Kalem Sûresi 5. Ayet

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ  ...

Hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.  (5 - 6. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَتُبْصِرُ göreceksin ب ص ر
2 وَيُبْصِرُونَ onlar da görecekler ب ص ر
 

Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308). 

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Özellikle Hicaz Bölgesi Araplarının ilk defa Kur’an ile birlikte yazılı kültüre geçmelerinde –başka âmiller yanında– bu gibi âyetlerin teşvik edici bir role sahip olduğu söylenebilir. 

Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 429-430
 

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء أمر الله فستبصر (Allah’ın emri gelirse göreceksiniz) şeklindedir.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. تُبْصِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يُبْصِرُونَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ


Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَسَتُبْصِرُ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder. Vaat ve vaîd söz konusu olduğunda tekid ifade eder. 

Takdiri,  إن جاء أمر الله (Allah’ın emri geldiğinde…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

يُبْصِرُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la şartın cevap cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُبْصِرُونَۙ  -  تُبْصِرُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُبْصِرُ ويُبْصِرُونَ  (Göreceksin ve görecekler) fiili, kinaye yoluyla görme fiilinin kesin olduğunu ifade etmek için  تُوقِنُ ويُوقِنُونَ (Kesin inanacaksın ve kesin inanacaklar) manasındadır. (Âşûr)

Bu, [Ey Muhammed sen de, o müşrikler de görecekler] demektir. Bu hususta şöyle iki görüş vardır: Kimileri, ayetin bu ifadesini, dünya ile ilgili hallere hamlederek, "Sen de, onlar da akıbetlerinizin nereye varıp dayanacağını, dünyada iken göreceksiniz. Çünkü sen, kalplerde büyürken, onlar zelîl ve melun olacaklardır ve sen; öldürmek, mallarını ele geçirmek suretiyle onlara hükümran olacaksın" manasını vermişlerdir. Mukâtil, ayetin bu ifadesinin, Bedir savaşındaki o ilahî cezayı anlattığını söylemiştir. Kimileri de ayetin bu ifadesini ahiretteki hallere hamletmişlerdir. Bu görüşe göre ayet, tıpkı, [Yarın onlar şımarık ve aşırı yalancı kimmiş bilecekler] (Kamer/26) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

"Sen göreceksin, onlar da görecekler." Ahlak kavramında pratik olarak bir gayeye yürümek, istenen ve beklenen bir şey olduğu için bu ayet de, onun ileride niyet ve fikirden iş sahasına çıkarak deney sahasındaki belirtileriyle düşmanlar tarafından da görülebileceğine dair bir söz verme ve bu suretle Peygamber'e ve müminlere bir kat daha destek olma ve Peygamber'e deli ve çıldırmış diyen kâfirlere bir uyarı ve korkutmadır. (Elmalılı)