وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
Melekût aslında milk gibi masdar olup dilcilere göre sonundaki “ût” eki kelimeye mübalağa anlamı kazandırmaktadır. Buna göre melekût, “tam olarak sahip ve mâlik olmak” demektir. Nitekim Zemahşerî, bu anlamını dikkate alarak kelimeyi “rubûbiyyet ve ulûhiyyet” şeklinde tefsir etmiştir (II, 24). Melekût, “mülk”le eş anlamlı olarak “Allah’ın hükümranlık ve yönetimi” şeklinde de açıklanmıştır. İbn Âşûr, her iki halde de kelimenin mecazi olarak geçtiğini ve buradaki hakiki anlamının “memlûk” (sahip ve mâlik olunan şeyler) olduğunu ifade eder (VII, 316). 83. âyeti dikkate alarak “hüccet” anlamı taşıdığını da düşünmek mümkündür. Biz, bu anlamı da dikkate alarak ilgili kısmı “İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk” şeklinde çevirdik. Nitekim Zemahşerî de bu kısmı, “Onun düşünce yeteneğini güçlendiriyorduk, istidlâl yöntemine ulaştırıyorduk” şeklinde açıklamıştır (II, 24). Bu açıklamalara göre âyet şu mânaya gelmektedir: Putlara tapan kavminin ve babasının dalâlette olduğunu gören, bu yüzden babasını ikaz eden İbrâhim’e biz, göklerde ve yerde mülkiyet ve tasarrufumuz altında bulunan şeylerin mahiyetlerini, hakikatlerini açık seçik gösterdik; bunların bizden başka yaratıcısı ve yöneticisi olmadığı hususunda onu bilgilendirdik ve bütün bunları, kuşku götürmez kesinlikte bir imana ulaşsın diye yaptık.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 430
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili نُر۪ٓي olan olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, ولذلك الإنكار نري إبراهيم ملكوت (Bu inkâr sebebiyle İbrahim’e melekûtu gösterdik.) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُر۪ٓي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اِبْرٰه۪يمَ mef ‘ûlun bihtir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
مَلَكُوتَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfiyle السَّمٰوَاتِ’ye matuftur.
لِ harfi, يَكُونَ fiilini gizli أن’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
أن ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle نُر۪ٓي fiiline müteallıktır. يَكُونَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو zamiridir.
مِنَ الْمُوقِن۪ينَ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُوقِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُر۪ٓي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رأي ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
Ayet mukadder müstenefeye matuftur. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَذَ ٰلِكَ ’nin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.
Takdiri, ولذلك الإنكار نري إبراهيم ملكوت [Bu inkâr sebebiyle İbrahim’e melekûtu gösterdik.] şeklindedir.
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s.101)
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
نُر۪ٓي fiili, ifal babındadır, göstermek manasındadır. Meçhul fiil değildir.
İbrahim (as) Güney Irak’ta, Ur şehrinde MÖ. 2100 yıllarında yaşamıştır. Kavmi putlara ve güneşe, aya, yıldızlara taparmış.
مَلَكُوتَ kelimesi masdardır. Sondaki و ve تَ harfleri, mübalağa anlamı katar. (Fahreddin er-Râzî) Yaratılış manasında tefsir edilmiştir. Allah Teâlâ İbrahim’e (as) göklerin ve yerin yaratılışını göstermiştir. Veya otoritesini yani burada nasıl söz sahibi olduğunu, nasıl yönettiğini göstermiştir.
مَلَكُوتَ, mecaz-ı mürsel vardır. Masdar söylenip ism-i mef’ûl kastedilmiştir. (Zikri masdar irade-i ism-i mef’ûl). (Âşûr)
مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ ‘daki izafet في manasınadır. Allah’ın mülkü demektir. (Âşûr)
Geçmişteki bir olay gözümüzün önünde canlandırma için muzari fiille ifade edilmiştir.
Burada görme; mecaz olarak marifet ve basiret nazarı için kullanılmıştır.
وَكَذٰلِكَ işaret ismi, işaret edilen hususun derecesinin yüksekliğini, faziletteki mertebesini bildirir. (Ebüssuûd)
وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
Cümle وَ ’la takdiri وفعلنا ذلك ليكون [Bunu … olması için yaptık] olan mahzufa atfedilmiştir.
لْمُوقِن۪ين, şüphe kabul etmeyen bir ilimle bilen demektir. الإيقانُ ise Allah’ın ve sıfatlarının marifeti demektir. (Âşûr)
Geçmişteki bir olay gözümüzün önünde canlandırma için muzari fiille ifade edilir.
Sebep bildiren cer harfi lam-ı ta’lilin dahil olduğu لِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ cümlesi gizli أن ’le nasb olarak masdar tevilinde, cümlenin matuf olduğu mahzufa müteallıktır.
İşte böyle bir tarif ve gösterme ile İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu yani evrenin gerçek Rabbinin, yegâne ilâhının kim olduğunu tarif edip gösteriyor, onu rubûbiyet ve ulûhiyeti tanımaya muvaffak kılıyor ve kalbine açtığımız şeyle onu doğruya yönlendiriyorduk. Böylece biz onun bakışını düzelttik ve ona istidlal/delil çıkartma yolunu gösterdik. Bunu da yakînen inananlardan olsun diye yaptık. (Keşşâf)
İnsan ne zaman, Allah'ın mahlukatının mertebelerini çokça düşünür ve tefekkür ederse onun marifet ve tevhid nurunun aydınlığı da o nispette parlak olur. Fakat âlemin güneşi ile ilim güneşi arasında şu fark vardır: Âlemin güneşinin yükselmesinde ve ışığının fazlalaşmasında, daha ileriye geçemeyeceği belli bir sınırı vardır. Ama marifet, akıl ve tevhid güneşinin yükselmesinin bir nihayeti ve ışığının artmasının bir sonu yoktur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah’ın “Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu da gösterdik.” buyruğu delil ve beyyinelerin mertebelerine; “Kesin ilme erenlerden olması için…” ifadesi de tecelli nurları ile marifet ve tevhid güneşinin aydınlıklarının derecelerine bir işaret olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette istenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.