatta bundan böyle iyi birer kul olarak ödevlerini yerine getireceklerine söz verirler. Geçmişte ve günümüzde felâket anlarında Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Ancak, birçok insan, sıkıntıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski yanlış ve isyankâr tutumlarına döner. Söz konusu âyetler insanları bu zaafları hususunda uyarmakta, kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğunu, dolayısıyla zor zamanlarda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’nu tanımaları, O’ndan yüz çevirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 419-420
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُنَجّ۪يكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنَجّ۪يكُمْ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ ظُلُمَاتِ car mecruru يُنَجّ۪يكُمْ fiiline müteallıktır.
الْبَرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَدْعُونَهُ fiili يُنَجّ۪يكُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur. تَدْعُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَضَرُّعاً nev manasında mef’ûlu mutlak olup mastardan naibtir. خُفْيَةًۚ atıf harfi وَ ’la تَضَرُّعاً ’a matuftur.
يُنَجّ۪يكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
لَ harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اَنْجٰينَا şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ هٰذِه۪ car mecruru اَنْجٰينَا fiiline müteallıktır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نَكُونَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. كان ’nin ismi müstetir olup takdiri نحن’dur.
نَكُونَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الشَّاكِر۪ينَ car mecruru تَكُونَنَّ fiiline müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الشَّاكِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شكر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Kelam tehdit manasında olduğu ve takriri istifhamla başladığı için hitap zamiri Müslümanlara değil müşriklere aittir. Arkadan gelen ayetteki ثُمَّ أنْتُمْ تُشْرِكُونَ sözü de bunu doğrular. (Âşûr)
Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
وَ ’sız gelen müekked hal cümlesi تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْبَرِّ - الْبَحْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تَدْعُونَهُ - تَضَرُّعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İnsanların sefer esnasında başlarına gelen zorluk, sıkıntı ve korku için latif bir istiare vardır. ظُلُمَاتِ ; meşakkat için kullanılmıştır. Câmi’; korku ve basiretin iptal olmasıdır. Bunun için zor gün için de يوم مظلم tabiri kullanılır. (Sâbûnî-Ebdeul Beyan)
لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. لَ mahzuf kasem fiiline işaret için gelen lâm-ı muvattıa, ئِنْ şart harfidir.
Şart fiili اَنْجٰينَا muksemun aleyhtir. Şart cümlesi olan اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ cümlesi kasemin cevabıdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi لَ ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kasemin cevap cümlesinde de îcaz-ı hazif sanatı vardır. كاَن ,مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنْجٰينَا - يُنَجّ۪يكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُنَجّ۪يكُمْ tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanıma şeklinde, اَنْجٰينَا fiili ise ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda önceki fiilden daha hızlı olan durumlarda kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُنَجّ۪يكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُنَجّ۪يكُمْ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْهَا car mecruru يُنَجّ۪يكُمْ fiiline müteallıktır.
مِنْ كُلِّ car mecruru atıf harfi وَ ’la مِنْهَا ’daki müteallıka matuftur. كَرْبٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تُشْرِكُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. تُشْرِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُشْرِكُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi شرك’dır. İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Çünkü önceki ayetteki sorunun cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevabı onlar yerine Allah Teala vermiştir. Çünkü onların bu cevabı kabul etmekten başka yapacak bir şeyi yoktur. Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdimim ihtisas manası içindir. (Âşûr)
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا haberidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَرْبٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Cevap vermek onların vazifesi iken Resulullah’a (s.a.) emredilmesi, onların bundan başka verecekleri bir cevap olmadığını bildirmek ve “Sonra da siz O’na ortak koşarsınız.” kelamını bunun üzerine bina etmek içindir.
Sizi bütün belalardan, üzüntü, sıkıntılardan ancak Allah kurtarır. Siz bu büyük nimetleri gördükten sonra bile yine de O'na ortak koşuyorsunuz. (Ebüssuûd)
ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
ثُمَّ ile mekulü’l-kavle atfedilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kur’an’ın üslup olarak önce bize nasıl soru soracağımızı öğretir, sonra da buna nasıl cevap verileceğini gösterir
Son üç ayet قُلِ emriyle başlamıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Buradaki ثُمَّ rütbeten terahi ifade eder. Çünkü onların, zor durumda kaldıklarında Allah’tan başkasına sığınmamalarına rağmen Allah’a şirk koşmaları şaşılacak bir şeydir. Burada maksat mühlet geçmesi değildir. Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdimi sadece şirkin onlara isnadı şeklindeki haberin önemi sebebiyledir. (Âşûr)قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | هُوَ | O |
|
3 | الْقَادِرُ | kadirdir |
|
4 | عَلَىٰ | üzerine |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يَبْعَثَ | göndermeğe |
|
7 | عَلَيْكُمْ | sizin üzerinize |
|
8 | عَذَابًا | bir azab |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | فَوْقِكُمْ | üstünüzden |
|
11 | أَوْ | yahut |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | تَحْتِ | altından |
|
14 | أَرْجُلِكُمْ | ayaklarınızın |
|
15 | أَوْ | ya da |
|
16 | يَلْبِسَكُمْ | sizi birbirinize düşürüp |
|
17 | شِيَعًا | parti parti |
|
18 | وَيُذِيقَ | ve taddırmağa |
|
19 | بَعْضَكُمْ | kiminize |
|
20 | بَأْسَ | hıncını |
|
21 | بَعْضٍ | kiminizin |
|
22 | انْظُرْ | bak |
|
23 | كَيْفَ | nasıl |
|
24 | نُصَرِّفُ | açıklıyoruz |
|
25 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
26 | لَعَلَّهُمْ | diye |
|
27 | يَفْقَهُونَ | anlasınlar |
|
İnsanları bir belâdan kurtaran Allah, başka bir veya birçok belâya uğratmaya; onlara “üstlerinden veya ayaklarının altından” yani gökten ve yerden türlü felâketler göndermeye; hatta onların ihtiraslarını birbiriyle çatıştırarak, değişik mezhep, fırka ve parti gibi gruplara ayırarak birbirleriyle çarpışmalarını, savaşmalarını sağlamaya da kadirdir. Geçmişte insanoğlu beklemediği, ummadığı birçok semavî ve dünyevî felâketlerle karşılaşmış, şimdi de karşılaşmaktadır. İnsanoğlu, Allah’ın koyduğu kanunlardan sapmanın bedeli olarak, tabii âfetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belâlara da duçar olmaktadır. Nükleer felâketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüz binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açık kalmasına, ülkelerin harap olmasına yol açan savaşlar bu belâlardan bazılarıdır.
Âyetin, bölünüp parçalanmayı bir felâket olarak gösteren kısmı özellikle mânidardır. Gerçekten, Allah’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiilî çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir ki, âyet-i kerîmede bu durum, insanların Allah’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fâni şeyleri birer tanrı gibi kabul edip onların peşine takılmalarının, nihayet onları Allah’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir. Öyle görülüyor ki, insanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah’ı rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kanunlar olarak tanıyıp bunları hayata hâkim kılmadığı sürece âyetlerde işaret edilen bu tehlikelere de müstahak olacak, bilinen ve bilinmeyen birçok felâkete, âyetteki deyimiyle azaba mâruz kalacak ve Allah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zekâ, hatta Allah’ın kitabında yer alan “hikmet”ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felâketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felâketlere yol açacaktır. Bu bakımdan yukarıdaki âyetler bütün insanlara, insanlığın selâmeti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla 65. âyetin sonunda “anlasınlar diye…” buyurulmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 420-421
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, هُوَ الْقَادِرُ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْقَادِرُ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte ism-i fail olan الْقَادِرُ ’ya müteallıktır. يَبْعَثَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru يَبْعَثَ fiiline müteallıktır. عَذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ فَوْقِكُمْ car mecruru عَذَاباً ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ تَحْتِ kelimesi atıf harfi اَوْ ile فَوْقِكُمْ ’e matuftur. اَرْجُلِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَلْبِسَكُمْ fiili, atıf harfi اَوْ ile يَبْعَثَ fiiline matuftur. يَلْبِسَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. شِيَعاً hal olup fetha ile mansubtur.
يُذ۪يقَ fiili, atıf harfi وَ ’la يَبْعَثَ fiiline matuftur. يُذ۪يقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بَعْضَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَأْسَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
Fiil cümlesidir. اُنْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
كَيْفَ istifham ismi نُصَرِّفُ fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. نُصَرِّفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَفْقَهُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَفْقَهُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُصَرِّفُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صرف’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mef’ûlü, mekulü’l-kavl olan …هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى cümlesinde haberin marife oluşu
kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani kadir olma vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yani azabı tekrar göndermek kudreti sadece Allah Teâlâ’da vardır, başkasında bu kudret yoktur, o halde putlardan korkmak gerekmez. Ve eğer kendileri için hayır isteselerdi, Cenab-ı Hakk’tan korkar ve O’nun rızası için ibadeti seçerlerdi. Kasr izafîdir. القادِرُ kelimesindeki tarif, cins içindir. Çünkü Allah Teâlâ’dan başkasında böyle bir azap verme kudreti yoktur. (Âşûr)
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Masdar harfi أن ve müspet muzari fiil sıygasındaki يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ cümlesi mecrur mahaldedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle masdar tevilinde, عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte الْقَادِرُ ‘ya müteallıktır.
Aynı üsluptaki müteakip iki cümle masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
فَوْقِكُمْ - تَحْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Allah’ın kudreti dahilinde olan şeylerin sayılması taksim sanatıdır..
بَعْضٍۜ - مِنْ - اَوْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
عَذَاباً - بَأْسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَاباً’deki tenvin nev, kıllet ve tazim ifade eder.
“Üstünüzden ve altınızdan” deyip sağı solu zikretmemesi cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel, ehemmi mühimme tercihle tağlîbdir. “Altından” demeyip “ayaklarınızın altından” denmesi tecessüm ve yakîn hasıl olması içindir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً [Size grup grup olmayı giydirdi.] tabirinde işlerin karmakarışık olması şeklinde bir muzâf hazfedilmiştir. (Âşûr)
شِيَعاً; bir amaç, itikat veya heva konusunda bir araya gelmiş topluluk manasındaki şia’ (شيع) kelimesinin çoğuludur.
يُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ [Bazınıza felaketi tattırmak] ifadesi tehekkümî istiaredir. Felaket, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin felaketi ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.
Burada maksat Allah Teâlâ’nın kudretini ilan etmek değildir. Bu zaten bilinen bir şeydir. Maksat; Allah’ın bilinen bu kudreti dolayısıyla kendisinden korkulması gerektiğidir. Haber mecaz-ı mürsel mürekkeb olarak veya terkibi kinaye şeklinde gelmiştir. (Âşûr)
اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Soru ismi كَيْفَ hal olarak gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ cümlesi اُنْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.
لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sibeveyh de bu görüştedir. Kutrub ise: لَعَلَّ kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir.
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Bu âyete göre Hz. Peygamber’in kavmi (Mekke müşrikleri) onun peygamberliğinin ve bildirdiklerinin gerçek olduğunu gereğince anlayıp kavramadıkları gibi onu yalanlamışlardır. Bazı müfessirler burada “hak” (gerçek) olduğu belirtilenden maksadın Hz. Muhammed’in peygamberliği, bazıları da Kur’ân-ı Kerîm olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak 63-66. âyetler topluca dikkate alındığında bu gerçeğin söz konusu âyetlerde yer alan azap uyarısı olduğu görüşü ağır basar. Müşrikler gerçeği yani Hak kelâmı olan Kur’an’ı veya hak peygamber olan Hz. Muhammed’in risâletini ya da Allah’ın, aslında kendileri ve bütün insanlık için hayatî önem taşıyan uyarılarını gerektiği gibi anlamamışlar ve bu yüzden yalanlayıp reddetmişlerdir. Artık onlar helâke müstehak olmuşlardır. Bu sebeple 66. âyette Resûlullah’a “Ben size kefil değilim” demesi emredilmiştir. “Vekil” olarak çevirdiğimiz vekîl kelimesi Kur’an dilinde “koruyan, kollayan, savunan, esirgemeye çalışan” gibi anlamlara gelir. Hz. Peygamber’in inkârcılara karşı aslî görevi davet, tebliğ ve uyarıdır; onların kalplerindeki bâtıl inançları zorla değiştirmek onun elinde değildir; dolayısıyla onlar adına bir kefalet yükümlülüğü de yoktur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 421
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِه۪ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
قَوْمُكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, لَسْتُ عَلَيْكُمْ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَسْتُ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. تُ muttasıl zamiri لَيْسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru وَك۪يلٍ ’e müteallıktır. بِ harf-i ceri zaiddir. وَك۪يلٍ lafzen mecrur, لَيْسَ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car-mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil ikinci cümle olan وَهُوَ الْحَقُّ, haldir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı O’ndan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
قَوْمُكَ izafeti muzâfı tahkir içindir.
كَذَّبَ - الْحَقُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Onlardan قَوْمُكَ şeklinde bahsedilmesi; kendilerinden olan birine yaptıkları kötü muamelenin tescili içindir. (Âşûr)
Ayetteki وَكَذَّبَ بِه۪ ifadesindeki, ه zamirinin neyi gösterdiği hususunda çeşitli görüşler bulunmaktadır:
1. Zamir, bir önceki ayette bahsedilen azaba racidir yani “O azap haktır, mutlaka onların başına gelecektir.” demektir.
2. Bu zamir, “Kur’an’a racidir.” ve “O Kur’an, Allah katından indirilmiş bir kitap olması hususunda hak ve doğrudur.” manasına gelir.
3. Bu zamir, kâfirlerin iyice açıklanmasına racidir ve şu manayadır: “O, haktır. Çünkü onlar bu şeylerin, delil olduklarını yalanlıyorlar.” (Fahreddin er-Razi)
قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden menfi isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede ليس ’nin haberine dahil olan zaid بِ harfi tekid ifade eder.
Car-mecrur عَلَيْكُمْ amili olan بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Takdim kasrlarında takdim edilen unsur maksûrun aleyhtir. Onların üzerine vekil olmadığı kesin bir dille belirtilmiştir.لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Hz. Peygamber, tebliğ ettiği Kur’an vasıtasıyla müşrikleri ve genel olarak dünyadaki bütün inkârcıları açık açık uyardığına göre, artık inkârcılık ve kötülüklerde direnenlerin müstehak oldukları felâketlerin vuku bulması kaçınılmazdır. “Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz” meâlindeki tehdit, esasta özellikle müşriklere ve hakkı tekzip eden bütün inkârcılaradır; ancak, İslâm’ın hakikatlerinden, Kur’an’ın hikmetlerinden uzaklaşacak derecede fikir ayrılıklarına düşen; hakkı bir yana bırakarak fırkalara, mezheplere, partilere bölünüp gurur, kibir, bencillik, menfaat ve ihtiraslar uğruna birbiriyle çarpışan müslümanlar için de âyetten alınacak dersler olduğunda kuşku yoktur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 421-422
لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. نَبَأٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُسْتَقَرٌّ muahhar mübtedadır.
وَ istînâfiyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُسْتَقَرٌّ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ نَبَأٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Müstenefe olan cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Car-mecrur لِكُلِّ نَبَأٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُسْتَقَرٌّۘ muahhar mübtedadır.
Bu ayet müşriklerin Bedir’de yaşayacakları büyük hezimeti haber vermek için gelmiştir. O da büyük bir haberdir.
نَبَأٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Ayetteki ikinci müstenefe cümlesi müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümle vaid siyakında olduğu için سَوْفَ tekid ifade etmiştir.
Burada idmâc vardır: Hem medih hem tehdit bir arada ifade edilmiştir. سَوْفَ kelimesi genellikle fiilin başında gelecek için kullanılmakla beraber burada tekit içindir. (Ebüssuûd)
[Her mühim haberin] yani haber verilen her önemli şeyin -ki bu azaba uğrayacaklarının onlara haber verilmesi ve bununla tehdit edilmeleridir- kaçışı olmayan (bir gerçekleşme) ve meydana gelme (vakti vardır.) نَبَأٍ ifadesindeki zamirin Kur’an’a raci olduğu söylenmiştir. (Keşşâf)
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّ Hakk Teâlâ, [Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır.] buyurmuştur. مُسْتَقَرٌّ kelimesi, istikrar bulunan (karar kılınan) yer manasına gelebileceği gibi bizzat istikrarın kendisi manasına da gelir. Çünkü sülâsî fiillerden daha ziyade harfi bulunan fiillerin masdarları ism-i mef'ûl vezni üzere gelir. Mesela, مدخل ve مخرج kelimeleri, إدخال ve إخراج manasına da gelir. Buna göre bu tabirin manası, “Allah’ın haber verdiği her haberin, meydana geleceği değişmez ve geriye bırakılmaz bir vakti ve bir yeri vardır.” şeklindedir.
Eğer bu kelimeyi, “istikrar” manasına alır ise ayet “Allah’ın her vaadinin ve vaîdinin istikrarı vardır, kesindir. Meydana gelmesi ve inmesi anında, her işin Allah’ın haber verdiği gibi olacağını insanların mutlaka bilmeleri gerekir.” demek olur. Bu, kâfirleri korkutmak için kullanılmış bir tabirdir. Bundan murad kâfirlerin ahiretteki azabı olabileceği gibi dünyada iken Müslümanların kâfirlere harp, savaş ve galibiyet ile hakim olmaları manası da olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
سَوْفَ kelimesi, genellikle fiilin başında gelecek için kullanıldığı halde burada tekid içindir. (Ebüssuûd)
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | رَأَيْتَ | gördüğün |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | يَخُوضُونَ | (münasebetsizliğe) dalanları |
|
5 | فِي | hakkında |
|
6 | ايَاتِنَا | ayetlerimiz |
|
7 | فَأَعْرِضْ | yüz çevir |
|
8 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
9 | حَتَّىٰ | kadar |
|
10 | يَخُوضُوا | onlar geçinceye |
|
11 | فِي |
|
|
12 | حَدِيثٍ | bir söze |
|
13 | غَيْرِهِ | başka |
|
14 | وَإِمَّا | eğer |
|
15 | يُنْسِيَنَّكَ | sana (bunu) unutturursa |
|
16 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
17 | فَلَا |
|
|
18 | تَقْعُدْ | oturma |
|
19 | بَعْدَ | sonra |
|
20 | الذِّكْرَىٰ | hatırladıktan |
|
21 | مَعَ | beraber |
|
22 | الْقَوْمِ | topluluğuyla |
|
23 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
“Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalmak”tan maksat, Kur’ân-ı Kerîm’i alaya almak veya eleştirmeye kalkışmaktır. Âyet, bu şekilde davrananların –eğer engel olmak mümkün değilse– başka bir konuya geçinceye kadar yanlarından ayrılmayı emretmektedir. Aynı buyruk, daha sonra gelen bir başka âyette de tekrar edilmiştir (Nisâ 4/140). Fahreddin er-Râzî’nin naklettiğine göre âyetin asıl mâna ve maksadını dikkate alan bazı âlimler, inançsızların Kur’an’la ilgili kötü sözlerine karşı, yanlarından uzaklaşmanın dışında başka tepkiler de gösterilebileceğini belirtmişlerdir (XIII, 25). Aynı müfessir bu âyetteki havd kelimesini açıklarken –haklı olarak– “Havd, sözlükte eğlence tarzında ve aşırı derecede dalmayı ifade eder… Binaenaleyh, bazı Haşviyye’nin zannettiğinin aksine bundan, ilâhiyyât meselelerini derinlemesine inceleyip araştırmanın, istidlâl ve münazaranın, Allah’ın âyetlerine dalmaktır diye, haram olduğu sonucunu çıkarmaya kalkışılmamalıdır” der.
Bazı müfessirler, âyette sadece Hz. Peygamber’e hitap edildiğini, dolayısıyla buyruğun da yalnız ona yönelik olduğunu ileri sürmüşlerse de yaygın kanaate göre âyetin asıl muhatabı hem Resûlullah hem ümmetidir (bk. Taberî, VII, 228-229; İbn Atıyye, II, 303-304; M. Reşîd Rızâ, VII, 508). Muhatabın Hz. Peygamber dışındaki müslümanlar olduğu da söylenmiştir. Ancak, beşer olması itibariyle Hz. Peygamber’in de bazı şeyleri unutabileceğini, bunu bizzat kendisinin kabul ettiğini bildiren hadisler de vardır. Bu hadislerin birinde Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Ben, ancak bir beşerim; sizin gibi ben de unutabilirim…” (Buhârî, “Salât”, 31; Müslim, “Mesâcid”, 89, 92, 93, 94).
Âyette bu tâlimatın unutulması halinde oturmaktan ötürü günahkâr olunmayacağı (zira unutma meşrû bir mazerettir), ancak hatırlayınca artık “zalimler”le oturmamak gerektiği ifade ediliyor. Kur’an aleyhinde konuşanlara “zalimler” denilmesi, onların konuşmalarının iyi niyetli, adaletli, gerçeklere dayalı olmadığını; aksine tahkir, tezyif ve iptal amacı taşıyan asılsız ve gerçek dışı konuşmalar olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu âyet bize, Allah’ın âyetlerine dil uzatmadıkları, İslâmî değerlere karşı saygısızca sözler sarfetmedikleri sürece, yanlış inanç ve görüşteki insanlarla bir arada oturulup konuşulabileceğini göstermektedir. Kanaatimizce “Allah’ın âyetleri hakkında ileri-geri konuşmaya dalma”, onlarla eğlenme ya da onları reddetme, bu birlikteliği ortadan kaldıran en temel sebepse de, bu bir örnek olup, düşmanlık duygularına dayalı daha başka kötü ve yanlış söz veya davranışta bulunan kimseleri de terketmek gerekir. Nitekim gıybet eden kimselerin meclislerini terketmeyi emreden hadisler de vardır (Dârimî, “Mukaddime”, 23). Esasen “Hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma” ifadesindeki “zalimler” nitelemesi de bunu gösteriyor. Çünkü “zulüm”, başta inkârcılık olmak üzere her türlü haksızlık ve adaletsizliği, kasıtlı kötülükleri kapsamaktadır (zulüm hakkında bilgi için bk. Bakara 2/54).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 423-424
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
رَاَيْتَ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَخُوضُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اٰيَاتِنَا car mecruru يَخُوضُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَعْرِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
عَنْهُمْ car mecruru اَعْرِضْ fiiline müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَخُوضُوا muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde اَعْرِضْ fiiline müteallıktır. يَخُوضُوا fiili, نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي حَد۪يثٍ car mecruru يَخُوضُوا fiiline müteallıktır. غَيْرِه۪ kelimesi حَد۪يثٍ kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَن harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
وَ atıf harfidir. اِمَّا lafzında, şart harfi إنْ harfi مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا, zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
اِمَّا daki إن şartıyedir, ما ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden nûn'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّا ki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
يُنْسِيَنَّكَ şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, ما أمرت به (Emrettiğim şeyi) şeklindedir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْعُدْ fiili meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir. بَعْدَ zaman zarfı, تَقْعُدْ fiiline müteallıktır. الذِّكْرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
مَعَ mekân zarfı, تَقْعُدْ fiiline müteallıktır. الْقَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ
وَ istînâfiyye veya atıftır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir.
رَاَيْتَ şart fiili, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَيْتَ fiilinin mef’ûlünün ism-i mevsûlle belirtilmesi, bilinen kişiler olmalarının yanında onlara tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Fiilin muzari fiille gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Şartın cevabı فَ karinesiyle gelen fiil cümlesi …فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gizli ان ’le nasb eden gaye ve cer harfi حَتّٰى’yı takip eden يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ cümlesi, masdar teviliyle فَاَعْرِضْ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi de muzari fiille gelmiştir.
اٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
حَد۪يثٍ’deki tenvin tahkir ifade eder.
ف۪ي حَد۪يثٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla söz, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü söz, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak o sözün kötülüğünü ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
يَخُوضُونَ - يَخُوضُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَخُوضُونَ fiili müstear ve müstearun minhtir. Bu fiil suda görülen hareket için kullanılır ve hissidir. Müstearun leh; terk etmek, yüz çevirmektir ve aklidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi)
خُوضُ, eğlence tarzında ve aşırı derecede dalmak demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
يَخُوضُونَ kelimesi Arapçada bir oyun ve eğlence olarak bir şeye dalmak, girmek, bir şeyden bahsetmek manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
اَعْرِض [Kendilerinden yüz çevir] buyruğundaki “yüz çevirme”, onların yanından kalkıp uzaklaşmak sureti ile olabileceği gibi başka bir şekilde de olabilir. Cenab-ı Allah bundan sonra “O halde hatırladıktan sonra artık onlarla oturma...” buyurunca bu tabir, burada kastedilenin, onların yanından kalkıp uzaklaşmak suretiyle yüz çevirme olduğuna bir delil olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kişilerin الخائِضِينَ veya قَوْمًا خائِضِينَ şeklinde değil de ism-i mevsûlle marife olarak gelişi; bu emirden yüz çevireceklerine ima içindir. İsm-i mevsûlun geliş sebeplerinden biri haberin garip oluşudur ve bu ayet bunun en güzel temsilidir. İsm-i mevsûl; arkadan gelecek haberin sebebine işaret eder. (Âşûr)
الخَوْضُ kelimesi yüzmek değil, suya yürüyerek girmek demektir. Daha sonra külfet ve zorluk ifade eden işler için müstear olarak kullanılmıştır. Kumda yürümek tabiri de böyledir. Bu nedenle yalan ve batıl sözler söylemek için de müstear olur, çünkü bu sözler söyleyen kişiyi zorlar. (Âşûr)
وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
وَ atıftır. اِمَّا , şart harfi إنْ ve zaid ما ’dan oluşmuştur. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi فَ karinesiyle gelen …فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu kelamda zamir makamında zahir isminin yani zalimler grubunun zikredilmesi onların zalim olduklarını teşhir etmek içindir. (Ebüssuûd)
Doğrulamaları ve hürmet etmeleri gerekirken yalanlama ve alay etme yolunu tutmaları sebebiyle onların işledikleri işin çirkinliğini iyice göstermek için معهم zamiri yerine zahir isim kullanılmıştır. (Sâbûnî)
الظَّالِم۪ينَ denmesi lafa dalma (havd) mefhumunda sınırı aşma manası bulunduğuna işaret etmek ve yasaklama sebebini genelleştirme ile bütün zalimlerle beraber oturmanın da yasaklandığını açıklamaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bugün başladı ve bitmek üzere. Sonra bu hafta, ay, yıl ve yıllar bitecek. Bize ne kadarını yaşamak nasip olacak? Olursa, değişecek miyiz? Olgunlaşacak mıyız? İlmimiz artacak mı? Bugün yanımızda olanlar, yarın da olacak mı? Kimler girecek hayatımıza? Elimizdeki işlerimizi hayırla tamamlayabilecek miyiz? Yeni ne niyetler alacağız?
Ya da gözlerini, görüp görmeyeceği belli bile olmayan gelecekten çekip, geçmişe mi odaklanmalı insan? Biraz korkar, biraz hüzünlenir anılarıyla. Belki sahip olamadıklarına kafayı takar, belki keşkeleri düğüm olur takılır.
Ya da bakışlarını bulunduğu yere mi çevirmeli insan? Ortasını mı bulmalı? Giden gitti, geleni görecek miyim Allah bilir, şimdiyi değerlendirelim mi demeli? Çünkü geçmişe kafayı takıp, gelecekle endişelenince, kalbi ağırlaşır, beyni uyuşur ve bedeni donar insanın. Yapabilecekleri kim bilir hangi yarına kalır. Bugünü bugün olmaktan çıkar; bir kısmı geçmiş, bir kısmı ise gelecek olur. Halbuki geçmişin keşkeleri değil, öğrettikleri kalmalı. Geleceğe dair acabaları değil, değerlendirilen bir ‘bugünü’ olmalı. Pişmanlıklar tövbeye, gelecek bilinmezliği ise duaya ve umuda açılan kapı olmalı. Keşkelerin ve acabaların, bugününü kemirip heba etmesinden,
Yarına şahit olmak nasip olduğunda, yine gelecekle gözgöze gelmekten,
Geçmişine neyi özlediğini bilmeden baktığı gibi, yine kayıp gitmiş bugününe bakma ihtimalinden daha çok korkmalı insan.
Bugünümüzü yaşatan Allah’a hamd olsun. Allahım geçmiş günahlarımızı affet. Yarınımızın daha bereketli, verimli ve hayırlı geçmesinde yardımcımız ol. Rabbim yarınımızla bugünümüzü aratma.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji