زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | زَعَمَ | sandılar |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | لَنْ | kesinlikle |
|
6 | يُبْعَثُوا | diriltilmeyeceklerini |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | بَلَىٰ | hayır |
|
9 | وَرَبِّي | Rabbim hakkı için |
|
10 | لَتُبْعَثُنَّ | mutlaka diriltileceksiniz |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | لَتُنَبَّؤُنَّ | size haber verilecektir |
|
13 | بِمَا | şeyler |
|
14 | عَمِلْتُمْ | yaptıklarınız |
|
15 | وَذَٰلِكَ | ve bu |
|
16 | عَلَى | göre |
|
17 | اللَّهِ | Allah’a |
|
18 | يَسِيرٌ | kolaydır |
|
Böylece ilk beş âyette veciz bir anlatımla Allah-evren-insan arasındaki ontolojik ve ahlâkî bağı doğru bir şekilde kurabilmeyi sağlayacak ufuklar açılarak önce İslâm inançları teorisinin üç temel konusundan birincisini oluşturan ulûhiyyet (Allah’ın varlığı ve sıfatları) konusunun altı çizilmiştir. 6-10. âyetlerde ise diğer ikisi yani nübüvvet (peygamberlik, vahiy) ve âhiret konuları üzerinde durulmaktadır. 6 ve 7. âyetlerde peygamberleri, onların bildirdiklerini ve özellikle öldükten sonra diriltilme gerçeğini inkâr etmenin inkârcılara bir şey kazandırmadığı, Cenâb-ı Allah’a da bir şey kaybettirmediği, ama bir süre sonra onların bütün bu yaptıklarını bir bir önlerinde görecekleri ifade edilmekte; buna bağlı olarak 8. âyette Kur’an’ın muhatapları Allah’a, peygamberine ve O’nun indirdiği ışığa (Kur’an’a) iman etmeye çağrılmaktadır. 9. âyette haşir gününde gerçek anlamda kâr ve zararın ortaya çıkacağına değinilmekte ve iman edip erdemli davranışlarla ömrünü iyi değerlendirenlerin âhirette kavuşacakları mükâfat hatırlatılmaktadır. 10. âyette ise inkâr eden ve Allah’ın âyetlerini yalan sayanların acı âkıbetini gösteren bir uyarı yapılmaktadır.
İnkârcıların peygamberlerin çağrısını kabul etmemekte haklı olduklarını ispat için sık sık kullandıkları argüman 6. âyette, “Bir beşer mi bizi doğru yola çıkaracak!” şeklinde özetlenmiş olup birçok âyette bu delilin çürüklüğü ortaya konmuştur (meselâ bk. İbrâhim 14/10-11; Kehf 18/110; Mü’minûn 23/24, 33; Furkan 25/7). Bu âyetin “Allah da muhtaç olmadığını gösterdi” şeklinde çevrilen kısmı, “Onların imanına ve kulluğuna muhtaç olmadı, muhtaç olmadığını gösterdi”, “Gücü yettiği halde onları imana zorlamadı” ve “Ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlarla yetinmek ve onları zorlamamak suretiyle kemalini gösterdi” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 105; Şevkânî, V, 271). Müfessirlerin genel kanaatine göre 8. âyetin “İndirdiğimiz vahiy ışığına iman edin” diye çevrilen cümlesinde geçen “nûr” kelimesinden maksat Kur’an-ı Kerîm ve onun içeriğidir (Taberî, XXVIII, 121; İbn Atıyye, V, 319).
9. âyette geçen yevmü’t-tegābün tamlaması “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde tercüme edilmiş olup buradaki tegābün kelimesi hakkında geniş açıklamalar yapılmıştır. Bu kelimenin kökü olan gabn (gabn, gaben) masdarı sözlükte “gizlemek, unutmak, hata etmek, zayıf olmak ve aldatmak” gibi mânalara gelir. Fıkıh terimi olarak gabin de, iki tarafa borç yükleyen akidlerde edimler arasındaki dengesizliği, özellikle satım sözleşmesinde satım parasıyla satılan malın piyasa değeri arasında belirgin bir fark bulunmasını ifade eder. Tegābün kelimesi Arapça’da genellikle iki veya daha fazla kişinin karşılıklı fiillerini anlatmak için kullanılan “tefâül” kalıbındadır. Bu sebeple daha çok “birbirini aldatmak” yahut “hem aldanmak hem aldatmak” mânalarıyla açıklanmıştır. İbn Atıyye ise burada bu kalıbın karşılıklı bir durumu değil, –“tevazu” kelimesinde olduğu üzere– fiilin konusundaki çokluğu ve yoğunluğu belirtmek için kullanıldığı kanaatindedir. Birçok müfessir –“doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar” şeklindeki (Bakara 2/16) tasvirden de yararlanarak– burada inkârcı ve münafıkların imanı küfür ile, âhireti de dünya ile değişmelerindeki yanlışlık ve aldanmaya bir telmih bulunduğu yorumunu yapmıştır. Bazılarına göre bu kelimeyle, hesap gününde eşyanın dünyadaki miktar ve değerinden farklı görüneceği anlatılmaktadır. Başka bir yoruma göre burada kastedilen şudur: Bazılarının “Allah’a verdikleri sözü düşük bir bedelle satmaları”, “Allah’ın müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın alması” (Tevbe 9/111) gibi Kur’an’da mânevî anlamda alışveriş lafzının kullanıldığı durumların gerçek kârlılık yönü yani kimin kazanıp kimin kaybettiği o gün ortaya çıkacaktır (başka yorumlarla birlikte bk. İbn Atıyye, V, 319; Râzî, XXX, 24-25; Elmalılı, VII, 5028-5030). Bu izahları ve bağlamı dikkate alarak, anılan tamlamayı “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde çevirdik.
زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ
Fiil cümlesidir. زَعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili زَعَمَ ‘ nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنّهم (Muhakkak ki onlar) şeklindedir. لَنْ يُبْعَثُوا fiili muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يُبْعَثُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l kavli وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ olan cümledir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
وَ harfi cer olup, kasem harfidir. وَرَبّ۪ي car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
تُبْعَثُنَّ fiili ن ‘ un hazfıyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ‘ ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
لَتُنَبَّؤُنَّ atıf harfi ثُمَّ ile لَتُبْعَثُنَّ ‘ye matuftur. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle لَتُنَبَّؤُنَّ fiiline mütealliktir.
عَمِلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لَتُنَبَّؤُنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يرٌ ‘ e mütealliktir. يَس۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur.
زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
زَعَمَ fiilinin fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُٓوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek ve küfredenleri tahkir içindir.
Ayetteki اَنْ , tahfif edilmiş اَنَّ ‘dir.
Tekid ve masdar harfi اَنْ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنْ لَنْ يُبْعَثُوا , masdar tevilinde, زَعَمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. اَنْ ‘in ismi olan şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَنْ يُبْعَثُوا fiili muhaffefe اَنْ ‘in haberidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُبْعَثُواۜ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَنْ edatı, [لَنْ يُبْعَثُوا ] ile birlikte iki mef‘ûl yerini tutmaktadır. Nankörce inkâr edenler Mekkelilerdir. بَلٰى (Bilakis!) ifadesi ise لَنْ ’den sonraki kısmın -yani dirilişin- mutlaka gerçekleşeceğini bildirmektedir. “Bu da Allah’a göre kolaydır.” Yani O’nu bundan caydırıp vazgeçirecek hiçbir güç yoktur. (Keşşâf)
Burada الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ile kasdedien, Mekkeli müşrikler ve onların dinine uyanlardır. (Âşûr)
قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nefyi iptal eden cevap harfi بَلٰى ; önceki olumsuz cümleyi olumlu hale dönüştürür ve ikrar eder. Kendisinden sonra sibaka uygun olacak şekilde bir cümle takdir edilir.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ cümlesinde وَ , kasem harfidir.
Car mecrur رَبّ۪ي izafeti başındaki vav harfiyle birlikte takdiri أقسم (yemin ederim) olan mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
رَبّ۪ي izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
لَتُبْعَثُنّ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
لَتُنَبَّؤُنَّ cümlesi öncesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَتُنَبَّؤُنَّ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا başındaki harf-i cerle birlikte تُنَبَّؤُنَّ fiiline mütealliktir. Sılası olan عَمِلْتُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ [Yaptıklarınız haber verilecektir.] ifadesinde mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Yani Allah Teâlânın haber vermesi tabiriyle, her işin sevap ve günah yönünden değerlendirileceği ve karşılığının verileceği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir.
Bu cümle ibtidaiyyedir. Kelam قُلْ بَلٰى karinesiyle Peygamber(s.a.v) yöneliktir. (Âşûr)
بَلٰى harfi, olumsuz ifadeyi geçersiz kılmak için verilen cevaba özel, cevap harfidir. (Âşûr)
وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübteda, يَس۪يرٌ haberdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Cümlede car mecrur عَلَى اللّٰهِ , ihtimam sebebiyle amili olan يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile baasa işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsned olan يَس۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ cümlesi tezyildir. وَ itiraziyyedir. (Âşûr)