بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve yoktur |
|
2 | عَلَى | üzerine |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | يَتَّقُونَ | korunanlar |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | حِسَابِهِمْ | onların hesabından |
|
7 | مِنْ | bir |
|
8 | شَيْءٍ | şey (sorumluluk) |
|
9 | وَلَٰكِنْ | ama |
|
10 | ذِكْرَىٰ | bir hatırlatmak lazımdır |
|
11 | لَعَلَّهُمْ | belki |
|
12 | يَتَّقُونَ | korunurlar diye |
|
Takvâ sahibi müminler yani Allah’a ve O’nun kanunlarına saygı duyup bunları ihlâl etmekten sakınan müslümanlar, şayet Allah’ın âyetlerine dil uzatan zalimlerin yanında bulunmak zorunda kalırlarsa, belki sakınırlar ve vazgeçerler diye onları uyarmalıdırlar. Bu durumda kendileri de sorumluluktan kurtulurlar. Abdullah b. Abbas’ın belirttiğine göre bazı sahâbîler, inkârcıların her tarafta Kur’an’a dil uzattıklarını söyleyerek, bu durum karşısında onlardan uzaklaşmaları mecbur kılınırsa Harem-i şerif’te bulunmalarının bile imkânsız hale geleceğinden endişe ettiklerini belirtmişler, bunun üzerine ruhsat mahiyetindeki 69. âyet nâzil olmuştur (Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, II, 105).
Âyette herkesin hesabının (sorumluluk) kendisine ait olduğu belirtilerek, bir bakıma, müslümanların görevinin, ne pahasına olursa olsun, diğerlerinden gelen saçma itirazlara, haksız tenkitlere cevap yetiştirmek, böylece faydasız, hatta daha da inatlaşmaya yol açabilecek polemiklere girmek olmadığı, sadece işin doğrusunu beyan edip uyarmanın yeterli bulunduğu anlatılmak istenmiştir. Nitekim 70. âyetin başlangıcı da bunu göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 424-425
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الَّذ۪ينَ şeklindeki cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَتَّقُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَّقُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri; الله şeklindedir. مِنْ حِسَابِهِمْ car mecruru مِنْ شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atııf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
ذِكْرٰى kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, يذكرونهم ذكرى (Onlara bir zikir hatırlatırlar.) şeklindedir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَتَّقُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَّقُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi, وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى
Önceki ayetteki istînafa matuf ayet menfi isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
عَلَى الَّذ۪ينَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müspet muzari fiil sıygasındaki يَتَّقُونَ cümlesi has ism-i mevsûlün sılasıdır.
Lafzen mecrur mahallen merfû olan شَيْءٍ muahhar mübtedadır. شَيْءٍ, tenvin ve zaid مِنْ harfi nedeniyle “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta bu durum selbin umumuna delalettir.
وَ atıftır. İstidrak harfi لٰكِنْ amel etmemiştir. ذِكْرٰى takdiri يذكرونهم (onlara hatırlatırlar) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Amilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
ذِكْرٰى kelimesinin îrabda mahalli, (ولكن يذكرونهم ذكرى (تذكيرا şeklinde takdir edilerek mansub ve ولكن عليهم ذكرى şeklinde takdir edilerek merfû olması mümkündür. ٍمِنْ شَيْءٍ ifadesinin mahalline atfedilmesi doğru değildir. Çünkü مِنْ شَيْءٍ ifadesini kayıtlayan مِنْ حِسَابِهِمْ sözü bunu engellemektedir. (Keşşâf)
يَتَّقُونَ kelimesinde irsâd vardır.
وَلٰكِنْ ذِكْرٰى Bu kelam, geçen olumsuz cümledeki ibhamı gidermek içindir. Yani müminler, onların içinde bulundukları çirkinlikleri mümkün olan öğüt ve uyarılarla kendilerine hatırlatmalı ve onlara nefret ve inkârlarını göstermek suretiyle kötülüklerine engel olmaya çalışmalıdır. (Ebüssuud)
لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ, vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan يَتَّقُونَ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ta’lîl cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sibeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, yani ‘sakınıp korunmanız için’’ demektir, der. (Nesefî, Medariku’t Tenzîl ve Hakaiku’t Te’vîl)
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (M. Ebu Musa; bunlar sebep bildirir, lam-ı ta’lîl manasındadır).
Umulur ki onlar, ayetler hakkında o sözlere dalmaktan utanarak veya nefret ederek sakınırlar.
Diğer bir görüşe göre هُمْ zamiri takva sahiplerine racidir. Yani takva sahibi müminler, takvalarında sabit kalsınlar yahut takvaları artsın diye diğer müminler tarafından uyarılmalıdırlar. (Ebüssuûd)
يَتَّقُونَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Ayet bu kelimeyle başlayıp bittiği için ayette teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَذَرِ | ve bırak |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | اتَّخَذُوا | yerine koyan(ları) |
|
4 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
5 | لَعِبًا | oyun |
|
6 | وَلَهْوًا | ve eğlence |
|
7 | وَغَرَّتْهُمُ | ve aldattığı kimseleri |
|
8 | الْحَيَاةُ | hayatının |
|
9 | الدُّنْيَا | dünya |
|
10 | وَذَكِّرْ | ve öğüt ver |
|
11 | بِهِ | o (Kur’an) ile |
|
12 | أَنْ | diye |
|
13 | تُبْسَلَ | helake gider |
|
14 | نَفْسٌ | bir kişi |
|
15 | بِمَا | dolayı |
|
16 | كَسَبَتْ | kazandığından |
|
17 | لَيْسَ | olmaz |
|
18 | لَهَا | onun |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | دُونِ | başka |
|
21 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
22 | وَلِيٌّ | ne bir dostu |
|
23 | وَلَا | ne de |
|
24 | شَفِيعٌ | bir yardımcısı |
|
25 | وَإِنْ | ve eğer |
|
26 | تَعْدِلْ | verse |
|
27 | كُلَّ | her türlü |
|
28 | عَدْلٍ | fidyeyi |
|
29 | لَا |
|
|
30 | يُؤْخَذْ | kabul edilmez |
|
31 | مِنْهَا | ondan |
|
32 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
33 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
34 | أُبْسِلُوا | helake uğrayan(lardır) |
|
35 | بِمَا | dolayı |
|
36 | كَسَبُوا | kazandıklarından |
|
37 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
38 | شَرَابٌ | bir içki |
|
39 | مِنْ | -dan |
|
40 | حَمِيمٍ | kaynar su- |
|
41 | وَعَذَابٌ | ve bir azab |
|
42 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
43 | بِمَا | dolayı |
|
44 | كَانُوا | olduklarından |
|
45 | يَكْفُرُونَ | inkar ediyor |
|
Kuşkusuz her konu gibi din hususunda da ilmî ve fikrî değerlendirmeler önemli olmakla birlikte; insanların maddî ve mânevî, ferdî ve sosyal, dünyevî ve uhrevî yönleriyle bütün hayatlarını çok yakından ilgilendiren, tarihin bütün dönemlerinde insanlığı derinden etkileyen din müessesesini önemsiz gibi telakki ederek oyun ve eğlence haline getiren insanlar artık kendileriyle konuşup tartışmaya bile değmeyecek kadar bayağılaşmış olurlar. Bu tür insanlar dünya hayatını yegâne ilgi konusu yaparak dünyanın geçici zevklerine kapıldıkları, onları her şeyin üstünde tuttukları için dini bir tür eğlence gibi düşünerek putları veya buna benzer şeyleri tanrılaştırırlar; yahut ferdin ve toplumun mânevî, ruhî, zihnî, bedenî ve dünyevî hayatını şekillendirecek olan hak dini, üzerinde ciddiyetle düşünüp benimseyecekleri yerde, alaya alırlar.
Fahreddin er-Râzî’ye göre (XIII, 27-28) çeşitli âyetlerde geçen ve dünya hayatının gerçekte bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bildiren açıklamalar (meselâ bk. En‘âm 6/32; Ankebût 29/64; Hadîd 57/20) dikkate alındığında bu âyetteki “dini bir oyuncak ve bir eğlence edinme” ifadesinin mânası daha iyi anlaşılır. Buna göre asıl oyun ve eğlence sayılması gereken şey dünya hayatıyla ilgili geçici arzu ve tutkularıdır. Hakiki dindarlar, gerçeklik ve doğruluğu delillerle ispatlanmış olan hak dine bağlanıp destek olan kimselerdir. Buna karşılık dini, mevki ve mansıp kazanmak, rakiplerini yenilgiye uğratmak ve servete ulaşmak için araç haline getirenler dine sadece dünya menfaatleri için bağlanır ve bu suretle aslında dünya hayatını değil de dini oyun ve eğlence haline getirmiş olurlar. Râzî’nin getirdiği bu yorumun, âyetin maksadını aştığı söylenebilirse de sahte dindarlığı çok iyi tanımlaması bakımından önemli sayılabilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 425
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ذَرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
ذَرِ emir fiildir. Kur’anda bu fiilin mazi fiili, masdarı, ism-i fail ve ism-i mef’ûlu geçmemiştir. (Âşûr)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَعِباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لَهْواً kelimesi atıf harfi وَ ’la لَعِباً ‘e matuftur.
غَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. غَرَّتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَيٰوةُ fail olup lafzen merfûdur.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةُ ’nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. ذَكِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
بِه۪ٓ car mecruru ذَكِّرْ fiiline müteallıktır.
وَذَكِّرْ بِه۪ٓ’deki mecrur zamir, Kur’an’a aittir. (Âşûr)
ذَكِّرْ fiilinin mef’ûlu وذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهم لَعِبًا ولَهْوًا kavlinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, وذَكِّرْهم بِهِ şeklindedir. (Âşûr)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfı hazfedilmiş sebebiyet bildiren mef’ûlun li eclihtir. Takdiri, مخافة أن تبسل نفس (Kendini helake sürüklemesinden korkarak) şeklindedir.
تُبْسَلَ meçhul mansub muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte تُبْسَلَ fiiline müteallıktır.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
اتَّخَذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial bâbındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَهَا car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيٌّ ’un mahzuf haline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلِيٌّ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
وَ atıf harfidir. لَا zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَف۪يعٌ kelimesi وَلِيٌّ ’e matuftur.
وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَعْدِلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
كُلَّ mef’ûlu mutlaktan naibtir. عَدْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ cümlesi şartın cevabıdır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْخَذْ şartın cevabı olup meçhul meczum fiildir. مِنْهَا car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُبْسِلُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte اُبْسِلُوا fiiline müteallıktır.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اُبْسِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi بسل’dır. İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Cümle اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شَرَابٌ muahhar mübtedadır. مِنْ حَم۪يمٍ car mecruru شَرَابٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
عَذَابٌ atıf harfi وَ ’la شَرَابٌ ’e matuftur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte عَذَابٌ’e müteallıktır.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَكْفُرُونَ۟ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
يَكْفُرُونَ۟ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ ‘deki بِ harf-i ceri sebebiyye, مَا masdariyyedir. (Âşûr)
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِباً وَلَهْواً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda telebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki الَّذ۪ينَ bahsi geçenleri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir. Sılası mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir.
ذَرِ terk etmek manasındadır. Yani ‘karıştırmayın’ demektir. Burada terk etmek alay etmeleri sebebiyle onları umursamamak ve önemsememekden mecazdır. ذَرْنِي ومَن خَلَقْتُ وحِيدًا şeklindeki Müddessir Suresi 11. ayeti de böyledir. (Âşûr)
لَهْواً ve لَعِباً ‘deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Aynı üsluptaki وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
وَ ’la istînafa atfedilen وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ cümlesi emir fiil sıygasında talebî inşa cümlesidir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle masdar teviliyle mef’ûlü lieclih konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl تُبْسَلَ ,مَا fiiline müteallıktır. Sılası كَسَبَتْۗ, mazi fiil sıygasında gelmiştir. Cümledeki mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Dünya hayatının aldattığı kişileri tamamıyla terk et manası kastedilmiştir. Başka yerlerde dost edinmeyin, yüz çevirin manasında kelimeler gelmiştir ama onların o davranışlarının bize sirayet etmesi tehlikesinden dolayı buradaki mana çok daha şiddetlidir.
اَبْسَلَ fiili Kur’an’da bir tek burada gelmiştir. Cesur olmak demektir. Burada kazandığı şeyle cesaret edip Allah’a karşı çıkmak manasında kullanılmıştır.
نَفْسٌ lafzı, olumlu siyakta nekre olarak gelmiş ve nasihat makamı karinesiyle umum kastedilmiştir. (Âşûr)
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
لَيْسَ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَيْسَ ,لَهُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. وَلَدٌ, muahhar ismidir.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ve ona matuf olan شَف۪يعٌۚ ’un tenvinli gelmesi nev ifade eder. Ayrıca menfi siyakta nekre umuma işaret ederek cümleye “hiçbir” anlamı katmıştır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنْ دُونِه۪, müteallakı olan وَلِيٌّ ’a önemine binaen takdim edilmiştir.
شَف۪يعٌ ’a dahil olan nefy harfi لَا, olumsuzluğu tekid eden ıtnâb sanatıdır.
وَلِيٌّ - شَف۪يعٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ
…لَيْسَ لَهَا cümlesine matuftur. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cevap cümlesi olan لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كُلَّ mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
عَدْلٍ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Müstenefe olan cümle, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.
Bu bir istinâf cümlesi olup mezkur kelamdan doğan bir sualin cevabı mahiyetindedir ve onların, yaptıklarından dolayı nasıl rehin alınacaklarını ve bunun akıbetini beyan eder. Sanki “Yaptıklarına karşılık rehin olarak alıkonulduklarında halleri ne olacak?” diye sorulmuş da bunun cevabı olarak da küfürlerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek olduğu ifade edilmiştir. Bu su onların karınlarında kaynamaya devam edecek ve bağırsaklarını parçalayacaktır.
بِمَا كَسَبُواۚ [Kazandıklarından dolayı] ifadesinden de anlaşıldığı gibi diğer günahlarından dolayı da azap göreceklerdir. Dikkat edilirse her iki azap da (kaynar içecek ile elem verici azap) küfürlerinin sonucudur. Bundan maksat hem küfür hem de ona bağlı olarak işlenen diğer günahlar ve kötülüklerdir. (Ebüssuûd, Âşûr)
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)
Burada uzak için kullanılan اُو۬لٰٓئِكَ / işte onlar kelimesini iştimali, onların kötü haldeki derecelerinin pek uzak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede bilinen kişileri belirten has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması, o kişilere tahkir ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.
Mevsûlün sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir.
لَهُمْ شَرَاب cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberidir. İsim cümlesi formunda gelen haberde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan شَرَابٌ’daki ve ona matuf olan عَذَابٌ ’daki tenvin nev, tazim ve teksir ifade eder.
عَذَابٌ - شَرَابٌ ve حَم۪يمٍ - اَل۪يمٌ kelime grupları arasında muvazene vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl عَذَابٌ ,مَا ‘a müteallıktır. Sılası كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ cümlesi كان’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mutat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı: 41)
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. Ayrıca muzari fiil hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Burada uzak için kullanılan اُو۬لٰٓئِكَ kelimesinin kullanımı, onların kötü haldeki derecelerinin pek uzak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
تَعْدِلْ - عَدْلٍ ve تُبْسَلَ - اُبْسِلُوا ve كَسَبَتْۗ - كَسَبُواۚ ve اتَّخَذُوا - يُؤْخَذْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّخَذُوا - لَا يُؤْخَذْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
كان fiili onların küfürlerindeki temekküne ve istikrara delalet eder. (Âşûr)قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَنَدْعُو | mi yalvaralım? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِ | başka |
|
5 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
6 | مَا | şeylere |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَنْفَعُنَا | bize yarar vermeyen |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | يَضُرُّنَا | ve zarar vermeyen |
|
11 | وَنُرَدُّ | ve döndürülüp |
|
12 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
13 | أَعْقَابِنَا | ökçelerimiz |
|
14 | بَعْدَ | sonra |
|
15 | إِذْ |
|
|
16 | هَدَانَا | bizi doğru yola ilettikten |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | كَالَّذِي | gibi mi? |
|
19 | اسْتَهْوَتْهُ | ayartarak |
|
20 | الشَّيَاطِينُ | şeytanların |
|
21 | فِي |
|
|
22 | الْأَرْضِ | çölde bıraktıkları |
|
23 | حَيْرَانَ | şaşkın bir halde |
|
24 | لَهُ | kimse |
|
25 | أَصْحَابٌ | arkadaşlarının ise |
|
26 | يَدْعُونَهُ | çağırdıkları |
|
27 | إِلَى |
|
|
28 | الْهُدَى | doğru yola |
|
29 | ائْتِنَا | Bize gel! diye |
|
30 | قُلْ | de ki |
|
31 | إِنَّ | muhakkak |
|
32 | هُدَى | yol gösterme |
|
33 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
34 | هُوَ | ancak |
|
35 | الْهُدَىٰ | yol göstermesidir |
|
36 | وَأُمِرْنَا | ve bize emredilmiştir |
|
37 | لِنُسْلِمَ | teslim olmamız |
|
38 | لِرَبِّ | Rabbine |
|
39 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Müslümanlar, kendilerini eski bâtıl dinlerine döndürmeye çalışan müşriklerin kötü emellerine karşı uyarılmaktadır. Nitekim müşrikler kendi akraba ve dostları olan müslümanları İslâm’dan dönmeleri için ikna etmeye çalışmışlar; hatta giderek onlara bu yönde şiddetli baskılar uygulamışlardır. Kur’an başka yerlerde bu sözlü ve fiilî baskıyı veya bu baskı sebebiyle dinden dönmeyi ölmekten daha büyük ve daha şiddetli bir fitne olarak nitelemiştir (Bakara 2/191, 217; fitnenin anlamı konusunda geniş bilgi için bk. Bakara 2/191). Bu âyette, güzel bir teşbihle, müslümanları inkâr ve irtidada çağıran müşrikler, insanların aklını çelip yolunu şaşırtan şeytanlara; onların bu çağrısına aldananların durumu, şeytanların veya cinlerin aldatması ya da büyüsüyle aklî dengesi bozulduğu için yolunu kaybedip ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta şaşkın kalan kimsenin durumuna; Allah’ın insanları hak dine ve imana davet etmesi de bir kimseyi gerçek dostlarının doğru yola çağırmasına benzetilmiştir (İbn Âşûr, VI, 302-303).
Âyette “… Bize fayda da zarar da veremeyecek olan şeylere mi tapalım?” ifadesinden putlar kastedilmiştir. Bununla birlikte âyetin maksadı göz önüne alındığında burada her dönemdeki müslümanların, gerek sapık inançlı ve kötü fikirli insanlar, gerekse akılları karıştırıp zihinleri bulandıran çevreler, kurumlar tarafından gelebilecek ve kendilerini dinlerinden döndürecek veya dinlerinin gereklerini yerine getirmekten alıkoyacak olan bütün menfi teşebbüslere karşı bir uyarı olduğunda kuşku yoktur. Böyle durumlarda müslüman, “Allah’ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin rabbine teslim olmamız emredilmiştir” demeyi bilmelidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 427
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l kavli, اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. نَدْعُوا fiili, و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْ دُونِ car mecruru نَدْعُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَنْفَعُنَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُنَا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَضُرُّنَا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نُرَدُّ meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَلٰٓى اَعْقَابِنَا car mecruru نُرَدُّ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰٓى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki عَلَى harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi, Âşûr)
بَعْدَ zaman zarfı, نُرَدُّ fiiline müteallıktır. اِذْ zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَدٰينَا اللّٰهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هَدٰينَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
كَ, harf-i cerdir. ٱلَّذِی müfred müzekker has ism-i mevsûlu, نُرَدُّ’daki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, خاسرين كالذي استهوته الشياطين (Şeytanların ayarttığı kişi gibi zarardadır.) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتَهْوَتْهُ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
الشَّيَاط۪ينُ fail olup lafzen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اسْتَهْوَتْهُ fiiline müteallıktır.
حَيْرَانَ kelimesi اسْتَهْوَتْهُ ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur.
لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ cümlesi حَيْرَانَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.
لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَصْحَابٌ muahhar mübtedadır.
يَدْعُونَهُٓ fiili اَصْحَابٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَدْعُونَهُٓ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُٓ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِلَى الْهُدَى car mecruru يَدْعُونَهُٓ fiiline müteallıktır. الْهُدَى kelimesi mukadder kesra ile mecrurdur.
ائْتِنَا cümlesi mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. ائْتِنَا illet harfinin hazfıyla emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اسْتَهْوَتْهُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi هوي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّ هُدَى اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُدَى kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fasıl zamiri هُوَ tekid içindir. الْهُدٰى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. اُمِرْنَا sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لِ harfi, نُسْلِمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte اُمِرْنَا fiiline müteallıktır. نُسْلِمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لِرَبِّ car mecruru نُسْلِمَ fiiline müteallıktır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
نُسْلِمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا
Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir fiilin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
اَنَدْعُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl مَا’nın sılası لَا يَنْفَعُنَا, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki لَا يَضُرُّنَا cümlesi sılaya matuftur. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Bir görüşe göre bu ayet, Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Oğlu Abdurrahman, onu putlara tapmaya davet ettiği zaman bunu söylemiştir.
Ayetteki emrin Resulullah’a tevcih edilmesi, Resulullah ile onun arasındaki birlik ve beraberliği vurgulamak suretiyle Ebubekir el-Sıddık'In şanını yüceltmek içindir. (Ebüssuûd)
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ
Mekulü’l-kavle matuf bu cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İnkârî istifham cümlesinin hükmüne dahildir.
هَدٰينَا اللّٰهُ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Teşbih ve cer harfi كَ sebebiyle mecrur mahaldeki ism-i mevsûl نُرَدُّ ,كَالَّذِي fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Sılası olan …اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede temsilî teşbih vardır.
اسْتَهْوَتْهُ fiilinin failinden hal olan حَيْرَانَۖ, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى cümlesi, حَيْرَانَ ’deki zamirden hal cümlesidir. وَ olmadan gelen hal cümleleri, müekkeddir. Yani halin, hal sahibinde kalıcı bir özellik haline geldiğini gösterir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُٓ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. يَدْعُونَهُٓ cümlesi muahhar mübteda olan اَصْحَابٌ’un sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Emir üslubunda inşâî isnad olan ائْتِنَا cümlesi, mahzuf قول kelimesi için mekulü’l-kavl cümlesidir. Mahzufla birlikte cümle يَدْعُونَهُٓ fiilinin failinden müekked haldir.
وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا ibaresinde kinaye vardır. Yapılan işin çirkinliğini ve kötülüğünü daha fazla vurgulamak için putperestliğe dönmek, topuklarının üzerine geri dönmek şeklinde ifade edilmiştir. (Sâbûnî, Ebdeu’l Beyan)
Allah bizi şirkten kurtarıp İslam’a hidayet ettikten sonra şeytanların yoldan çıkardığı ve yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşır hale getirdikleri, oysa arkadaşlarının “Bizim yolumuza gel!” diye kendisini sırat-ı müstakime çağırdıkları kimse gibi topuklarımız üzerinde küfre mi dönelim?
Bu istifham, inkârîdir. Böyle bir hareketin olmaması gereğini ifade eder. Geriye, şirke mi dönelim; demektir. Şirke dönmenin, topuklar üzerinde geriye dönmeye benzetilmesi bu hareketi çirkinlikte sembol olmuş bir şeyle tasvir suretiyle kınamak içindir. Ayrıca bunda, şirkin, arkaya atılmış, terkedilmiş bir hal olduğuna da işaret vardır. (Ebüssuûd)
بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ [Allah bizi hidayete erdirdikten sonra] ifadesi, inkârı tekid içindir. Sanki şöyle denilmiştir:
Yegâne, Hadi, hidayete erdiren Allah bizi hidayete erdirdikten sonra şeytanların idlali, dalalete düşürmesiyle şirke mi döndürüleceğiz? (Ebüssuûd)
ائْتِنَا [Bize gel!] ifadesi de işaret ediyor ki onları çağıranlar, hidayete ermiş ve sırat-ı müstakimde sabit kadem olmuş kimselerdir. Ancak çağrılanlar ne çağıranları ne de çağrıldıkları sırat-ı müstakimi bilmektedirler. Onlar yalnızca bir ses duyuyorlar fakat o sesin ne dediğini anlayamıyorlar. (Ebüssuûd)
[De ki] Yararın da zararın da kaynağı olan Allah’tan başka bize [ne yarar ne de zarar verebilen şeylere mi dua] yani kulluk [edelim?! Allah bizi] şirkten kurtarıp [İslam’a ulaştırdıktan sonra ıssız yerde] cinlere uyarak yolunu şaşırmış vaziyette iken yol [arkadaşları “yanımıza gel” diye kendisini doğru yola çağırdıkları] yani doğru yolu göstermek için davet ettikleri [halde] -doğru yol burada el-hüdâ olarak isimlendirilmiş de olabilir- [şeytanların] yani inatçı cin ve gulyabanilerin aklını çeldiği istikametini şaşırmış, ne yapacağını bilmeyen, arkadaşlarının çağrısına kulak asmayan, onların yanına gitmeyen bir [kimse gibi] şirke yönelerek [gerisin geri mi dönelim?!] Bu tema, “cinler insanın aklını çeler, gulyabaniler ise üzerine çullanır” şeklindeki Arap iddiaları üzerine bina edilmiştir “ Şeytan çarpmış kimse” [Bakara Suresi, 275] ifadesinde de böyledir. Müslümanlar kendisini İslam’a çağırdıkları halde onlara iltifat etmeyerek, şeytanın adımlarını izleyen ve İslam yolundan sapan kimseyi Allah işte bu kişiye benzetmiştir.
قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Cümle istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. قُلْ emrinin tekrarı emredilen şeye verilen önemi gösterir ve şirkten caydırmak, İslam’a teşvik içindir. (Ebüssuûd)
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli olan اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰى, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle اِنَّ, fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiştir.
اِنَّ ’nin ismi, az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olan izafetle gelmiştir. Bu izafette lafza-i celâle muzâf olan هُدَى, şan ve şeref kazanmıştır.
Haber olan الْهُدٰى, marife gelmiştir. Müsnedin harfi tarifle marife olması, onun vasfının kemaline işaret etmenin yanında kasr ifade eder.
Ayette kasr sıygasıyla hitap edilmiştir. اِنَّ هُدَى اللّٰهِ ve الْهُدٰى iki taraf da marife olduğu gibi, tekid harfi ve fasıl zamiri de gelmiştir. Cümlede dört tekid bir araya gelmiştir. Çünkü kasr, iki tekid yerindedir. Zira kasr tekid üzerine tekid demektir. Fasıl zamiri ve إنَّ de tekid ifade eder. İnkâr eden müşriklerin hali İslam’ın asıl hidayet olduğu manasının tekidini gerektirmiştir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi makabline matuf, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Lam-ı ta’lilin dahil olduğu لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ cümlesi masdar teviliyle cer mahallinde, اُمِرْنَا fiiline müteallıktır.
Müsnedin, cins lamı ile marifeliği, hidayet cinsinin islam dinine kasr olduğuna delalet eder. Kasrda müsnedin cins lam ile marifeliği yaygındır. Bu, izafî kasrdır. (Âşûr)
يَنْفَعُنَا - يَضُرُّنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الْهُدَى - قُلْ - اللّٰهِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
هَدٰينَا - الْهُدَى ve اَنَدْعُوا - يَدْعُونَهُٓ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهِ - رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ [Âlemlerin Rabbi] vasfının kullanılması, emrin illetini beyan ve emre uymanın lüzumunu tekid içindir. (Ebüssuûd)
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mecrurdur.
اَق۪يمُوا fiili, نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اتَّقُوهُ fiili, نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. تُحْشَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ
وَ atıftır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki masdar-ı müevvel, اُمِرْنَا fiiliyle bağlantılı olarak tefsiriyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâi isnaddır. Aynı üsluptaki وَاتَّقُوهُ cümlesi masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
Namazı ikame edin, cümlesinde zamir değiştiği için iltifat vardır.
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ ifadesi, önceki ayetteki لِنُسْلِمَ ifadesine atfedilmiştir. Âdeta وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ وَاَنْ اَق۪يمُوا (Müslüman olmak ve …yerine getirmekle emrolunduk.) denilmiştir. Şu şekilde de takdir edilebilir: وَ اُمِرْنَا لِاَنْ نُسْلِمَ وَلِاَنْ اَق۪يمُوا Yani Müslüman olmamız ve namazı dosdoğru kılmamız için… (Keşşâf)
Bunların hepsi dinin emirlerindendir ama özellikle namazın ikamesinin zikredilmesi, önemi sebebiyledir. (Âşûr)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin müsned olması, tazim içindir. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.
Mevsûlün sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede car-mecrur اِلَيْهِ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade etmiştir. Kasr, fiille mecrur arasındadır. اِلَيْهِ, maksûrun aleyh/mevsuf, تُحْشَرُونَ, maksûr/ sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Son cümle istînaf cümlesi olup zikredilen üç emre uymanın gerekliliğini bildirir. (Ebüssuûd)وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي | o ki |
|
3 | خَلَقَ | yarattı |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
6 | بِالْحَقِّ | hak (ve hikmet) ile |
|
7 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
8 | يَقُولُ | dediği |
|
9 | كُنْ | Ol! |
|
10 | فَيَكُونُ | oluverir |
|
11 | قَوْلُهُ | sözü |
|
12 | الْحَقُّ | haktır |
|
13 | وَلَهُ | O’nundur |
|
14 | الْمُلْكُ | mülk |
|
15 | يَوْمَ | gün |
|
16 | يُنْفَخُ | üfleneceği |
|
17 | فِي |
|
|
18 | الصُّورِ | Sur’a |
|
19 | عَالِمُ | bilendir |
|
20 | الْغَيْبِ | gizliyi |
|
21 | وَالشَّهَادَةِ | ve açığı |
|
22 | وَهُوَ | O |
|
23 | الْحَكِيمُ | hükümdardır |
|
24 | الْخَبِيرُ | herşeyi haber alandır |
|
“Üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye tanımlanan sûrun benzer açıklamaları hadislerde de geçmektedir. Geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen ve çok güçlü ses çıkaran boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. Âhiretle ilgili diğer haberler gibi sûr hakkındaki bilgiler de insan aklının kapasitesini aşan, naslarda nasıl bildirilmişse öylece inanılması gereken hususlardır. Ancak sûru, sûretin çoğulu olarak suver şeklinde okuyanlar da vardır. Buna göre âyetin mânası şöyledir: Sûretlere (ölülerin bedenlerine ruhları veya hayatları) üfleyeceği günde hükümranlık Allah’ındır (Râzî, XIII, 33
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 427-428
نفخ Nefeha: نَفْخٌ sözcüğü bir şeyin içine hava üflemektir. Kuran-ı Kerim’de ilk yaratılışta ruhun üfürülmesinde kullanılan fiilde bu köktendir.(Hicr, 15/29) (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli nefhadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
صور Savera: صُورَة Kendisi aracılığı ile maddi varlıkların biçimlerinin zihne nakşedildiği biçim, şekil ya da formdur. Sûret iki çeşittir: Birincisi; duyularla algılanan sûrettir ki bunu herkes idrak eder. ikincisi; akılla idrâk edilen sûrettir. Bunu âvâm olanlar değil yalnızca havâs olanlar algılayabilir. insana özgü olan akıl, tefekkür, düşünme sûreti gibi.. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 19 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sûret, surat, tasvir, tasavvur ve Sûr’dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْحَقّ sözündeki بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)
وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı يَوْمَ , mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri, اذكر (zikret) şeklindedir. يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَقُولُ merfû muzari fiildir.
Mekulü’l-kavli, كُنْ فَيَكُونُ ’dur. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
كُنْ tam emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
فَ müsebbebi sebebe bağlayan rabıtadır. يَكُونُ fiili tam muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
قَوْلُهُ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَقُّ kelimesi قَوْلُهُ ‘nun sıfatıdır. Veya mübtedanın haberidir.
وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ
وَ atıf harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْمُلْكُ muahhar mübtedadır.
يَوْمَ zaman zarfı, يَوْمَ يَقُولُ ’den bedeldir. يُنْفَخُ meçhul merfû muzari fiildir. فِي الصُّورِ car mecruru naibu fail olarak mahallen merfûdur. عَالِمُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir.
الْغَيْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الشَّهَادَةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْغَيْبِ’ye matuftur.
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَك۪يمُ haber olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ kelimesi mübtedanın ikinci haberidir.
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin müsned olması tazim içindir.
Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.
Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ - الْحَقّ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ
Bu istînâf cümlesi, bize beyan ediyor ki Allah’ın gökleri ve yeri yaratması, bir maddeye ve bir müddete bağlı değildir. Bu yaratma, başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın sırf tekvini emirle tamamlanmış olur. Ve zamanın belli bir bölümünde yaratılmışların fert fert her birine taalluk eden emir, bir gerçektir ve bir takım hikmetler içerir. Nelere, hangi şeylere “ol!” denilmiştir? Bu açık olduğu için zikredilmemiştir. Burada كُنْ [ol!] kelimesinden maksat, ya gerçektir ya da temsilidir.
Meşhur olan görüş budur. Yani Allah’ın emrinin, eşyadan yaratmak istediği şeye taalluk ettiği an haktır; hak olduğuna kanıt vardır ve o hak olarak bilinmektedir. (Ebüssuûd)
وَ atıftır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر (zikret) veya تَوَدُّ (seversin) olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَقُولُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كان fiili bu ayette tam fiildir.
فَيَكُونُ cümlesindeki فَ müsebbebi sebebe bağlayan rabıtadır. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَوْمَ يَقُولُ [dediği gün, dediği vakit] cümlesi Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri yaratmasının bir maddeye ve bir müddete bağlı olmadığını gösterir. Bu yaratma başka hiçbir şeye bağlı olmaksızın sırf tekvini emirle tamamlanmış olur. Zamanın belli bir bölümünde yaratılmışların fert fert, her birine taalluk eden emir bir gerçektir ve bir takım hikmetler içerir.
Müstenefe olan cümle sübut ifade eden isim cümlesidir. Müsnedün ileyh olan قَوْلُهُ veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan قَوْلُ şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani hak olma vasfı ondan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ
Cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
الْمُلْكُ, muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَوْمَ يَقُولُ ,يَوْمَ ’den bedeldir. Bedel ıtnâb babındandır. يُنْفَخُ muzari fiil cümlesi zaman zarfı يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhidir.
Müstenefe olan cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَالِمُ takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. Mahzufla birlikte cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin izafetle gelmesi veciz anlatım kastına matuftur. الْغَيْبِ ,الشَّهَادَةِ’ye tezat sebebiyle atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Hükümranlık, her zaman Allah’a mahsus olduğu halde burada özellikle sûr’a üfürüldüğü güne tahsis edilmiş olması, o gün mülkiyete ilişkin bütün dünyevî veya mecazî ilgilerin kesilmesinden, mülk ve tasarrufun tamamen Allah’a mahsus ve münhasır olmasındandır. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Ayetin son cümlesi makabline matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede bulunmaz.
Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsufa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait iki vasıf olan الْحَك۪يمُ ve الْخَب۪يرُ’nun marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْحَك۪يمُ - الْخَب۪يرُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.İnsan gözünü hedeften ayırmadan yolunda ilerlerken, karşısına çıkan engelleri kendinden emin atlatır. Gün gelir bir an gözleri hedeften şaşar ve normalde onu düşürmeyecek bir taşa takılarak yüzüstü düşer. Daha önce dikkatini vermediği her detay aklını çeler. Tekrar kalkma ihtimali yokmuş gibi öylece kalır.
Sanki; suyun altında nefesini tutuyormuş gibi daha önce aldığı nefeslerin özlemini çeker. Güneş bir daha gelmeyecekmiş gibi bulutların kararttığı gökyüzüne umutsuzca bakar. Boyunu aşan uçsuz bucaksız karların arasında sıkışıp kalmış gibi gözlerini ısıtacak bahar renklerini arar.
“Sanki hayatın ortasından başlamış tecrübesiz bir çocuk gibiyim.” Güler bu düşüncesine. Geçtiği yollara başını çevirip bakar ve tekrar güler keyifle. Derinlerden davulun ritmine uyarak şarkısını söyleyen bir kuşun sesini duyar. Başını kaldırıp sesin sahibini ararken hedefle gözgöze gelir. İç dünyasında buz tutmuş yerlerin çözülüp ılık ılık aktığını hisseder. Gönlü, zihni coşar. Cama çarpıp düşen bir kuş gibi bedenini yoklar ve yavaşça ayağa kalkar.
Derin bir nefes alır. Bulutların arasından göz kırpan güneşi farkeder. Hızla eriyen karların altında gizlenmiş yeşilliği görür ve üzerinde dans eden ışıklarla karın güzelliğini idrak eder.
Mırıldanır. “Yaşanan her zorluk kolaylıktaki lezzeti keşfetmeye vesile olur. Yolun daralması genişleyeceğinin habercisidir. Gündüz vakti bulutlardan göremesen bile, o güneşin orada olduğunu bildiğin gibi, sıkıntıların ardında sana kavuşmayı bekleyen rahmetin varlığından emin ol. Kavuştukların, zamanın da yardımıyla yokluklarında hissettiklerini unuttururcasına anılarını yumuşatır. Yaşanan hiçbir an, boş değildir. İstenmeyen yokluk, beklenen varlığın değerini bilmeyi öğretir. Gerçekten yaşanan hiçbir an boş değildir. Bildiğin, bilmediğin sebeplerin arasından farkettiklerinle doldur ceplerini, sebepleri yaratan, senin için en hayırlısını bilen Rabbine güvenerek ve hamd ederek.”
Amin.
***
Belki de bir mü’min için dünya hayatı, yaz tatili olmayan bir okul dönemi gibi düşünülmelidir. Kimi derslerin sonu gelmezken, kimi dersleri çabucak biter. Sıra arkadaşının uyumuna göre okul hayatı zorlaşır ya da kolaylaşır, bazen de not ortalaması düşer ya da yükselir. Okula giden bir çocuğun ya da gencin, kendisi ve ebeveynleri; derslerine önem verilmesi ve sınavlarına çalışılması gerektiğini bilir. Okul dışında çeşitli sıkıntılar yaşandığı zamanlarda da okul başarısını desteklemek adına çeşitli yöntemlere başvurulur. Mezun olduğu zaman ise bitip giden yıllara şaşılır.
Talep ettiği ilimde başarıyı yakalamak isteyen bir öğrenci, eğleneceği ve ciddileşeceği zamanları belirlemeyi iyi bilmelidir. Doğru niyetleri taşıması, doğru kitapları okuması, doğru arkadaşlıklar kurması, doğru miktarlarda çalışması yani kısacası doğru seçimler yapması önemlidir. Her dersin başına oturmak için hazır hissetmeyi beklemesi ya da boş zamanlarını sırf eğlenceye harcaması hata olur. Zira, günler tükenir ve birden yarın çalışırım dediği sınav sabahına uyanır. Hayatı okuldan ibaret olan biri, sadece teneffüslere önem verip, derslerde eğlenirse, kaybeder.
Geçici dünya hayatının, geçici nimetlerine aşırı derecede önem verirken; dini ve Allah’a itaati alaya alanların ya da küçümseyenlerin hali serserilik yapmak dışında, okuldan hiçbir şey kazanamayanların haline benzer. İş veya okul hayatındaki başarı uğruna namaz kılacak vaktinin olmadığını söyleyenin hali de böyledir. Ancak şöyle bir gerçek vardır: insanın sevdikleri ya da değer verdikleri ya da açlık, tuvalet gibi fiziksel ihtiyaçları için ayıracak zamanı vardır. Allah’a itaat ise hakiki ihtiyaç halidir. Hayatın merkez noktasıdır. Bu düşünceyle yaşanmayan hayatların sonu ise karanlıktır.
Ey Allahım! Bize, Senin yolunda doğru şekilde kalmamız, rızanı kazanmamız ve imanımızı korumamız için ihtiyacımız olan ilimleri ver. Geçici hevesler ve nimetler uğruna kalıcı olanlardan taviz verme cahilliğinden koru ve kurtar. Sana itaat etmek yerine, kendisini dünyalık bahanelerle oyaladıktan sonra kaybedenlere benzemekten muhafaza buyur. Bulunduğu zaman ve mekanlarda, neye önem vermesi ya da vermemesi gerektiği konusunda doğru seçimler yapanlardan ve her an Sana kul olmak için dünyada yaşadığını bilenlerden eyle.
Amin.